Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
22 EKİM 2007 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ ekonomi?cumhuriyet.com.tr Mevcut sistem yama tutmuyor ama.. yeni sistem de giderleri azaltmayacak, harcamalar 3 yılda 2 kat artacak 13 ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK Emeklilik sorun yumağı MURAT KIŞLALI Küresel Düşünme Yetisi! Geçen hafta sonu Cumhuriyet’te yer alan bir haberin başlığı ilginçti: “Rusya Devletçiliğe Dönüyor” (13 Ekim). Haberin üst başlığı her şeyi söylüyordu, “Atom enerjisinden balıkçılığa pek çok sektörde yeni KİTKamu İktisadi Teşebbüsü, faaliyete başladı”. Kuzey komşumuzun ekonomi politikasında başlayan bu büyük ve önemli değişim ve dönüşüm, küreselleşme süreci çerçevesinde irdelenmelidir. Gerçekten de küreselleşmeyi algılamada, sosyalizmin iki en büyüğünün, Rusya ve Çin’in, bugüne kadar, tümüyle biri birinin tersine bir yol izlediği görülüyordu. Rusya’da atılan bu devletçilik adımıyla bu yollar yeniden birleşiyor. ??? Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, 1990’larda, Rus ekonomisi, önce içeriden, sonra da dışarıdan yağmalandı. Birkaçı dışında büyük işletmeler, sudan ucuza, dağıtılırcasına ya da el konularak özelleştirildi, sonra da benzer yöntemlerle yabancılara satıldı. Rus ekonomisi tam anlamıyla çöktü; ABD ve IMF’nin baskısı ile bunalan bu ülke, yoğun olarak dışarıdan borçlandı. Ancak başta doğalgaz olmak üzere enerji kaynaklarının etkili kullanımı ve Putin’in ulusal çıkarlara öncelik veren politikalarının bir sonucu olarak, ekonomi nefes aldı; IMF başta olmak üzere dış baskılardan kurtarıldı. Son yıllarda, dış gelirlerle birlikte döviz kaynakları arttı; ekonomi cari açık değil, 73.5 milyar dolar fazla veriyor ve yılda yüzde 7.2 gibi oldukça yüksek bir büyüme oranı yakalanmış bulunuyor. Tüketici fiyatları yüzde 8.3 artıyor; faiz oranı da yüzde 10’da kalıyor (The Economist, 18 Ekim). Çin’de ise dönüşüm hiç de böyle olmadı. Çin, küreselleşme sürecini başından beri, doğru algıladı. Çin yönetimi, uluslararası ekonomik yarışın, dünya pazarlarında rekabet edebilecek büyük firmaların işi olduğu bilinciyle davrandı. Bu bilinçle ekonomide küresel güç olunabilirdi. Bu gerçekten hareketle, Çin, KİT’ini satmadı; tersine onların daha da büyümesini, dış pazarlarda daha çok satış yapmasını sonuna kadar destekledi. Yıllardır, bu politikanın büyük getirisiyle, ekonomik olarak her geçen gün biraz daha güçleniyor; yüzde 10’ları aşan büyüme hızı, yani, artan üretimi ve dış ticaretiyle, dünya ekonomisinin gidişini belirleyici bir konuma yükseliyor. Rusya şimdilerde Çin’e benzemeye çalışıyor. Bu ülke, birkaç sektörü, ekonomisi için kilit sayıyor; bunlar, nanoteknoloji, silah sanayisi, gemi yapımı, ilaç sanayisi, konut ve balıkçılık olarak sıralanıyor. Bu sektörlerde kurulacak kamu girişimleri, özerk çalışacaktır. Ek olarak, özel sermaye bunları satın alamayacaktır. Bu sektörlerin kilit sayılması, yalnızca, Rus ekonomisi için önemli olmalarından kaynaklanmıyor. Bunların ortak özelliği, araştırma ve geliştirme ve buradan teknolojik yeniliğin öncüsü olmalarıdır. Asıl önemli nokta budur. Çünkü günümüzde küreselleşme süreci, bilimsel gelişme ve teknolojik yenilik eksenine yerleşmiştir. ??? Türkiye, Rusya’daki bu ekonomi politikası değişikliğinden ders alabilir mi? Sorunun yanıtına geçmeden, olan bitene bakılmalıdır. Türkiye’de KİT 1930’larda özerk çalışıyordu. Sonra, özellikle 1950 sonrasında, bunları siyasetçinin rant dağıtım aracı yaptı. Bu körlük nedeniyle, küreselleşmeyi doğru okuyamadı. ABD ve IMF’nin sözünden çıkmadı. İletişim ve haberleşme teknolojilerinde büyük bir dönüşüm başladığı sırada, 1980’lerin ortasında, TELETAŞ’ı yabancılara sattı; beynine kurşun sıktı. Kamunun elinde bulunan büyük kurum ve kuruluşları da, özerkleştirerek ve yönetimlerine yetenekli yöneticiler getirerek küresel yarışçı olarak destekleyecek yerde, yıllarca özelleştirme çadırında nefessiz bıraktı; sonra da bir kısmını sudan ucuza sattı; satmayı sürdürüyor. Burada ilginç bir örnek verelim. İtalya’nın ünlü ENI’si, bizim TPAO ile aynı tarihlerde, 1950’lerde kuruldu. TPAO ve 1930’larda enerji konusunda mühendislik hizmetleri için oluşturulmuş olan EİEİ Elektrik İşleri Etüd İdaresi, birlikte, özellikle 1974’te başlayan petrol bunalımı sonrasında, ulusal ve küresel alanda çok şey yapabilirlerdi. Ülkeyi yönetenler, TPAO’yu, EİEİ’yi, değil uzağı, yakını bile görmeyen ilkellikleriyle çalışamaz kıldılar; “kadrolaşarak” ele geçirdiler. Bununla da kalmadılar, enerjiyi rüşvetin, yolsuzluğun ve talanın alanı yaptılar. Oysa, ENI, atılıp satılmadı; sermayesinin yüzde 38’i kamunun elinde, kalanının özelleştirmesi de büyük bölümü şirketin çalışanlarına olmak üzere halka satış yöntemiyle yapıldı; iyi yönetiliyor. Büyüdü, ileri teknoloji kullanan bir dev oldu; 73 bin kişi çalıştırıyor; 70 ülkede faaliyet gösteriyor; küresel oynuyor; son yıllarda, Azerbaycan ve Kazakistan’da çıkardığı petrol ve doğalgazı bize satıyor; ayrıca, Mavi Akım ve SamsunCeyhan projelerini yürütüyor. Doğrusu, Türklerden iyi para kazanıyor! Biz de ulus olarak enerjiyi ucuza satsın diye ENI’ye dua ediyoruz. Ders alabilmek için de bir kapasite gerekiyor. Türkiye’yi yönetenlerde Rusya’nın şimdilerde yaptıklarını anlama yeterliliği olduğunu hiç sanmıyorum. yakupkepenek06@hotmail.com ANKARA Türkiye’de sosyal güvenlik sistemi Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) mevzuatıyla işçileri, BağKur mevzuatıyla iş sahipleri ve serbest çalışanları, Emekli Sandığı mevzuatı ile de memurları kapsıyor. Üç sosyal güvenlik kurumunun da finansman, örgütlenme ve altyapıyla ilgi çözülmesi gereken önemli sorunları bulunuyor. Yeni Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası Yasası’nın gerekçesine göre mevcut sistemde; devlet memurları, hizmet akdine göre ücretle çalışanlar, tarım işlerinde ücretle çalışanlar, kendi hesabına çalışanlar ve tarımda kendi hesabına çalışanlar olmak üzere beş farklı emeklilik rejimi bulunuyor. Bu rejimlerin aktüaryal ? Emeklilik sistemindeki sıkıntıların çözümü olarak getirilen yeni Sosyal Güvenlik Reformu’nun, tam tersine, sosyal güvenlik ve sağlıktaki harcamaları 3 yılda 2.2 kat artırarak sorunu iyice içinden çıkılmaz bir hale sokacağı anlaşılıyor. olarak hak ve yükümlülüklerinin birbirinden farklı olması da eşitsizliğe yol açıyor. Sistemde yaşlılık, malullük, ölüm aylıkları, iş göremezlik ödenekleri, isteğe bağlı sigortalılık, fiili ve itibari hizmet zamları, kadrosuzluk nedeniyle emeklilik, tam ve kısmi emeklilik gibi sigorta haklarının verilmesinde faydayük dengesinin bozukluğu dikkati çekerken, emeklilik rejimindeki bozukluklar işgücünün korunamaması ve kayıt dışı istihdama da neden oluyor. artmasına neden olacak. Şu anda genç bir nüfus yapısına sahip olan Türkiye’de geleceğe ilişkin projeksiyonlar, nüfusun hızla yaşlanacağını ortaya koyuyor. 2025 yılına kadar, 65 yaş ve üzeri nüfus ile 014 yaş arası nüfusun çalışabilir nüfusa oranını gösteren “toplam bağımlı nüfus oranı”nın gerilemesi, yeterli denetimler yapılması durumunda sosyal güvenliğin dengesini olumluya çevirecek bir etken olabilecek. Sosyal güvenlik sisteminin içine düştüğü finansman sorunu, son olarak 1999’da yapılan düzenlemelerle çözülmeye çalışıldı. Buna karşın, SSK ve BağKur’un açıklarının artış hızı, 2000’deki geçici azalma dışında, son dört yılda tekrar artış eğilimine girdi. Düzenleme yapılmayan Emekli Sandı Demografik etkiler önemli olacak 65 yaş ve üstü nüfusun toplam nüfus içindeki payının artması, sosyal güvenlik sisteminin bir yandan gelirlerinin azalmasına, bir yandan da giderlerinin ğı’nın açıkları ise 1994’ten bu yana daha da hızlı arttı. Tüm bu sıkıntılara çözüm olarak sunulan ve AKP Hükümeti’nin eylem planının en başına aldığı yeni Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası Yasası’nın ise sorunları daha da derinleştireceği anlaşılıyor. Bunun nedeniyse, Hükümet’in, yeni yasanın yürürlüğe gireceği 2008’de bütçedeki sosyal güvenlik harcamalarını yüzde 86.4, sağlık harcamalarını ise yüzde 64.5 artırması. 2007’de 15.5 milyar YTL olan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesinin 2008’de 29 milyar YTL’ye, 2010’da ise 35.1 milyar YTL’ye çıkartılması öngörüldü. Buna göre sosyal güvenliğe ayrılacak kaynak 3 yılda 23 kat artacak. Aynı şekilde 2007’de 6.6 milyar YTL olan Sağlık Bakanlığı bütçesi de 2008’de 10.8 milyar YTL ’ye, 2010’da da 12.6 milyar YTL ’ye yükseltilecek. Böylece sağlık bütçesi de 2 kata yakın artmış olacak. KURUMLAR ARASI FARKLILIKLAR Sosyal güvenlik konularının önde gelen uzmanı Sezgin Özcan, emeklilikle ilgili yaşanan bazı tipik çarpıklıkları şöyle sıralıyor: Emeklilik yaşı: Erkeklerde emekli olma koşulları, SSK’de 7 bin gün iken, BağKur’da 25 yıl ve yaş sınırı ile belirleniyor. Emekli Sandığı’nda da 25 fiili hizmet yılı. Primler: SSK sigortalısı tavan ve taban arasında olmak üzere tüm ücreti üzerinden prim öderken, BağKur’lu bulunduğu basamağa göre prim ödüyor. Emekli Sandığı avantajlı: Hayatını kaybetmiş SSK sigortalısının eşi ve kız çocuğuna evlenmeleri halinde evlenme yardımı ödenirken, BağKur sigortalısının eş ve çocuğuna ödenmiyor, Emekli Sandığı sigortalısının ise annesine bile ödeniyor. Yetim aylıkları: Ölen Emekli Sandığı iştirakçisinin evlenmemiş veya dul kızı SSK veya BağKur’dan aylık almasına rağmen babasından yetim aylığı almaya devam ederken, ölmüş SSK veya BağKur emeklisinin dul ve evlenmemiş kızı diğer sosyal gruplardan aylık alıyorsa ve bunlara tabi çalışıyorsa yetim aylığı alamıyor. Y A P I S A L Bürokrasideki sosyal güvenlik uzmanlarının çözüm önerdikleri çeşitli alanlar da şöyle: Emeklilik yaşı: SSK’de emeklilerin yüzde 62’sinin yaşı asgari emeklilik yaşı olan 5860 yaşın altında bulunuyor. Genç emekli sayısının yüksek olması, daha kısa çalışma süresi, daha uzun emeklilik süresi anlamına S O R U N L A R geliyor. SSK’de 19.4 yıl çalışarak emekli olabilen bir kadın 35 yıl, bir erkek ise 28 yıl boyunca emekli aylığı alabiliyor. Aylık bağlama oranı: Emekliliğe yönelik öngörülen süreden sonra her ek yıl için düşürülüyor. Emekli Sandığı’nda ilk 25 yıl için aylık bağlama oranı yüzde 3 iken, 25 yıldan sonra çalışılan her yıl için aylık bağlama oranı yüzde 1’e iniyor. Kurumlar arası farklılıklar: Sosyal güvenlik alanında faaliyet gösteren çok sayıda kurumun bulunması, bu kurumlar kapsamında bulunan kişilerin hak ve yükümlülüklerinin farklılaşmasına neden oluyor. Bu yapı eşgüdüm sağlanmasını da zorlaştırıyor. Yapısal sorunlar: Mevzuatın karmaşık olması, aşırı bürokratik işlemler, bilgi işlem altyapısının yetersiz olması ve personele ilişkin sorunlar sosyal güvenlik kurumlarının etkin çalışmasına engel oluyor. erginy@tr.net http://erginyildizoglu.blogspot.com son derecede zayıflamış durumda (The Economist 18/07). Bir Kara Pazartesi daha yaşanırsa, bu kez, 19871997 arasındakine benzer güçlü ve çabuk bir toparlanma yaşamak da olanaklı değil. 1929’a benzer uzun bir gerileme olasılığı daha yüksek, çünkü kapasite fazlası, borç yükü çok büyük... Ya ‘Asya krizi’? Dünya Yatırım Raporu2007 de, Asya ülkelerine yönelik doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının, 1997’de 12 milyar dolardan 2000’de 9 milyara düştükten sonra, 2003’te toparlanmaya başladığını, 2004’ten sonra hızlanarak 40 milyar dolara, 2006’da da 69 milyar dolara ulaştığını gösteriyor. Tüm gelişmekte olan ülkelerdeyse 2003’te 166 milyar dolara gerileyen yatırımların 2004’te artmaya başlayarak, 2006’da 379 milyar dolara ulaştığı görülüyor. Diğer bir deyişle, FED ve diğer gelişmiş ülke merkez bankaları 2003’te para musluklarını açınca, merkezden çevreye sermaye hareketlerinde hızlı bir artış başlamış. Kredi krizinin başlamasıyla birlikte artış hızlanmış. Bu gelişmeler de ister istemez, kredi köpüğü delinirken gelişmekte olan piyasalarda yeni bir köpüğe, yeni bir “Asya krizi” türü mali kriz olasılığına işaret ediyor. Ancak bu konuda uzmanların değerlendirmeleri çeşitli. Örneğin Prof. Stiglitz hazirandaki bir yorumunda 10 yıl sonra hâlâ gereken derslerin alınamadığını, sermaye hareketlerine gereken denetimin getirilemediğini, kimi ülkelerin dış dengelerinin son derecede zayıf olduğunu vurguluyordu (Daily Star, 05/06/07). Diğer taraftan The Economist, çok daha iyimser bir yaklaşımla, gelişmekte olan piyasalarda, ekonomilerin dış dengelerinin düzeldiğine, iç ve dış borçların büyük ölçüde azaldığına işaret ediyor, yeni bir kriz olasılığının zayıf olduğunu savunuyordu. Ancak, The Economist, Çin’in döviz ve rezerv politikalarının bölgede yeni köpüklerin oluşma sürecini güçlendirdiği konusunda Prof. Roubini’nin yorumuyla anlaşıyordu. Bunlar haziran ayındaydı, kredi köpüğünün delinmesinden, geçtiğimiz yedi haftalık tırmanıştan önceydi. Ama daha o zaman bile hemen tüm yorumcular kimi Doğu Avrupa ülkeleriyle, Asya krizinden bu yana dış dengelerini bir türlü düzeltemeyen Türkiye’nin risklerine dikkat çekiyorlardı. M A L İ Z O R L U K L A R yetersizliği.” Gider artırıcı faktörler arasında ise, “erken yaşta emeklilik uygulamaları, primi alınmadan yapılan sigorta ödemeleri, borçlanma kanunları, uzayan ortalama ömür nedeniyle artan aylık ödemeleri ve sağlık yardımlarının yanı sıra prim gelirleri ile ödenen aylıklar arasındaki ilişkinin zayıflığı” sıralanıyor. Sosyal güvenlik sisteminde başlıca gelir azaltıcı faktörler şöyle: “Erken emeklilik uygulaması, prime esas kazancın düşük gösterilmesi, kayıt dışı istihdamın yüksekliği, prim tahsilat oranının düşüklüğü, af ve ödeme kolaylığı gibi uygulamalarla prim ödeme eğiliminin azalması, prime esas kazanç sınırlarının düşüklüğü ve fon gelirlerinin DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU LONDRA Uluslararası mali piyasalar, iyimserlikle, tedirgin bir bekleyiş arasında gidip geliyorlar. Temmuzdan bu yana, “10. yıldönümünde, Asya krizi tekrarlanır mı” sorusu tartışılıyordu. Geçen hafta da, 1987’de, borsaların ABD’de bir günde %22, Londra’da %10 düştüğü Kara Pazartesi’nin 20. yıl dönümü nedeniyle gündeme gelen ilginç tartışmalarla geçti. Perşembe günü Asya piyasalarında, cuma günü de, İngiltere ve ABD’de tedirginlik hâkim oldu, borsalar dalışa geçtiler. Yeniden bir ‘Kara Pazartesi’ olur mu? 1987 yılında, Financial Times’ın Kara Pazartesi’den önceki bir cumartesi ekinde, John Harris, “Borsa oyuncuları bugünlerde bir âlem. Birine arkasından yaklaşıp omzuna dokunsanız hemen satmaya başlıyor” diyordu. Bu oyuncular, 19 Ekim Pazartesi borsaya geldiklerinde, kasırganın etkisiyle Londra Borsası %10 düşmüştü. Haberler, ABD ile İran arasındaki gerginliğin arttığını bildiriyordu. “...o pazartesi borsada zor bir gün olacağını biliyorlardı. Kimileri birlikte kahvaltı yaptılar. Kahvaltıdan kalkarken 25 yıllık borsacı Art Cashin, Romalı gladyatörleri anımsayarak ‘Az sonra ölecek olanla seni selamlıyor’ diyecekti arkadaşlarına... Birkaç saat sonra piyasalar kapandığında, kendilerini gün boyunca adeta aslanlara yem edilmiş gibi hissediyorlardı.” (Financial Times 18/10/07) Bir günlük kayıp 1929 çöküşünün iki katıydı. Bu olağanüstü çöküş nereden kaynaklanmıştı, bir kez daha yaşanabilir miydi? Önceden bilmek olanaksız. En fazla bu “olayın” oluştuğu “ortamları” tanımaya çalışabiliriz. Bu gözle bakınca 1987 borsa krizinin yaşandığı “ortamla” bugünkü ortam arasında, kimi farklar olmasına karşın çok büyük benzerlikler de bulabiliyoruz. Dahası bu farkların bazıları, olası bir çöküşün, bu kez çok daha büyük bir şiddette yaşanabileceğini düşündürüyor. 1987’de borsalar aşırı değerliydi, ancak son haftalarda bir momentum kaybı söz konusuydu. Oyuncular kötümser, dahası aktardığım gibi çok tedirgindiler, açgözlülük yerini giderek korkuya bırakıyordu. Elektronik işlemlerde, özellikle düşüşlere karşı, gelecek piyasalarına kaçarak korunma gibi, bir kez düşüş başladığında çarpan işlevi görebilecek bir model çok yaygın olarak kullanılıyordu. Teknik analizler bir süredir, “sat” işareti veriyordu ama kimse bu yöne gitmiyordu. Bugün, yirminci yıldönümünde, borsaların rekor düzeyde olduğuna, tedirginlikle iyimserlik arasında istikrarsız bir havanın egemenliğine, gerileme sürecine momentum kazandırabilecek korunma (hedging) modellerinin kullanılmasına bakarak benzerliklere işaret edebiliriz. Prof. Roubini’ye göre başka benzerlikler de var (Foreign Policy, Ekim 2007). Örneğin, o zaman da FED’in başında yeni, denenmemiş bir başkan vardı. Enflasyon artma eğilimindeydi. Reagan’ın birinci döneminin aşırı askeri harcamaları, büyük bir bütçe açığı ve cari açık yaratmıştı. Dolar düşüyor, ABD, Almanya ve Japonya’ya paralarını revalüe etmeleri için baskı yapıyordu. Bugün varil fiyatı 90 dolara vuran petrole, yüksek emtia fiyatlarına, doların gerileme eğilimine, FED’in faiz indirimlerine, likidite artırımlarına, Çin ekonomisindeki ısınmaya bağlı olarak enflasyonist baskılar güçleniyor. Bush yöne 198719972007 timinin 1. döneminin aşırı askeri harcamaları, Clinton döneminin bütçe fazlasını açığa dönüştürdü. Cari açık ve “küresel dengesizlikler” de büyümeye devam ediyor. ABD, Çin ile bir haksız ticaret döviz oranları tartışması yaşıyor. Ek olarak ABD ekonomisi resesyona giriyor, üretkenlik oranları da düşüyor, dünya merkez bankaları dolarda çıkmaya başladılar, ABD’de kredi piyasalarında başlayan bir mali kriz küresel çapta yayılıyor. Cuma günü, piyasaları korkutan gelişmelerden biri de, şirketlerin III. Dönem gelirlerinin, çok kötümser olarak saptanan beklentilerin bile gerisinde kalmaya başlamasıydı (Wall Street Journal, 20/10/07). Dünya ekonomisi, mali piyasalar, “küreselleşme” sayesinde 1987’den çok daha karmaşık, entegre, bulaşıcılık hızı çok yüksek. Merkez bankalarının piyasaları canlandırma şansı da kredi krizinden dolayı Dünya Bankası’nın 2007 Küresel Gelişme Finansmanı raporu gelişmekte olan ülkelere yönelik özel sermaye hareketlerinde 19972002 arası yaşanan gerilemenin 2003’ten bu yana tersine döndüğünü gösteriyor. Financial Times, bu yıl gelişmekte olan piyasaların borsalarına yönelik sermaye hareketlerinde belirgin bir hızlanma yaşandığını yazıyor, IDEAS’tan Smitha Francis, sermaye hareketlerinin birkaç ülkede yoğunlaşmasına, özel sektör dış borçlanma eğilimine dikkat çekiyor, “Yeni bir köpük mü oluşuyor” sorusu yeniden gündeme geliyor. Bu fonları izleyen EPFR Global’den Brad Durham, bu yıl akışın 29 milyar dolara ulaştığını, %85’inin de geçtiğimiz yedi haftada gerçekleştiğini saptıyor. Aynı dönemde, gelişmiş ülkelerdeki varlık fonlarından yaklaşık 18 milyar dolar çıkmış. Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarında da benzer bir gelişme görülüyor. UNCTAD’ın geçen hafta yayımlanan CUMHURİYET 13 K