18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 24 OCAK 2007 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Uğur Mumcu’nun Anısına... Bizlere inanç ışıklarını bırakan, aramızda yaşayan o özgür sesi, onun çok sevdiği Sabahattin Ali’nin unutulmaz dizeleriyle saygı ve artan bir özlemle anıyorum. “Hisler kambur oluyor dökülünce yazıya/ Kısacası: Gönlümü verdim Ulu Gazi’ye/ Göğsümde şimdi onun aşkı yatıyor”. PENCERE 14 Yıl Önce.. 14 Yıl Sonra.. Hrant Dink’in cenazesi dün kaldırıldı.. Bugün Uğur Mumcu cinayetinin yıldönümü.. Telefonda Balbay’la konuşuyoruz; Mustafa’ya münasebetsiz bir soru yönelttim: Hangisinin cenazesi kalabalıktı?.. Abdi İpekçi’nin cenazesi nasıl kalkmıştı?.. Bahriye Üçok?.. Muammer Aksoy?.. Ahmet Taner Kışlalı?.. Çetin Emeç?.. Necip Hablemitoğlu?.. Tütengil?.. Onat Kutlar?.. Cenazeleri birbirine karıştırdım; ya Musa Anter?.. Nerede, nasıl kaldırılmıştı?.. Gözlerimin önünden cenazeler geçiyordu.. Tabutlar birbirini izliyordu.. Ölüm kervanı uzadıkça uzuyordu.. Peki, ya PKK terörüne kurban verdiklerimiz?.. Anadolu’nun orasına burasına gömülen şehitlerimiz?.. ? Hrant Dink basın şehidi.. Dün çiçeklerle, karanfillerle, güvercinlerle, gözyaşlarıyla, sevgilerle uğurlandı... Bugün sevgili Uğur Mumcu’nun ölüm yıldönümü... Uğur Mumcu’muz da basın şehidi.. Aralarındaki benzerlik ne?.. Evet, ikisi de savundukları fikirler yüzünden öldürüldüler... Uğur aramızdan ayrılalı kaç yıl oldu?.. On dört!.. Zaman ne çabuk geçiyor... Peki, on dört yıl sonra ne olacak?.. Yeni cenaze törenlerine, kırmızı karanfillere, güvercinlere, gözyaşlarına, acılara, bugünden hazırlıklı mı olmalıyız?.. ? Hrant Dink’in cenazesi, yaşadığımız serüvenin nedenlerini gerekçelerini, mantığını, felsefesini, politikasını, tarihini didik didik etmemiz için bir dönüm noktası olmalı... Yoksa sevdiklerimizin cenazelerinde gözyaşı dökmekten gayrı hiçbir işe yaramayan bir akılsız kalabalığa dönüşeceğiz... Cenaze ister camiden kalksın.. İster kiliseden.. On dört yıl önce.. On dört yıl sonra.. Katillere lanet okumak ve sevdiklerimize ağıt yakmaktan gayrı bir işe yaramayan kalabalık olmaktan kurtulmalıyız... ? Sevgili Uğur Mumcu’nun tüm yaşamındaki yazarlık çabası olayların ardındaki nedenleri ve niçinleri araştırmak, aydınlatmak, bulup ortaya çıkarmaktı... Sürekli ağıt.. Sürekli düşmanlık.. Sürekli lanet.. Sürekli gözyaşı.. Uğur böyle bir sürece on dört yıl katlanabilecek bir kişiliğe sahip değildi... Bebeklik, Katillik ve Ülke RAKEL DİNK’çe cenaze töreni başlarken okunan metnin en ilginç tümcesi, “İster 17, ister 27 yaşında olsun, herkes vaktiyle bir bebekti” tümcesiydi. Bebeklikten katilliğe geçişin çelişkisini vurgulayan bir söz. En dokunaklı söz de, “Sevdiklerinden, ailenden, çocuklarından ayrıldın; ülkenden ayrılmadın, sevgilim” tümcesiydi. Her ikisinin üzerinde biraz durmak gerekir. nsanları bebeklikten, yani melekçe saflıktan katilliğe, yani kanlı canavarlığa götüren çizginin sorumluluğunu tek başına kime yükleyebilirsiniz? Ana babaya mı? Aile çevresine mi? Arkadaşlara mı? Öğretmenlere mi? Daha bir yığın insan sayabilirsiniz ama, en sonunda varacağınız sonuç, bütün toplum, daha doğrusu toplum düzeninden başkası olabilir mi? Yani devlet, yani ekonomik, sosyal, kültürel politikalardan medyaya ve dünyaya egemen olan sisteme kadar; sayın sayabildiğinizce. Tuhaf olan, katledene verilen cezayla sorumlulukların hesabını tek kişiye ödettikten sonra, bütün öbür “zanlılar” gibi kendimizi de müthiş hafiflemiş hissetmemizdir. Oysa, tam o noktada başlayıp geriye doğru işlemesi gereken bir “sosyal yargılama” süreci olmalıdır. Bu son “Agos” olayında olduğu gibi. iç de özgün olmayan bu düşünce kırıntıları pek basit ve “harcıâlem” sayılabilir. Ama, “ülkeni bırakmadın” sözünün düşündürücülüğü çok daha derin ve önemli. Ülkede kalmak, sadece bunun getirebileceği güçlükleri, sıkıntıları, engelleri, tehlikeleri, tehditleri göğüslemek ve hatta öldürülmeyi göze almaktan mı ibarettir? Bunun yüklediği ödevler ve sorumluluklar da var elbet. İçinde yaşanan toplumu tanımak, öğrenmek, duyarlılıklarını iyi bilmek ve onlara akıllıca yanaşmak gibi. Bu ödevleri savsaklamak ve sorumluluklara aldırış etmemek, biraz da göz göre göre gereksiz zıtlaşmalara, meydan okuyuşlara yönelip çok kişiye “ucuz kahramanlık arayışı” dedirtecek durumlara düşmek değil midir? Ülkeyi bırakmamak, elbet bırakılmayan o ülkeyi başkalarına bırakmamayı, aşağılanmasına, sömürülmesine, dıştakilerin amaçları için kullanılmasına, soyulmasına, talan edilmesine karşı çıkmayı da gerektireceği için, ülkede kalmanın gerektirdiği sorumluluklar doğrultusunda ne yapılacaksa ancak o ülke halkıyla birlikte yapılabileceğini de düşünmek gerekmez mi? Kısacası, bir ülkeyi bırakmamak, bir bakıma, dünyayı bırakıp gitmekten de zor galiba. Daver DARENDE Emekli Diplomat İ U H lusal onur, erdem, kişilik ve yurtseverlik gibi kavramların önemini yitirdiği günümüzde, Kemalizm’in ve aydınlığın yılmaz savunucusu Uğur Mumcu’yu anacağız. 24 Ocak günü, elimizde kırmızı karanfillerle Karlı Sokak’ta “Yiğidim, aslanım” şarkısını söyleyerek O’nunla birlikte olacağız, ışığını hiç söndürmeyeceğiz. Onat Kutlar, bir yazısında şöyle demişti: “Bazı dostlarımız vardır, onlarla sadece karşılaştığımızda değil, isimleri aklımızdan geçtiğinde de yüzümüz aydınlanır.” Uğur Mumcu, yüzümüzü aydınlatan, çıkarcılara, ulusal onurumuzu hiçe sayanlara, çağdaşlık karşıtlarına ve mütareke kalıntılarına karşı tek başına kalemiyle savaş veren gerçek bir Kuvayı Milliye’ci idi. İç ve dış güçler tarafından Türkiye’nin ufkunun karartıldığı günlerde O’nu özlüyor, O’nun özgür sesini duyar gibi oluyorum. On beş yıl önce bu günleri gören, kimi yetkilileri uyaran Uğur Mumcu’nun çeşitli yazılarından ibret verici alıntılar günümüze de ışık tutuyor. “Körfez Savaşından sonra ABD; tek egemen güç olarak bölgenin siyasal haritasını yeniden çiziyor” (22 Haziran 1991, Cumhuriyet). “Türkiye, dış siyasetinde ABD markalı mayınlarla döşenmiş bir mayın tarlasına doğru hızla sürükleniyor” (26 Temmuz 1992, Cumhuriyet). “Çekiç Güçün Güneydoğu’da konuşlandırılması oluşturulan bir gizli planın parçasıdır” (16 Ocak 1991, Cumhuriyet). 1990’lı yıllarda televizyonlarda boy gösteren, devletin önemli bir bakanlığında üst düzeyde sorumluluklar üstlenmiş kimi yetkili lerin “Irak’ta sorun çözülse bile ‘Çekiç Güç’ sonuna kadar kalmalıdır. Bu bizim itibarımızı artırır. Türkiye’yi Batı’ya yakınlaştır” sözlerini duyar gibi oluyorum. O zamanki yetkililer “Çekiç Güç”ün bir aldatmaca olduğunu, süresinin altı ayda bir uzatılarak Kuzey Irak’ta bugünkü yapılanmanın hızlandırılmasına katkıda bulunacağını neden fark etmek istemediler? Uğur Mumcu’nun gerçekleri yansıtan, Türk ulusunun “Çekiç Güç”le aldatıldığını vurgulayan yazılarına ve uyarılarına ne acıdır ki o yıllarda kimse kulak asmadı. Bozuk düzene ve dini sömürenlere karşı savaş açan, bağımsızlık inancını ve ulusal çıkarlarımızı günümüzün kurt kapanlarıyla dolu dünyasında dirençle ve yürekli kalemiyle savunan Kalpaksız Kuvayı Milliyeci için değerli yazarımız Oktay Akbal bir yazısında şöyle demişti: “Sevgili Uğur Mumcu bir yıldız gibi geldin, geçtin Türk tarihinden. Ardından inanç ışıkları bırakarak.” Bizlere inanç ışıklarını bırakan, aramızda yaşayan o özgür sesi onun çok sevdiği Sabahattin Ali’nin unutulmaz dizeleriyle saygı ve artan bir özlemle anıyorum: “Hisler kambur oluyor dökülünce yazıya/ Kısacası: Gönlümü verdim Ulu Gazi’ye/ Göğsümde şimdi onun aşkı yatıyor.” Aydınlanmacı Vehbi Hacıkadiroğlu Mehmet AKKAYA Felsefeci iletli düşünür Anaksimandros 2500 yıl önce “Meydana gelen meydandan gider” demişti. Herkesin er veya geç mutlaka karşılaştığı sonuçla 20.1.2007 tarihinde karşılaşan Vehbi Hacıkadiroğlu aramızdan ayrıldı. Son bir yıldır sağlık sorunları olan Hacıkadiroğlu’nun tedavi gördüğünü biliyorduk. Onun kaybıyla ülkemizin felsefe ve düşün çevreleri önemli bir neferini yitirmiş oldu. Onun felsefi ve bilimsel duruşundan, düşüncelerinin özetinden kısaca da olsa söz etmek, onu, ona yakışır bir biçimde anmak anlamına gelmelidir. Felsefe tarihinde dönem dönem önemli hamleler yapılmıştır. Rönesans dönemiyle insanın ve doğanın keşfi kendini zihnin keşfiyle, coğrafi keşiflerle yeniden göstermiştir. 18. yüzyılda da Aydınlanma düşüncesinin yaşamı açıklama biçimi önemli bir hamle olmuş ve bu düşünce felsefede, bilimde etkili olmuş ve giderek de yaşama ağırlığını koymuştur. Hacıkadiroğlu’nun izini sürdüğü bu kavrayış tarzının çıkış yeri esasen İngiltere olsa da bu tarz, Fransa’da biçimlenmiş, Almanya’ya girmiş ve bütün Batı’yı etkisi altına almıştır. Aydınlanma’ya yakından bakıldığında, onun bir süre sonra Doğu’da, özellikle de Rusya ve Türkiye gibi ülkelerde yeni yaşam koşullarına ve bilgelere ulaştığı görülüyor. Vehbi Hacıka M [email protected] CUMOK İSTANBUL ÇAĞRISI Bağımsızlığımız, Bütünlüğümüz, Devrimlerimiz, Cumhuriyetimiz TEHLİKEDEDİR. Buna karşı güçlerimizi birleştirmek, direnmek, insanlık onuruna sahip olmanın, yurttaşlığın, atalarımızın bize miras bıraktığı BAĞIMSIZLIK SAVAŞI GELENEĞİNİN GEREĞİDİR. Türkiye’nin dört bir yanından gelen CUMOK’lar olarak 27 Ocak 2007 Cumartesi günü İzmir CUMHURİYET MİTİNGİ’ne giderken, GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ün kurtarılmış İzmir’e ilk baktığı noktada BELKAHVE’de sabah saat 08.30 09.30 arası buluşmaya; MIZRAKLI SÜVARİLERİMİZİN DÖRTNALA DENİZE KOŞTUĞU GİBİ, HEP BİRLİKTE KENTE VE ALANA AYNI COŞKUYLA GİRMEYE ÇAĞIRIYORUZ. İletişim Bilgi: 0 533 438 50 22 0 212 351 62 77 0 532 282 36 88 diroğlu kuşkusuz ki bu alanda, felsefi ve bilimsel bakış yönünden, Aydınlanma düşüncesini çağın ve Türkiye toplumunun özelliklerine göre geliştiren bir düşünür olarak öne çıkmıştır. Duru ve anlaşılır bir Türkçeyle yazdığı sekiz çalışmasıyla Aydınlanma mücadelesinde yerini almış bulunan düşünür, varlık dünyasını cansız, canlı ve insan diye ayırdıktan sonra cansızın seçimlerinde fizikselliğin, canlının (bitki, hayvan) seçimlerinde fizyolojik yapının etkili olduğunu düşünüyor. Oysa insanın seçimleri söz konusu olduğunda devreye bilimsel bilginin girdiğini yazıyor. Bu bilgi öncelikle de fizik bilimlerinin (fizik, kimya, biyoloji) bilgisidir. Hacıkadiroğlu’na göre insanı öbür canlılardan ayıran biricik etken onun özgürlük arayan bir varlık olmasında yatmaktadır. İnsan başlangıçta bu özgürlüğü en küçük düzeyde de olsa yakalamayı başaran bir varlık olarak öbürlerinin önüne geçmiştir. Özgürleşmek isteği insanı hemtürleriyle elbirliği yapmaya zorlamıştır. Bundan dolayı insan bir bakıma öbür hayvanların da gelişmesine olanak bırakmamıştır. Elbirliğini yapan hayvan zamanla insanlaşmıştır. Yani Hobbes’un ileri sürdüğü gibi, “insan insanın kurdu” değildir. İnsan insana dosttur, arkadaştır, eştir. Hacıkadiroğlu’na göre elbirliği ve işbirliği yapılarak insanlaşma gerçekleşmiştir. Hacıkadiroğlu, bilgikuramında maddeci diyalektik bir tutum almıştır. O, deneycilerle girdiği polemikte öğrenmede duyu deneyi ve yaşam deneyi ayrımı yapmaktadır. Onun açısından Locke ve Hume’un düşündüğü gibi insan yalnızca duyu deneyleriyle öğreniyor değil. Önemli olan yaşam deneyleridir. Çünkü duyu deneyi, bazı hayvanların bazı duyularının çok geliştiğini akla getirir ki, dikkatle bakıldıkta bunlarda bilme eylemi gerçekleşmemektedir. İnsan duyumla başlasa da yaşam deneyleriyle bilgiye ulaşmaktadır. Fizik bilimlerindeki gelişmeler bir yandan insan bilimlerinin gelişmesine olanak verirken bir yandan da insanın moral değerlerinin de yükselmesini getirmektedir. “Çünkü” diyor Hacıkadiroğlu, “fizik bilimleriyle, örneğin astronomi bilgisi geliştiğinde dünyanın evrende merkez olmadığı anlaşılmıştır. Göksel dinlerin Tanrının en sevimli kulu insanı evrenin merkezine yerleştirdiği tezi çürümüştür”. Yine ona göre biyolojide, evrim teorisiyle beraber bütün insanların aynı evrim sürecini geçirerek bugüne geldiğinin bilimce kanıtlanması üzerine örneğin siyahların aşağı, beyazların yukarı düzeyde insanlar oldukları görüşünün de bir yalan olduğu ortaya çıkmıştır. Yunan filozofları, başta Aristoteles olmak üzere, köleyi insan saymıyorlardı. Oysa Darwin’in dahiyane görüşleri bu konuda da hümanist düşünceye olanak verdi. Doğa ya da Tanrı kim seyi köle yaratmamıştır anlayışı egemen olmaya başladı. Mesela bunun hukuk kurallarına nasıl yansıdığını anan Hacıkadiroğlu’na göre önce köle ticareti yasaklanmıştır, zamanla da köleliği yasaklayan hukuki düzenlemeler yapılmıştır. Bugün dünyanın hiçbir ülkesinde kimse kimseyi köle olarak çalıştıramaz diye yasalar varsa, bunlar bilimsel ve felsefi düşüncenin gelişmesinin başarılarıdır. Hacıkadiroğlu’na göre Tanrı’nın her şeyi yoktan var ettiği de gerçekleri yansıtmaz. “Çünkü” diyor Hacıkadiroğlu, “eskiçağdan beri üzerinde düşünülen hiçbir şey yoktan var edilemez görüşü Lavoisier ile birlikte (enerjinin korunumu yasası) bilimsel olarak kanıtlanmıştır”. Bu konudaki gelişmeler de hukuk kurallarını etkileme ve yönlendirme bakımından son derece önemli olmuştur. Bugün insanlar mikrobun yol açtığı hastalıklar için büyücüye muskacıya, camiye ve kiliseye gitmiyorsa bu Pasteur’ün mücadelelerinden dolayıdır. Hacıkadiroğlu, Aydınlanma düşüncesini izleyen bir düşünür olmakla beraber onu tekrar etmekle yetinen biri değildi. O Aydınlanma düşüncesini geliştirmenin mücadelesini vermiştir. Onun, bilimdeki gelişmelerin etik ve hukuk kurallarını nasıl değiştirdiğini göstermesi oldukça önemliydi. Velhasıl o gülümseyen yüz, o meraklı gözler, o dahiyane kafa ne yazık ki artık aramızda olmayacak. TÜRK GENÇLİĞİNE HİZMET VAKFI SERİ KONFERANS: 3 Konu İSTANBUL CUMOK Cumhurbaşkanlığı Seçiminin Hukuksal Yönü Konuşmacı iSTANBUL CUMOK ÇAĞRISI “GÜNCEL GELİŞMELER IŞIĞINDA 2007 ve TÜRKİYE’ye GETİRECEKLERİ” konulu Ocak Ayı Aydınlanma Kahvaltısında, Konuğumuz Sayın Gazeteci Yazar Av. KAZIM KOLCUOĞLU İstanbul Barosu Başkanı Yönetmen Prof. Dr. GÜNGÖR ŞATIROĞLU Tarih: 24 Ocak 2007 Çarşamba Saat: 17.0019.00 Yer: Taksim Hill Otel, Sıraselviler Cad. No: 9 Taksim İrtibat: 0 212 334 85 00 EROL MÜTERCİMLER ile buluşuyoruz. SEN GELMEZSEN BİR EKSİĞİZ. YANINIZDA BİR DE GENÇ GETİRİNİZ. Toplantı Yeri: İTÜ MAÇKA SOSYAL TESİSLERİ İstanbul Toplantı Tarihi: 28 Ocak 2007 Pazar Saat: 11.00 İletişimBilgi: 0 535 636 59 11 0 536 247 41 96 0 532 550 89 37 Açık büfe kahvaltı ederi 17,50 YTL LÜTFEN YER AYIRTINIZ. UMDER (UĞURMUMCU MAH. ÇEVRE, KÜLTÜR ve DAYANIŞMA DERNEĞİ) www.cumok.org TC ANKARA 2. AİLE MAHKEMESİ’NDEN İLAN Sayı: 2006/868 Davacı MİKAİL GÖZÜTOK tarafından davalı FERİDE GÖZÜTOK aleyhine açılan BOŞANMA davasının yapılan yargılamasında verilen ara kararı uyarınca; Davalı İNÖNÜ MAHALLESİ GÜNEŞ KENT SİTESİ 85 SOKAK NO:30/10 YENİMAHALLE/ANKARA adresine çıkartılan tebligatların tebliğ edilemediği ve adreslerinin de zabıtaca yapılan araştırmada tespit edilemediğinden adı geçen davalının duruşma günü olan 19.02.2006 günü saat 09.50’de tüm delilleriyle birlikte mahkememizde hazır bulunması ve kendisini bir vekille temsil ettirmesi, aksi takdirde duruşmalara yokluğunuzda devam edileceği ve karar verileceği HUMK’nun 509. maddesi gereğince tebliğ yerine kain olmak üzere ilanen tebliğ olunur. Basın: 64975 “VURULDUK EY HALKIM UNUTMA BİZİ” 24 Ocak 1993 UĞUR MUMCU 31 Ocak 1990 Prof.Dr. MUAMMER AKSOY Konuşmacı Gazeteci, Yazar Sayın ÜMİT ZİLELİ Yer: Karanfil Sok. 16/B Uğurmumcu Mah. KARTAL Tarih: 24.01.2007 Çarşamba Saat: 19.00 İletişim: Satılmış TORUN 0 533 646 81 39 / 0 216 475 86 10 CUMHURİYET 02 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle