24 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 KASIM 2007 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Emeği Göçük Altından Çıkarmalıyız... Sınıfların varlığı ve ortak ilkeler üzerinde uzlaşmasına dayalı bir demokrasi olmadan Türkiye bir Ortadoğu ülkesi olmaktan kurtulamaz. Sendikalar güç kazandıkça emek yeniden gün ışığına çıkıp nefes almaya başlayacaktır. Çalışanlar yeniden sosyal kimliklerine ve bilinçlerine kavuşacaktır. PENCERE ABD Ne Yaptığını İyi Biliyor... İnsanın ya da insanların duyguları vardır; sevinçleri, öfkeleri, tepkileri, dostlukları, düşmanlıkları kimi zaman akılları çeler, gerçekleri görmesini engeller... Ne var ki insan kimi zaman da her şeyi bir yana bırakıp gerçekleri olduğu gibi görmek zorunda kalır... Bir ordunun başındaki komutan ve kurmayları düşmanın konumunu düşmanın düşman olduğunu unutarak doğrusuyla eğrisiyle, tüm çıplak gerçekliğiyle saptamak zorundadır; yoksa yenilginin yatırımını kendi elleriyle yapmış olur... Bu örnek, yaşamın her aşamasında ve kesitinde geçerlidir... ? Yazarlığa başladığım yıllarda Türkiye’de geçerli duygu, tepki, öfke, sevgi yüklemesi, insanların akıllarını başlarından almış gibiydi; ortalık çınlıyordu: Kahrolsun Moskof.. Kahrolsun komünizm.. Yaşasın Amerika.. Gerçekleri yansıtmak, anlatmak, duyurmak olanaksızdı... Amerika’nın gerçek yüzünü, kapitalizmin emperyalizmini, insanlığın çıkmazını, Türkiye’nin dramını anlat anlatabilirsen... ? Peki, bugün durum ne?.. Yapılan yoklamalar gösteriyor ki durum değişmiş... Değişen ne?.. Halkın duyguları.. Artık halkın yüzde 94’ü Amerika’ya tepki duyuyormuş... Ama yüzde 94’ü Amerika’ya tepki duyan, belki de öfkeyle karışık “husumet” besleyen bu halkın yüzde 47’si Amerika’nın güdümündeki AKP’ye oy veriyor.. Bu nasıl iş?.. ? Amerika 20’nci yüzyılda bir ömür boyu Türkiye’yi antikomünizm siyasetiyle körleştirmişti... 21’inci yüzyılda İslamcılık siyasetiyle körleştiriyor... Amerika, büyük güç, işini biliyor... ? Amerika 20’nci yüzyıl Türkiye’sinde antikomünizmi pompalarken aynı Amerika’ydı... 21’inci yüzyılda İslamcılığı körüklerken de aynı Amerika... Biz de aynı Türkiye’yiz... Ama bugün halkın yüzde 94’ü Amerika’ya tepki duyuyormuş... Ne yazar?.. Ne kendimizi biliyoruz, ne karşımızdakini tanıyoruz, azgelişmişliğin öfke, tepki, sevgi, nefret, dostluk, düşmanlık dalgalarında birbirimizi yiyoruz... ? 20’nci ve 21’inci yüzyıllarda değişmeyen bir şey var... Demokrasi adı altında yürütülen çok partili rejimde, kim Amerika’ya iyi ve daha çok hizmet veriyorsa, hangi güç Türkiye’yi Amerika’ya daha çok teslim edebiliyorsa, iktidara o geçiyor... 20’nci yüzyılda antikomünizm siyasetiyle beslenen dincilik, antiamerikan siyasetini bırakıp Amerika’ya teslim olduğu anda iktidara geçti.. ? Halkımızın yüzde 94’ü Amerika’ya tepki duyuyormuş... Yok canım... İnanıyor musunuz?.. Amerika’nın BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) AnkaraDiyarbakırErbil başkentlerinin üçlemesinde ılımlı İslam federe devletleri haritası çiziyor; Müslümanları parmağında oynatıyor... Halkımız ise 20’nci yüzyılda olduğu gibi, 21’inci yüzyılda da uyuyor... Benim Cumhurbaşkanım mı? “Benim Cumhurbaşkanım!..” diyebilenlerden misiniz? Türk halkının kaçta kaçı Bay Abdullah Gül’ü ‘kendi’ Cumhurbaşkanı olarak tanıyor, biliyor, inanıyor? Evet, TBMM’de bir seçim yapıldı, AKP çoğunluğu, onu Çankaya’ya gönderdi. MHP, TBMM’deki oturuma katılmasa, Bay Gül Cumhurbaşkanı seçilebilecek miydi? Yoksa bu işi gerçekleştirmek için, yeni oyunlar, yeni düzenlemeler, yeni çareler mi araştırılacaktı?.. Olanlar oldu. 11. Cumhurbaşkanlığı koltuğunda şimdi, beğenseniz de beğenmeseniz de oturan Bay Abdullah Gül’dür. ??? Yakıştı mı, yakışıyor mu? Uzun süre milletvekilliği yapmış, bir ara vekâleten Başbakan bile olmuş, beş yılda Türkiye’nin Dışişleri Bakanlığı’nda bulunmuş... Oldukça deneyimli olması gerekir! Devlet nedir, protokol nedir, onurlu olmak, saygın olmak nedir, bütün bunları bilmesi, öğrenmesi gerekmez miydi? Ama Çankaya’dan kalkıp konuk Arap kralını ziyaret etmek için hiç sıkılmadan kaldığı otele gidebiliyor. Bugüne dek hiçbir cumhurbaşkanının yapmadığı, hepimizi şaşırtan, kızdıran davranışı yapmaktan çekinmiyor... Atatürk Cumhuriyeti’nin başındaki kişi işte böyle halkımızı utandıran işleri yaparken bir yandan da önüne getirilen atamaları imzalamakta, bir noter kâtibi çabasıyla!.. ??? Bir dost telefon etti, dedi ki: “Gül Bey’in eşinin sımsıkı kapalı olmasını, Çankaya’da tesettürlü hanımların dolaşmasını eleştiriyorsunuz. Cumhurbaşkanı Gül Bey’in gerçek kişiliğini yansıtan konuşmalarını, başkanlığına seçildiği Cumhuriyet yönetimi konusunda dediklerini neden belirtmiyorsunuz?” Atatürk, İnönü, Bayar, Gürsel, Sunay, Korutürk, Evren, Özal, Demirel, Sezer... Hangisi kalkıp konuk bir Arap şeyhinin kapısına gitti? Hangisi okurumun isteği üzerine sıralayacağım şu sözleri söyledi: “Moral değerleri açısından Türkiye’nin bütünlüğünü tehdit eden ve en ziyade tahribatı vermiş olan, laiklik ilkesidir. İkinci Cumhuriyet ve Yeni Osmanlılık kavramlarını çok sağlıklı buluyorum ve geleceğe umutla bakıyorum. Türkiye Cumhuriyeti’nin sonu geldi, kesinlikle laik sistemi değiştireceğiz. 8 yıllık kesintisiz, zorunlu temel eğitim, reform değil, eğitime darbe, basın destekli sivil asker bürokrasisi ve sol partilerin dayatması...” Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerine ve anayasasına karşı olan böyle bir kişi bizim, sizin, tüm halkımızın “Cumhurbaşkanı” olabilir mi? Rıdvan BUDAK Tekstil İşçileri Sendikası Gn. Bşk. ugün Türkiye’de emek göçük altındadır. Emeğin, sendikal mücadelesiyle elde ettiği 40 yıllık kazanılmış hakları birer birer yok olmaktadır. Emeğin toplumsal temsilcisi sendikalar hareketsizdir; etkisi gittikçe zayıflamaktadır. Emeğin sesi toplumsal alanda olduğu gibi, siyasal alanda da erimektedir. Emek, siyasal destekten ve güçten yoksundur. Hepsinden önemlisi, emekten doğan sosyal bilinç ve bu bilinç üzerinde yükselen yurttaş kimliği de gitgide güçsüzleşmektedir. Bugün Türkiye’de yoksulluğun ve işsizliğin varlığından beslenen bir ‘sadaka kültürü’ hâkimdir. İşsizlerin, yoksulların ve çalışanların sosyal kimliğinin yerini cemaat kimliği almaktadır. Bu gelişme, Türkiye’yi çağdaş uygarlık normlarından uzaklaştırmakta, Ortadoğulu bir ülke haline getirmektedir. Bu durum son derece kritiktir. Türkiye ya 80 yıllık Cumhuriyetin kazanımlarını sosyal haklarla bütünleştirerek, emeğin haklarını güçlendirerek yurttaşlık bilincini en üst düzeye çıkaracak, böylece tarihsel doğrultusu içinde gelişecek ya da Ortadoğu’daki gibi her an kırılmaya açık bir cemaatler toplumuna dönüşecektir. Burada tarihi rol emeğe ve onun sosyal ve siyasal temsilcilerine düşmektedir. Ne yazık ki emek göçük altındadır; sosyal temsil, yani sendikal hareket, eli kolu bağlı halde durmaktadır; siyasal temsil ise tek kelimeyle yoktur. Bu durumdan çıkmak, acil ve ertelenemez bir görevdir. B Bu duruma nasıl geldik? AKP, Türkiye tarihinin en derin ekonomik krizinin ardından iktidara geldi. AKP’yi tek başına iktidara taşıyan en önemli faktörlerden birisi, ekonomik krizin çalışan ve orta sınıflar üzerinde yarattığı tahribattı. 2001 krizinin ardından, toplumun geniş kesimleri ko alisyon partilerini cezalandırarak ‘istikrar’ ve ‘yenilik’ adına AKP’yi iktidara taşıdı. Kriz sonrasında emeğin örgütlülüğü ve sendikal hareket büyük darbe aldı. Pek çok özel sektör işyerinde, toplusözleşme maddeleri çalışanlar aleyhine revize edilerek işyerlerinin krize karşı korunması amaçlandı. Ancak başlangıçta ‘geçici’ olması düşünülen bu tedbirler kalıcı hale geldi. Bunun sonucunda sendikal örgütlülük sayesinde elde edilen 40 yıllık kazanımlar korunamadı, bir anlamda bu haklardan vazgeçilmiş oldu. Bunun en çarpıcı örneklerinden birisi, tekstil işkolunda 4 ikramiyenin 2.5 ikramiyeye indirilmiş olmasıdır. Elbette toplusözleşme ile elde edilen hakların gerilemesinde, kriz dışındaki etkenlerin de rolü vardır. Çin faktörü başlı başına ele alınmalıdır. Pek çok sektörde ucuz Çin mallarıyla rekabette zorlanan işletmeler ilk tasarrufu çalışanların haklarında yapmayı tercih etmiştir. Bunun dışında, AKP’nin, hükümette kaldığı yıllar boyunca ‘sınırsız ve sorumsuz’ bir biçimde özelleştirmeleri devreye sokması, kamu işyerlerindeki sendikal örgütlülüğü de ciddi biçimde zayıflatmıştır. AKP, çalışan ve orta sınıfların oylarıyla iktidara geldiği halde, sosyal hakları ve standartları tam karşısına alan ölçüsüz bir ekonomik liberalizmden yana oldu. Bugün de öyledir. AKP’nin işbaşına geldiği günden bugüne Türkiye’de emeğin lehine hiçbir düzenleme yapılmadı. Sendikal hakların en azından ILO standartları düzeyine çıkarılması yönündeki talepler hep göz ardı edildi. Hiç kuşkusuz, bunda emeğin çağdaş haklarını gündeminde bulundurmayan AKP kadar, sosyal haklar geleneğinden uzaklaşarak ekonomik liberalizm yönünde hızla koşan AB’nin de rolü vardır. Bugünkü AB yöneticileri ve AB’nin merkez ülkelerindeki egemen zihniyet, sosyal Avrupa geleneğinin zayıflatılmasından yanadır. Bu zihniyetten Tür kiye’ye yansıyan izler de sadece bireysel haklar ve ekonomik liberalizm ile sınırlıdır. AKP, artan yoksulluk ve işsizlikle mücadeleyi, ‘sadaka kültürü’ çerçevesinde yeniden yapılandırdı. Olması gereken, yaygın eğitim olanaklarıyla insanları üretken hale getirmek, istihdama yönelik yatırımlarla işsizleri iş sahibi yapmak, yoksulların gelirini arttırarak yoksulluktan kurtulmalarını sağlamaktır. Bunun için sosyal ve sendikal haklar eksiksiz sağlanmalıdır. Sosyal ve sendikal haklarını kullanan çalışanlar, eziklikten kurtularak sosyal bilinç edinirler, bu bilinçle haklar elde ederler. Sosyal hakların gelişmesi toplumdaki dengeleri yerli yerine oturtur. Giderek sosyal kimlik yurttaş kimliğiyle bütünleşir ve böyle bir toplum, çağdaş uygarlığın güçlü bir üyesi haline gelir. Oysa son dönemde, hem sendikal ve sosyal haklardaki erozyon hem de AKP’nin bilinçli olarak sosyal hakları ‘sadaka kültürü’ ile ikame eden yaklaşımı, çalışanlar arasında sosyal kimliği olabildiğince zayıflattı; onun yerini etnik, dinsel, bölgesel kimlikler almaya başladı. Bu süreci etkileyen esas faktör, sosyal devletin korumasından mahrum kalan kesimlerin, cemaatler oluşturarak, kendilerini bir cemaate bağlayarak ayakta kalmaya çalışmalarıdır. Ancak bu gelişme toplumun geleceği açısından da çok tehlikeli bir süreci başlatmış oldu. Cemaatleşen toplumlarda hukuk değil güç ilişkileri egemendir. Türkiye bu yolla Ortadoğu’ya doğru itilmektedir. Bir örnek vermek gerekirse, son yıllarda sendikalaşma azalırken bir konfederasyona bağlı sendikaların üye sayısı arttı. Bu normal bir gelişme midir, yoksa cemaatleşmenin bir göstergesi midir? Bu iyi değerlendirilmelidir. Emeğin ve sendikal hareketin siyasal destekten yoksun kalması da çok önemli bir sorundur. Emeğin siyasal temsilciliğini üstlenmesi gereken, başta CHP olmak üzere sosyal demokrat ve sosyalist partilerin, bu alanda yeterli bir etkinlik göstermemeleri, örneğin CHP’nin Cumhuriyetin korunmasına yönelik duyarlılığını emeğin korunması konusunda ortaya koymaması da emeğin sahipsiz kalmasında, çalışanlarda kimlik ve bilinç zayıflamasında rol oynamaktadır. Muhalefetin toplumsal sorunlara, işsizliğe, örgütsüzlüğe, eğitim ve sağlık gibi temel haklara vb. yeterince önem vermemesi, rejim sorunlarını her şeyin önüne çıkarması sonucu aslında muhalefet toplumsal siyasetten uzaklaşıyor, toplumun geniş kesimleri açısından etkisini kaybediyor. AKP bütün ideolojileri temsil eder hale geliyor, hem iktidar hem muhalefet oluyor. Hem İslamcı hem laik, hem ‘sosyal’ hem ‘liberal’, hem demokrat hem milliyetçi, yüzü hem Ortadoğu’ya hem de AB’ye dönük görünüyor, ama aslında ABD’ye bağımlı politikalar yürütüyor. Bu durumdan nasıl çıkacağız? Bu durumdan hep birlikte çıkacağız, başka çaresi yok. Hem sendikal hem de siyasal alanda hiç kimsenin birbirinden alıp vereceği, birbirinden kıskanacağı bir şey kalmadı. Ya hep birlikte çıkacağız ya da hep birlikte yok olacağız. Durum bu kadar acildir. Emeği göçük alandan çıkarmak, sendikaları yeniden örgütlemek ve solu halkla bütünleştirmek, iktidar yapmak artık tek ve ayrılmaz bir görevdir. Sınıfların varlığı ve ortak ilkeler üzerinde uzlaşmasına dayalı bir demokrasi olmadan Türkiye bir Ortadoğu ülkesi olmaktan kurtulamaz. Sendikalar güç kazandıkça emek yeniden gün ışığına çıkıp nefes almaya başlayacaktır. Çalışanlar yeniden sosyal kimliklerine ve bilinçlerine kavuşacaktır. Bunun üzerinde gelişen yurttaşlık bilinci Cumhuriyeti ve onun kazanımlarını güvence altına alacaktır. Türkiye’nin tarihsel doğrultusu içinde gelişip güçlenmesinin yegâne yolu budur. Bu hedefe ulaşırken sendikalar kadar sol, sosyal demokrat siyasetçilere de görev düşüyor. Sol siyaset yeniden yüzünü emeğe dönmeli, emeği gün ışığına çıkarmaya öncelik vermeli, sosyal sorunları öne koyan bir siyaset yaklaşımıyla toplumsallaşmalıdır. Unutulmamalıdır ki, bir sosyal sınıf bu kadar gücünü yitirir ve adeta yok olma durumuna gelirse orada demokrasi olmaz, ülke hem çalışma şartları bakımından hem de sosyal ve siyasal konumu itibarıyla sanayi devrimi öncesine döner. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle