22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 19 KASIM 2007 PAZARTESİ 10 DIŞ BASIN dishab?cumhuriyet.com.tr İspanyol Kralı, Amerika topraklarını hâlâ büyük dedesi Ferdinand’ın yönettiğini sanıyor DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Carlos’un maskesi Şili’de düştü EMILIO MARIN ‘Zoe’nin Gemisi’nin Çocuk Köleleri Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin başı şu sıralar fena halde belada görünüyor. İktidara geldiğinden bu yana yakın ilişkiler içinde olduğu parababalarına, vergi avantajlarından kolay işçi çıkarmaya uzanan bitip tükenmez ayrıcalıklar sağlarken ‘reform’ bahanesiyle emekçilerin kazanılmış haklarını birer ikişer budayıp durmasının ödenmesi gereken bir bedeli olacağı kaçınılmazdı. Nitekim geçen haftadan itibaren başta demiryolu işçileri olmak üzere sendikalar greve başladılar. Üniversiteler ayakta. Giderek yaygınlaşan grev dalgasına karşın hükümet, daha doğrusu Başkan Sarkozy, ne pahasına olursa olsun ‘reformları’ hayata geçirmekte kararlı görünüyor. Amaç piyasa ekonomisinin gereklerini dayatarak, emekçileri ve sendikaları, AB’nin Lizbon’da benimsenen, Birliği dayanışmacı özünden saptırarak piyasacılara kayıtsız şartsız hâkimiyet sağlayacak ‘basitleştirilmiş anayasasının’ gereklerine uygun olarak dize getirmek. Başkanın ve partisinin büyük sermaye çevrelerine ve W. Bush’un Amerika’sına olan aşırı hayranlığı kimsenin saklısı değil. Şimdiden Tony Blair’den boşalan Amerikan bendeliğinin en güçlü adayı sayılmaktadır. İkide bir yaptığı çıkışlara bakılırsa, kendisini, AB politikalarında tek söz sahibi olarak görmesi de cabası. İktidara geldiğinden bu yana Türkiye’nin üyeliğine ters bakmakta, üyeliğine tarih düşüp durmaktadır. Son çıkışı ise evlere şenlik; “Ankara’nın üyeliği en az ‘on beş’ yıl alır. Avrupa, Suriye ile sınırdaş olamaz” diyerek soruna örtülü de olsa ‘ırkçı’ art niyetle yaklaşmakta sakınca görmemektedir. Göçmen ailelerin bir araya gelmelerinde, Almanya ile birlikte gayri insani DNA testi uygulama girişimlerinde de aynı art niyeti görmek olasıdır. İki haftadan bu yana Fransa; adını canlıları büyük felaketten kurtaran ‘Nuh’un Gemisi’nden esinlenerek alan hükümetler dışı ‘yardım’ kuruluşu ‘Zoe’nin Gemisi’ Afrika ülkesi Çad’dan 103 küçük yetimi Fransa’daki ailelere pazarlamak üzere kaçırırken yakalanmaları skandalıyla çalkalanmaktadır. Olayda Fransa’nın doğrudan sorumluluğu yok. Ama ağır ihmali söz konusu. Aslında çocuklar Darfur’dan kurtarılmış yetimler de değil. Hepsi de aileleri olan Çadlı çocuklar. Yardım kuruluşu sahte kimliğiyle kaçakçılığı düzenleyenler, Fransa’da evlat edinmek isteyen ailelere çocukları kişi başına 2000 ila 6000 Avro’ya pazarlamışlar. Başkan Sarkozy’nin dayatmalarına karşın skandalın gerçek sorumluları, bu korkunç girişimlerinin hesabını Fransa’da değil, Çad yargısı önünde verecekler. Fransa’da, özellikle de ‘karaderili’ çocukları evlat edinmek isteyen aile sayısı hayli kabarık. Oysa arz, talebi doyurmaktan uzak. Bu yüzden çocuk kaçakçılığı kâr açısından iştah kabartıyor. Ailelerin evlat edinmek istedikleri çocukların ille de Afrikalı olmalarını istemeleri; kim bilir belki de köle ticaretinin Avrupa kapitalizmini ihya ettiği, dolayısıyla da son derece doğal ve ahlaki sayıldığı dönemlerin bilinçaltına yerleşmiş bir ürkünç alışkanlıktan kaynaklanmaktadır. ‘Zoe’nin Gemisi’ skandalı, aslında sadece buzdağının su üstündeki kitlesidir. Oysa asıl kitle suyun altındadır. Çocuk kaçakçılığı Çad olayıyla sınırlı değildir. İnanılmaz ölçüde yaygındır. Bugün dünyada milyonlarca küçük kız ve erkek çocuk kötü muameleyle karşı karşıyadır. Milyonlarcası fuhşa zorlanmakta, zorla ağır işlerde çalıştırılmakta, açlığın pençesinde yitip gitmektedir. 2002 yılında yapılan bir araştırmaya göre, fuhşa zorlanan kız çocuklarının sayısı 150, erkek çocukların sayısı ise 73 milyon gibi ürkünç boyutlardadır. ??? 14. Louis döneminin güçlü bakanı Colbert’in köleleri serbestçe alınıp satılan ‘ev eşyası’ sayan ünlü ‘Siyah Yasası’ndan (Code Noir) sonra Fransızlar 14501867 yılları arasında İngilizler ve Hollandalıların hâkim olduğu köle ticaretine biraz geç katıldılar. Ama 18. yüzyılda hızlı bir gelişme göstererek bu insanlık dışı, ama büyük kârlar sağlayan ticarette, İngiltere’nin hemen ardında ikinci sıraya yerleştiler. Avrupa kapitalizminin gelişmesinde büyük katkısı olan köle ticaretinin, çoktandır defalarca lağvedilmesine karşın günümüzde de değişik biçimlerde varlığını sürdürdüğü biliniyor. Irkçı ideolojinin büyük ölçüde köle ticareti döneminden kaynaklandığından ise kuşku yok. Bu konuda son olay Başkan Sarkozy’nin geçen 26 Temmuz’da Senegal’in başkenti Dakar’da Afrika’yla ilgili konuşmasıyla yaşanan skandaldır. Sarkozy, Afrikalı aydınlar arasında derin yara açan konuşmasında, “Afrikalı aydınlar tarihe girememişlerdir. Afrika’nın dramı, Afrika insanının tarihe yeterince girmeyi ve geleceğe atılım yapmayı başaramamasıdır” demiştir. 17, 18 ve 19. yüzyılın köleci ve ırkçı söylemlerinden esinlenen bu sözlerin günümüzde de dile getirilmesi, köleciliğin sermayeci kesimde hâlâ varlığını sürdürdüğünün şaşmaz kanıtları arasındadır. BM Irkçılık Komisyonu özel raportörü Dudu Diane, Başkan Sarkozy’yi tıpkı Afrika kökenlilerin entelektüel açıdan geri olduklarını iddia eden Tıp Nobelli James Watson gibi ırkçılığı yasallaştırmaya çalışmakla suçlamıştır. Başkan, Afrika insanının tarihe girememesinin nedenini öncelikle Kara Kıta’yı ve halklarını kıyasıya soyan, ucuz emek kaynağı olarak pazarlayan köle taciri atalarına sormalı ve bu utanç verici geçmişiyle yüzleşmelidir. “Önümde son girdiğimiz köyden sağladığımız bir hamal var. Güçlü ve soylu. Taşıdığı yükün ağırlığının onun için önemi yok. Başının üstündeki ağır yüke karşın zarif, hafif, dans eder gibi yürüyor (...) Fransız insan hakları savunucuları, siyah kafanın yük taşımak, beyaz kafanın ise düşünmek için yaratıldığını neden bir türlü kabule yanaşmazlar ki...” (Sömürgeci yazar Ernest Pichari, Afrika Anıları, Paris, Louis Conard Yayınevi, 1927). 17. İberamerika Kongresi İspanya Kralı Juan Carlos’un iki kez halkının oylarıyla seçilmiş bir başkanı susturmaya çalışmasıyla yıllarca anılacak. Kralların, doğdukları andan başlayarak çok iyi bir eğitimden geçtikleri var sayılır. Arkalarında her isteklerini yerine getiren bir esirler ordusu vardır. Bu nedenle olsa gerek kendilerini diğer ölümlülerden üstün sayarlar. İspanya Kralı da bu kuralın dışında değil. Amerika’yı yeniden fethe çıktığında Bolivar ve San Martin’in bozguna uğrattığı Ferdinand VI’nın büyük büyük torunu sonunda iyi, alçakgönüllü kral maskesini Şili’de çıkarıp attı. Tüm Latin Amerika ve İber yarımadası devlet başkanlarının katıldığı bir oturumda kendini kaybedip Venezüella Devlet Başkanı Chavez’e susmasını buyurdu. Çok bilindik bir davranış ama burada hiçbir yararı Ş Kral Carlos ili’deki toplantıda çok konuşulmayan bir başka olay daha oldu. Kral, Nikaragua Devlet Başkanı Ortega konuşurken oturumu terk etti. Ortega ülkesini sömüren İspanyol şirketlerini eleştiriyordu. Kral, Chavez’e meydan okurken faşist Aznar’ı koruyor; Ortega’yı küçümserken yağmacı İspanyol şirketlerinin avukatlığını yapıyordu. Devlet Başkanı Daniel Ortega konuşurken oturumu terk etti. Ortega ülkesini sömüren İspanyol şirketlerini eleştiriyordu. Kral, Chavez’e meydan okurken faşist Aznar’ı koruyor; Ortega’yı küçümserken yağmacı İspanyol şirketlerinin avukatlığını yapıyordu. Arjantin Devlet Başkanı Kirchner’in iyi ilişkiler içinde olduğu Repsol şirketini pek çok başkan eleştirdi. Ekvador Devlet Başkanı Correa, kendilerini kırlangıç olarak niteleyen şirketlerin aslında yağmacı kuşlar gibi olduğunu belirtti. Juan Carlos da bu çetenin pardon kuş sürüsünün bir parçası. İspanya ve darbe Aznar’a yöneltilen suçlamalar doğrulanmıştır. 11 Nisan 2002’de Chavez’e karşı CIA ve Bush hükümetince hazırlanmış, Venezüella silahlı kuvvetlerinin tutucu kanadınca gerçekleştirilmiş darbeye İspanya’nın sağcı hükümeti ve medya da karışmıştı. İşadamı Carmona, başkanlık sarayı Miraflores’i ele geçirdiğinde orada sadece iki diplomat bulunuyordu: ABD’nin Venezüella Büyükelçisi Charles Schapiro ve İspanya Büyükelçisi Manuel Viturro. Darbe sırasında 20 kişi darbeciler tarafından vurulmuş ancak işbirlikçi medya Chavez taraftarlarının ateş ettiği yalanını yaymıştı. İki üniformalı ABD subayı ordu komuta merkezinde görülmüştü. Başkan Orchila adasında tutuklu iken Carmona, meclisi yüksek mahkemeyi ve demokratik kurumların çoğunu feshetmişti. Bu zalimlik, halkı ve silahlı kuvvetlerin darbeci olmayan bölümünü birleştirmiş ve sokaklara çıkıp Chavez’i geri istemelerini sağlamıştı.14 Nisan’da sonuç alınmış ve Chavez geri dönmüştü. Bu üç günde ABD lobisinin darbedeki desteği açıklıkla görülmüştü. Beyaz Saray, Venezüella’daki olaylar sonucu hükümet değişikliği olduğunu açıklamış ve Chavez’in istifa ettiği, hükümeti görevden aldığı yalanını uydurmuştu. Aznar yönetimi Beyaz Saray’ı körü körüne izledi. Şimdiki Dışişleri Bakanı Moratinos’un da kabul ettiği gibi İspanya Dışişleri’nin sivilaskeri darbeyi desteklediği biliniyor. Moratinos cumartesi günü zirvede Zapatero ve Kral’ın yanında oturuyordu. Chavez’i dinlerken doğru söylediğini biliyordu ama başbakanı gibi sosyalist olan bu dışişleri bakanı hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi davrandı. Aznar’ı savunanlar beylik halkoyu ile seçilmişlik tezini kullandılar. Hitler de öyleydi. olmayacak. Bu sözleri, yalnızca kabalığını ve faşistlikle suçlanan Aznar’ı savunma politikasını gösteriyor. Kralın bu davranışıyla korumaya çalıştığı eski başkan, İspanya aşırı sağının lideri Aznar, İspanyol halkına, Venezülla hükümetine ve insanlığa karşı pek çok haksızlığa bulaşmış biri. ABD’nin Irak işgaline Tony Blair ile birlikte katılmış ve Bush’u desteklemişti. Şili’deki toplantıda çok konuşulmayan bir başka olay daha oldu. Kral, Nikaragua Waterloo ideolojisi yeniden ortaya çıktı Zirvedeki tartışma E mperyalizmin türümüzü yok etmesini önlemek için, Venezüella başarısını, korkunç bir yenilgiye değil, daha büyük bir zafere dönüştürmeyi sağlamalıdır. FIDEL CASTRO RUZ D uvarlar, uzaklık ve zaman; tüm engeller yok oldu. Sanki bir düş gördük. Daha önce devlet ya da hükümet başkanları arasında böyle bir diyalog hiç yaşanmadı. Toplantıya katılanların çoğunluğu, yüzyıllarca emperyalist güçlerce yağmalanmış ulusların temsilcileriydi. Hiçbir şey bu kadar öğretici olamazdı. 10 Kasım 2007 Cumartesi, Amerikamızın tarihine gerçeğin günü olarak geçecek. Waterloo ideolojisi, İspanya Kralı, Devlet Başkanı Chavez’e kabaca “Neden susmuyorsun’’ dediğinde yeniden ortaya çıktı. O anda tüm Latin Amerika’nın yüreği titredi. 2 Aralık’taki referandumda “evet” ya da “hayır” diyecek olan Venezüella halkı, Bolivar’ın şanlı günlerini yeniden yaşamışçasına ürperdi. Sevgili kardeşimizin her gün göğüslemek zorunda kaldığı darbeler ve ihanetler Bolivarcı halkın bu duygularını değiştiremeyecek. Chavez’in Şili dönüşü Caracas havaalanında yaptığı konuşmada kitleleri harekete geçirme planlarını dinlediğimde kesinlikle anladım ki var olan koşullar ve kazandığı ideolojik zafer nedeniyle imparatorluğun bir kiralık katil veya bir meczup tarafından hayatına son verilebilir. Düşman Kral Holodomor, soykırım kabul edilecek mi? YOZİF ZİSELS HALİNA HARAZ (*) U Savaşımı sürdürmeliyiz İmparatorluğun ve oligarşinin Chavez’i çıkmaz bir sokağa sokmak için tüm güçleriyle çalıştıkları çok açık, böylece onu kolaylıkla ateş hattına sürecekler. Emperyalizmin türümüzü yok etmesini önlemek için, Venezüella başarısını, korkunç bir yenilgiye değil, daha büyük bir zafere dönüştürmeyi sağlamalıdır. Savaşımı sürdürmeliyiz, risk almalıyız, ama Rus ruleti oynamamalı ya da her gün yazıtura atmamalıyız. Hiç kimse olası tehlikelerden kaçamaz. Bu gibi durumlarda çağdaş iletişim araçlarını kullanarak zirve tartışmalarını dünyaya canlı yayında ve doğrudan aktarmak yeğlenmelidir. İspanyolcadan çeviren: Engin Demiriz (Granma, Küba, 12 Kasım 2007) krayna Devlet Başkanı Viktor Yuşçenko’nun İsrail ziyareti, İkinci Dünya Savaşı’nda Sovyet kuvvetlerine karşı çarpışan ve Yahudi aleyhtarı olmakla suçlanan Ukrayna milliyetçilerinin Upa örgütünü övmesi, bu örgütün komutanı Şuheviç’i kahraman ilan etmesi gibi, İsrail açısından hoş olmayan gelişmelerin gölgesinde gerçekleşecek. Tam emin olmasak da, Ukrayna’da 1930’larda Sovyet politikaları doğrultusunda milyonlarca kişinin açlıktan hayatını kaybettiği “Holodomor”** olaylarının İsrail tarafından da soykırım olarak tanınması talebinin Yuşçenko’nun ziyaret ? Ukrayna’da 1930’larda Sovyet amaçları arasında yer alması, politikaları doğrultusunda milyonlarca yüksek bir olasılık. Sonuçta, kişinin açlıktan hayatını kaybettiği Yuşçenko’nun İsrail’e yapmayı “Holodomor” olaylarının İsrail çok istediği bu ziyaret, iki yıldan tarafından da soykırım olarak tanınması fazla bir süredir, çeşitli gerekçelerle ertelenmişti. talebinin Yuşçenko’nun ziyaret amaçları Holodomor’un soykırım olarak arasında yer alması, yüksek bir olasılık. tanınması, neden Ukrayna milyon arasında insan hayatını açısından bu kadar önemli? kaybetti ve ölümlerin çok büyük Ukrayna, kendi ulusal kimliğini bölümü Ukrayna’da, Kuban’da biçimlendirme ve ulusal tarihini (burada da etnik Ukraynalılar yazma aşamasında. Bu nedenle, yaşıyordu), Volga bölgesinde ve geçmişteki trajik olaylar, onlar Kazakistan’da gerçekleşti. açısından önemli. Bunlar arasında Ukraynalılara göre bu trajedi, Sovyet özellikle İkinci Dünya Savaşı ve yönetimi tarafından, özellikle Holodomor olayları başta geliyor. Ukrayna ulusunun imhası amacını Holodomor’un diğer ülkeler taşıyan bir ulusal trajedi özelliğine tarafından da soykırım olarak sahip. Buna karşılık bazıları, tanınması, özellikle bu açıdan Holodomor’da Sovyet yöneticilerinin Ukraynalılar için önemli. Biz bir ulusu değil, bir toplumsal sınıfı, Yahudiler, “soykırım” kelimesinden yani bireysel köylüleri imha amacını sadece “Holokost”u (Yahudi taşıdığını iddia ediyorlar. Bizce bu soykırımı) anlıyoruz. Oysaki tartışmalar hiç ahlaki değil. Stalin’in dünyada başka trajik olaylar da ve yoldaşlarının bu işi hangi amaçla yaşanmış durumda: Ermenilerin yaptığını henüz bilmiyoruz. Fakat başına gelenler, Ruanda ve ortaya çıkan sonuç, soykırımın Kamboçya’daki olaylar, akla gelen ilk örnekler. Sonra, Stalin tarafından sürgüne gönderilen ve yolda giderken mevcudunun yarısını kaybeden Sovyet halklarını da anmak gerekir. Holodomor’un soykırım olarak tanınmamasının biçimsel nedeni, soykırım konusunda yapılmış olan tanıma dayanıyor. Birleşmiş Milletler’in soykırım tanımına göre soykırım, bir ulusal, etnik, ırksal ya da dini grubun üyelerini tamamen ya da kısmen imha amacıyla gerçekleştirilen eylemdir. Holodomor olaylarına baktığımızda, bunların insan eliyle gerçekleştirilmiş, siyasi ve ideolojik eylemler olduğunu görüyoruz. Bu politikaların sonucunda 5 ile 7 tanımına tamamen uyuyor. Dolayısıyla, dünya devletlerinin Holodomor’u bir soykırım olarak tanıyıp tanımamaları, teknik nedenlerden değil, olsa olsa, ortaya yeniden çıkmakta olan iki kutuplu düzenden kaynaklanacak. Tazminat korkusu Rusya, bu olayların soykırım olarak tanınması çabalarından rahatsız ve Holodomor’da sadece Ukraynalı köylülerin değil, bütün Sovyet halklarının kayıplar verdiğini öne sürüyor. Rusya’nın korkusu, Ukrayna’nın kendisinden tazminat isteyebilme olasılığı. Böyle bir durum, Rusya’nın kendisini Sovyetler Birliği’nin sadece halef devleti değil, doğrudan doğruya devamı olarak ilan etmesi durumunda söz konusu olabilir. Bu durumda Rusya, sadece Sovyet döneminin iyi taraflarının değil, Sovyet yönetimince işlenen suçların da vârisi olarak görülecektir. İnanıyoruz ki, İsrail yönetimi, er ya da geç, Ermeni trajedisini de, Stalin’in sürgünlerini de soykırım olarak tanıyacaktır. Şu anda istediğimiz ise İsrail’in, Ukrayna’nın bu konudaki isteğini anlayışla karşılamasıdır. * İsrailli tarihçiler ** Holodomor: Ukrayna kırımı; 19321933 arasında, Sovyetler Birliği yönetiminin toplu üretim politikasını reddeden köylülerin, ceza olarak, ülkedeki ekonomik ve sosyal hayatın dışında bırakılması sonucunda meydana gelen kıtlıktan 5 ila 10 milyon kişinin ölümü. Ukraynacadan çeviren: Deniz Berktay (Zerkalo Tijniya gazetesi, Ukrayna, 11 Kasım 2007) Şili’de olanlar başkanların ve dışişleri bakanlarının taraflarını seçmesine neden oldu. Ortega Chavez’i destekledi ve kendi süresinden birkaç dakikayı kullanmasına izin verdi. Küba Devlet Başkan Yardımcısı Lage ve Bolivya Devlet Başkanı Evo Morales de bu blokta yer aldı. Hepsi bu zirvenin amacının halkların kardeşliği ve bütünleşmesi olduğunu vurguladılar. İspanyol tarafını açıkça destekleyen olmadı. Kuşkusuz Kolombiya Devlet Başkanı Uribe, İspanyollara kendini daha yakın hissediyordu. Peru Devlet Başkanı Garcia da serbest ticareti överek yanlış tarafta yer almıştı. Kirchner ise abartılı bir sessizlik içindeydi. Ancak ertesi gün eşi yeni devlet başkanı Christina ile birlikte Zapatero ile görüştüler ve İspanyol şirketlerinin isteklerini kabul ettiler. Öte yandan Chavez’in desteğiyle Güney Bankası’na katılacaklar. Peronizmin uyum kapasitesi mi, yoksa fırsatçılık mı? Christina seçilmeden önce Palma de Mayorka’da Kral ve Zapatero ile buluşmuş ve İspanya’yı asıl politik ve ekonomik ortak olarak tanımlamıştı. Öyle görünüyor ki İspanya “ana vatan’’ olmayı sürdürecek. Böyle bir şey yok. İspanyol şirketleri doğal ve kamusal kaynaklarımızı ele geçiriyorlar. Kral iyi bir lobici olarak bu işlerle ilgileniyor, şirketlerden komisyonlar alıyor. Bu da kraliyet ailesinin 2003 yılında 1.790 milyon Avro’ya varan zenginliğini açıklıyor. Krala ayrılan bütçeyle böyle bir servet edinilemez. Aradaki fark belki de İspanyol şirketlerinin kazançlarının bir bölümünden kaynaklanıyor. İspanyolcadan çeviren: Engin Demiriz (Argenpress, Arjantin, 13 Kasım 2007) İngilizceyi İngilizce kaynaklardan öğrenin... Westminster University ve Premier College sertifikalarına sahip, London School of Busness Administration’da master yapmış ÖĞRETMENDEN, BRITISH ENGLISH Gramer, derslere yardımcı, sınavlara hazırlık İş İngilizcesi (Business English) ve İngilizce iş görüşmelerine (Interview hazırlık. Acıbadem / İstanbul 0 536 225 07 80 CUMHURİYET 10 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle