27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 20 EYLÜL 2006 ÇARŞAMBA 4 HABERLER CHP lideri Deniz Baykal, terörle mücadele konusunda hükümete sert eleştiriler yöneltti GLOBALPOLİTİKÜLTÜR ERGİN YILDIZOĞLU ‘Müzakere fiilen başladı’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP lideri Deniz Baykal, hükümetin terörle mücadele için bulduğu yöntemin ‘‘aracılı görüşme, PKK ile koordinatörler aracılığıyla mesaj alıp verme’’ olduğunu belirterek, ‘‘Bunun çayı geçmek için kucağıma aldım demekten farkı yok’’ dedi. CHP lideri Baykal, Sevr’de azınlıklarla ilgili reddedilen koşulların Vakıflar Yasa Tasarısı ile getirildiğini söyledi. CHP lideri Deniz Baykal, partisinin grup toplantısında gündemdeki konulara ilişkin şu görüşleri dile getirdi: Meclis’in olağanüstü toplantısı: TBMM, uyum yasaları için değil terör başta olmak üzere Türkiye’yi sarsan sorunların ele alınması için olağanüstü toplantıya çağrılmalıydı. Ama hükümetin gündeminde terör bulunmuyor. Hükümet, AB ilerleme raporundaki olumsuzluk düzeyini biraz indirebilmek için bu yasaları alelacele ge ‘Kutsal Baba’nın Versiyonu... Papa 250 bin kişinin önünde, Müslümanlara hem hakaret etmeyi hem de diyalog çağrısı yapmayı başardı. Dikkatlerden kaçtı ama, ‘‘Kutsal Baba’’’nın, Müslümanlara, geçerken elinin tersiyle çarptığı konuşmasının hedefi, aslında, ileri sürülen savları kabul etmeden önce kanıt, mantıksal iç tutarlılık istemekte ısrar eden bilimsel düşünce, (konuşmada, Kant’ın da adının geçmesine bakarak) Aydınlanma geleneğiydi. ? AKP hükümetinin koordinatör atamasıyla terörle mücadelede müzakere sürecinin fiilen başladığını belirten CHP lideri Baykal, “PKK’ye karşı silahlı mücadele yapmayacağız, koordinatör atayacağız, koordinatör gerekli çalışmayı yapacak, böyle başarıya ulaştıracağız. Bunun ‘çayı geçmek için kucağıma aldım’ demekten farkı yok. AKP’yi bir an önce iktidardan indirmek ulusal görev haline gelmiştir” dedi. tiriyor. Bu acı, incitici bir olay. Terörle mücadele siyasi yöntemle çözülecek: Terörle mücadele herkesten önce Başbakan’ın görevidir ancak kendisi tam bir sorumsuzluk örneği veriyor. Buldukları yöntem, koordinatör atanmasıdır. ABD ve Türkiye birer koordinatör atasın, bunlar buluşsunlar, teröre çare bulsunlar. Nasıl bulacaklar, ABD diyor ki askeri müdahale akıllıca bir iş değil. Eğer askeri önlem almayacaksınız ne yapacaksınız? Siyasi çözüm, koordinatör bunu yapacak. Önce bizim taleplerimizi öğrenecek, sonra Barzani ile buluşacak. Barzani, PKK ile mücadelenin barışçı yöntemlerle olması gerektiğini ve arabuluculuk yapmaya hazır olduğunu söyleyecek. Bu siyasi bir yöntemdir, müzakere yöntemidir. Bu süreç de fiilen başlamıştır. PKK’ye karşı silahlı mücadele yapmayacağız, koordinatör atayacağız, koordinatör gerekli çalışmayı yapacak, böyle başarıya ulaştıracağız. Bunun ‘‘çayı geçmek için kucağıma aldım’’ demekten farkı yok. AKP’yi bir an önce iktidardan indirmek ulusal görev haline gelmiştir. İsmailağa Camisi’ndeki cinayet: Camide din adamının öldürülmesi, onu öldüren kişinin de linç edilmesi çok üzüntü vericidir. Devletin bir an önce bu tablo karşısında gerekeni yapacağı umuduyla bekledik. Ne gördük, ilk açıklama, cinayeti işleyen kişi başını minbere çarpmış, onun sonucu ölmüştür. Kim yapıyor bu değerlendirmeyi, İstanbul Emniyet Müdürlüğü. Bu olay, Türkiye’de güvenlik güçlerinin ne durumda olduğunu ortaya koymaya yetmez mi? Sayın Başbakan’ın da, bu linç olayına linç diyememe, denilmesine kızma ve ortada rapor dururken linç kabulünü reddetme çırpınışı içinde olduğunu acı bir şekilde gördük. El Kadı ile kimlerin para ilişkisi var: El Kadı’nın para trafiği henüz netliğe kavuşmuş değildir. Türkiye’de bir sistemin başbakan katından hareketlenerek olaya müdahale edip örtbas etmek istemesi, Türkiye’de siyasetin yargıya kendi kirli çıkarları doğrultusunda müdahale etmeyi başardığını ortaya koyar. Sevr’de reddedilenler Vakıflar Yasası ile geliyor: Azınlık vakıflarının 1936’dan sonra edindikleri mülkler, 1974’te Yargıtay kararıyla Hazine’ye geçmiş ve daha sonra da bir kısmı üçüncü şahıslara intikal etmiştir. ABD ve AB, şimdi bu mülklerin tamamının iadesini talep ediyor. Sevr toplantıları sırasında Yunan hükümetinin 12 maddelik talep listesinin en dikkat çekici maddesi 7. maddeydi. Bu madde, Türkiye’deki vakıfların mülkiyetinde olan malların adlarına tapuya geçirilmesini öngörüyordu. O zaman sadece bu madde uygun görülmeyerek reddedilmiştir. Sevr’de reddedilen bu madde şimdi Vakıflar Yasa Tasarısı’nın içinde TBMM’de kabul edilecektir. ‘Yanılmazlık ilkesi’ Ancak ‘‘Kutsal Baba”, tanrının dünyadaki sesi olduğuna kendisi de inandığı için olacak, aklıyla ağzı arasındaki ilişkiye fazla dikkat etmeden konuşarak Vatikan’ın giderek kavramaya başladığı gibi, başına büyük dert açtı. Papa’nın, Bizans İmparatoru Manuel II Paleologus’tan aktardığı, ‘‘Bana Muhammet’in yeni ne getirdiğini gösterin, o zaman yalnızca, dinin kılıçla yayılması buyruğu gibi, insani olmayan, şeytani şeyler bulacaksınız...’’ sözleri Müslümanlığı gereksiz, insanlık dışı ve şeytani ilan ediyordu. Müslümanların, bu ifadelere gösterdikleri şiddetli tepkiyi (hele onlar, Afganistan’dan Somali’ye, Hıristiyan orduların saldırıları altında yaşarlarken ve ölürlerken) hayretle karşılamak için herhalde Katolik papaz olmak gerekirdi... Ancak, dünyanın hali de, bugünkü gibi olduğundan, ortalık birbirine girdi. ‘‘Kutsal Baba’’ şimdi ‘‘Çok üzgünüm’’ filan diyor, ama yetmeyecek. O konuşmasını hazırlarken beğenmediği bilimsel düşüncenin öngörü prensiplerine uymadığı için, şimdi dört dönüp duracak. Çünkü, olağan siyasetçiler gibi, ortalığı yeterince karıştırdıktan sonra, ‘‘pardon bilememişik’’ diyerek işin içinden sıyrılma şansı yok. Çünkü Papalık, iktidarını, ‘‘tanrının dünyadaki sesi’’ olma varsayımından hareketle, ‘‘yanılmazlık’’ ilkesine dayandırır. Şimdi, ya Papa tanrının dünyadaki sesi değildir, öyleyse yanılabilir. Ya da Papa tanrının dünyadaki sesidir, ama yanılmıştır. Ya da Papa tanrının dünyadaki sesidir ama, bu Papa’ya bu ilahi imtiyaz ihsan edilmemiştir, XVI. Benedict gerçek Papa değildir. Şimdi ‘‘Kutsal Baba’’nın neden kanıta ve mantıksal tutarlılık ilkesine bu kadar bozulduğunu anladınız mı? B ARIŞ GİRİŞİMİYURTTAŞ GİRİŞİMİ: İĞNELİ FIRÇA ZAFER TEMOÇİN C HP Kerinçsiz’in linç çağrısı soruşturulsun ? ‘‘Türk milletine küfretmenin ve aşağılamanın bedelini Türk düşmanlarına ödetmek için herkesi ‘milli göreve’ sloganıyla Beyoğlu Adliyesi’ne çağırıyoruz’’ sözlerinin yer aldığı bildiriyi dağıtan Büyük Hukukçular Birliği ve avukat Kerinçsiz’in yargı önüne çıkarılması istendi. İstanbul Haber Servisi Barış Girişimi ve Yurttaş Girişimi üyeleri, 21 Eylül’de yargıç karşısına çıkacak olan Elif Şafak’ı Türk düşmanı olarak tanıtarak, üyelerini Beyoğlu Adliyesi’ne çağıran Büyük Hukukçular Birliği ve avukat Kemal Kerinçsiz hakkında soruşturma açılmasını istediler. Barış Girişimi ve Yurttaş Girişimi, yaptıkları yazılı açıklamayla, ‘‘Türk milletine küfretmenin ve aşağılamanın bedelini Türk düşmanlarına ödetmek için herkesi ‘milli göreve’ sloganıyla Beyoğlu Adliyesi’ne çağırıyoruz’’ sözlerinin yer aldığı bildiriyi dağıtan ve eposta zinciri oluşturan Büyük Hukukçular Birliği ile Kerinçsiz’in yargı önüne çıkarılmasını talep ettiler. Açıklamada, Türkiye’nin demokratikleşmesine karşı bir yılda meydana gelen olayların arkasında aynı yapılanmanın görüldüğü kaydedilerek, önce 67 Eylül olaylarına ilişkin Tarih Vakfı tarafından düzenlenen serginin talan edilmek istenmesi, Ermeni Konferansı’na yönelik tehditler ve aydınların ‘Türklüğü aşağılamak’ suçundan yargılandıkları davaların Kerinçsiz ve şiddet yandaşları tarafından basıldıkları anımsatıldı. Duruşmalarda avukatlara bile sözlü ve fiziksel saldırılarda bulunulduğu kaydedilerek ‘‘Aynı senaryo yinelenecektir. Elif Şafak da diğer yazarlar gibi tehdit edilecek, saldırıya uğrayacaktır’’ denildi. Bu yapılanmanın TCK’nin 220. maddesi ve Terörle Mücadele Yasası’nın 1. maddesine göre yasak örgütlenmelerden olduğu ifade edilerek, söz konusu örgütün bugüne kadar gerçekleştirdiği eylemlerde kendisini açığa vurduğu kaydedildi. Yasaların suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla bir araya gelen kişilerin yargılanması gerektiği belirtilerek açıklamaya şöyle devam edildi: ‘‘Yadırgatıcı olan, bu örgütün bu kadar açık çalışmasına karşın kurucuları, yöneticileri ve üyelerine bugüne kadar hiçbir soruşturmanın açılmamasıdır. Kamu makamlarının bu olaylara ve provokatörlere karşı bu kadar kayıtsız kalmaları, yargının etkisini ve saygınlığını zedelemektedir.’’ Cumhuriyet savcılarının bu yasadışı örgüt ve militanları hakkında soruşturma yapmaları istenerek, verdiği demeçlere göre elebaşısı Kerinçsiz olan şiddet yanlısı yapının yargı önüne çıkarılması gerektiği belirtildi. Açıklamada, bundan sonra yaşanacak olaylardan yetkilerini kullanmayan kamu görevlilerinin sorumlu olacağı ifade edildi. Çelik’e gensoru hazırlığı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP’nin, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik hakkında gensoru önergesi verme hazırlığında olduğu öğrenildi. Bakan Çelik’in, milli eğitimden sorumlu olduğu dönem içinde yaptığı icraatları sorgulayacak olan CHP, yolsuzluk ve kadrolaşmaya dikkat çekmeyi planlıyor. CHP Genel Merkezi, Çelik hakkında gensoru açılmasını isteyecek. Çelik’in, MEB’den sorumlu olduğu yaklaşık 4 yıllık süreçte, ortaya çıkan ‘‘yolsuzluklar, kadrolaşma iddiaları, ders kitaplarındaki hatalar, 100 Temel Eser skandalı’’ gibi konulara dikkat çekecek olan CHP, bu kapsamda çalışmalar yürütüyor. Partinin, TBMM Milli Eğitim Komisyonu’nda görevli milletvekillerinden MEB ve Bakan Çelik’le ilgili yaptıkları çalışmaları toparlaması istendi. Milletvekilleri, Çelik’e ve MEB’e ilişkin olarak sunulan soru önergeleri, verilen yanıtlar, araştırılan iddialar, basında yer bulan haberler gibi kaynakları toplayarak genel merkeze bir dosya iletecek. Söz konusu bilgileri gensoru önergesi vermek için bir araya getirecek olan CHP Genel Merkezi de Çelik ve MEB ile ilgili iddiaların TBMM gündeminde tartışılmasını sağlamaya çalışacak. Dinler arası diyalog, dinlere bırakılamaz Diğer taraftan, ‘‘Kutsal Baba’’nın, konuşmasında bilimsel düşünceyle yaptığı polemik, dinler arası diyalog çağrısının anlamsızlığını bir kez daha kanıtlıyor. ‘‘Kutsal Baba’’ya göre, insanlığın önündeki engellerin aşılabilmesi için ‘‘aklın ve dinin yeni bir tarzda bir araya gelmesi’’.. ‘‘aklın, kendi kendine koyduğu, ampirik doğrulanma ilkesi sınırını aşması’’ gerekiyormuş. Neymiş? Bilimsel düşünce, ampirik olarak kanıtlanamayan şeyleri de ufkunun içine almalıymış. Demek ki, ‘‘Thruth Digg’’deki yazısında Sam Harris’in örneklediği gibi, ‘‘bakire doğum’’, bir canlının hem insan hem de tanrı olması, her Katolik ayininde yenen ekmekle içilen suyun, İsa’nın bedeninden bir parça ve onun kanı olması gibi savlar da bilimsel düşüncenin ufkunun içine girmeliymiş. Neden bu ısrar? Neden din orada, bilim burada duramıyor? ‘‘Kutsal Baba’’, aslında diyor ki ‘‘Bilim dünyayı açıklar, ama dünyanın neden açıklanabilir olduğunu açıklayamaz’’. Bu açıklamayı yapmaya da tabii ki kilise (din) talip. ‘‘Açıklanan şeyin, neden açıklanabilir olduğunu da açıklamak’’ gibi tuhaf bir gereksinim, ‘‘evrensel olanın’’ anlamı üzerinde bir iddia ileri sürmekle ilgili. Sorunun özü bu! Her din evrensel olanı, kutsal olandan aldığı bilgiyle açıklar/hegemonyası altına alır. Her dinin kendi açıklaması aynı derecede geçerli, eşit vb.. (diyalog için bunu varsaymak gerekir) olarak kabul edilirse, o zaman karşımıza birden fazla evrensel çıkar. Bu yol da, bütün dinlerin evrensellik ilkesinden taviz vermeleri, yücenin mesajının, eksik, yanlış ya da zamana bağlı olabileceğini kabul etmeleri gereğine kadar açılır. Hiçbir din bu tavizi veremez. Örneğin Müslümanlık İsa’nın peygamber olduğunu kabul eder ama, tanrı olduğunu kabul etmez. Hatta sanırım bunu kabul edenlere de cehennemi layık görür. Hıristiyanlık da, kendini yadsımadan, Müslümanlıkta hiçbir yenilik göremez. Dante de Muhammet’e cehennemin en dipteki katını layık görür. Gerekli olan, dinlerin diyalog içine girmeleri değildir. Nasıl olsa, hiçbir din kendi inancını/evrenselini tartışmaya açamaz. Gerekli olan, farklı dinlerin bir arada, barış içinde yaşamayı başarmalarıdır. Bunun, bugüne kadar insanlık tarafından bulunmuş tek aracı, vatandaşlık kurumu ve devleti tüm dinlerden eşit uzaklıkta tutan, laiklik ilkesidir. Bunun da asgari koşulu, bağımsız bir ulus devlettir... Nereden nereye geldik... Diyalektik işte... erginy@tr.net http://erginyildizoglu.blogspot.com namikzafer@yahoo.com Yasin el Kadı davasında itirazdan feragat gündemde Dışişleri de AKP’nin ‘dümen suyuna’ giriyor BAHADIR SELİM DİLEK ANKARA Başbakanlık’ın, Yasin el Kadı’nın malvarlığına konulan tedbir kararının kaldırılmasına yönelik itirazını geri çekmesinin ardından, Dışişleri Bakanlığı’nın da konuyu değerlendirmeye aldığı öğrenildi. Değerlendirme sonucuna göre Dışişleri’nin de, El Kadı’nın malvarlığına tedbirin sürdürülmesi amacıyla Danıştay’a yaptığı itirazını geri çekebileceği dile getiriliyor. Cumhuriyet’in ulaştığı bilgilere göre, Başbakanlık’ın Danıştay kararına yönelik itirazını geri çekmesinin ardından Dışişleri de aynı yolu izlemeye başladı. Dışişleri Bakanlığı’nın hukuk dairesi uzmanları, itirazın geri çekilmesi konusunu değerlendirmeye aldı. Dışişleri Bakanlığı’nın bugüne kadar, siyasi olarak hassasiyet gösterdiği tutumun dışına çıkarak, AKP’nin izlediği politikalara yakın duruş sergilemesi dikkat çekti. Hukuk dairesinde yapılmakta olan değerlendirmenin ardından itirazın geri çekilmesi olasılığının güçlendiği öğrenildi. Dışişleri’nin itirazını geri çekmesi durumunda, bakanlık Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin ‘‘Yasin el Kadı’nın malvarlığına tedbir konulması’’ doğrultusunda almış olduğu kararı görmezden gelmiş olacak. 11 Eylül saldırılarının ardından BM Güvenlik Konseyi, ‘‘uluslararası teröre finansal destek sağladığı’’ iddiasıyla bazı kişilerin malvarlıklarına tedbir konmasını istedi. Bu kapsamda Bakanlar Kurulu da Yasin el Kadı’nın Türkiye’deki malvarlığına tedbir konulmasını onayladı. Bakanlar Kurulu’nun bu kararı üzerine El Kadı, Danıştay’a itiraz etti. Danıştay ‘‘kanıt yetersizliği’’ gerekçesiyle El Kadı’nın itirazını kabul etti. Bu durumda Bakanlar Kurulu’nun kararını uygulamakla yükümlü Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı’na Danıştay’ın kararına itiraz hakkı doğdu. Her üç kurum da itiraz etti. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘‘kendisine kefilim’’ açıklamasının ardından Başbakanlık, yaptığı itirazı geri çekmek istediği yazıyı Danıştay’a gönderdi. Bakanlık: Düzelttik Milli Eğitim Bakanlığı bir açıklama yaparak bazı ders kitaplarındaki, aralarında Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi’nin yerine yine Atatürk’ün fotoğrafının konulmasının da yer aldığı hataların düzeltildiğini bildirdi. ÖLÜMÜNÜN 21. YILDÖNÜMÜ 18 Eylül’de okullar açıldı. Yazlıkçı adalıların şehre dönüşünün son adımı bu. Çocukları, torunları olanlar gittiler. Efsanevi futbolcu Lefter ve arkadaşları sohbetlerini sürdürüyor. Her akşamüzeri buluştukları kahvede, bu sonbaharı da burada geçireceklerini söylüyorlar. Her giden yazlıkçı, insanın içinde garip bir eksilme duygusu yaratıyor. Bitişik komşularımız Lily Hanım ve Vasil Bey’lerin bahçesinde kahve içtik. Onlar yaz kış burada kalanlardan. Kışın arada bir Atina’daki kızlarının yanına gitseler de adaya en bağlı olanlar onlar. Tabii yalnız onlar değil, Van’dan gelip inşaatlarda çalışıp köylerine ekmek götürmek isteyen işçiler de kışın adada kalıyorlar... Memurların, esnafın çoğu bile günübirlik adaya geliyor. Anadolu Kulübü’nün arka kapısı kapandı. Kapının önündeki güvenlik kulübesini de götürdü işçiler. Yazın başında ortalığı inleten martıların sesi de kesildi. Yavrularını uçurdular, kendi Bir Sonbahar Yazısı lerini yaklaşan kışa hazırlıyorlar. ??? Bütün yazlık yerlerin böyle bir kaderi oluyor. Çocukluğumda bir aylığına Tarsus’ta bağlarımızın olduğu, köyümüzün yakınlarındaki Ağdanlar’a giderdik. İki amcamın toplam 15 çocuğuna biz 3 kardeş de katılınca 18 kişilik küçük bir ordu haline dönüşürdük. İki amcam köylüydü. Birisi köy kâtipliği yapar ve köy muhtarlarının defterlerini tutardı. Diğer amcamın ise tek geliri bağından elde ettiği paraydı. Bu para hiçbir şeye yetmez. Hiçbir şey dediğim de zaten o zamanlar kışlık zahireyi (buğday) alabilmekti temel hedef. Onu alırsa ailecek kışı garanti ederlerdi. Köy yerde sütü, yumurtayı kendileri üretirlerdi. Hiçbir zaman küçük amcamın fırına götürüp un haline getireceği buğdayı almaya gücü yetmez ve şehre gelip faizle para alırdı. Ertesi yaz ancak bunu öder, gelecek kışa faizle para alacak olanağı yeniden elde ederdi. ??? Bağa üzümlerimizi toplayıp satmak amacıyla giderdik. Her yaz tekrar eden bu gidişler, çocukluğumuzun en renkli anıları olarak belleğime kazılıdır. Yoksulluk ve umut iç içeydi köyümüzde. Taze ve turfanda üzümler bir türlü para etmezdi. Köylüler, tefecilerin elinden kurtulamazdı. Yine de üzüm zamanı bir şenlik olarak geçerdi. Köylünün eli para görür, birlikte bir şey üretip satmanın keyfi yaşanırdı. Kirlik adındaki üzümcü köylülerimizin toplandığı merkezde üç kahve, iki de fırın çalışırdı. Muhtar kasap Ahmet, yaz ayları için beslediği keçileri keser ve taze taze işten gelen köylülere satardı. Köylüler etleri domatesle karıştırarak bir tavaya koyar ve fırıncıya verirdi. Yaz mevsiminin en zevkli anlarından birisi işte bu tavalarda pişen etleri kemirmek olurdu. Bağbozumu günleri ne çabuk gelirdi. Herkes bağlarının başından yeniden köylerine dönerdi. Biz de Toroslar’ın tepesindeki Namrun yaylasına çıkardık. Bağbozumu günlerini uzattığımız yaz ayları hep gözümün önündedir. Bağlarda artık üzüm kalmaz. Ancak yine de kıyıda köşede gözden uzak şataflar, yani küçük üzüm salkımları bulmak mümkündür. Bir de geciken incirleri... Bağdan bağa amcamın çocuklarıyla dolaşır, o günlerin keyfini çıkarırdık. Bağdan dönüş hep hüzünlü olurdu. O kadar çocuk ve öylesine eğlenceyi bir daha bulamazdık. Dürdane Yengem tam bir halk mizahçısıydı. Bizi güldürecek, eğlendirecek o kadar çok şey bilirdi ki! Akşamları hepimiz onun başına toplanırdık. Geçen sonbaharda, çocukluğumun bütün yazlarını geçirdiğim Ağdanlar’daki bağlara gittim. Artık kim se bağların başına gelip oralarda günlerini geçirmiyordu. Şimdi köyden arabayla gelip işlerini bitirip öğleye köye dönüyorlardı. Bizim tek gözlü evimizden eser kalmamıştı. Amcalarımın küçük kulübeciklerinden de. İsmail Amcam ve Dürdane Yengem öleli çok olmuştu. Babam da. Küçük amcam ve eşi yaşıyorlardı, ama onların da bağların başına gidecek güçleri kalmamıştı. İçime hüzün çöktü. Kimse yoktu. Tarihi kalıntıları geziyormuş gibi yıkıntıların arasında dolaştım. Sonbahar artık oradan hiç gitmiyordu. ??? Adadayım. Artık köyümüzden de, bağımızdan da çok uzaktayım. Bağa köyüler bakıyor... Martıların sesi çıkmıyor. Yalnızca kargaların sesi ve komşumuz demirci Vasil Bey’in çekiç tıkırtıları duyuluyor. Sahipsiz kalan kediler çarşıda yiyecek arıyorlar. Çoğalmışlar. Adaya yağmur yağıyor... Her taraf sessizleşiyor. Ada sonbaharı yaşıyor... Devrimci ozan Ruhi Su törenle anılıyor İstanbul Haber Servisi Devrimci halk ozanımız Ruhi Su, ölümünün 21. yıldönümünde, Zincirlikuyu’daki mezarı başında bugün saat 12.30’da törenle anılacak. Ruhi Su Vakfı’ndan verilen bilgiye göre, bugün saat 12.30’da düzenlenecek törende 68’liler Birliği Vakfı Başkanı ve Ruhi Su Kültür ve Sanat Vakfı Yönetim Kurulu üyesi Sönmez Targan bir konuşma yapacak. Törene Ruhi Su’nun dostları, Ruhi Su Dostlar Korosu ve yurttaşlar katılacak. Akşam da Ruhi Su Vakfı’nda saat 19.00’da Erdal Akkaya tarafından bir dinleti sunulacak. 1911’de Van’da doğan Ruhi Su, 1942’de Ankara Devlet Konservatuvarı’nın şan bölümünü başarıyla bitirdi. Su, klasik Batı müziği eğitimiyle türkülere farklı bir yorum getirdi. Müzik üzerine kurduğu yaşamını, baskı ve acılara karşı bir duvar olarak kullanan Ruhi Su’nun müziği, 12 Eylül askeri rejimince yasaklandı. Mücadelelerle geçen yaşamında kanser hastalığı ile de mücadele etmek zorunda kalan Ruhi Su, yurtdışına çıkışı yasaklı olduğu için ülke dışındaki tedavi olanaklarından yararlanamadı. Hastalığı ilerleyen Su 20 Eylül 1985’te aramızdan ayrıldı. CUMHURİYET 04 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle