17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 10 OCAK 2007 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Hukuk Profanları Eğer seçim için yapılacak toplantıda en az 367 milletvekili hazır bulunursa, sorun kendiliğinden çözülmüş olacaktır. Bu rakama ulaşılmadan başlanacak bir seçimin anayasa yargısına iletilmesi güçlü bir olasılık olarak gözükmektedir. Bu yola gidilmeden, bu önemli sorunun uzlaşmayla sonuçlanmasını temenni ediyorum. PENCERE yıda milletvekilinin (367 kişinin) toplantıya katılmasının şart olduğu görüşüdür. (Bu, Sayın Kanadoğlu’nun “yorumu”dur) Hukuk uygulaması ile uğraşanlar, bu tür farklı yorumların uygulamada pek “harcıâlem” bir şey olduğunu bilirler. Bu davada taraf vekillerinin belli bir yasa hükmünün “gerçek anlamı” üzerinde anlaşamıyorlarsa, farklı yorumlara başvurarak tartışırlar. Bu öyle seyrek rastlanan bir olay değildir. Cumhurbaşkanı seçimi sorunundaki tartışmanın özü de budur. Bir sava göre anayasanın 102. maddesindeki hükümde toplantı nisabının ayrıca belirtilmiş olması gerekmez; seçime 96. madde ile başlanıp diğer kademelere geçilebilir. Karşı savda ise 96. madde “başkaca durumları” ayrık tuttuğu için 367 kişilik katılma olmadıkça, 102. maddenin ilk basamağındaki işleme geçilemez ve süreç o noktada kesilir. Dikkat... Dikkat... Dikkat... MİT herkesin bildiği gibi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin istihbarat örgütüdür, gizli çalışır... MİT Türk ulusuna bir açıklama yaptı. Ne dedi?.. Dedi ki: Tehlikenin farkında mısınız?.. Nedir o?.. Ulus devlet elden gidiyor... Bir ülkenin istihbarat örgütünün böyle bir açıklama yapması ‘normal’ sayılabilir mi?.. Diyelim ki CIA Amerikalılara ya da Intelligence Service İngilizlere böyle bir açıklama yaptı... Ne düşünülür?.. ? Ulus devlet bir anlamda laik devlet demektir; toplum ümmet bilincini aşıp da ulusal bilince kavuştu mu, ‘aydınlanır’, çağdaşlaşır, demokrasiye açılır... Peki, günümüzde ulus devleti tehdit eden tehlike nasıl oluşuyor?.. Türkiye gibi iki arada bir derede olan bir ulus devlet üç açıdan riziko altındadır: 1) Yabancı sermayenin ekonomide egemenleşmesi, daha başka deyişle ekonomiyi denetime alması... 2) Etnik bölücülük siyasetinin ulus devleti parçalamak için dışarıdan desteklenmesi... 3) Dinciliğin ve mezhepçiliğin yükselmesi, ulusal bilinci çökertmesi, ümmet bilincinin ağır basması... Türkiye’de bugün üç tehlike de gelişmektedir. ? Yabancı sermaye Türkiye gibi bir ülkede olumlu yatırımlara dönüştürüldüğü zaman yararlıdır; ama ülke ekonomisini avucunun içine alacak yabancı bir gücün egemenliğini vurgulayan yabancı sermaye politikası ülkenin, halkın, devletin aleyhinedir... Etnik sorun insan hakları çerçevesinde çözülmesi gereken bir konudur; dava dış desteklerle sığ milliyetçiliğe oturtuldu mu, ulusal devletin parçalanıp bölünmesini isteyen dış güçlerin ekmeğine tereyağı sürülür... Ulusal devlette dinciliğin ve mezhepçiliğin pompalanması, inanç özgürlüğünün demokratik hak olmaktan çıkarılıp siyasal bir davaya dönüştürülmesi, çağdışına düşmek tehlikesini gündeme oturtur. Türkiye’nin bugünkü halinde bu üç tehlike yakın bir tehdide dönüşmüştür. MİT’in açıklamasıyla vurgulanan gerçek budur. ? MİT diyor ki: “İçinde bulunduğumuz 21’inci yüzyılın ilk çeyreği, uluslararası ilişkiler ve güvenlik alanında yüzyıl boyunca önemli değişimlere yol açacak parametrelerin gelişmekte olduğu bir evreyi işaret etmektedir.” MİT haber veriyor... Diyelim ki 2007 değil, 1907 yılındayız; Osmanlı Devleti’nin MİT’i sayılabilecek Teşkilatı Mahsusa örgütü halka bir açıklama yaptı: İçinde bulunduğumuz 20’nci yüzyılın ilk çeyreğinde yüzyıl boyunca önemli değişikliklere yol açacak olaylar yaşanacak, hazırlıklı olalım... Kim kulak asardı?.. Birinci Dünya Savaşı, Milli Kurtuluş Savaşı, Osmanlı’nın batışı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu kimin aklına gelirdi?.. ? Bu ülkede MİT doğrudan halka, kamuoyuna, ulusa sesleniyorsa, işin içinde bir şeyler var demektir... Dikkat.. dikkat.. dikkat... Ama N’oldi? LOKMACI KAPISI denen sorunun böylesine boyutlar kazanması herhalde Türkiye kamuoyunu çok şaşırtmıştır. Gerilim mi, sıkıntı mı, kriz mi? Temel nedeni ortaya koymadıkça, ne olup ne bittiğini anlatmak da zordur. çıkça yine belirtmek gerekir ki, sorunun özünde şimdi KKTC’yi yönetenlerin dünyaya ve özellikle AB’ye bir mesaj verme hevesleri yatmaktadır: “Kıbrıs’ta Kıbrıslılık vardır ve Kıbrıslı Türkler de Kıbrıslı Rumlar gibi kendi kimliklerini vurgulayarak Avrupa’nın bir parçası olmak isterler.” Bu mesajın ne ölçüde gerçekçi olduğu hayli tartışmalıdır. Kıbrıslı Rumlar, kendi kimliklerini vurgulayarak mı AB’ye girmişler ya da AB kendilerini bu kimlikleriyle mi bağrına basmıştır? Yoksa, bu girişin gerisinde Yunanistan’ın ezeli politikası, yani Batı’nın sempatisini kullanarak kendi ulusal emellerini gerçekleştirme düşüncesi mi yatmaktadır? Rum toplumunun Kıbrıslılığı ne ölçüde Elenliğin önüne geçmektedir? Türk tarafına ilişkin sorular ise çok daha pratik ve anlamlı olabilir: Türkiye’nin ilgisi ve sonuçta can pahasına özverisi olmasaydı, bugün “Kıbrıslı Türklük” kalmış olabilir miydi? AB çerçevesine sokulduğunda bu kimliğin ayakta kalma olasılığı nedir? Anadolu’nun ilgisi başlangıçta “kan kardeşliği, soydaşlık” gibi milliyetçilik yanı ağır basan ve sonraları “insan hakları” gibi evrensellik taşıyan nedenlerden kaynaklanmış olsa da artık Türkiye açısından bir ulusal güvenlik ve jeostrateji konusu değil midir? Daha önemlisi, Kıbrıs Türk toplumunda herkes oranın bugünkü yöneticileri gibi mi düşünmektedir? yöneticiler, kapının açılmasına ilişkin heveslerinin ilk aşaması olarak “köprü yıkma” didişmelerini kazanmış olmakla, “KKTC’yi biz yönetiriz” iddialarını ispatlamış oluyorlar: Ama, ne pahasına? Papadopulos’un isteklerinden birini yerine getirerek. Kuzeydeki önemli kararların “Türkiyeli ve KKTC’li görevlileri içeren bir Koordinasyon Komitesi’nce alınması” ilkesine aykırı davranarak. İstifa tehdidiyle Ankara’daki hükümeti devreye sokma sayesinde, askerin KKTC Anayasası’na göre geçerli olan bir itirazını şimdilik geçersiz sayarak. Peki, Talat’ın başı göğe erdi, ama n’oldi? Köprü gitti de, amaca varıldı mı? Rumlar asker ve bayrak koşullarını bıraktılar mı? Kendi duvarlarını yıktılar mı? Kapı açıldı mı? KKTC’nin varlığı ve kimliği AB ve ABD’ce tanındı mı? uzey’i yönetenlerin ancak şu kazançları olabilir: Türk Dışişleri Bakanlığı’nın hükümet zorlamasıyla yaptığı açıklamadaki sıraya göre, “bu konudaki nihai karar ve inisiyatif, tabiatıyla KKTC makamlarına aittir”. “İnisiyatif”i anlamak mümkün de, “nihai karar”ın da oraya ait olmasını doğal saymak, askeri yine hiçe sayıp anavatandan Talat’a seslenerek “Ananı almadan AB’ye gir!” demekten farklı mıdır? A O Aydın AYBAY B K u yabancı sözcük içeren tamlamayı, yanlış anımsamıyorsam, İÜ Hukuk’tan sınıf arkadaşım Kenan Bulutoğlu kullanmıştı. Sözlüklerde “saygısızlık, kutsallığa aykırı söz, telvis (kirletme)” gibi karşılıklar verilen profanlık ya da profanizm, kısaca, “hukuku yozlaştırıcı” söz ve eylemlere verilen addır. Yerleşik hukuk dizgesinin (sisteminin) içine, uyumsuz kurallar koyarak dizgeyi “berbat” etmek, düzgün ve anlamlı yasa hükümlerini türlü istismarlar ve eklemeler yaparak hedefinden saptırmak; uygulamada çok önem taşıyan kimi kuralları, kamu gücünü yanlış ve yolsuz olarak kullanmak yoluyla etkisiz hale getirmek, özetle yürürlükteki hukuk düzenini pervasızca bozmak, kirletmek ve sonra da bu yaptıklarını savunmak “hukuk profanlığıdır.” Hukuka saygısızlık Aktüel bir konu olan cumhurbaşkanı seçimi dolayısıyla yapılan tartışmalar üzerine bu konudaki bazı tespitlerimi özetlemek istedim: [email protected] 1) Tartışmanın hukuksal yanı ve içeriğiyle ilgili olmaksızın, ilk olarak şunu belirteyim: Hukuk mesleğinin olmazsa olmazı olan ciddi bir hukuk öğreniminden geçmemiş olanların bu gibi tartışmalarda, hukuk kurallarına göndermeler yaparak “ahkâm kesmeleri”, hukuka saygısızlığın başlıca ve en önemli şeklidir. Bu konuyla ilgili bir örnek vereyim: “Sayın Kanadoğlu’nun yaptığı hukuksal yorum ve çözüm doğru değildir, çünkü o görüş kabul edilirse, borsa altüst olur, ekonomik istikrar bozulur.” İşte size tipik bir profanizm örneği! Hukukçu, yasa kurallarını açıklarken ya da yorumlarken yaptığı yorumun hukuksal sonuçları dışındaki alanlarda nereye varacağını, ne gibi yansımaları olacağını hesaba katmak zorunda değildir. Bu hesabı yapmak başkalarının görevi ve işidir. Borsa çöker, istikrar bozulur diye ahkâm kesenler, bunun nedeninin hukuksal yorum olduğunu ileri sürüyorlarsa, (ki öyle olduğu anlaşılıyor), bu, hukuka açıkça saygısızlık ediyorlar demektir. YÜCE TÜRK ULUSUNA ÇAĞRI SAVAŞLAR, AÇLIK VE KITLIKTAN BİTİK DURUMA GELMİŞ BİR AVUÇ İNSANDAN, SALDIRGAN EMPERYALİSTLERİ KOVMUŞ BİR ULUS, BAĞIMSIZ BİR YURT YARATTIK. İRTİCAYI YENİP AYDINLANMANIN YOLUNU AÇTIK. EGEMENLİĞİ ULUSA VERDİK, CUMHURİYET’ İ KURDUK. EKONOMİK KALKINMA VE SOSYAL DEVRİMLERİN KAPISINI AÇTIK. NÜFUSU 15 MİLYON DEĞİLKEN BUNLARI YAPAN ÇILGIN TÜRKLER, BUGÜN YETMİŞ MİLYONUZ. BUGÜN İSE; EMPERYALİZMİN İŞBİRLİKÇİLERİ, ADALETSİZ SEÇİM SİSTEMİYLE HALKIN İRADESİNİ TEMSİL EDEMEZLER. VATANIN BÜTÜNLÜĞÜ VE GELECEĞİ TEHLİKEYE DÜŞTÜ. GERÇEKTE AZINLIK İKTİDARI OLAN AKP , ÇOĞUNLUĞA HÜKMETMEK, HER KARARI ALMAK İSTİYOR. ADALETSİZ SAYISAL ÇOĞUNLUKLA, HER TÜRLÜ SÖMÜRÜ İLE KUTSAL DİN DUYGULARININ SİYASETE ALET EDİLMESİNİN YARATTIĞI KAMPLAŞMA YETMİYORMUŞ GİBİ, ŞİMDİ DE CUMHURBAŞKANLIĞI MAKAMI ELE GEÇİRİLMEK İSTENİYOR. SEÇMENİN DÖRTTE BİRİNİN OYU İLE PARLAMENTONUN ÜÇTE İKİSİNE HÜKMEDEREK YARATTIKLARI OLUMSUZLUKLARLA HALKIN VİCDANINDA MAHKÛM OLMUŞ OLAN AKP MECLİS GRUBU CUMHURBAŞKANINI SEÇEMEZ. “NİTELİKLERİ BÖYLE OLAN BU PARLAMENTO, GÖREV SÜRESİNİN BİTMESİNE 6 AY KALA, 7 YIL GÖREV YAPACAK YENİ CUMHURBAŞKANINI SEÇEMEZ.” “ARDINDA YOLSUZLUK DOSYALARI BULUNAN, DOKUNULMAZLIK ZIRHINA BÜRÜNMÜŞ, DEVRİMLERİ, ANAYASAYI VE CUMHURİYETİ AÇIK VE KESİN BİÇİMDE TEHDİT EDEN SİYASETÇİLER CUMHURBAŞKANI OLMAMALIDIR.” YURTTAŞLARIN VİCDANINDAN YÜKSELEN BU SESLERİ AKP’NİN DİNLEMEMEKTE ISRAR ETMESİ KARŞISINDA, ULUSAL ÖLÇEKTE BİR ÖZSAVUNMA DURUMUNUN ORTAYA ÇIKTIĞI TARTIŞMASIZ HALE GELMİŞTİR. ÖNÜMÜZDEKİ BEŞ AYLIK SÜREÇTE, BU GAYRİ MİLLİ CEPHEYE KARŞI, “HATTI MÜDAFAA YOKTUR, SATHI MÜDAFAA VARDIR” DİYEREK EVLERDE, SOKAKLARDA, OKULLARDA, İŞYERLERİNDE, FABRİKALARDA, TARLALARDA, MEYDANLARDA DİRENMEYE; ULUS DEVLETİMİZİ, BÜTÜNLÜĞÜMÜZÜ, TEHLİKEYE DÜŞÜRÜLEN BAĞIMSIZLIĞIMIZI, BİZİ FARKLI KILAN LAİK, DEMOKRATİK VE SOSYAL HUKUK DEVLETİMİZİ, BİZİ ULUS YAPAN ATATÜRK DEVRİMLERİNİ VE TÜM DEĞERLERİMİZİ SAVUNMAK ÜZERE AYAĞA KALKMAYA ÇAĞIRIYORUZ. TÜRKİYE’NİN AYDINLIK İNSANLARI, BU ULUSAL DEMOKRATİK DİRENİŞİ BİR BAŞKASININ YAPMASINI BEKLEMEYECEĞİZ. GÖREV; TÜRKİYE CUMHURİYETİ YURTTAŞI KİMLİĞİNİ ONURLA TAŞIYAN VE SAVUNANLARIN, BİZLERİN, SİZLERİN, HEPİMİZİNDİR. ŞİMDİ DİRENMEYEN VE EYLEME GEÇMEYENLERİN SON PİŞMANLIKLARI İŞE YARAMAYACAKTIR. GÜN, BUGÜNDÜR! KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA! SEN GELMEZSEN BİR EKSİĞİZ. YAŞASIN TAM BAĞIMSIZ, AYDINLIK, DEMOKRATİK TÜRKİYE 2) Gelelim konunun sadece hukukçuların taraf olması gereken hukuksal tartışmasına ya da mevzuatınızdaki cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili düzenlemenin hukuksal değerlendirilmesine... Önce şunu belirtelim: Böyle bir konuda “tartışmaya yer yok, anayasada seçimin nasıl olacağı yazılı” savı, bizatihi doğru bir sav sayılamaz; doğru olması için karşı savın, yani anayasadaki Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili düzenlemenin yeterli ve açık olmadığı ve bu yüzden “yorumlanmaya muhtaç olduğu” yolundaki savın çürütülmesi gerekir. Yorum hukuksal sorunların çözümünde bir olaya uygulanacak “hukuku bulmak”la (Rechtsfindung) ilgili “zihinsel bir ameliye”dir. Yasadaki kuralda bir “karanlık nokta” varsa, bunun, yorum yoluyla aydınlatılması gerekir. Tartışmaya yol açacak cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili hüküm için Sayın Kanadoğlu’nun söylediği de aslında budur. Kısaca şöyle demektedir: “Anayasanın 102. maddesinde yer alan seçim süreciyle ilgili hükmün sonuna kadar işleyebilmesi için, bunun ilk aşamasında toplantı nisabının (Quorum) en az seçimi gerçekleştirebilecek sayıya ulaşmış olması gerekir. Bu sayı 367’dir, buna ulaşılamamışsa ikinci aşamaya geçilmez.” Anayasa yargısına iletilebilir 3) Bu tartışmanın nasıl sonuçlanacağı şu anda belli değildir. Eğer seçim için yapılacak toplantıda en az 367 milletvekili hazır bulunursa, sorun kendiliğinden çözülmüş olacaktır. Bu rakama ulaşılmadan başlanacak bir seçimin anayasa yargısına iletilmesi güçlü bir olasılık olarak gözükmektedir. Bu yola gidilmeden, bu önemli sorunun uzlaşmayla sonuçlanmasını temenni ediyorum. Yalnız son söz olarak tüm hukukçu meslektaşlarımıza ve bu meyanda parlamentodaki hukukçu milletvekillerine bir hususu hatırlatmak istiyorum: Cumhurbaşkanlığı seçimi kadar önemli bir konu olmasa da birçok dernek ve ortaklığın kuruluş belgesinde, kimi konularda karar alınması için mevsuf (nitelikli) çoğunluk aranacağı belirtilir. Böyle bir hüküm varsa, o rakama ulaşılmamış nisapla oylamaya geçilemez. Bunu, dernek toplantılarına (çoklukla hukukçu da olmayan) katılan hükümet komiserleri de bilirler ve toplantıyı yönetecek divan başkanlığını bu konuda uyarırlar. Bu uygulamadan esinlenen yasak oyucu, 2002 yılında yürürlüğe giren Medeni Kanun’un dernek genel kurullarıyla ilgili 78. maddesinde, tüzük değişikliği ve fesih hallerinde genel kurul toplantı nisabının (Quorum ) toplantıya katılma hakkı bulunan üyelerin “üçte ikisinin katılması ile oluşacağını”, bu nisap tutturulamazsa toplantının tatil edileceğini kabul etmiştir! Ratio Legis’i bakımından Kanadoğlu’nun savını tamamen destekleyen bu hüküm parlamentoda görüşülürken bu maddeye olumlu oy verenler arasında acaba Sayın Adalet Bakanımız ya da Sayın Meclis Başkanımız da var mıydı? Postmodern yaklaşım mı? Bu açıklama karşısında bu yaklaşımın komik ya da postmodern bir yaklaşım olduğunu söyleyenler olmuştur. Bunlar arasında hukukçu olmayanları bir yana ayırıyorum; çünkü asıl onların bu konuda ahkâm kesmeye kalkışmaları postmodernliktir, komiktir ve üstelik haddini bilmezliktir. Hukukçulara gelince: Ortada sadece anayasanın 102. maddesinin gramatik anlamı (lafzı) ile çözülecek bir sorun olmadığı kolayca söylenebilir. Çünkü, sözü geçen maddede, seçim gündemiyle toplanan veya gündeminde seçim maddesi bulunan genel kurulda oylamaya başlamak için nasıl bir nisabın oluşması gerektiğine ilişkin bir hüküm yoktur. Bu durumda yapılacak bir yorum, anayasanın 96. maddesindeki 1/3’lük çoğunluğun, seçime geçmek için yeterli sayılmasıdır. (Bu Meclis Başkanı’nın “yorumu”dur.) Buna karşı olan görüş ise seçim sürecinin başlaması için, birinci turda seçimi gerçekleştirebilecek 2/3 oranına göre belirlenecek sa Hevesli ve istikrarlıysanız garanti benden... Westminister University ve Premier College sertifikalarına sahip, Londra’da master yapmış Öğretmenden, BRITISH ENGLISH Gramer, iş İngilizcesi, derslere yardımcı, sınavlara hazırlık Kadıköy/İstanbul 0536 225 07 80 T.C. İLAN ZEYTİNBURNU SULH HUKUK MAHKEMESİ ZEYTİNBURNU SULH HUKUK MAHKEMESİ’NDEN İLAN OLUNUR CUMOK OLUŞUMLARI Afyonkarahisar, Akhisar, Alaşehir, Amasya, Anamur, Ankara, Antakya, Antalya, Ardahan, Artvin, Aydın, Ayvalık Bergama, Bolu, Bozüyük, Burdur, Burhaniye, Bursa, Çorlu, Çorum, Bafra, Babaeski, Balıkesir, Bandırma, Bursa, Çan, Çanakkale, Çarşamba, Datça, Denizli, Dikili, Edirne, Elbistan, Eskişehir, Erzin, Foça, Gaziantep, Gemlik, Gerze, Gönen, Isparta, İnebolu, İstanbul, İzmir, Karaman, Kars, Kastamonu, Keşan, Kocaeli, Konya, Kuşadası, Lüleburgaz, Malatya, Marmaris, Mersin, Milas, Muğla, Ordu, Orhangazi, Rize, Salihli, Samsun, Saray, Silifke, Sinop, Sivas, Şereflikoçhisar, Tokat, Turgutlu, Türkoğlu, Uzunköprü, Vize, Yalova, Zonguldak,. SATILIK Silivri Cumhuriyet Mahallesi’nde (SilivriÇantaköy) 800 m2 bahçeli 210 m2 villa oturuma hazır. 0 532 277 84 76 ESAS NO: 2005/843 KARAR NO: 2005/1235 HAKİM: KEMAL GÜZEL 20998 KATİP: ZARİF NALBANTOĞLU Mahkememize ait 2005/843 esas 2005/1235 karar sayılı 21.10.2005 tarihli ilam ile Tülay Karakoca’nın vesayet altına alınarak kendisine Sinop, Boyabat Karamusalı, cilt no: 032, sayfa no: 38, sıra no: 5’te nüfusa kayıtlı Ahmet ve Zahide’den olma 1966 d.lu Dursun Güloğlu’nun Vasi tayin edilmiştir. 21.10.2005 (Basın: 571) CUMHURİYET 02 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle