18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
20 EYLÜL 2006 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA DİZİ Kadınlar, reklamların hiç vazgeçmediği bu çarpık malzeme, fırsatını yakaladığında sinemanın, spor ya da politikanın da işine gelir 9 Kazanılacak daha çok şey var ufukta... ? Türkiye’de, yarım yüzyılı aşan bir süredir, laik ve demokratik devrime karşı güçler, başta da İslamcılar, erkekkadın eşitliğine direniyor; ‘‘kadın sorunu’’nun çözümünü yokuşa sürüyorlar. Artık biliniyor: Kadınlar üstüne imgeler, kimi kez ana, kimi kez baştan çıkaran, ara sıra cadaloz ve çoğu kez zayıf olarak, zihniyetlerde kök salmış haldedir. Reklamların hiç vazgeçmediği bu çarpık malzeme, fırsatını yakaladığında sinemanın, spor ya da politikanın da işine gelir. Maçoluk ve kadın düşmanlığı, şu son yıllarda gerilemiş iseler de, feminizme karşı oluş kaybolmadı; sadece, başka biçimlere giriyor. Öte yandan, kadın hakları mücadelesi, feminizm, temel hakların kazanılmasında yollar açtı. Bununla birlikte, ilerleme çok ağır gitti ve gidiyor. Son yıllarda, siyasal iktidarı kadınlarla erkeklerin eşitçe paylaşmaları (parite) yolunda gelişmeler buna bir örnektir. İktisadi, sosyal ve kültürel örgütlerde yığınla meslek kadınların oldu; öyle de olsa, kadın kadrolar yine de azınlık halindeler. Görülüyor ki, kazanılacak daha çok savaş var ufukta. Ama şimdiden belli olan da şu: Kadınlar ve sivil örgütler sayesinde, kendilerini kuşatıp baskı altına alan kurulu düzene karşı koyuyorlar. Afrika’da, Ortadoğu’da, Birleşik Amerika’da, Avrupa’da, nerede olurlarsa olsun, kadınlar, savaşa girmişler ve köprübaşlarını da tutmuşlardır. Kimi zaman, mücadeleleri erkeklerin mücadeleleriyle iç içe oluyor ve mevzileri kazanmakta yararı da oluyor. Özetle kadınlar, her şeye karşın savaşıyorlar... Türkiye’ye bakıldığında görülen nedir? Türkiye’de atılmış adımlara rağmen... Bir genel hatırlatma ile başlamalı: Batı’da ‘‘Kadınların Devrimi’’ne, özellikle erkekkadın eşitliği gerçeğine, gecikerek de olsa Türkiye de katılmıştır; ve bu, Batı’daki ‘‘Aydınlanma’’nın akılcı ve laik devriminin, sonunda Türkiye’ye ulaşmasının bir sonucudur. Bu süreçte, kesin ve radikal adımları atan da, bağımsız, laik ve demokratik Cumhuriyet olmuştur. Söz konusu uyanışı yaşayan, bütün Müslüman dünyada tek ülke de bizimkidir. Ne var ki Türkiye’de, yarım yüzyılı aşan bir süredir, laik ve demokratik devrime karşı güçler, başta da İslamcılar, erkekkadın eşitliğine direniyor; ‘‘kadın sorunu’’nun çözümünü yokuşa sürüyorlar. Böyle bir ortamda, Cumhuriyet Aydınlanması’nın kadınların davasına açtığı ufukları, özellikle de Medeni Yasa devrimini, Batılı toplumlarda eşitlik doğrultusunda atılan adımları da göz önünde tutarak ve onlarla zenginleştirerek, her zaman savunmalıyız! Öte yandan, ülkemizde, kadın özgürlük hareketinde, 1980’lerle başlayan ve Avrupa’daki rüzgârlara duyarlı değişimin getirdiği zenginliğe de sahip çıkmalı! 12 Eylül 1980’de özgürlükler yok oluyordu Kadınlar, kimi kez ana, kimi kez baştan çıkaran, ara sıra cadaloz ve çoğu kez zayıf olarak, zihniyetlerde kök salmış, kimi zaman da reklamların hiç vazgeçmediği bir malzeme. Kadınlar, kız çocuklar ve eğitim C umhuriyet devriminin, milli eğitimde açtığı çığırı biliyoruz. Cumhuriyet, 1940’lara kadarki dönemde, erkeklere de, kadınlara da elinden geleni yapmıştır. Sonraki yıllar ise bir sapma yıllarıdır ve sonucu da şudur: Kadınların eğitim olanaklarından yararlanmada bir eşitsizlik açıktır. Bu eşitsizlik ise, sınıfsal, bölgeler ve kırkent arası farklılıklardan geliyor; onlara tutucu ideolojilerin etkilerini de katmalı. İktidarların bugüne değin gideremedikleri eğitimde cinsel eşitsizlik kırsalda, özellikle de Doğu’da ve Güneydoğu’da korkunç boyutlardadır ve günahını da başta kız çocuklar çekmektedir. Kız çocuklar ise, her yönden, yalnız ulusal değil uluslararası bir sorundur: O sorun ise, çocuk emeğinin ekonomik sömürülmesini yok etmekten, kız çocuğu toplumsal, ekonomik ve siyasal sorunlar hakkında eğitmeye kadar uzanıyor; kız çocuğunun statüsünü yükseltmek için aileyi güçlendirmek de gündemde. Bu sorumluluk ve yükümlülüklere bakıp Türkiye’yi ne denli çetin görevlerin beklediği açık değil mi? Dava, kızları okula başlatmakla bitmiyor! 1945’ten sonra kadınlar... Bunun yanı sıra, Cumhuriyeti kuranların, kadınların eğitiminde devrimlerin temeli olarak baktıklarını; kız çocuklara, eğitimlerinin her aşamasında insan oldukları bilinci verildiğini biliyoruz. Kadınların, her alanda etkin olmaları özendiriliyor; başı dik, eğitim görmüş, meslek sahibi ‘‘yurttaş kadın’’ simgesi işleniyordu ders kitaplarında. Ne var ki, 1945’ten başlayarak, ders kitaplarında başı dik, eğitimli hatta bilim dünyasına hazırlanan kadın görünmez olur; onların yerine görünen, artık bilgisiz, mesleksiz, tüketici ve sürekli ev içi alanda dolanan tiplerdir. Bunun gibi, ders kitaplarında aydınlanmacı, laik, halkçı, bağımsızlıktan yana kişiler yer almaz olur; düşünen, tartışan, araştıran ‘‘bağımsız kadın ve erkek’’ imgesinin yerini, inanan ve boyun eğen insanlar alır. Cumhuriyetin kazanımlarından bu denli uzaklaştığımız bir noktada, ülkemizin yarım kalmış Aydınlanmasının tamamlanması için eğitimde ciddi adımlar atmak elbette var. Yapılacak işler arasında ders kitaplarının yeniden yazdırılması da yaşamsal değil mi? Kadınsız demokrasi olmaz! Son bir konu, erkeklerin kadınlarla iktidarı eşitçe paylaşmalarına gelince... Batı’da, kadınların siyasal haklarını elde etmeleri, ilk aşamada, seçme ve seçilme ‘‘Kota’’ denen, partilerin seçimlerde, anayasal ve yasal olarak, kadınlara ayırmak zorunda oldukları yüzde 25 ya da 30’luk bir pay, bir kontenjan. Bu fikir, Türkiye’de, siyasal partilerden çok, sivil toplum kuruluşları arasında yer buldu ve kökleşiyor. Ancak, siyasal partiler de uyanmalıdır: Atatürk Türkiyesi kuşkusuz daha ileriydi; Türk demokrasisinin bu alanda eksikliğini de kapatması, parlamentomuza yeni bir kimlik kazandıracak ve bir canlılık getirecektir. Son olarak, 3 Kasım 2002 seçimlerinde çıkan ‘‘kadınsız ve kasvetli bir Meclis’’, bir ‘‘Maçolar Meclisi’’ni getirmiştir. Getirmedikleri, başka nedenlerin yanı sıra bu niteliğinden de ileri gelmiyor mu? Kadınsız demokrasi olmaz! Gerçekten, Türkiye’de o yıllarda tartışmalar, çetin koşullarda yapılmıştır: 70’li yıllarda, ülke, bir tür savaş içindeydi; 80’li yıllara girdiğimizde ise bu savaş, sonunda bir faşizm getirmişti: 12 Eylül 1980’de, ülkede, insan hak ve özgürlükleri ortadan kaldırılıyordu; sol düşünce korkunç bir darbe yiyor ve sağcı, dahası şeriatçı düşünce ve güçlere iktidara kadar bütün kapılar açılıyordu. Türkiye’de, bu koşullarda, kadın hareketi ve feminist düşünce yeni ve değişik bir ivme kazanmış ise, başta kadınların direnişi ve yaratıcılıkları rol oynamıştır; hepsi de, çağdaşlaşma ideolojilerinden yola çıkıyorlar ve birbirlerini tamamlıyorlardı. Sonunda, korkulan da başa geldi: Kasım 2002’de Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidara geçti.‘‘Muhafazakârlık’’ın altında dinci/şeriatçı bir ideoloji; liberalizm altında da, ulusal birikimi tasfiye ve bireyci kazanç bulunuyordu; ‘‘muhafazakârlıkla uyutup liberallikle soymak’’ da çok geçmeden gerçekleşti. Böyle bir iktidarın, kadın hareketimizin, 1980’lerle gerçekleştirdiği değişimi daha ilerilere götürmesi, ilerici ve geleceğe açık yürüyüşüne omuz vermesi düşünülebilir mi? Ayrıca hatırlatmalı: Ülkemiz, kahredici çelişkiler içinde. Kabaran yoksul kitleye, gitgide çoğalan işsiz milyonlar eklenmiştir. Ekonominin sürekli büyüdüğü haberleri bu insanları doyurmuyor. Bir de, aşırı nüfus artışı ve köylerden kentlere akan denetimsiz göç kortuyuyor. Böyle bir ortamda, yükün ağırlığını taşıyacak olanlar kadınların omuzları değil midir? Tarım kesimindeki kadınların derdine, kentlerde başkaları ekleniyor. Kimi konulara da değineceğiz. Türkiye’de kadın hâlâ ‘‘ikinci sınıf’’; olumlu önlemlerin hayata geçmesi için bir ‘‘zihniyet değişimi’’nin geçekleşmesi gerekir. açısından eşitsizliğin kaldırılması olarak başladı ve 20. yüzyılın ilk yarısında başarıyla noktalandı. Ne var ki, Batı’da bile, kadınlar eğitim, meslek seçimi ve çalışma olanakları açısından daha iyi koşullara sahip olsalar da; gerek özel, gerek kamu kesimlerine, yönetimin yukarı katlarına gelemedikleri gibi siyasal yaşamda da pek bir varlık gösteremiyorlar. Özetle, kadınlar için, İskandinav ülkelerinin dışında ‘‘temsil edilmeme’’ gibi bir olay vardır ve onu aşma konusu tartışılıyor; engelin giderilmesi ise, başta demokrasinin yeniden kurulmasında ve eğitimden geçiyor. Batı ise, ‘‘cinslere eşit temsil’’ olanaklarını arıyor ve ‘‘kota uygulaması’’ da bulduklarından biridir. Türkiye de bu tartışmaların içindedir. ‘‘Türban’’a gelince... Çağdaş dünyada kadınerkek eşitliği artık tartışma dışıdır ve kadına da yaraşır. Onu sarıp örtme bahaneleri ile, türban, kadına karşı düpedüz bir hakarettir. Türkiye’de, 1923 Devrimi laik Cumhuriyeti yaratırken belki başta kadına verdiği yerle sentezini tamamlar. Türban ise, işte bu senteze karşı girişilmiş ve yıllardır süren genel saldırının bir parçasıdır; gerici anlamda da, bir ‘‘politik simge’’dir kuşkusuz. Avrupa Birliği’ne girmek ‘‘aşk’’ıyla tutuşmuş AKP’nin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararı karşısındaki tavrı, gericilik ve çelişmelerle dolu olmuştur. AKP’nin ‘‘türban açmazı’’ sürüyor... İşte kadın sorununda gelip durduğumuz nokta! Her şeye karşın söylemeli, Türkiye’de kadın hâlâ ‘‘ikinci sınıf’’; olumlu önlemlerin hayata yansıması için de, bir ‘‘zihniyet değişimi’’nin hızlanmasından başka çare yoktur. Bu zihniyet değişimi de kendi kendine gerçekleşecek değildir; verilecek mücadelede erkeklerin payı da önemlidir. Ancak, yolları asıl açacak olan, kadınların bilinçlenmesidir. Türkiye’de de kadınlar, ne olursa olsun savaşıyorlar... BİTTİ GAZETENİN NOTU: Bu yazı dizisi, Server Tanilli’nin ‘‘Ne Olursa Olsun Savaşıyorlar Kadın Sorununun Neresindeyiz?’’ adlı eserinden kimi özetlemelerdir; kitap ise önümüzdeki günlerde Alkım Yayınları’ndan çıkacaktır. Dinmez bir şiddetin sultasında oplumumuzda kadın, ailelerin içinde olsun ya da olmasın, açık bir sömürünün, korkunç bir cinsel açlığın, bu arada dinmez bir şiddetin sultası altındadır. Kadın, kaçma ile de kurtulamıyor; ‘‘töre cinayetleri’’, kendisini arayıp buluyor ve insanlığı da aşağılıyor. Olayların incelenmesinde erkeklere çıkarılan ‘‘zimmet’’ gerçekten korkunçtur. Bu zimmete karşı ceza yasalarının söyleyeceği vardır, ama bir noktaya kadar! Olsun, cezanın yıldırma gücüne başvurmak da gerekiyor. Özellikle ‘‘töre cinayetleri’’ni, yürürlükteki sistemle birkaç yıllık bir infaz hikâyesiyle kapamak iğrençtir. Öte yandan, ‘‘aile içi şiddet’’, elbette Türklere özgü değildir; ama bunu söylemekle yetinmemeli! T Nitekim, sorunun temellerine indiğimizde, toplumumuzda aksayan kimi nedenleri de hemen buluyoruz. Örneğin, çocukların ailede gördüklerini daha sonra kendi eş ve çocuklarına karşı uyguladıklarını söyleyen uzmanları tanıyoruz (Bkz. Hürriyet, 24 Ocak 2006). Özetle, aile içi şiddet çoğu kez, çocukken aile içinde yaşanan şiddetten kaynaklanıyor. Böylece, eğitimi aileden başlayarak sorgulamak gerekmiyor mu? Kadınların verdiği emek Kadınların verdiği emeği de hatırlamalı: Kadınlar, ne koşullarda ve ne pahasına çalışmaktadır ülkemizde? Kalkınmayla birlikte, kadın, hem eğitim olanak larına daha kolay ulaşabilmekte, hem de edindiği donanım sonucu ekonomik özgürlüğünü kazanma şansını yakalamaktadır. Ne var ki, öğrenim düzeyi yükseldikçe iş bulma olanakları artsa da, evlilik, kadınlar için sosyal güvence ve statü kazandıran bir kurum olma niteliğini bugün de korumakta; dolayısıyla, evlendikten sonra çalışmama hâlâ yüksektir. Bu arada, yürürlükteki öğretim sistemi, iş yaşamının ihtiyaç duyduğu nitelikte emek sunulmasını engellemektedir. Öte yandan, kentleşmeyle birlikte kadının ev dışı dünyayla bağlantısı artıyorsa da: Kadının birincil görevinin eş ve anne olması; kadınların gebelik, doğum nedeniyle süreli izin kullanmaları; eve olan aidiyetlerinin yüksekliği; çalışma yaşa mının çocuklara ayrılan zamanı kısıtlaması biçimdeki değer yargıları geçerliliğini korumaktadır. Türkiye gibi gelişme yolundaki ülkelerde kadın, ne olursa olsun, ülkenin kalkınmasında ‘‘potansiyel bir güç’’tür. Profesör Türkel Minibaş, son eserinde (Bu Kez Düşmanın Adı: Terör, 205, s. 539554), kadınlar için şu konuların altını çiziyor: “Küreselleşme, demokrasi ve kadınları etkiliyor; kadın emeğinin gücü gittikçe kendini belli ediyor. Ne var ki, küreselleşmenin gözü kadın emeğinde. Böyle bir ortamda, dikkat etmeli: Kadınlar, bu kez de kürselleşmeye kurban olmasın!” Yaşamsal bir uyarı değil mi? CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle