23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
3 EYLÜL 2006 PAZAR CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr Mîna Urgan’ın ‘Bir Dinozorun Anıları’nda Struma’nın İstanbul’a gelişi de bulunuyor 15 ESİNTİLER ZEYNEP ORAL Struma’yı anımsamak!.. madığımız aysız ve yıldızsız bir geceydi. Zifiri bir karanlık içinde kalmıştık. Ama bir süre sonra, gözlerim karanlığa alıştı. Masadan kalkıp, sahildeki çakıl taşlarının üstüne oturdum ve dört beş savaş gemisinin önümden geçtiğini gördüm. Arkadaşları çağırdım, onlar da gördüler. Eğer Alman savaş gemileri değilse neydi bu gemiler, bilemem. İstanbul’un ışıkları, çok daha sonraları, sabaha karşı yandı.’’ Atatürk’ün top arabasına konulan cenazesini görmek isteyen Mîna Urgan, aile dostu bir avukatın Karaköy’de caddeye bakan bürosuna gider. Top arabası görününce dolu yağıyormuşçasına ‘çıt çıt çıt’ sesleri duyulur aniden. Giysilerinin düğmelerini koparıp yere atan Yahudiler çıkarır bu sesi. Ölenin ardından düğme koparıp yere atmak bir yas geleneğidir Yahudilerin. Mîna Urgan’ın tanık olduğu olaylar arasında Struma’nın İstanbul’a gelişi de vardır. Yazarın, en çok okunan kitaplar listesinde dev adımlar atan ‘Bir Dinozorun Anıları’ adlı eserinde Struma’daki bekleyiş de yer alır: ‘‘Eski püskü, battı batacak, küçük, paslı bir gemiydi bu. Ve salkım saçak Yahudi sarkıyordu her bir yanından. O gemide 769 Yahudi varmış kimine göre. Bizlere uzaktan sesleniyorlardı; ‘Yardım edin bize’ diye yalvarıyorlardı sanki. Nasıl yalvarmasınlar ki? 1941 yılının Aralık ayıydı. Nazi orduları ülkelerini işgal etmişti. Romanya’ya sığınmışlar, Filistin’e gitmek niyetiyle Struma’ya binmişlerdi. Ama Struma’nın onları oralara kadar götürecek durumda olmadığı besbelliydi. Korkunç bir suçluluk duygusuna kapılarak, onlara bir süre için neden sığınma hakkı vermediğimizi düşünüp dururum hâlâ. Yahudi sorunu konusunda aşırı duyarlı olmamın bir nedeni de bu Struma olayıdır zaten. Çünkü toplama kamplarını sadece okudum. Ama Struma’daki Yahudileri, çoluklarıyla çocuklarıyla uzaktan da olsa, kendi gözlerimle gördüm. Hatta çocukların ağladığını duyar gibi oldum.’’ ‘Cinayet kimin tarafından işlendi?’ ‘Aysız ve yıldızsız bir gece... Ciğerimiz Yandı. Ya Şimdi? Günler boyu ormanlarımızın yanışını izledik. Ormanlar yandı, ciğerimiz yandı, soluksuz kaldık, tutsak kaldık, şaşkın kaldık. Ormanlar yanmaya devam etti... Milas, Mumcular, Mazı, Yeniköy, Gökpınar ... Gökova, Armutçuk, Eşme, Beyciler ve Bayır köyleri... Katrancık, Kurşun ve Pinarardı Dağları... Sonra Marmaris, sonra Kuşadası, sonra Kaş... Yakından bildiğimiz ya da ilk kez duyduğumuz köy, dağ ve koy adları geçti alevlerin içinden... Ormanlar yanmaya devam etti... Fesleğen ormanları, asırlık kızıl çam ormanları, değerli Halep çamı ormanları kül oldu. Arı kovanları tutuştu. Otlar, bitkiler, çam balı ve tüm doğa nimetleri kömüre dönüştü... Ormanlar yanmaya devam etti... Çevre Bakanı Osman Pepe’nin başka ülkelerde daha çok yanıyor, bizdeki az bile gibi açıklamaları karşısında; hızlı esen ve yangını körükleyen rüzgârlar arasında; tüm kayıplar telafi edilecektir vaatleri umudunda; yangın söndürmedeki aczimiz, araçsız gereçsiz yoksulluk ve ilkellik görüntüleri sıkışıklığında boğulup kaldık. Ormanlar yanmaya devam etti... ??? Orman yangınlarına Ceylan’ın çığlığı eklendi, bire bir anlatımı yüzlerce satırdan ve görüntüden daha etkileyiciydi. Ceylan, Mazı köyünün sakinlerindendir. Benim bilinçli bir arkadaşımdır. İlk kıvılcımdan beri ‘yangın kulesi’ görevini yapan, tüm yetkililere telefon edendir. Ve şimdi ‘Yalan söylediler!’ diye haykırandır! ‘Göz göre göre, bile isteye yakıldı, tam yedi gün boyunca yakıldı’ diyor. ‘Ettiğim her telefona aldığım yanıt yalandı’ diyor. ‘Gözümün önünde orman yanarken adamlar her şey kontrol altında, havadan ve karadan ekiplerimiz çalışıyor’ diyordu. Oysa insan giremez vadilerde, uçak olmaksızın sönmeyecek yangınlardı bunlar. Pazartesi öğlen 13:30’da başlayan yangın, saat 15:00’te Mazı’daydı. Helikopter ancak ertesi salı günü geldi!’ diyor. Onu dinledikçe ‘yalan söylediler, sürekli yalan söylediler’ sözü içimde büyüyor, soluk aldırmıyor bana... Bu sözler, içimde, yangının tarım arazilerinde başladığı, köylülerin çağrısına rağmen orman işletme müdürlüğüne ait ekiplerin ‘Orası tarım arazisi, bizi ilgilendirmez’ diyerek müdahale etmediği gerçeğine ekleniyor... Pazartesi sözde kontrol altına alınmıştı yangın ama Ceylan, salı sabahı dışarı baktığında güneşi göremedi. Gökyüzünü sarıgri bulutlar kaplamıştı. Öğleden sonra onun oralara küller, yanık yapraklar düşmeye başlayınca, kedileriköpekleri, bilgisayar ve evrakını toplayıp arabaya bindi, Çakıllı Yalı’ya indi. Çok geçmeden çevredeki tepeler de yanmaya başladığında Yalı’da da dumandan ve sıcaktan nefes almak olanaksız hale geldi. Arabayı bir başka kıyıya çekti. Salı gecesi Yalı’ya bir arozöz gelip, olası yangına karşı beklemeye başladı. Ancak Aşağı Mazı da yanmaya başlayınca arozöz çekip gitti. Geceyi geçirmeye çalıştığı otomobilde giderek soluk almak zorlaşıyordu. Kediler kendilerini camlara vurmaya başlayınca, yeniden başka yollar aradı. ??? Ceylan’ı dinliyorum: ‘Salı, çarşamba, perşembe bütün gün helikopter çalıştı. Cumacumartesipazar yer yer yeniden dumanlaralevler yükseldi ama helikopter gelmedi. Günler boyu hiç yılmadan en büyüğünden en küçük yetkiliye cep telefonlarından ulaşıp sürekli bilgi verdim. Telefonlarda hep yalan söylediler!’ Yangın söndü. Geriye Mumcular’dan Mazı’ya giden yolda koca bir kara leke, Ceylan’ın yüreğinde koca bir isyan bıraktı. Bu yedi günlük kasıtlı ihmalin sorumluları, hesap vermeyecek mi, cezalandırılmayacak mı diye çırpınıyor. Yangın söndü ama muhtar efendi en rüzgârlı günde çöp yakmayı sürdürüyor hâlâ... Yangın, doğal afet olabilir. Ama Tanrı doğal afetle cehalet arasındaki farkı idrak edecek akıl mantık vermiş insanoğluna. Sorumluluklarını, görevlerini yerine getirmeyenlerden hesap sormadıkça, yüreğimiz, ciğerimiz daha çooook yanar! Zeynep@zeyneporal.com Faks: 0 212 257 16 50 ma’ya yolcu toplayan şirketin sahiplerinden Yunan asıllı Pandelis de, Romanya’da yargılanır ve geminin çürük olduğu için değil, bir denizaltı tarafından batırıldığı gerekçesiyle beraat eder. Üstelik, o günün hava raporlarında da fırtınaya rastlanılmamaktadır. Asıl soru, bu cinayetin kimin tarafından işlendiğidir? Struma’ya ateş edenin bir İngiliz denizaltısı olduğu iddialarına Almanları da katabilir miyiz? Bu sorunun yanıtını Mîna Urgan’ın kitabında buluruz. Yazar, Struma’nın batırılışıyla bir bağ kurmasa da, söz konusu yıllarda elektriklerin kesildiği önemli bir İstanbul gecesini anlatarak sorumuza bir parça ışık tutar: ‘‘İsmet Paşa hükümetinin, savaşın başlangıcında Nazilere kolaylık yaptığına, Alman savaş gemilerinin Karadeniz’e geçmesine göz yumduğuna, bir rastlantı sonucu şahsen tanık oldum. Meslektaşım ve dostum Abdülbaki Gölpınarlı’nın Salacak’ta Kız Kulesi’nin karşısında, bahçesi deniz kıyısına kadar inen bir evi vardı. O bahçede geceleyin arkadaşlarla demlenirken, İstanbul’un tüm elektrikleri aynı anda kesildi. Tam tarihini anımsa Mîna Urgan’ın dediği gibi ‘Aysız ve yıldızsız bir gece’de Karadeniz’e doğru geçenler ayyıldızlı bayrağın görmemezlikten geldiği Alman savaş gemileri miydi? Boğaz’ı satıhtan geçmek zorunda olan denizaltılar gemilerin arasında gizleniyorlar mıydı? Bu soruların yanıtını Salacak’ın az ötesinde, deniz içindeki kayalıklara oturan beyaz elbiseli kız verebilir. Ama, ne var ki, tüm olup bitenleri gören o kız dilsizdir!.. Struma ile Ece Ayhan’ın ‘Morötesi Requiem’ adlı kitabınında da karşılaşırız. Ne var ki, Struma, Yahudilerin koparıp yere attıkları düğmeler gibi kitabın sayfaları arasında dağınık durmaktadır: ‘‘1941 yılı Aralık ayından beri İstanbul limanında bekletiliyor Struma Yahudileri. Sefine de denebilir Struma’ya, insanlar ‘sersefil’ olmuşlardır Karadeniz’de boğulmadan önce. Evet, insanı karada bile donduran 1942 Şubat’ında İngilizlerin eliyle batırıldı gemi. Kimse de kurtulamamıştır. Kimse de kurtulamazdı zaten. Cesetler ve iyice ıslanmış olarak birkaç tahtadan oyuncak ayı, Riva deresinin döküldüğü kıyıya kadar gelmiştir.’’ Yahudilerin geleneğini öğrendikten sonra kabanımın bir düğmesinin kopuk oluşu başka bir anlam kazandı. Düğmeyi çantamda gezdirsem de fırsat bulup yerine dikemiyordum bir türlü. Oysa anladım ki, düğmenin koptuğu yerdeki küçük ip parçacıkları İstanbul limanından sökülen halatlarıdır Struma’nın... Ve ben, o ip parçacıklarına bakarak Mîna Urgan gibi suçluluk duygusuna kapılıyorum. (İtalya), Georgiy Kurdyavchenko (Ukrayna), JeanPaul Chablais (Fransa), Marie Sebrova (Çek Cumhuriyeti), Milen Vassilev (Bulgaristan), Vassilis Vassilis (Yunanistan) ve Yunus Tonkuş’un heykellerini, 22 Eylül’de sergilemeleriyle sempozyum son bulacak. Struma’nın, römorkörlerle Karadeniz’e çekildiğini yazan Mîna Urgan, orada bir fırtınada kendiliğinden battığını ya da bir denizaltı tarafından batırıldığını belirttikten sonra şu soruyu sorar: ‘‘Kimine göre İngilizler yapmış bu işi. Neden İngilizler? Bunu hiç anlayamadık?’’ Tek dilekleri yaşamak olan onca insanı Karadeniz’in soğuk sularına gömen nedenin fırtına olabileceği hiç inandırıcı değildir. Gemiden yalnızca bir kişinin kurtulmuş olması torpillenme sonucu infilak ettiği olasılığını daha güçlü kılıyor. Gazeteye ilan verip, Stru Uluslararası heykel sempozyumu Kültür Servisi Özelleştirilen Sümerbank Pamuklu Dokuma Sanayi Fabrikası arazisinde düzenlenen ‘Dokuma Modern Sanat Müzesi 1. Uluslararası Heykel Sempozyumu’ 1 Eylül’de başladı. 22 Eylül’e kadar sürecek sempozyum kapsamında belgesel film gösterimi ve heykellerin sanatçılar tarafından tanıtımı yapılacak. Sempozyum Danışmanı Heykeltıraş Yunus Tonkuş sempozyuma 9 ülkeden sanatçıların çağrıldığını bildirdi. Sempozyuma davet edilen Andreas Theurer (Almanya), Antonie Den Ridder (Hollanda), Darya Bokareva (Rusya), Emanuella Camacci İLAN BİNGÖL SULH HUKUK MAHKEMESİ HÂKİMLİĞİ’NDEN ESAS NO: 2005/255 Davacı; Rıza Kınsün tarafından davalılar aleyhine mahkememize açılan veraset ilamının iptali davasının yapılan yargılaması sırasında verilen ara kararı uyarınca; Davalılardan Fatma Abrava (Görünen) mirasçısı Sevgi Becerikli’nin (Abrava) açık adresi tespit edilemediğinden 7201 S.T.K’nun 28 ve müteakip maddeleri gereğince “duruşma günü olan 13/09/2006 günü saat 11.10’da Mahkememiz duruşma salonunda hazır bulunmadığınız veya kendinizi bir vekille temsil ettirmediğiniz takdirde duruşmaya yokluğunuzda davam edileceği ve hüküm verileceği” hususu tebliğ yerine kaim olmak üzere ilanen tebliğ olunur. 11/07/2006 Basın: 37403 DOSYA NO: 200614 İflas MÜFLİSİN ADI.SOYADI VE ADRESİ: KA MEDİKAL PAZARLAMA LTD.ŞTİ. KadıköyBostancı Mah. Mehmet Şevki Paşa Cad.Yılmazlar İş Merkezi No. 20/8 İstanbul Ticaret Sicil Memurluğu’nun 465759413341 sicil sayısında kayıtlı yukarıda adı, soyadı ve adresi yazılı şirketin Kadıköy 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 200521 esas sayılı dosyasından 24.08.2006 günü saat 15.00’ten itibaren iflasına karar verilmiştir. İ.İ.K. 166. maddesi gereğince keyfiyet tebliğ ve ilan olunur. 29.08.2006 Basın: 43233 T.C. KADIKÖY İFLAS MÜDÜRLÜĞÜ’NDEN İFLASA İLİŞKİN İLAN CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle