18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
22 KASIM 2007 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr Konya’daki sempozyumda Selçuklu dönemine ‘mimarisi’nin tanıklığında bakıldı 15 ODAK NOKTASI AHMET CEMAL ‘Mevlana Çağı’nda mimarlık oğumunun 800. yılı nedeniyle UNESCO’nun 2007’yi “Mevlana Yılı” ilan etmesinin anlamlı etkinliklerinden biri Konya’da gerçekleştirildi. Mimarlar Odası Konya Şubesi ile Selçuk Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nin 1617 Kasım’da düzenledikleri sempozyumun konusu “Selçuklu Çağında Mimarlık”tı. Bu tema, Mevlana’nın ve diğer “Ortaçağ bilgeleri”mizin aynı zamanda “Selçuklu uygarlığı”yla birlikte “var” olduklarını anımsattı. Özellikle ilk ve ortaöğrenim kitaplarında Selçuklu’nun Osmanlı’ya göre sanki “üvey evlat” konumunda yer alması; Avrupa’dan yüzlerce yıl önce, Anadolu’daki aydınlanmaya imza atmış eşsiz bir uygarlığın hep göz ardı edilmesi; hatta Mevlana’nın bile aynı “insancıl” aydınlanmanın “Selçuklu düşünürü” olduğu gerçeğini unutmak; “mimarlığın tarihsel tanıklığı”nda sorgulanmış oldu. Hele Mimarlar Odası’nın “Eski PTT Pullarında Selçuklu Eserleri” afişi, devrimci Cumhuriyetin Anadolu’daki bu ilerici uygarlığa verdiği değeri belgeliyordu. Benzer şekilde sempozyumun adındaki “Selçuklu çağı” vurgulaması da sadece bir kültürü değil, Asya’nın Anadolu’yla 200 yıl süren “sanatsal kucaklaşma”sını tanımlıyordu… İNYILLARIN BULUŞMASI Nitekim ÇEKÜL Başkanı Prof. Dr. Metin Sözen, işte bu yaratıcılığın esin kaynaklarını şöyle belirtti: “Anadolu’daki bu sır neydi ki Selçuklu kısa sürede koca bir aydınlanma dünyası yarattı? Nereden beslendi? Göz açtırmayan Haçlı seferlerine rağmen sanata, düşünceye nasıl zaman ayırabildi? Çünkü, Selçuklu’daki, Çin’e, Hindistan’a uzanan Asya birikimleriyle, Anadolu’nun binlerce yıllık kültür zenginliği buluşmuştu… Bu, Osmanlı’nın da varlık nedenidir…” Mimarlar Odası Genel Başkanı Bülend Tuna da aynı derinliğin simge isimleri “Mevlana”, “Yunus Emre”, “Hacı Bektaşi Veli”, “Kaygusuz Abdal” ve hatta “Nasrettin Hoca” gibi erenlerin, Selçuklu’nun Anadolu’da estirdiği “esenlik rüzgârı”yla sonsuzluğa yelken açtıklarını söyledi… İşte böylesine düşüncelerle hazırlanan Bir Çevirmenin Özür Borçları … Bir kitabın çevirisi için yayınevi ile anlaşan çevirmen, yayınevinin dışında, okurlara karşı da bir yükümlülük altına girer. Onun bu sorumluluğu, yayınevinin okurlara karşı olan sorumluluğundan daha az değildir. Dahası, çevirmen kitabı teslim etmeden yayınevi kendi sorumluluğunu yerine getiremeyeceğinden, çevirmenin sorumluluğu bu bağlamda belki de birincildir. Hele kitap birkaç ciltse ve baştaki ciltler yayımlanmaya başlanmışsa, çevirmenin yayınevine ve okurlara karşı sorumlulukları daha da bir boyut kazanır. Çünkü bir tarafta eserin ilk cildini veya ciltlerini okumuş olan okurun doğal beklentileri vardır, öte tarafta ise yayınevi, okurlarına karşı başlattığı işin sonunu getirmekle yükümlüdür. Çevirmen, yayıneviyle ilişkisi çerçevesinde gecikmelere ilişkin her türlü nedeni ve haklı ya da haksız, her türlü özrü gündeme getirebilir. Ancak okuru, bunların hiçbiri ilgilendirmez. Kendi gecikmelerinden ötürü çevirmenin çok önemli sağlık nedenlerinin dışında okurlara ileri sürebileceği hiçbir özür yoktur. Aşağıdaki satırlar, bu sorumlulukların çok iyi bilincinde olan, dolayısıyla da bugüne kadar okurlarına karşı hangi türden sorumsuz davranışlar sergilediğini çok iyi bilen bir çevirmen tarafından yazılmıştır. Son zamanlarda değerli okurlardan halen tamamlayamadığım iki çeviriye, Robert Musil’in “Niteliksiz Adam” adlı dev romanının ikinci cildine ve Macar estetik uzmanı Lukács’ın “Estetik” başlıklı eserinin dördüncü ve son cildine ait olmak üzere aldığım ve bu çevirilerin ne zaman biteceğinin sorulduğu mesajların sayısı gittikçe artıyor. Önce bu değerli kitapseverlere, her iki kitabı da 2008 yılının ilk yarısı bitmeden okumuş olacaklarını bildirmek isterim. Önemle belirtmek istediğim ikinci nokta ise şu: Bugüne kadarki gecikmelerde ne “Niteliksiz Adam”ın yayıncısı Yapı ve Kredi Yayınları’nın bugünkü yönetiminin, ne de “Estetik”in yayıncısı Payel Yayınevi’nin en ufak bir kusuru vardır. Bu gecikmelerin tüm sorumluluğu bana aittir. “Niteliksiz Adam”ın 550 sayfalık birinci cildi, YKY’nin bundan önceki yönetimi görevdeyken yayımlanmıştı. İkinci cilde başlamamdan bir süre sonra, çevirinin benden alınışıyla başlayan olaylara yakında çıkacak bir kitabımda çok ayrıntılı yer verdiğim için, burada değinmeyeceğim. Ancak YKY’nin şimdiki Genel Yayın Yönetmeni Raşit Çavaş, göreve başlar başlamaz “Niteliksiz Adam”ın ikinci cildinin tekrar bana dönmesi için elinden geleni yaptı; bu kadarla da kalmayarak, bu çeviriyi huzur içerisinde sürdürebilmem için hiçbir çabadan kaçmadı. Bu görevinden çok önceden beri kibarlığı ve çelebi tavırlarıyla her zaman büyük saygımı ve sevgimi kazanmış olan Raşit Çavaş’ın bu tavrını elbette ki yadırgamadım; fakat “Niteliksiz Adam”ın bitirilebilmesini onun olanaklı kıldığının değerli okurlar tarafından da bilinmesini isterim. Büyük bir yazarla, onun bir eserini çevirmek üzere o serüven dolu yolculuğa çıktığınızda, kimi zaman beklenmedik nedenlerle, hatta bazen nedeni bile bilinmeksizin, yol arkadaşınızla diyaloğunuzun koptuğu veya zayıfladığı oluyor. Bunu, kendi dilinizde onun ağzından konuşmakta ansızın zorlanmaya başladığınızda hissediyorsunuz. Ben, böyle zamanlarda ne olursa olsun deyip yola devam etmektense, çeviriyi “dinlendirmeyi” yeğleyen çevirmenlerdenim. Yani böyle bir zorlanmayı hissetmemle birlikte, çeviriyi zamanında bitirme yükümlülüğünü, çevirinin her satırında kendi dilimde yazarın ağzından konuşabilme görevi uğruna feda ediyorum. Bu, çok zaman alabiliyor. Aynı kaygıları, hemen her sayfasında yeni kavram çalışmaları yapılmasını gerektiren “Estetik” için de dile getirebilirim. Bu eserin tamamının benim çevirimden çıkmasını da okurlar, Payel Yayınevi’nin yöneticisi, dostum Ahmet Öztürk’ün ‘peygamber sabrı’na borçlu olacaklar. Okurlara tek bir sözü kesinlikle verebilirim: Her iki kitabı da ellerine aldıklarında, hiçbir cümlesi ve sözcüğü ‘falanca zamanda bitireyim’ kaygısıyla aceleye getirilmemiş, neye mal olursa olsun hakkının verilmesine çalışılmış çevirilerle karşılaşacaklar. Gecikmelerimi ilerde bunu görerek beni bağışlamaları, tek mutluluk kaynağım olacaktır! [email protected] D cılaşmanın, yani “gerici”liğin de adeta ön koşulu. NSANCIL MEKÅNLAR Konya’daki sempozyum, işte bütün bunları yeniden düşünmemize neden olsa bile, Selçuklu çağı mimarisindeki asıl incelenmesi beklenen “felsefi” etkilenmelere ait bildiriler ise ne yazık ki “yok” denebilecek kadar azdı… Batı’nın “karanlık ortaçağı”na inat, doğunun aydınlık ortaçağını yaratan sevgi, hoşgörü, birlikte yaşama ve insancıllığın mimarisi acaba nasıldı? Örneğin yine ortaçağ Avrupa’sının o “kasvetli” ve hatta “karanlık mekânlar”la dolu, “insanı ezen” din baskısı mimarisiyle aynı çağı paylaşan “insancıl”, “ferah”, “yaşamla bütünleşen” ve “alçakgönüllü ama özenli” Selçuklu dönemi mimarisi arasındaki “fark” nedendi? Kervansaraylardaki hancı ve yolcu ilişkisi; Ahlat’taki insanı yücelten mezar taşları; Ulucami’lerdeki huzur veren iç mekânlar; hatta cami kapılarındaki “melek kanatlı asker” figürleri; medreselerdeki zihin açan ışıklı mekânlar. Hangi felsefenin mimarisiydiler? Sempozyumun amacı ve konusu açısından bu temel soruyu irdeleyecek bildiriler yerine, restorasyon ve koruma sorunları ağırlıklı sunumlar, kendi alanlarında düzeyli olsalar bile, “Mevlana Çağında Mimarlık” dünyasına yeterince eğilmiş ol(a)madılar. Denebilir ki kimi düşünsel konuşmalar ile Prof. Dr. Ayşıl Tükel Yavuz’un Konya’daki Kızılören’de bulunan “Selçuklu Derbenti”nden yola çıkarak dönemin posta, kervan ve güvenlik teşkilatını anlattığı “yaşam”la ilgili bildirisi de olmasa, sempozyumun herhangi bir kültür varlıkları toplantısından farkı kalmayabilirdi. Konya’nın tarihi Sille köyüne gösterdiği ilgiyle tanınan Selçuklu Belediye Başkanı Adem Esen’in açıkladığına göre, 2008’de de kendi ev sahiplikleriyle “Selçuklu Şehirleri Kongresi” yapılacak. Dileğimiz, öncelikle yine, mimarideki Anadolu aydınlanmasının bu kez yaşamla bağları da kurularak ele alınması; ardından da çoğu Selçuklu kentimizde bugün yaşanan “insan onuruna aykırı imar oyunları”nın Mevlana felsefesi kapsamında da açıkça sorgulanması. İ CUMHURİYET PULLARINDA SELÇUKLU... Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ve yaşatan Anadolu devrimcilerinin Selçuklu’ya verdikleri değer posta pullarına da yansıdı. İşte Mimarlar Odası’nın ‘Mevlana Yılı’ nedeniyle yayımladığı afişteki o duyarlı yıllara ait pullardan bazıları... B sempozyumun açılışında Mimarlar Odası Konya Şubesi Başkanı Serdar Işık dedi ki: “Mevlana’da simgeleşen barış, dostluk ve sevgiden, dönemin mimarisi de ayrılamaz…” Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek de yine Mevlana’nın “Bu topraklara sevgiden başka tohum atılmadı” sözünü anımsatarak şunları söyledi: “Gönüllerin mimarı Hz Mevlana’nın mimarlarca anılması bize şu mesajı veriyor: Geçmiş taklit edilemez ama yol göstericimiz olmalıdır…” Vali Yardımcısı İrfan Kenanoğlu’na göre de “bir yandan devlet kurmak için savaşırken bir yandan da görkemli bir mimariyi yaratma”ya ancak “mucize” denebilirdi. UMHURİYETLE BENZERLİKLER Kenanoğlu konuşurken düşündüm. Aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda da aynı mucize yok mu? Üstelik Selçuklu’nun hayal bile edemeyeceği kadar güçlü silahlara sahip emperyalist ordulara karşı, yoksulluğun doruğunu yaşayan bir ulusun “destansı direnişi”yle. C İşte o “kurtuluş” savaşında ve “yeniden kuruluş” yıllarında bile onlarca müzenin açılması; bugün hayran kalınan “ulusal mimarlık” örneklerinin yaratılması; sanat ve bilimdeki şaşırtıcı ilerlemeler; 50 yıldır bir km. bile eklenemeyen demiryolu ağımız ve ulusal kalkınmada hâlâ güvencelerimiz olan onca fabrikanın kurulması… Bütün bunları hangi ulus, hangi coğrafyada başarabildi? Denebilir ki Selçuklu ile Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihsel benzerliği, ikisinin de insana ve aydınlanmaya dayalı toplumsal felsefelerinden ve her yönüyle “Anadolu sevdalısı” olmalarından kaynaklanıyor. Nitekim Atatürk’ün ülkedeki bütün tekke ve zaviyeleri kapatırken “sadece” Konya’daki Mevlana Dergâhı’nı bunun dışında tutması; Cumhuriyet devriminin Selçuklu’ya yakınlığını kanıtlamıyor mu? İlerleyen yıllarda bu yakınlığın yerini giderek sadece “Osmanlı hayranlığı”nın alması da 1950 sonrasındaki “karşıdevrim”in aslında hiç de bilinçsiz olmadığını gösteriyor. Çünkü Selçuklu’yu unutmak, Anadolu’ya ve insan aklının yaratıcılığına yaban T.C. ADANA 6. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ HAKİMLİĞİ’NDEN Esas No: 2002/1060 Karar No: 2007/335 Davacılar Nimet Tekyıldırım vs. vekili Av. Çiğdem Yıldız tarafından, davalılar Serpil Kuru vs. vekili Av.İshak Arıoğlu ve diğer davalılar Yalçın Ongun vs. aleyhlerine açılan Tapu İptali ve Tescil davasının yargılaması sonunda: Davalı Yalçın Ongun’un bilinen adresine çıkartılan davetiyeler tebliğsiz iade edilmiş ve adresi emniyetçe de tespit edilemediğinden, dava dilekçesinin davalı adına ilanen tebliğ edildiği, mahkememizin 12/9/2007 tarih ve 2002/1060 esas, 2007/335 sayılı kararı ile davanın REDDİNE, Harçlar Kanunua göre bakiye 13,10 YTL harcın, peşin alınan 1.964,96 YTL harçtan mahsubu ile fazla alman 1.951,86 YTL harcın, talep halinde davacılara iadesine, bir kısım davalılar kendilerini bir vekille temsil ettirdiklerinden, davalılar vekili için takdir olunan 3.360,00 YTL ücreti vekaletin, davacılardan alınarak davalılara verilmesine, davacılar tarafından yapılan giderlerin üzerinde bırakılmasına, dair karar yasa yolu açık şekilde davacı vekilinin yüzüne karşı, davalılar Serpil Kuru v.s. vekili Av.İshak Arıoğlu’nun yüzüne de ve bir kısım davalılar Yalçın Ongun v.s. yokluğunda karar verilmiş olup, ilan tarihinden itibaren 22 gün içinde bu kararı temyiz etmesi, etmediği takdirde kararın kesinleşeceği hususu DAVALI YALÇIN ONGUN adına karar tebliği yerine geçerli olmak üzere ilanen tebliğ olunur. (Basın: 62087) T.C. KARAİSALI ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ ESASNO: 2005/14 Davacı Mehmet Erdoğan vekili Av.M.Hasan Şahin tarafından, davalılar Maliye hazinesi, Orman İdaresi ve Karakuyu köyü tüzel kişiliği aleyhine açılan tescil davasından dolayı, Karaisalı ilçesi, Karakuyu köyünde kain, doğusu dere, batısı, kuzeyi ve güneyi tarla ile çevrili 7800 m2’lik yer ile yine doğusu ve kuzeyi orman, batısı ve güneyi tarla ile çevrili, 11750 M2 lik yer ile yine doğusu kısmen tarla, kısmen dere batısı ve güneyi tarla kuzeyi dere ile çevrili 7000 m2’lik taşınmazları, Davacı Mehmet Erdoğan kendi adına tescilini talep etmiş olmakla, bu yerler üzerinde hak iddia edenler var ise, üç ay içerisinde mahkememiz dosyasına müracaat etmeleri, MK 713. Maddesi gereğince ilan olunur. 05.03.2007 (Basın: 62082) Nüfus Cüzdanımı Kaybettim. Hükümsüzdür. Gülnur ÖNER CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle