10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 14 ŞUBAT 2007 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Ulusçuluk Ulus bilincine varamamış, ulus devlet oluşturamamış, yurttaşlık anlayışının birleştirici, bütünleştirici özelliklerini benimseyememiş, dinsel, mezhepsel, etnik bölünmeler içindeki Irak; ulus devlet oluşturmuş, yurttaşlık bilincini sağlamış ve gelişmiş bazı ülkelerin dayatmalarıyla en ağır yaptırımlarla karşı karşıyadır. Başkalarının Hayreti... NKONGOLO MATHIEU, Sayıştay’ın başsavcısı. Bizdeki gibi yarı denetim, yarı yargılama organı olan o kuruluştan, büyük olasılıkla yeni kurulacak Anayasa Mahkemesi’ne üye olarak atanabilir. Öylesine iyi yetişmiş ve uyanık bir insan. Kinshasa’daki Belçika Büyükelçiliği’nin resepsiyonunda kendiliğinden gelip “Bir türlü akıl erdiremiyorum” diyor, “Türkiye gibi bir ülke niçin AB’nin kapısında yalvarıp durmakta?” Sonra, kendilerine göre bizdeki üstünlükleri sayıyor: “Şanlı bir tarih, stratejik açıdan benzeri bulunmaz bir arsa, bizimkiler kadar değerli olmasa da hayli zengin doğal kaynaklar, iyi yetişmiş genç bir nüfus...” Bunlarla kendimizi bölgemize kabul ettirmek ve çevremizdekilere önderlik etmek varken AB’ye yamanmaya çalışmak ve Fransa’yla Almanya’nın bir çeşit sömürgesi olmak için çırpınmak çok tuhaf geliyor Mösyö Mathieu’ye. rta Afrika’nın güneyindeki karanlık ormanlardan sıyrılıp yüzyıllar sürmüş bir esir ticaretinin ardından güçbela bağımsızlığa kavuşmuş insanların Türkiye’ye gıptayla bakmalarından daha doğal bir şey olamaz. Ancak, gıpta edilecek bu durumun, gıpta edilenlere yüklemesi gereken birtakım ödevler olmalı: Anlayışlı davranmak, kusurları yüze vurmamak, durumların düzeltilmesi için yardım etmek, birlikte bir şeyler yapabilmenin yollarını aramak gibi. Gerçi eski sömürgeciler de bunlara benzer davranışlar sergiler ama, eşyanın tabiatı gereği, onlarınki sırıtacaktır. Çünkü, “yeni sömürgecilik” denen illet bir türlü yok olmaz; yakası bırakılan toprakların zenginlikleri mutlaka sömürülmeye devam edecektir. ysa, Türkiye Cumhuriyeti gibi bir devletin, bu ülkelerdeki sorunlar üzerine eğilmesi ve güçlüklerin yenilmesine yardımcı olması, herhalde başka türlü olmalıdır. Bir defa, Osmanlı’nın Cumhuriyete bıraktığı mirasın bir “sömürgecilik mirası” olmadığı kesindir. “Metropolkoloni” ayrılığı olmayan, yönetilenlerin sadece Müslimgayrimüslim diye ayrıldığı bir toplumda, belki de en çok sömürülen toprak parçası anavatan dediğimiz Anadolu olmadı mı? Afrika’daki eski sömürgecilerin işlerini zorlaştıran duygusal kalıntılar da Türkiye için söz konusu olmamalı. Böyle olduğu içindir ki, örneğin yeni, sağlam, disiplinli ve yurtsever bir ordu yetiştirmek bakımından Ankara’nın bu ülkelere uzatacağı yardım eli, sömürgeci orduların oralara bıraktığı zorbalık anılarıyla kirlenmiş olmayacak ve en çok muhtaç oldukları “doğru dürüst bir ordu” gereksinimini karşılayarak unutulmaz bir hizmet sağlamış olacaktır. [email protected] Prof. Dr. Suna KİLİ lusçuluk özellikle son aylarda ülkemizde tartışılan en önemli konulardan biridir. Bu tartışmalar, genelde, ulusçuluk anlayışının hukuksal açıdan bir değerlendirmesi üzerinde odaklaşmaktadır. Konuyu siyaset bilimi, toplumbilim açılarından da değerlendirmenin yararlı olacağı kanısındayım. Şöyle ki: Ulusçuluk, ulusdevlet kurma, ulusal bir siyasa gütme, çağdaşlaşmanın önkoşuludur. Batı ülkeleri de çağdaşlaşma çabalarında geleneksel toplumdan çağdaş topluma geçerken uluslaşma, ulusdevlet kurma çabasına girmişlerdir. Unutmamak gerekir ki, bir toplum çağdaş bir toplum, bir devlet çağdaş bir devlet olarak yaşamak istiyorsa onun siyasal kurumları ve çalışmaları bu gereklere uymak zorundadır. Tarihsel imparatorlukların, kabilelerin, ümmetçilik anlayışının güttüğü siyasa, yerini etken bir ulusdevlet olma olanaklarını yaratacak siyasaya bırakmak zorundadır. Çağdaşlaşma biçimsel yönden ulusdevlet durumuna gelen toplumların gerçekten ulusdevlet konumuna dönüşmeleridir. Demek oluyor ki, çağdaşlaşmanın “önkoşul”larından biri, devlet kurumları çerçevesinde ulusçu bir siyasanın güdülmesidir. ulusdevlet aşamasına gelememiş bir toplumun gerçekten çağdaşlaşması olanak dışıdır. Kurtuluş Savaşı’na, devrini tamamlamış, çağdışı kalmış bir imparatorluğu kurtarmak için değil, öz yurdun sınırları içinde bağımsız bir Türk devleti kurmak için girişilmiştir. Cumhuriyet kurulduktan sonra girişilen devrim atılımları çağdaş ve ulusal Türk devletinin gelişmesi için gerekli kurumları, kavramları, değerler sistemini getirmiş, çağdaşlaşma ile uzlaşmayan geleneksel toplumun kavram ve kurumları ortadan kaldırılmıştır: Osmanlı İmparatorluğu yerine ulusal Türk devleti; Osmanlılık yerine ulusçuluk; ümmet yerine ulus; dincilik yerine laiklik benimsenmiş ve gerçekleştirilmiştir. Atatürk Devrimi’nin amacı ulus oluşturulmasını sağlamak, ulusal Türk devletini kurmak ve çağdaşlaştırmaktır. Altı ilke de bu devrimi yönlendiren değerler sistemidir. Etnik bölünmeler, etnik ve siyasal amaçlı dinsel düşünceler ve bu bağlamda etnik kimlik ve dinsel kimlik feodal düzenin özellikleridir. Siyasal amaçlı İslamda ulus bilinci yoktur; cemaat ve ümmet anlayışı egemendir. Etnik amaçlı düşünce ise bölücü bir işlev görmektedir. Atatürk, Yugoslavya’da Tito’nun yaptığının tam aksini, “ayrılıkları” U O O ESKİŞEHİR CUMOK ÇAĞRISI Ortam puslu. İç ve dış güçlerin yarattığı çelişkiler toplumu uçlara itiyor. Bağlar zayıflıyor ve yabancılaşma hızlanıyor. Umut olması gereken sol, sanal bir âlemde sanki. Ortak bir Türkiye projesiyle iktidara yönelmenin işaretleri görülmüyor. Bugün toplanmaz, dayanışmaz ve kenetlenmezsek, ya ne zaman? GELİN HEM KONUŞUP TARTIŞALIM, HEM DE PAZAR KAHVALTIMIZI YAPALIM. BİRLİKTE YAŞAMI DUYUMSARKEN, TOPLUMSAL GÖREVİMİZİ DE YERİNE GETİRELİM. BELKİ, ALACAĞIMIZ KARARLARLA, BAZILARININ SORUMLULUKLARINI DA HATIRLATABİLİRİZ ! “GELİRKEN YANINIZDA DOSTLARINIZ VE ELİNİZDE GAZETEMİZ OLSUN” NOT: Kahvaltıya mutlaka yer ayırtarak katılalım. (En geç16.02.2007 Cuma öğleye kadar) BAŞVURU TELEFONLARI: 220 44 49 – 0 533 520 59 36 TARİH: 18.02.2007 Pazar SAAT: 10.00 EDERİ: 7.00 YTL (Öğrenci 5 YTL) YER: Öğretmenevi (Atatürk Bulvarı) değil “benzerlikleri” kurumsallaştırmıştır. Atatürk ulusal kimlik bilincini yaşanmış ve yaşanmakta olan “ortak tarih”, “ortak kültür” ve “Türk milleti mensubiyetine” dayandırmıştır. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığı hukuki bir kimliktir. Anayasanın 3. maddesi “Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir” diyor. Anayasanın 66. maddesin ise “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” ibaresi yer alıyor. Sayın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer 1 Ocak 2006 tarihli “yeni yıl” mesajında anayasamızda yer alan bu ilkeler ışığında şöyle diyorlar: “Kurucu öğe olarak, tek devlet, tek ülke ve tek ulus söz konusudur; bu öğelerden ve tek dil, tek bayrak ülküsünden vazgeçilemez.” Sayın Sezer ayrıca Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk ulusu denir” gerçeğini de hatırlatıyor. Burada sözü edilen Türk milleti, Türk ulusu anlayışı ırka, dine, etnik kökene dayalı bir millet, bir ulus anlayışı değildir. Atatürk “Ne mutlu Türküm diyene” demiştir. “Ne mutlu Türk olana” dememiştir. Bu ırkçılıktan uzak, birleştirici, bütünleştirici, çağdaş ulusal kimlik bilinci anlayışıdır. Yeter ki devrimin temel ilkeleri olan siyasal otoritenin laik temeli, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ilkesi; kısacası, çağdaş, cumhuriyetçi değerler benimsenmiş olsun. Nitekim, Dil Devrimi’ni uygularken Atatürk’ün seçtiği yardımcılarından biri Ermeni kökenli bir Türk yurttaşı, Agop Dilaçar’dır. Dilaçar soyadını kendisine Atatürk vermiştir. Agop Dilaçar vefat ettiği 1979 yılına kadar Türk Dil Kurumu’ndaki çalışmalarını sürdürmüş ve Cumhuriyetin 50. yıldönümü için “Kudatgu Bilig” başlıklı kitabını hazırlamıştır. Unutmayalım ki Amerika Birleşik Devletleri’nde her milletten insan vardır. Ancak bu kişiler kendilerini “Amerikalı” diye tanımlamaktadır. Bir karşılaştırma da yapalım. AB’nin mantığına ve işleyişine yüzeysel olarak bakıldığında sanki ulusal kimlik bilinci, yurttaşlık anlayışı geri plana itiliyor gibi gözükse de bazı gerçekler bunun dışındadır. Örneğin, Fransa’da tek ulus anlayışı anayasal güvence altındadır. Avrupa Konseyi’nin “Irkçılık ve Ayrımcılıkla Mücadele Komitesi”nin (ECRI) Fransa’dan etnik kökene dayalı istatistik istemine Fransız hükümeti Şubat 2005’te özetle şöyle bir yanıt vermiştir: “Azınlık kavramı bölünmezlik ve birlik ilkelerimize aykırıdır. Fransa bölünmez, laik, demokratik ve sosyal bir cumhuriyettir. Etnik köken, ırk ve din ayrımı yapılmaksızın tüm vatandaşlar yasalar önünde eşittir. ‘Azınlık’ kavramı Fransız hukukuna yabancıdır.” Oysa Fransa dahil, aynı Batılı ülkeler “azınlıklar” anlayışı içinde ülkemizi bölmeye çalışmaktadırlar. “Yurttaşlık” anlayışının birleştirici, bütünleştirici yönünü Türkiye için geçerli kılmamaya çaba göstermektedirler. Atatürk ulusçuluğu, çağdaş ve “çağdaşlaştırıcı bir ulusçuluk”tur. Çağdaşlaştırıcı ulusçuluğun amaçlarını şöyle sıralayabiliriz: Ulusal bağımsızlık, hızlı ekonomik kalkınma, ulusdevletin yaratılması ve bu devletin yönetim biçiminin halkçı bir kimliğe dayatılması. Atatürk ulusçuluğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bağımsızlığını korumayı ve aynı zamanda Türk toplumunu çağdaşlaştırmayı amaç edinmiştir. Bu ulusçuluk öbür devletlerin bağımsızlığına saygı gösteren bir ulusçuluktur ve irredentist değildir. Atatürk ulusçuluğu her türlü emperyalizme karşıdır. Osmanlı İmparatorluğu’nda iktidarın kaynağı ulus değildi. Atatürk Devrimi, Osmanlı İmparatorluğu’nun dinsel yapısına bağlı “ümmetçiliğin” ve bunu yaşatan düşünce ve kurumların yerlerine ulusal istenç ve ulusal egemenlik ilkelerini koyarken çağdaş, laik, demokratik bir topluma dönüşmemizin temelleri atılıyordu. Atatürk ulusçuluğu herhangi bir kişi, hanedan, kurum ve sınıf egemenliğine karşı olmakla kendine özgü halkçılık anlayışını da yansıtır. Atatürk ulusçuluğu aynı zamanda laik bir ulusçuluktur. Atatürk ulusçuluğu Türk yurttaşlığının yüksek değeri üzerinde durur. Yurttaşlık dediğimiz zaman öncelikle şöyle bir “sistemi” vurgulamış oluyoruz: Birbirleriyle, eşitlikçi bir anlayış içinde, etkileşim içinde olan eşit kişiler. Yurttaşlık kimliği, her şeyden önce “ait olma” kimliğidir; yaşadığı topluma ait olma, onun bir parçası olma kimliğidir. Yukarıdaki özellikleriyle vurguladığımız ulusçuluk, çağdaş olabilmenin, çağdaşlaşmaya yönelebilmenin öncelikli ve vazgeçilmez aşamasıdır. Ulus bilincine varamamış, ulusdevlet oluşturamamış, yurttaşlık anlayışının birleştirici, bütünleştirici özelliklerini benimseyememiş; dinsel, mezhepsel, etnik bölünmeler içindeki Irak; ulusdevlet oluşturmuş, yurttaşlık bilincini sağlamış ve gelişmiş bazı ülkelerin dayatmalarıyla en ağır yaptırımlarla karşı karşıyadır. ulusdevletini kuran, ulus oluşturmaya yönelen, devletin, toplumun çağdaşlaşması doğrultusunda devrimler yapan, yurttaşlığın birleştirici, onurlandırıcı özellikleri etrafında bizi bütünleştiren Atatürk Devrimi’nin önemini, Irak ve benzer ülkelerdeki trajik gelişmeleri izledikçe daha da iyi anlıyoruz ve Atatürk Devrimi’ni korumak ve yaşatmak doğrultusundaki kararlılığımız daha da güçleniyor. Gençlerimiz, Geleceğimiz ve Biz Ülkemizde kimi sivil toplum örgütleri ya da gençleri eğitmeyi misyon edinmiş kişiler gençlere yönelik çalışmalar düzenleseler de bu yeterli değildir. Genç nüfusun yoğun olduğu ülkemizde okul dışındaki gençlerin en çok yardıma, sahiplenilmeye ve yönlendirilmeye gereksinimleri vardır. Prof. Dr. Olcay KIRIŞOĞLU G www.cumok.org Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin yayınladığı günlük sivil toplum gazetesi BİZİM GAZETE tarafsız haberleri, ilginç röportajları, araştırmaları, köşe yazıları ve ülke sorunlarını yansıtan raporlarıyla 10 yıldır okurlarıyla el ele... Tel: 0 212 511 94 94 Abone: 0 212 513 83 00 eleceğimiz göz göre göre elimizden kayıp gidiyor. Bizler, gençlerimizin eğitimine yönelik yeterli bir çaba içinde değiliz. Kimi gençler bugün sergiledikleri olumsuz davranışlarla toplumsal bir olay olarak karşımızda durmaktadırlar ve bizler seyrediyoruz. Bu durum son elli, altmış yıllık bir sürecin sonucudur. Bu nedenle şaşırmanın, gençleri suçlamanın, yüzeysel tedbirlerle sorunları çözmeye, sonucu değiştirmeye çalışmanın bir yararı yok. Çünkü, bu sonucu; Eğitim birliğini yok ederek Din derslerini her aşamada zorunlu yaparken, sanat ve kültür derslerini program dışına çıkararak, Onları, kendilerini anlatabilecekleri, çevreleri ile bu yolla iletişim kuracakları, enerjilerini boşaltacakları, yeteneklerini sergileyecekleri eğitim alanlarından yoksun bırakarak, Ders kitaplarının bilimsel ve kültürel anlamda içlerini boşaltarak gençleri bilgiden, bilimden kültürden uzaklaştırarak, Onların kişisel sorunlarını çözmelerinde yardımcı olacak yerde, sorunları okul kapılarına koruma dikerek çözmeye çalışarak, Kötü alışkanlıkları ile etkin mücadele edemeyerek, Yetişkinliğe adım atarken yaşadıkları kişilik ve kimlik sorunları ile onları baş başa bırakarak, Toplum olarak uğradığımız değer kayıpları arasında, bizler onlara yardımcı olacak yerde daha da kafalarını karıştırarak gençlerin doğru yolu seçmelerini güçleştirerek, Onların, ne bedensel ne duygusal ne de ussal gizil güçlerine olumlu yönde bir çıkış sağlayamayarak bizler hazırladık. Ve sonuçta karşımıza şidde te eğilimli; kötü alışkanlıklara yatkın; toplumsal, kültürel, politik konulara ilgisiz; okumayan, akıl yürütmeyen, eleştirel düşünmeyen büyük bir grup gençlik çıktı. 1950’lerden bu yana iktidarlar, gelişmeye açık, çağcıl, insancıl değerlerin kazanılmasına yönelik kültür ve eğitim politikaları üretmemişlerdir. Tersine, günlük politikalarını kültür ve eğitim üzerinde baskı kurmak için kullanmışlardır. Bir başka deyişle, kültür ve eğitim iktidarların yanlı, kısır ve sığ politikalarının uygulama alanı olmuştur. Amaçları, zorla edindikleri politik güçlerini korumak, hak etmedikleri yerlerini sağlamlaştırmak için yandaş yerleştirmektir. Kendileri de bu kaynaktan yetiştiklerinden onlar için ortada yadırganacak bir durum yoktur. Bu kısır döngü böyle sürüp gider ve bu nedenle gelişmiş ülkeler, hangi siyasal görüş iktidar olursa olsun, gelişimlerini sürdürürken biz hep geriye gideriz. Kültür, sanat ve eğitim bu bağnaz zihniyetin en korktuğu ve de en çok yozlaştırmaya çalıştığı değerlerdir. Eğitimli ve kültürlü insan olmanın en önemli koşulu gelişmiş değer yargısına, estetik deneyime, yaratıcı ve eleştirel düşünme becerisine sahip olmaktır. Gençlerin eğitiminde sanatın iki yönlü işlevi vardır; birincisi sanata doğru eğitim, ikincisi sanat yolu eğitimdir. Sanata doğru eğitim, çocuğun ve gencin sanata yatkınlığını ve bu konuda yeteneklerini ortaya çıkarmaya ve geliştirmeye yönelik bilgi ve becerilerin kazandırılmasını kapsar. Sanat yolu eğitim ise bu kazanılan bilgi ve deneyimin gencin bütün yaşamını etkileyecek ve yaşam boyu sürecek değerlere dönüştürülmesidir. Bu yolla genç, duygularını düşündüklerini anlatmayı, insanlarla ilişkilerini güçlendirmeyi, özgür ve eleştirel düşünmeyi, kendine güveni öğrenir. Sanat ve kültür eğitimi yolu ile genç çevresini, dünyayı ve kendisini tanır. Böylece ortak değerler geliştirir ve kültürel kimliği oluşur. Dahası, sanat dışında başka bir alanın kendisine sağlamayacağı sanata yönelik zekâsı gelişir. Bu da öteki zekâ türlerinin etkinliğini artırır ve sanat yolu ile akademik başarıları artar. Meslek edinme, iş sahibi olma yolunda ufku aydınlanır. Yapma, bir ürün ortaya koyma eyleminin sağladığı ustalık ve beceri (iş yapma bilgisi) gençte düşünme ve karar verme yetisini geliştirir. Bütün bu nedenlerle pek çok ülke (ölçü salt Batı değil, Tayland, Kore, Çin iyi örnekler arasındadır) sanat ve kültür eğitimine önem verir; o ülkelerde her tülü çağdaş teknoloji ile donatılmış işliklerde sanat, kültür, tasarım ve tekno loji eğitimi verilir. O ülkelerde üniversiteler, müzeler, galeriler, yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri okullarla işbirliği içindedir. Okulların yetersiz kaldığı yerde eğitimin sürdürülmesine yardımcı olurlar. Ülkemizde kimi sivil toplum örgütleri ya da gençleri eğitmeyi misyon edinmiş kişiler gençlere yönelik çalışmalar düzenleseler de bu yeterli değildir. Genç nüfusun yoğun olduğu ülkemizde okul dışındaki gençlerin en çok yardıma, sahiplenilmeye ve yönlendirilmeye gereksinimleri vardır. Ancak, MEB’nin sanata, kültüre umursamaz yaklaşımı bu konuda okul dışındaki gençler kadar okulluları da düşünmenin gerekliliğini ortaya koymuştur. Bu bağlamda; Milli Eğitim Bakanlığı’nın yanlışına ortak olmak yerine gençlere alternatif eğitim olanakları sunulmalıdır. Üniversitelerin ilgili birimleri, ki en büyük görev onlara düşmektedir, yerel yönetimler (günlük politikaya angaje olmayanlar), müzeler, galeriler, ulusal birliği, kültürel kimliği korumaya yönelik kültür politikalarını tüzüklerine alan siyasal partiler, gençlere yönelik eğitimi güçlendirme çabası içine girmelidirler. Buradan, sanat eğitiminin gençlerin bütün sorunlarına umar olacağı anlamı çıkarılmamalıdır. “Sanat dünyayı değiştirmez; ancak, dünyayı değiştirebilecek insanları değiştirir” özdeyişini de unutmamak gerekir. Hevesli ve istikrarlıysanız garanti benden... Westminster Univesity ve Premier College sertifikalarına sahip, London School of Business Administration’da master yapmış, ÖĞRETMENDEN, BRITISH ENGLISH Gramer, iş İngilizcesi, derslere yardımcı, sınavlara hazırlık Acıbadem/İstanbul 0536 225 07 80 CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle