23 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
19 KASIM 2007 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 Yeni anayasayı bugünkü Meclis değil, 1961 Anayasası’nı çıkış noktası alarak kurucu meclis hazırlamalı Çağdaş mı olsun helal mi? L L ir anayasa sorunumuz vardı; bugün de, kılıktan kılığa bürünerek sürüyor. Bu soruna yol açan, 12 Eylül oldu. Büyük emeklerin ürünü olan 1961 Anayasası’nı yıktı. Kurduğu faşizmi sürdürmek ve işlediği cinayetlerin üstünü örtmek için bir kılıfa ihtiyacı vardı: 1982 Anayasası böyle doğdu. Ama bir “anayasa” da olamadı. Bir “kışla talimnamesi”, bir “polis tüzüğü” oldu. Sonraki yıllarda da bu metin bir baş belası kesildi, atılamadı. 2000’lere girerken iktidara gelen Ecevit hükümeti bunu yapabilirdi, yapmalı idi de. Pratik bir yol tutacaktı: 1961 Anayasası’nı alıp ikinci meclise ait bölümü atarak, elindeki sağlam yapıya yeni ihtiyaçları sindirerek, yeni anayasa olarak yürürlüğe sokmanın mücadelesini yapabilirdi. Olmadı, büyük bir kayıptır... ENİ BİR ANAYASAYLA YENİ MARİFETLER Adalet ve Kalkınma Partisi, 2002’de iktidara geldiğinde, dinci bir parti olarak, önce türban, imam hatipler ve Kuran kurslarına yapıştı. Elindeki belediyeleri de kullanarak, halkın gözlerinin önüne bir “duman perdesi” çekti. Ülkeyi de, yabancı sermayenin yağ B Y 7 masına açtı ve yerli sermayeyi onun arkasına taktı... 22 Temmuz seçimlerinden de, her yolu kullanarak daha da güçlü çıktı. Bu fırsatı, programını genişleterek kullanma kararında. Şimdi, yeni bir anayasa başta geliyor. Yeni anayasayı yapmada, önce, evrensel ve bizde neredeyse gelenek olan bir kuralı çiğnemiş durumda: Kurucu Meclis’e gitmiyor; bir anayasacıya ve arkadaşlarına siparişte bulunmuş, onları ve saptadıklarını alıp Sapanca’da halvete girmiş ve ortaya “AKP Anayasası” çıkmıştır taslak olarak. Bunu alıp Meclis’e götürüp tartışacaktır. Oyçokluğu kendinde olduğuna göre, onun istedikleri referanduma götürülecek ve orada apılması gereken, yeni anayasanın hazırlanmasını “kurucu” misyonunu da tanıyarak bugünkü Meclis’ten beklemeyerek konuyu, ayrı bir kurucu meclis seçip ona havale etmektir. Çağdaş nitelikte ve yurdumuzun ihtiyaçlarına yanıt verecek bir anayasaya böyle kavuşabiliriz; olmadığında, ortaya AKP’ye uygun bir “Helal Anayasa” çıkacak ve onunla da olsa olsa, aziz Cumhuriyetimize “rahmet” okuyacağız. Dikkat, dönüm noktasındayız! A nayasa çalışmalarında çıkış noktası olarak 1961 Anayasası’nın metni alınmalıdır; ikinci meclisle ilgili bölüm bir yana bırakılarak geri kalanı, o yıllardan bu yana ortaya çıkan ihtiyaç ve yeniliklerin aydınlığında işlenmelidir. leleridir ve kapılarını türbana açmayacaktır. Nasıl düşünülmez bu? Okullarda din dersleri devam ediyormuş: İstemeyen anababalar dilekçe verdiklerinde, çocuğu muaf olacakmış. Peki o anababa ve çocuk, çevrede nasıl bir tecrit içine düşer, bilinmiyor mu? Halkı birbirine düşürmek tehlikesi de var! Öte yandan, Sünni bozuk ağzınız Aleviyi çıldırtıyor. Ayrıca, özellikle liselerde, tarih, felsefe ve sosyolojide din de vardır konular arasında ve bilimin eleştirmesinden geçmiş olarak. Daha öncesinden başlamak körpe beyinlerin yıkanması değil midir? Laik okulda din dersi olmaz, zorunlu hiç da çektiği “duman perdesi” sayesinde büyük oranda kazanacaktır. Türkiye’nin yeni anayasası böyle mi olacaktır? Hiç böyle olabilir mi? Üstelik, buyurunuz bir demet marifetlerden. KP’NİN İSTEMLERİ A Yeni anayasada AKP’nin başta dinci istemleri geliyor ve laikliği çiğneyecek! Türbana üniversitenin kapıları açılıyormuş: Her şey bir yana, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararı ne olacak? Ayrıca, Türkiye’nin üniversiteleri, laik devrimin ka olmaz. Yargıda ve yürütmede tehlikeli değişiklikler görülüyor: Yargının bağımsızlığı budanıyor. Ne maksatla? Bu arada, Anayasa Mahkemesi’ne siyasal organdan üye seçmek, onun bağımsızlığını gölgelemez mi? YÖK, iktidara bağlanıyor. Türkiye’de üniversitelerin geleceğini bir karanlık bekliyor demektir. Milli Güvenlik Kurulu’nun işlevi ve etkisi azaltılıyor. Böyle bir ortamda, nasıl? İrtica, gericilik, tarikat gibi nedenlerle ordudan uzaklaştırılanların geri dönmelerinin kapısı açılıyor. İran ordusu özlemi değil mi bu? ENİ ANAYASANIN YARARI! Y Yeni anayasa taslağının neidüğü konusunda aldığımız örneklerle yetiniyoruz. Bu örnekler, Türkiye’deki iktidarın zamirini açıkça ortaya koyuyor. Bu yeni anayasa konusunun bir büyük yararı olmuşsa, o da şudur: AKP’nin ne mene bir örgüt olduğunu tabak gibi sergiliyor; bu parti, geleceğimiz için korkunç bir tehlikedir. Y Bir kurucu meclis şart L Parti içi demokrasi ve seçimlerde adalet 1 961 Anayasası bir kurucu meclisin eseri oldu; ve anayasa hukukumuzda bir gelenek başlattı. O kadar ki, 1982 Anayasası da bir kurucu meclisin ürünüdür. Yeni bir anayasa için, niçin bu gelenekten ayrılmak isteniyor? Üstelik, bir seçimden çıkmış yeni Meclis, bir partinin çoğunluğunun tekeli altındadır. Yeni anayasa için tartışma, böyle bir ortamda olsa olsa geçiştirme olur ve oyçoğunluğunun elinde, onun rengini taşır. AKP, zaten bir liderin sultası altında tartışmaz durumdaydı; bu durumun değişmesi, hele hele konu anayasa olduğunda, beklenmez, beklenemez. Geçenlerde, Başbakan Erdoğan bir toplantıda, “AKP anayasası değil, Türkiye Cumhuriyeti anayasası hazırlıyoruz” demiş ve teminatı da şu olmuştur: “Taslak Meclis’e geldikten sonra iş bizden çıkmış olacak. Orada bütün partilerin temsilcileri var.” Başbakan’ın ağzına bakan ezici bir çoğunluk karşısında onlar ne yapabilir? Anayasa tasarısını yazan bilim kurulu bile birçok konuda, hele hele “zorunlu din dersi” ve “türban” gibi dikenli sorunlarda, son tercihi Başbakan’a bırakıyor. Başbakan’ın tercihine AKP grubundan itiraz nasıl beklenecek? Mazallah bu gidiş, Güngör Mengi’nin mizahıyla, (“Neymiş?”, Vatan, 14.10.2007) “AKP Anayasası”nı geçip “Tayyip Erdoğan Anayasası”na varabilir! Tartışmalar, bunları da aşıp “laiklik”e vardığında, olay bir sağırlar diyaloğuna dönüşecektir. Özetle, yapılması gereken, yeni anayasanın hazırlanmasını “kurucu” misyonunu da tanıyarak bugünkü Meclis’ten beklemeyerek konuyu, ayrı bir kurucu meclis seçip ona havale etmektir. Çağdaş nitelikte ve yurdumuzun ihtiyaçlarına yanıt verecek bir anayasaya böyle kavuşabiliriz; olmadığında, ortaya AKP’ye uygun bir “Helal Anayasa” çıkacak ve onunla da olsa olsa, aziz Cumhuriyetimize “rahmet” okuyacağız. Dikkat, dönüm noktasındayız! P L arlamento içinde ve dışında, demokratik oyunun önde gelen aktörleri siyasal partilerdir. Onların sağlıklı bir yapı ve işleyiş içinde olmaları pek önemlidir. Öte yandan, hem toplumda çeşitli görüşlerin parlamentoda temsil edilmesine imkân verecek hem de sağlam bir Meclis çoğunluğu yaratacak bir seçim sistemi yaşamsaldır. Bizde her ikisi de hastalıklıdır. Gerçekten, 1960’lı, 70’li yıllarda AP ve CHP gibi büyük partilerde aday listeleri büyük ölçüde“önseçimle” belirlenirdi. Türkiye, bu haliyle 1970’lerin parti içi demokrasi anlayışının hâlâ gerisinde duruyor. Siyasal partilerimiz, liderlerin mutlak egemenliği altında nefes alabilen, bir anlamda liderlerin “padişahlık yetkileri” kullanabildikleri otokratik yapılar durumunda. DEĞİL LİDERLER SEÇİYOR HALK Seçim öncesinde dikkat çeken bir başka görüntü, partiler arasındaki “yatay geçişler”in yaygınlığıdır. Geçişlerin sınırsızlığı, siyasette ilkesizliğin, oportünizmin çapını da gösteriyor. Sonuç olarak Türk demokrasisi, bu görüntülerle Avrupa demokrasilerinden oldukça uzak bir profil çizmekledir. Meclis’e, yine halkın değil, liderlerinin gözünün içine bakan milletvekilleri doluşuyor. Bundan asıl kaybeden de siyasettir. Ne yapmalı? “Lider sultası” elbette tehlikeli; belli bir disiplin sağlasa da, tepeden inme atamalarla işlediği için partileri kitlelerden kopardığı, küçülttüğü gibi siyaseti de kişiselleştiriyor. Buna bir çare bulmalı! Öte yandan, seçim sistemimizin yapısından gelen aksaklıklar görülüyor: En başta da barajın yüzde 10 gibi hiçbir Batılı demokraside görülmeyecek denli yüksek tutulması, “temsilde adalet”e uygun düşmüyor. Hem toplumda çeşitli görüşlerin parlamentoda temsil edilmesine imkân verecek hem de sağlam bir Meclis çoğunluğu yaratacak bir seçim sistemi yaşamsal önemde. Konular üstünde bir gezinti! ilkent Üniversitesi öğretim üyesi Profesör Ergun Özbudun başkanlığındaki akademisyenlerce hazırlanan ve AKP’nin “sır” gibi sakladığı anayasa taslağını Cumhuriyet gazetesi bulup açıkladı. Bu, AKP’nin tezi oluyor. Onun dışında, Türkiye Barolar Birliği’nin, kimi sendikaların, tabip odalarının, kimi üniversitelerin, bağımsız ya da ortaklaşa anayasa tasarıları hazırlamakta olduklarını görüyoruz. Sevindiricidir bu haberler. Çünkü, yeni anayasa bu çoksesli ortamda doğacak demektir. 1961 Anayasası da, bu kadar olmasa da, yine de çoksesli bir ortamda doğmuştu. 961 ANAYASASI ÇIKIŞ 1Şimdi NOKTASI OLMALI ortaya çıkacak taslaklar, gelecek anayasanın temellerinin atılması ve örgüsünün işlenmesinde katkılarda bulunacaktır kuşkusuz. Sağlam bir çıkış noktası Bitirirken, önemli gerçekler L B olarak 1961 Anayasası’nın metni alınmalıdır; ikinci meclisle ilgili bölüm bir yana bırakılarak geri kalanı, o yıllardan bu yana ortaya çıkan ihtiyaç ve yeniliklerin aydınlığında işlenmelidir. 1961 Anayasası’nın, her şeyden önce “Başlangıç”ı hiç eskimeden sürüyor. Çağdaş tarihimizin anlamı orada kendisini belli ediyor. Anayasanın herhangi bir ideolojiden uzakta işleneceği kaygısı temelsizdir. Her anayasa, belli bir ideolojinin eseridir; her şey bir yana, “anayasa” kavramı ve terimi bile, en başta mutlak monarşilere karşı bir kavgada doğdu. “Liberal bir anayasa” deyimindeki ideoloji de açıktır. Günümüzde, “yeni liberalizm”in ise Amerikan kapitalizminin ortaya attığı bir aldatmaca olduğu unutulmamalı. Her şeyi “piyasa güçleri”nin terkisine ve insafına terk etmek yaşadığımız şu yıllarda toplumları nerelere doğru çekip götürdüğü, Türkiyemizde olup bitenlerden görül müyor mu? Bütün taslaklar, siyasal iktidarın örgütlenmesinde, yasama, yürütme ve yargının yetki ve görevleriyle uğraşacaktır. Yasama ve yürütme ilişkilerinde, yasama önde gelir; onun yanı sıra “güçlü yürütme” ihtiyacı kafaları uğraştıracaktır. Yargının bağımsızlığına dikkat edilmelidir. İNCİ OLİGARŞİNİN İLK ÖZLEMİ D LAİK DEVLETİ YOK ETMEK Bizim hükümet biçimimiz “parlamenter”dir. Bundan ayrılıp “başkanlık rejim”ine doğru havalanma niyetleri dizginlenmelidir. Cumhurbaşkanının onurlu bir yeri vardır sistemimizde; onu noter durumuna da düşürmemeli! Türkiye Cumhuriyeti, laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devletidir. Laik devleti sözde kalıp esnetme, dinci oligarşinin ilk özlemidir. “Laik barış” ise özgürlüklerin açılıp serpilmesinde rol alır. Öte yandan, laik devlet, en başta eğitimde rol alır, kökleşir. Özgürlükler, güvenceleriyle beraberdir. Sosyal devletse son yıllarda, yeni liberalizmin saldırılarıyla çok kayıplar verdi. Buna karşı çıkmalı. “Piyasa güçleri”ne övgüler düzenleyenler, emeğin haklarının düşmanlarıdır. Kadınerkek eşitliğinde, ülkemizde son yıllarda büyük bir hareketlilik görülüyor. Önemli olan, söylenenlerin hayata geçirilmesidir. Siyasal yaşamda önde gelen partilerin bir içtenlik içinde olmadıkları çok göze çarpıyor. AKP’nin, bütün iddialarına karşın son seçimlerden sonra kurduğu kabinede sadece tek bir kadın bakan görülüyor. Siyasal alanda, kadınlar temsil hakları kazanacaklarsa, Batılı ülkelerde olduğu gibi anayasalarda güvencelere kavuşmalılar, “Kotalar” usulü, akla ilk gelen önlemdir ve anayasaya konulmalıdır. S on olarak, söylenecekler olsa olsa şudur: AKP, olan bitene karşın, 22 Temmuz seçimlerinden de daha da kazançlı çıktı. Bu, dışarının ve içerideki güçlerin eseridir. Konuyu, “halkın aptallığı” olarak görmek büyük bir yanlıştır. AKP, seçimdeki kazancı daha da verimli olsun diye laik sistemin anayasal temellerini çökertmek amacıyla, yeni bir anayasaya hazırlanıyor. Böyle bir ortamda, çağdaş ve Türkiye’ye yakışır bir anayasa örneğini ortaya koymakta, gerçekten ilerici, demokrat ve sol aydın ve kuruluşları da bir görev bekliyor. Solun ideolojik, politik ve örgütsel bir yenilenmeye, bir tür “siyasal bir Rönesans”a ihtiyacı var Ufuk Uras’ın deyimiyle. ÖDP milletvekili, bu konuda, önemli gerçeklerin de altını çiziyor (Cumhuriyet, 13.72007): Ne yapıp yapıp Adalet ve Kalkınma Partisi karşısında bir “sol seçenek” oluşturmalıyız. Şu anda öyle bir boşluk var; Kendi içine kapanan bir sol değil, küresel süreçte olabilen, her sorunu kendi sorunu olarak gören, “mücadeleyi küreselleştiren” bir sol ihtiyacı açık; “Demokrasiyle ekmek mücadelesini bütünleştiren” bir hat üzerinden solu büyütebiliriz. B CUMHURİYET 09 K İ T T İ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle