18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
22 ARALIK 2007 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA HABERLER Küresel şirketlerin düşünce kuruluşu EIU, ‘AKP, IMF ve AB’yi mutlu edecek her şeyi yaptı’ dedi 7 AKP sermayenin sevgilisi MURAT KIŞLALI GEÇMİŞTEN GELECEĞE ORHAN ERİNÇ Değişikliğin Eli Kulağında... Bir siyasal partinin kendi öznel yaklaşımına göre anayasa değişiklik taslağı ısmarlaması, onunla da yetinmeyerek taslağı kendi uzmanlarının düzeltmesi için çaba harcaması sanırım dünyada bir ilki oluşturuyor. Demokrasi ile yönetilen ülkelerde böyle bir girişim yapılsa kamuoyunun geniş kapsamlı tepkilerini dile getirmesi kaçınılmaz olur. Ama bizde bu tür girişimleri örgütleyecek, hükümetten bağımsız örgüt yok denecek kadar azdır. O nedenle de bu alandaki boşluk, meslek örgütlerine ya da üyelerinin çıkarlarını savunmak için gerçekleştirilmiş örgütlere sivil toplum örgütü denilip yanlış bir niteleme yapılarak kapatılmak istenilmektedir. Türkiye’de kimi örgütlerin, sorunların çözümü için iktidarla iyi geçinme zorunluğunu duymaları da bu yanlışa eklenince, sürece katılacak yerde seyretmeyi yeğleyenlerin sayısı artmaktadır. ??? Yürürlükteki anayasanın pek çok maddesi, 21’inci yüzyılda demokrasi anlayışının geldiği yerle çelişki içindedir. Sanırım, en büyük haksızlık, anayasadan söz ederken “12 Eylül Anayasası” kolaycılığına kaçmakla yapılmaktadır. 1982 yılında yürürlüğe giren anayasa 25 yaşını bitirmek üzeredir. Bu sürede 13 kez çıkarılan değişiklik yasalarıyla, bazıları birkaç kez olmak üzere 73 madde değişikliği yapılmıştır. Yüzeysel bir inceleme bile, bu değişikliklerden çoğunluğunun dışarıdan yapılan önerilerin benimsenmesiyle küreselleşmenin önünü açmak için yapıldığını göstermektedir. Siyasal partiler, insan hakları ya da siyaset ve seçim alanlarını düzenleyen maddeleri nedense iyileştirme (!) kapsamına almaktan kaçınmışlardır. Olasıdır ki, örneklerini sıkça yaşadığımız “Ben iktidar olursam yararlanırım” yaklaşımı bu görmezden gelmede etkili olmuştur. ??? Bu nedenle 1982 Anayasası’na artık “12 Eylül Anayasası” denilmesinin yanlış olduğunu düşünüyorum. Bu sonuca varmamın iki nedeni var. Birincisi siyasal partilerin, “demokrasinin vazgeçilmez unsurları” olduklarına ilişkin anayasa tanımını yaşama geçirme konusundaki adamsendecilikleridir. Öyle olmasaydı, öncelikle pek de işe yaramadığı kanıtlanan yüzde 10 barajını azaltmayı düşünürlerdi. İkinci nedenim de 5 kişilik askeri cuntanın yetkilerini, şimdiki siyasal iktidarın kullanmaya kalkışmış olmasıdır. “Biz yüzde 47 oy aldık” böbürlenmesinin bu konuda geçerli olmadığını sanıyorum. Çünkü bu mantık geçerli olsaydı, seçmenin yüzde 92’sinin “evet” oyu verdiği anayasayı, yüzde 47 “evet” oyuyla değiştirmeye kalkışmazlardı. Dediğim dedik olduktan sonra ha 5 kişi olmuş, ha 340 kişi, fark etmiyor!.. Hem de “12 Eylül Anayasası’nı değiştiriyoruz” söyleminin arkasına sığınarak. ??? Anayasa değişikliği çalışmalarına iktidarın “bayram tatili” nedeniyle ara verdiği görülüyor. Tatil sonrasında, pat diye gündeme getirileceğinden kuşku duymayanların haklı çıkacağı anlaşılıyor. Bu durumda yanıtı aranacak ilk soru “Anayasa nasıl hazırlanmalı” olmalı... K Ü R E S E L D Ü N Y A N I N L İ D E R İ ANKARA Çokuluslu şirketlere “iş istihbaratı” sağlayan küreselleşme yanlısı düşünce kuruluşu Economic Intelligence Unit (EIU), Türkiye raporunda, “AKP’nin seçim zaferi, iş dünyası için gerçekleşebilecek en iyi şeydi. Parti, AB ve IMF’yi memnun edecek her şeyi yaptı” değerlendirmesinde bulundu. Raporda, Türkiye’deki güçlü yerel markaların küresel şirketler için tehdit oluşturduğu belirtilerek “Ancak aynı zamanda yabancı sermayenin Türkiye’ye girişini kolaylaştırıyorlar. Burada anahtar, yerel ortağınızla çok yakın ilişki kurup bu ilişkiyi diğer bağlantılara sıçramada kullanmak” denildi. Ayrıca raporda, “AKP’nin seçim zaferinden sonra E IU kendisini “Küresel iş istihbaratında dünya lideri” olarak tanıtıyor. EIU’nun internet sitesinde, kuruluşun sunduğu hizmet “EIU 200’den fazla ülkede ve 8 ana sektörde, düzenli bir analiz ve öngörü hizmeti sun maktadır. İnternet ortamında, yazılı olarak, isteğe göre hazırlanmış raporlar, konferanslar ve yönetici görüş alışverişleri yoluyla üst düzey yöneticilerin doğru karar vermelerine yardımcı oluyoruz” şeklinde açıklanıyor. nun edecek her şeyi yaptı. ? AKP iktidardaki süresini sonuna kadar kullanacak. AB’ye katılım süreci ve yatırımcı güveni açısından bu daha fazla iyi haber anlamına geliyor. O ? AKP’nin seçim zaferinden sonRDU VE TÜRBAN ordu kenarda kaldı. Okullardaki türban yasağı serbestleştirilirse, anayasal reform göz alıcı olacak” ifadeleri de yer aldı. Economist dergisinin kardeş kuruluşu olan EIU’nun Türkiye raporunda şu ifadelere yer verildi: ? Diğer gelişmekte olan ve azgelişmiş ülkelere oranla, Türkiye’nin çok güçlü yerel markaları, üreticileri, perakendecileri ve dağıtıcı ağla rı bulunuyor. ? Bunlar Batılı şirketlere tehdit oluşturuyorlar. Ancak aynı zamanda, çokuluslu şirketlere iş yarattıkları için yabancı sermayenin Türkiye’ye girişini kolaylaştırıyorlar. ? Dünya lideri bir çokuluslu tüketici gruba göre burada anahtar, “yerel ortağınızla çok yakın ilişki kurup”, bu ilişkiyi diğer bağlantılara sıçramada kullanmak. A ? AKP Temmuz 2007 seçimleriKP MUTLU ETTİ ni açık ara kazandı. Aşırı laikler arasında gizli bir İslami hedefleri olduğuna yönelik kaygılara karşın, AKP’nin seçim zaferi, iş dünyası için gerçekleşebilecek en iyi şeydi. ? Parti, ekonomi ve iş dünyası ortamı reformlarına yönelik iyi mesafe katederek AB ve IMF’yi mem ra ordunun kenarda kaldığı dikkate alındığında, orta vadede askeri işbirliğine bağlı olan TürkiyeABD ilişkisinden çok, Türkiye’nin AB ile ilişkisindeki dostluk daha önemli hale gelecek. ? Anayasal reform da göz alıcı bir nokta olacak. Özellikle yeni anayasa, okullardaki türban yasağının serbestleştirilmesine dönük hükümler içerirse. İstanbullulara “martı”yı anımsatacak iskele projesine “tanımlanamayan çekince”ler var! Kabataş’a martı konmalı mı? OKTAY EKİNCİ Son zamanlarda kamuoyuna pek yansımayan “mimari” bir tartışma var. İstanbul’un yeni Kabataş iskelesi için “martı”dan esinlenilerek tasarlanan proje, aylardır neden onaylanmıyor? Sorunun “yetkili” muhatabı Koruma Kurulu olsa bile, tartışması İstanbul’u önemseyen herkesi ilgilendiriyor. Buraya, alışılagelmiş iskelelerden “farklı” ama simgesel anlamda “İstanbullu” bir plastik bina mı yakışır; yoksa eski iskelelerin benzeri mi? Martıya “olabilir” diye bakanlar, diyorlar ki; “Madem bu tür öneriler yerine eskilere benzemesi isteniyor; neden lokantalara dönüştürüldüler; hatta yok edildiler?...” Martıyı ve benzeri imgesel tasarımları uygun görmeyenler ise “mimari gerekçeler” açıklamak yerine sadece şunu söylüyorlar: “Çok iddialı…” Nitekim Koruma Kurulu da “ret” ya da “kabul” için gerekli mimari değerlendirmelerini hâlâ yapamamış olmalı ki aylardır “ne ret ne de kabul” diyebiliyor. Bu konudaki son alınan karar ise yine martının yanı sıra başka “alternatif projelerin” de üretilmesi. Anlaşılan o ki kurul, diğer tüm tarihsel çevreler gibi Kabataş’ta da yeni bir yapı için izlenecek ilkeler konusundaki belirsizliği “kıyaslama”yla aşmayı hedefliyor… İşte bu “belirsizlik”, aslında ülkemizde Aylardır onaylanmayı bekleyen İstanbul’un yeni Kabataş iskelesi için “martı”dan esinlenilerek tasarlanan proje mimari bir tartışma başlattı. ki genel sorun. Özellikle tarihsel kentlerimizdeki yeni yapılarda “mimarlık sanatını ve kültürel çevreyi birlikte gözeten” yasal mimari ilkeler hâlâ geliştirilemedi. Bu nedenle SİT’lerde ve kültür varlığı yapılara komşu alanlarda yeni uygulamaların mimarisini denetlemekle yükümlü Koruma Kurulları da sadece üyelerinin “kişisel” yaklaşımına göre karar alabiliyor. Ancak bu “kuralsız yetki”, her Koruma Kurulu’nun kendi bölgelerinde farklı çözümlere onay vermesine neden oluyor. Kimi tarihi dokularda “geçmişe tümüyle aykırı”; kimilerinde de “geçmişin taklidi” projelerin uygulanması, aslında bu “ilke boşluğu” yüzünden. Böyle olunca da Kabataş için tasarlanan martıya “haydi, kon bakalım” diyemeyen Koruma Kurulu, “çekince nedenleri”ni de açıkça tanımlayamıyor… da (güney) çok uzaklardaki, Tophane’yi süsleyen III. Selim’in yaptırdığı “barok” üsluptaki “Nusretiye Camisi” de öyle. Aynı kuşakta, Mimar Sinan’a ait Molla Çelebi Camisi ise ünlü mimarın en alçakgönüllü yapılarından biri… Yine solda ve iskele ile arasında parkın olduğu Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi binaları da Osmanlı’nın “Meclisi Mebusan”ı olarak “Batılılaşma”nın ilk kamu mimarisini yansıtıyor. Yani, martıyı da belki, işte bu “geçmişteki yenilikçiliğin günümüzdeki temsilcisi” olarak yorumlamak, çevresiyle tarihsel bağını da bu yaklaşımıyla kurmak mümkün değil mi? Bu siluetin en “etkili” binaları ise Dolmabahçe Sarayı’nın üstüne abanmış ve 12 Eylül faşizminin ayrıcalıklı imar hakları öncülerinden Swiss Otel ile Taşkışla’nın önünü keserek aynı faşizmin en yakışıksız abidesi olan ünlü Gökkafes… İşte böylesi bir peyzajın ortasına yapılacak iskele için “tarihle mimari ilişki”nin aranması ne kadar garipse martı ya da benzer öneriler için “uyumsuz” demek de o kadar “absürt”… ‘P Bu tartışmadaki “çevresine uyum”la ilgiEYZAJ’A BAKINCA li kararsızlıkları duyunca, motorla Kabataş’tan Üsküdar’a geçerken hem “peyzaj”a, hem de silüetteki tarihi ve diğer yeni binalara baktım. İskelenin sağındaki (kuzey) Dolmabahçe Sarayı ve Camisi, aslında “klasik Osmanlı mimarisinin terk edildiği” bir dönemin “ampir” üsluplu “yeni klasikçi” örnekleri. Sol oerinc?cumhuriyet.com.tr ACEMOĞLU HAMAMI Tarihi hamam mahkemelik oldu İstanbul Haber Servisi Bestekâr Dede Efendi’nin ailesine ait Vezneciler’deki 250 yıllık tarihi Acemoğlu Hamamı üzerine yapılan “Celal Ağa Konağı ve Zekiye Hatun Alışveriş Merkezi”nin 5 ortağına ve 2 mimara “kültür ve tabiat varlıklarına muhalefet” gerekçesi ile 1 yıldan 3 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. Yeniçeri Ocağı’ndan günümüze ulaşan tek yapı olan Acemoğlu Hamamı, artık bir alışveriş merkezi. 2004 yılında İstanbul 4 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun onayı ile başlayan alışveriş merkezi inşaatı neredeyse tamamlanmak üzereyken tarihi eserin dokusuna zarar verildiği, bodrum kat ilavesi yapıldığı ve orijinal şeklinin bozulduğu iddia edilerek dava açıldı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından açılan davanın iddianamesinde tarihi hamamın çevresinde, çalışmalarını sürdüren otel yetkililerinin, hamamda fiziki değişiklikler yarattığı belirtildi. Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul 4 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 26 Aralık 2006 tarihli yazısına göre hamamın, tarihi eser niteliğinde olduğu kaydedilen iddianamede, “Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nun kararına göre, tarihi yarımada kentsel ve tarihi sit alanı içinde kalan hamamda Eminönü Belediye Başkanlığı yetkilileri, 22 Ağustos 2005 tarihinde tadilat projesine aykırı olarak ‘Yapı Tatil Tutanağı’ düzenlemişlerdir” denildi. Hamamdaki fiziki müdahalenin otel yetkilileri Celal Y., Alper Y., Şebnem A., Esra İ., Defne Ö. ile mimarlar Hüseyin G., Erol Ş. ve inşaatın fen işlerini yürüten Foy Yapı Denetim şirketinin yetkilisi Mahmut Ö. tarafından yapıldığı ifade edildi. 5 firma yetkilisi ve 3 mimarın 1 yıldan 3 yıla kadar hapsi istemi ile dava açıldı. ‘Golfün seyircisi futboldan çok’ Dr. Bülent Göktuna, Özal’ın ‘Türkiye’de ilk golf kulübünü sen kuracaksın’ sözüyle harekete geçti. Bugün Belek dünyaca tanınan bir golf merkezi oldu LEYLA TAVŞANOĞLU Dr. Bülent Göktuna ilginç bir kişilik. Biyokimya doktoru. AÜ Mühendislik Bölümü’nü bitirdikten sonra ABD’ye gitmiş. İş idaresi mastırı yapmış. Bunun ardından biyokimya doktorasını almış. Askerlik görevinden sonra da İngiltere’ye yerleşmiş. 1976’da Güney Afrika’ya gitmiş. Üç yıl süreyle kömür madeni işletmiş. İngiltere’ye dönünce demirçelik işine girmiş. İş çok büyümüş. 17 ülkede şubeler, depolar açmış. Bu şirketi büyük bir Amerikan petrol şirketine satmış. Şirket evlilikleri ve yatırım finansmanlığı yapan Nelson International adlı bir grup kurmuş. Bundan sonrasını Bülent Göktuna’nın ağzından dinliyoruz: “Şirketin sahibi benim aile vakfım. 35 yıldır faaliyet gösteren bir yapımız var. Bunun yanında Türkiye’nin ilk golf sahası projesine girdim.” Bu da ilginç. Biyokimyagerlikten golf sahası projesine atlamak nasıl oluyor? “Ben o zaman başbakan olan Turgut Özal’la bilgisayarda iki kez golf oynadım. Oğlu Ahmet Özal arkadaşımdı. O vasıtayla tanıyordum. Bilgisayarda golf oynadıktan sonra Özal bana, ‘Türkiye’nin ilk golf kulübünü sen kuracaksın’ dedi. Bir gün Özal’la Antalya’nın Belek beldesi üzerinde helikopterle dolaşıyorduk. Aşağı bakıyorduk. Bana, ‘Burada turizm olur mu’ diye sordu. Ben ‘Olur’ deyince de Belek bölgesi turizme açıldı.” Derken günlerden bir gün Bülent Bey’e bir telefon gelmiş. Belek’teki ilk turizm projesi içinde yer alması isteniyormuş. İş böylece başlamış. Belek’te Nasyonal Golf Kulübü kurulmuş. Bunun yüzde 65’i Bülent Bey’in şirketine, geri yanı öbür ortaklara ait miş. Bülent Bey anlatmaya devam ediyor: “Nasyonal Golf’ün özelliği, doğal yapıyı bozmamış olan, aksine koruyan bir saha oluşu. Diğer golf sahalarında ne yazık ki aynı ciddiyeti yakalayamadılar.” Hacettepe Üniversitesi’yle ortaklaşa bir çalışmayla bölgenin ekolojik yapısını çıkarmışlar. Orada nesli yok olmaya yüz tutmuş olan 30’un üzerinde kuş türü saptamışlar. Her biri kayıt altına alınmış. Bülent Bey diyor ki: “Bu kuş türlerinin korunması ve çoğalmasının öncülüğünü biz yaptık. Bundan sonra 50’ye yakın, çok ender bulunan yabani bitki türünü ortaya çıkardık.” Nasyonal Golf aynı zamanda büyük bir golf şampiyonası ala nı. Burada Bülent Bey açıklıyor: “Burası Türkiye’nin en zor şampiyona sahası diyebilirim. Çünkü gelen golfçüler bizim sahada bayağı zorlanıyorlar. Pek çok ödül aldık. Avrupa ülkelerindeki en iyi sahaların içinde gösterildik. Akdeniz’in en iyi 10 golf sahasından birisi Nasyonal. Avrupa’da golf oynayıp da Nasyonal’i bilmeyen golfçü kalmadı. Yakında aşağı yukarı 12 tane golf sahamız olacak orada. Bu 12 golf sahamızın bir kısmı dünyanın çok ünlü golfçüleri tarafından ziyaret edildi. Sonuç olarak Belek artık Avrupa’da golf turizmi açısından vazgeçilmez bölge haline geldi.” 11 Mayıs’ta Nasyonal Golf’te Avrupa Kadınlar Şampiyonası oynanacak. Bülent Bey diyor ki: “Bundan sonra Avrupa Kadınlar Golf Şampiyonası’nın bir ayağı Türkiye’de oynanacak. Bu şampiyonanın Türkiye’nin tanıtımı açısından bayağı etkili olacağını düşünüyorum. Bülent Bey ayrıca bütün dünyada golf sporu seyircisinin futbol seyircisinin üzerinde olduğuna da dikkat çekiyor. B Geriye, yine iskelenin arkasında “deniz OĞAZİÇİ APARTMANLARI! manzaralı” olarak yükselen en çirkin “çağdaş kent dokusu” (!) kalıyor ki birkaç özenli yeni yapı ya da aralarda sıkışarak gözden ırak kalmış birkaç geçmişe ait mimarlık örneği dışında, hemen tüm binalarıyla tam bir “çarpık apartmanlaşma” görüntüsü. Yine motorla, bu kez Üsküdar’dan Kabataş’a doğru yaklaşırken içinden “Park Otel enkazı”yla birlikte gökdelen otellerin de yükseldiği bu perişanlığın önünde bembeyaz martıyı hayal ettiğinizde, “uygunsuzluğa inat bir zarafeti” de simgeleyeceğini düşünmemek elde değil… “Fon”daki yağmalanan İstanbul’a; önde “sanat”ın katkısı… Sözün kısası, Kabataş’a özenle tasarlanmış bir martının konabilmesi ya da benzer mimari kaygılarla tasarlanmış duygulu bir iskelenin gelebilmesi için, galiba iki saplantımızın artık aşılması gerekiyor; Birinci, “özel bina” denince ille de gösterişli, süslü, püslü ve devasa bir yapının akla gelmesi; tersine yalın, zarif, sadece plastik etkisiyle kendini gösteren ve farkını da özenli tasarımla hissettiren binaların mimarlıktan sayılmaması. İkincisi de tasarımın “imge” değerlerine ve bulunduğu yöreye katacağı “anlam”lara bakılmayan, kuralsız ve ilkesiz bir “çevreyapı” tartışmasının süregelmesi… Bakalım martı, bütün bunları da kanatlarına alarak Kabataş’a konabilecek mi? CUMHURİYET 07 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle