25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 ARALIK 2007 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Kemalist Devrim Şehidi Kubilay… İşte emperyalizm, ülkemiz üzerindeki kirli ellerini bugün bile geri çekmediğini her dinsel ve etnik ayaklanmada sinsice rol alarak göstermekte. Bugün yaşadığımız karanlık “karşıdevrim” sürecinin “bölücü hareket”le birlikte emperyalizmi arkalarına alarak Cumhuriyet kurumlarını ele geçirmeleri ve ortak cephe oluşturmaları halkımızın yüreğini acıtmaktadır. Kubilay olayı, devrim uğruna, vatan sevgisi ve bütünlüğü yolunda yalnız başına, kuvvet hesabı yapmayan bir idealist vatanseverlik örneğidir. la etraflarına adam toplamaya çalışırlar. 70 bin kişilik bir Halife ordusunun kendilerini beklediğini ve öncü olduklarını açıklarlar. İstedikleri şeriattır. Cumhuriyet ve Atatürk ilke ve devrimlerine karşı olmadık küfürlerle kalabalığı etkilemeye çalışırlar. Tekbir getirerek sancağın etrafında dönmeye başlarlar. “Şapka giyen kâfirdir, din elden gidiyor, saltanatı geri getireceğiz, yakında şeriata geri dönülecek!” diyerek kalabalığı isyan hareketine çekmeye çalışırlar. Serbest Fırka’nın kapatılmasından sonra bir ay içersinde meydana gelen bu vahşet, 13 Aralık 1925 tarihinde çıkartılan “Tarikatların, tekkelerin, türbelerin ve zaviyelerin” kapatılmasına dair yasaya karşı oluşan birikimlerin bir gövde gösterisi de olmuştur. Menemen’de öğretmen asteğmen olarak görev yapmakta olan Kubilay, bu hareketi bir manga askerle bastırmaya çalışır ve askerlerin yanından ayrılarak tek başına yobazları dağıtmaya girişir. Teslim olmalarını ister. Ancak yobazların ateşiyle yaralanır. Bu durum karşısında tüfeklerinde manevra mermisi bulunan askerler ateş açarlar. Mermiler yobazlara tesir etmeyince: “…bize kurşun işlemiyor” diyerek halkı kandırmaya ve isyana teşvik etmeye çalışırlar. Bu arada Bekçi Hasan ve Bekçi Şevki de şehit olur. Bu nedenledir ki, Menemen’in Gazaz Camisi avlusunda vahşice katledilen Kubilay ve arkadaşları, 77 yıldır emperyalizmin işbirlikçisi irticaya karşı sönmeyen bir meşale olarak Ayyıldız Tepe’den bütün Türkiye’yi aydınlatmaya devam etmektedirler. PENCERE Kuran’da Cariye ve Köle?.. Çoğu kimse yeterince ayırdında değil; ama Türkiye yeni bir döneme girdi; siyaset artık din üzerinden yapılıyor... AKP’nin Amerikan işi İslamcılığı bugün iktidardadır... Bu durumda dini ve dinciliği konuşup tartışmadan doğru dürüst bir ana muhalefet oluşmasını beklemek hayaldir. ? Cumhuriyet’in bu alanda başlattığı tartışma İslamcı siyasanın gazetelerine de sıçradı... Bir örnek: AKP’nin ceridelerinden Yeni Şafak’ta köşe yazarı Hayrettin Karaman’ın (Hoca) dünkü yazısından (21 Aralık 2007) alıntı... Hoca yazıyor: “Hem mektupların bir kısmına örnek göstermek hem de cevap vermek için sizlerle paylaştığım ikinci mektup şöyle...” Sayın Karaman’a, okuru Ceyhun Aytaç mektubunda beş soru yöneltmiş; köşemiz kısıtlı olduğu için yalnız birisini ve yanıtını aktarıyorum. ? Okur soruyor: “Kuranıkerim’de yazan ‘cariyeler’ kimlere deniyor? Günümüzde var mı? Cariye sevap mı? Kullanılır mı?” Sayın Karaman yanıt veriyor: “İslam geldiğinde dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Arabistan’da da köleler ve cariyeler vardı. Onlara hayvan muamelesi yapılırdı. Sosyal ve ekonomik hayat kapitalist düzendeki faiz gibi köle ve cariyenin varlığına dayalıydı. Bunu derhal kaldırmak makul ve mümkün olmadığı için İslam iki aşamalı bir yol izledi. Birinci aşamada köle ve cariyelere önemli haklar tanıdı, durumlarını iyileştirdi. Bu o dereceye vardı ki, Peygamberimiz ‘Köle ve cariyelere yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin, yapamayacakları işleri yüklemeyin (...)’ buyuruyordu. İkinci aşama ise kölelik ve cariyeliğin ortadan kalkmasını hedefliyor, bu maksatla ‘ibadet niyetiyle veya mecburen azad etme, çalışarak bedelini ödemek suretiyle hürriyete kavuşma, bedeli ödemeyi kolaylaştırmak için zekât gelirinden pay ayırma, köleleştirme kaynaklarını daraltma...’ gibi tedbirlere, düzenlemelere yer veriliyordu. (...) Bugün cariye yoktur, İslama göre olması da mümkün değildir.” ? Doğrusu Sayın Karaman Hoca’yı kutlarız, çünkü bir sosyolog gibi (sözün gelişi Marx ya da Engels gibi) toplumsal süreç içinde kapitalizmin gelişmesine de ‘atıfgönderme’ yaparak Kuranıkerim’de geçerli sayılan cariyeköle kurumunun zamanla nasıl tasfiye edildiğini anlatmaya çalışmış... Oysa Kuranıkerim kutsal ve asla değişmez kitabımız değil midir?.. ? Demek ki Kuranıkerim’deki kurumlar Sayın Hayrettin Karaman ve onun gibi düşünen hocalara göre değişebiliyormuş... Cariyelik ve kölelik kurumu, Kuranıkerim’de açık seçik dile getirilir, anlatılır, meşrudur... Ama, Kuranıkerim’de türban yoktur, çarşaf da yoktur... Olsaydı bile, Karaman Hoca’nın mantığına göre, dünya değiştiğinden, ekonomik ve sosyal koşullar dönüştüğünden artık kadın tesettürünün kalkması gerekmez miydi?.. ? Hayrettin Karaman bir yana; AKP’nin türbancılık dalaveresinde İslamiyet siyasal amaçla sömürülüyor... ‘Din’ ile ‘dincilik’ konusunu sürdüreceğiz, farkını vurgulayacağız... Atatürk’ün uygarlık devriminde yerden göğe haklı olduğu kesindir. Tehlikeli Eğilimler BAYRAM dolayısıyla şu günlerde hayli sakinleşip yumuşamışa benziyor ama, Sayın Başbakan’ın son haftalardaki davranışları hiç hayra alamet değildi: Kendine aşırı güven, herkese ağzının payını verme hevesi, gereksiz yere sertleşme, ülkeyi ilelebet yönetecekmiş gibi sonsuz bir iktidar tutkusu. Bayramlık gevşeme sonrasında da sürmezse, çok daha gerilimli günlere sürüklenmek kaçınılmazlaşabilir. Siyasilerimize hep musallat olan bu ruh halini anlamak için, yorulmaz avukat Şevket Çizmeli’nin “Menderes: Demokrasi Yıldızı?” adlı 824 sayfalık kitabı okunmalıdır. Çizmeli, bir konuşmasında Menderes’e ve çevresindekilere egemen olan özellikleri “popülizm, disiplinsizlik, dinle flört, avamilik, kültürsanat duyarsızlığı” diye özetlemişti. Bunların hepsi, çok da yanlış olmayan bir genellemeyle “karşıdevrim” denen akımın gelip geçmiş bütün iktidarlarında, az ya da çok, mutlaka bulunan özellikler oldu. Ama, asıl baştan çıkarıcı ve tehlikeli eğilim bunlardan kaynaklanmıyor. Daha basit bir başka neden var. nun ne olduğunu anlamak için karşıdevrimci iktidar partilerinin grup toplantılarını ya da Meclis’in tam mevcutlu bir genel kurulunda iktidar sıralarının görüntüsünü izleyin. Lideri baştan çıkaran, o görüntülerdir. “Misafirler”in, yani taşradan gelmiş heyetlerin grup üyelerine eklenerek muazzam bir “kuvvet gösterisi”nin sergilendiği toplantı salonunu ya da koltukların üçte ikisini doldurmuş çoğunluk milletvekillerinin alkışlarıyla uğuldayan genel kurulu düşünün. Konuşan liderin, karşısındaki coşkun kalabalığı “millet ve milli irade” olarak görmemesi çok zordur. Daha doğrusu, öyle görmemek, o görüntüye aldanmamak ve endazeyi kaçırmamak için belirli derinlikte bir siyaset felsefesiyle ve zigzaglardan geçmiş bir yaşamın bilgeliğiyle donatılmış olmak gerekir. Bu olgunluğa erişmek açısından, üç çeyrek yüzyıllık demokrasi tarihimizden çıkarılacak ders galiba şöyle özetlenebilir: “Bir sıçrarsın çekirge, iki sıçrarsın çekirge, üçüncüde...” Ya düşüş, ya düşürülüş. Önce parlak bir seçim zaferi; ardından, kullanılan iktidar olanakları sayesinde, daha da parlak bir ikinci seçim; ama sonrası? Sonrası, ya halkın tepkisidir ya da baş dönmesidir, haddini bilmezliktir, pervasızlık ve kötü bir akıbete sürükleniştir. Ülkeyi de birlikte sürükleyerek. imdiki “dinle flört” düpedüz “dini kullanma”ya dönüşürse ve buna bir de Menderes türü pervasızlık eklenirse, üç aşamalı formül gereği “gitmek” yerine, iktidarı bırakmamak için “İslami içerikli” bir kişisel diktatörlüğe geçilebilir. Orhan ÖZKAYA 3Aralık 1930’da Cumhuriyet Devrimi’nin temel taşlarını sarsan bir katliamla şehit edilen öğretmen asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay, aslında emperyalizme karşı henüz bitmemiş ve sürmekte olan Kurtuluş Savaşı’nın Menemen’deki mevzilerini canı pahasına savunan bir Kemalist devrimcidir. Emperyalizm, Türk halkının Cumhuriyet’le birlikte elde ettiği kazanımlara karşı bitmeyen bir saldırı stratejisi uygulayarak irticai hareketlerin arkasında sinsice yer almış; bir türlü hazmedemediği “Kurtuluş Savaşı”nın, “Kemalist Devrim”in, “Tam Bağımsızlıkçı Ulus Devlet” temel yapısının bütün dünya ezilen halklarına örnek olmasına tahammül edemeyip çılgına dönmüştür. Türk halkı üzerinde dinsel ve etnik ayrımcılığın kışkırtılmasını sürekli gündemde tutmuştur. Osmanlı Devleti’nin yıkılışını hazırlayan Anadolu’daki isyan ve ayaklanmalar Selçuklu dönemine kadar dayanır. Emperyalizm, 1. Dünya Savaşı’nda Ermenileri kullanarak Doğu ve Güneydoğu’yu bölmenin yollarını aramış ama sonuç alamamıştır. 1920 yılında Sıvas’ta yabancı ajanların, Kürt aşiretlerini kullanarak Koçgiri isyanı çıkartıp bir Kürt devleti kurma girişimleri sonuçsuz kalmıştır. 1925 yılında Diyarbakır’ın Eğil bucağının Piran köyünde başlayan Şeyh Said ayaklanması arkasında “Kürt Teali Cemiyeti”nin yer aldığı ve İngiliz emperyalizminin kurduğu tuzaklarla, Cumhuriyet’in yıkılmasına yönelik irticanın ve Kürtçülüğün buluştuğu bir isyandır. İşin içine din ve hilafet sokulunca, feodal yapının egemen olduğu Doğu ve Güneydoğu’da istenen yayılma sağlanmış, bazı il ve ilçeler dahi ele geçirilmiş, geçici bir üstünlük sağlanması karşısında isyancılar iyice halk üzerinde baskılarını 2 arttırmışlardır. Saldırı Diyarbakır’a kadar uzanmış ancak sonunda Şeyh Said ve çetesi idamdan kurtulamamıştır. Emperyalizm elini hiç çekmedi Kubilay’a karşı girişilen gerici vahşet, 1930 yılında Ali Fethi Okyar tarafından kurulan “Serbest Fırka”nın üç aylık karşı devrim çabalarının tırmanmasıyla ortam bulmuştur. 17 Kasım 1930’da kapatılan bu parti Cumhuriyet’in bütün kazanımlarına karşı emperyalizmin hizmetinde büyük bir taban oluşturmuş, gericiliğin odağı haline gelmiştir. Kapatılmış olmasına karşın, böyle bir irticai ayaklanmanın ortamı Menemen’de yaratılmıştır. Siyasal söylemlerindeki din istismarı çıkışlar, halkın devrimler karşısındaki henüz olgunlaşmamış ürkekliği kullanılarak gericilik olabildiğince yaygınlaştırılmıştır. İslam devletini yeniden tesis etmek, Osmanlı’ya dönmek ve hilafeti getirmek gibi duygu sömürüsü politikalarla halk üzerinde baskı kurmuş ve irticanın kaynağı haline gelmiştir. İşte bütün bu Cumhuriyet düşmanı girişimler, siyasal açıdan toplumsal olgunlaşmayı önlemiş ve “Aydınlanma Devrimi”nin yoluna set çekmiştir. Menemen’de Kubilay’a karşı yapılan bu alçak saldırı, Nakşibendi tarikatının lideri Şeyh Esad ve yandaşları tarafından emperyalist odaklarla işbirliği içersinde planlanmış ve Menemen’de uygulamaya konmuştur. Manisa’da Nakşibendi tarikatını yaymakla görevlendirilen İmam Laz İbrahim’in yönlendirdiği yobazlar başlarında Giritli Derviş Mehmet, Bağ Budayıcısı Mehmet, Sütçü Mehmet, Şamdan Mehmet ve Nalıncı Hasan olmak üzere sabah namazından sonra Gazaz Camisi’nden aldıkları Yeşil Sancağı Hükümet Konağı’nın önündeki yola dikerek silah zoruy O Sonuç Bu vahşet karşısında Atatürk’ün tepkisi inanılmaz derecede sert olmuştur: “Menemen’de ahiren vukua gelen irtica teşebbüsü esnasında Zabit Vekili Kubilay Bey’in vazife ifa ederken duçar olduğu akıbetten Cumhuriyet ordusunu taziyet ederim. Kubilay Bey’in şehadetinde mürtecilerin gösterdiği vahşet karşısında Menemen’deki ahaliden bazılarının alkışla tavripkâr bulunmaları, bütün Cumhuriyetçi ve vatanperverler için utanılacak bir hâdisedir. Vatanı müdafaa için yetiştirilen; dahili her politika ve ihtilafın haricinde ve fevkinde muhterem bir vaziyette bulunan Türk zabitinin mürteciler karşısındaki yüksek vazifesi vatandaşlar tarafından yalnız hürmetle karşılandığına şüphe yoktur . Menemen’de ahaliden bazılarının hataları bütün milleti müteellim etmiştir. İstilanın acılığını tatmış bir muhitte genç ve kahraman Zabit Vekilinin uğradığı tecavüzü milletin bizzat cumhuriyete karşı bir suikast telakki ettiği ve mütecasirlerle, müşevvikleri, ona göre takip edeceği muhakkaktır. Hepimizin dikkatimiz, bu mes’eledeki vazifelerimizin icabatını hassasiyetle ve hakkile yerine getirmeğe matuftur. Büyük ordunun kahraman genç zabiti ve Cumhuriyetin mefkureci muallim heyetinin kıymetli uzvu Kubilay Bey, temiz kanı ile Cumhuriyet hayatiyetini tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır’’ demiştir. Emperyalizmin maşaları irtica ve bölücülük daima Atatürk’ün çelikleşmiş iradesine çarparak dağılmıştır. İşte emperyalizm, ülkemiz üzerindeki kirli ellerini bugün bile geri çekmediğini her dinsel ve etnik ayaklanmada sinsice rol alarak göstermekte. Bugün yaşadığımız karanlık “karşıdevrim” sürecinin “bölücü hareket” le birlikte emperyalizmi arkalarına alarak Cumhuriyet kurumlarını ele geçirmeleri ve ortak cephe oluşturmaları halkımızın yüreğini acıtmaktadır. Kubilay olayı, devrim uğruna, vatan sevgisi ve bütünlüğü yolunda yalnız başına, kuvvet hesabı yapmayan bir idealist vatanseverlik örneğidir. O, halkı ve Kemalist Cumhuriyet devrimleri uğruna canını her an fedaya hazır olan Türk devrimciliğinin yıkılmaz bir abidesidir. Türk halkı, Anıt’ın başucunda yazdığı gibi: “İnandılar, dövüştüler, öldüler. Bıraktıkları emanetin bekçisiyiz” diyerek, tüm dünyaya, “daha milyonlarca Kubilay” olduğunu haykırmaktadır. Bugün TSK’nin Kandil Dağı’na bıraktığı her bomba, “Kemalist Türkiye Cumhuriyeti”nin bölünmez bütünlüğüne karşı kurulan emperyalist tuzakların yerle bir edilmesi ve irticaya karşı da yakın bir gelecekte aynı sonun başlangıcı olduğunun çeliğe yazılmış bir iletisidir. Ş [email protected] CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle