23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 18 EYLÜL 2006 PAZARTESİ 10 DIŞ BASIN DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Türkiye’nin, Afganistan’daki ittifak gücü yerine Lübnan’a asker göndermek istemesine şaşmamalı NATO, yanlış yerde yanlış güç ADRIAN HAMILTON Vahim Bir Çevre Skandalı Öyküsü Doğa, çevre kirlenmesi, zehirli atıklar türü felaketler, küreselleşen dünyanın, tıpkı açlık, sağlık gibi bir türlü üstesinden gelemediği, belki de üstesinden gelinmesini istemediği felaketler arasında. Zehirli atıklar, havanın, suyun, toprağın hoyratça kirlenmesi, kanser kaynağı asbestli gemi sökümü, radyasyonlu hurdalar, siyanürlü altın, zehirli variller türünde belalar ülkemizin yabancısı değil. Asbestli Hollanda gemisinin çevrecilerin uyanıklığı sayesinde, gemi sökümcülerini kârlı bir işten yoksun bırakmış olsa da, geri gönderilmesi henüz belleklerden silinmemiştir. ??? Günümüz insanını olduğu gibi gelecek kuşakları da olumsuz biçimde etkileyeceğinden kuşku duyulmayan bu tür afetlerin önlenmesiyle ilgili ulusal ve uluslararası önlemler ne yazık ki yetersiz. Batı Afrika’da Gine Körfezi’nde yer alan Fildişi Sahili’nde geçen ay sonunda patlak veren zehirli atık skandalı medyamızda pek yer almamasına karşın Batı basınında manşetlerde. Senaryo aslında ‘klasik’. Gelişmiş sanayi ülkelerinde zorunlu olarak ortaya çıkan ve çoğunca da çevreyi olduğu gibi insan sağlığını da tehdit eden zehirli atıklar, denize, nehirlere ya da sıradan çöplüklere boca edilemediği zamanlar yoksul ülkelerin üstüne boşaltılmaktadır. Zehirli sanayi atıkları, Bale Konvansiyonu uyarınca bulundukları yerde ‘arındırılmak’ zorunda. Ama gelin görün ki bu maliyeti önemli ölçüde arttırmakta, dolayısıyla da kâr marjını hatırı sayılır oranda düşürmekte, bu ise şirketlerin işine gelmemektedir. Onların işine gelen arındırma maliyetini neredeyse sıfırlayan bir yolu seçmektir. Bu yol zehirli atıkların, ‘Çöp Gemileri’ aracılığıyla kara Afrika’nın yoksul ülkelerine siyasal baskı, nüfuz ticareti ya da rüşvetle aktarılması yoludur. Fildişi Sahili skandalı bu tür olayların sonuncusu. Kimyasal ulaşımda uzman Yunan şirketi Primo Marin’e ait ama Hollanda firması Trafigura Beheer’e kiralanan aslında firmanın asıl sahibi İsviçre’nin Lucern kentinde Probo Koala adlı Panama bandıralı gemi önce Estonya’nın yolunu tutmuş, oradan güvenlik önlemlerinin yetersizliği yüzünden geri dönerek Fildişi Sahili’ne yönelmiş ve sözü edilen çevre skandalı orada patlak vermiştir. Probo Koala tehlikeli yüküyle 26 Ağustos 2006’da Fildişi Sahili’nin dört milyon nüfuslu Abidjan kenti rıhtımına yanaşmış ve yükü tankerlere yüklenerek toplam 581 ton zehirli atık kamu çöplüklerine boca edilmiştir. Halk bazı semtlerde bunu önlemişse de, şirket tarafından prim vaat edilen kamyon şoförleri taşıdıkları yükün tehlikesini göze alarak atıkları diledikleri yerlere dökmüşlerdir. ??? Hollanda’nın sağladığı vergi avantajı dolayısıyla bu ülkeye kayıtlı olan ünlü Trafigura Beheer şirketi zehirli sanayi atıkları ulaşımında uzman bir konsorsiyum. 55 ülkede ofisi var. Çalışanların sayısı 1100.2005 yılındaki cirosu ise 28.5 milyar dolar. Saddam döneminde BM’nin ‘petrol karşılığı gıda’ programında Genel Sekreter Kofi Annan’ın oğlu Kojo Annan’ın 247 bin Avro’luk bir komisyon aldığı skandalda da adı geçen bir şirkettir. Peki sözü edilen bu zehirli atıklar nedir? Atıklar denizcilikle ilgilidir. Gemi ambarlarında kalan sintine, çamur vs... Zehirli atıkların Abidjan yöresinin çöplüklerine boca edilmesinin faturası ise son derecede ağır. Hastalanan, nefes alma zorluğu şikâyetiyle hastanelerin yolunu tutanların sayısı 26 bin, hastanede tedavi altına alınanların sayıları ise 2 bin. Yedi ölü. Fildişi Sahili olayı, buzdağının görünen, üstü örtülemeyen yanı. Asıl kitle suyun altında. Bu konuda biImediklerimiz, bilinenlerden çok daha fazla. Le Monde’un sözünü ettiğimiz başyazısının ilk paragrafı (14.09) zehirli atıkların kaynağını net bir biçimde ortaya koyuyor. Fazla lafa gerek yok. ‘‘Bu skandal, yasaları hiçe sayan gangsterlerin yoksul dünyayı istismarının öyküsüdür. Küreselleşmenin iğrenç yüzü kurtların koyun ağılında istediklerini yapmalarına izin verilmesinin öyküsüdür. Afrika’yı kirleten, zehirleyen Avrupa’nın utanç öyküsüdür. Yargısal, idari ve siyasal sonuçları olması gereken bir öykü.’’ Ç ok taraflılığa önem veren biri için Avrupalıların Afganistan’daki NATO gücüne ek asker desteği göndermeyi reddetmeleri dayanılmaz derecede acı verici olmalı. Buna karşın kimse NATO’nun orada ne halt ettiğini sormaya cesaret edemiyor, görevi açısından değil, niteliği açısından. Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü her şeyden önce Batı Avrupa’nın Rusya’ya karşı savunulması için kuruldu. Berlin Duvarı yıkılınca NATO daha küçük ve daha gevşek bir oluşum haline getirilmeliydi. Oysa Moskova’nın yörüngesinden çıkan e ski Sovyet devletlerini yeni üye olarak alarak, ‘‘sahne dışı’’ operasyonlara yönelik yeni bir politika geliştirerek ve Avrupa’dan sonra dünyaya da genişleyerek bunun tam tersi yapıldı. Bunun bir bölümü herhangi büyük bir bürokrasinin ayakta kalma içgüdüsüydü. Eğer Rus tehdidi artık büyük bir savunma ittifakını gerektirmiyorsa çevre kıtalarda insani yardım ve barış gücü gibi gerekçelerle NATO’nun varlığını haklı gösterecek yeni unsurlar bulmaları gerekiyordu. Aynı zamanda generaller, büyük bir inançla NATO içinde çokuluslu işbirliğine yönelik olarak Batı’nın işleyen askeri yönetim yapısının deneyimlerle ispatlanmış olduğunu savundular. Fransa’nın desteklediği Avrupa gücü ya da BM ordusu gibi diğer seçenekler ortada yoktu. NATO en azından el altındaydı, Bosna ve Kosova’da işe yaradığını göstermişti. Ancak bunlar örgütün açık bir konumu olan Avrupa içi krizlerdi. NATO’nun Afganistan’daki rolünü N ATO, Afganistan’da Taliban’a karşı yürütülen operasyonun ‘‘başarıyla tamamlandığını’’ açıkladı. Afganistan’daki uluslararası güvenlik destek gücü ISAF’ta görevli bir İngiliz komutan, Taliban’a yönelik operasyonların 3 ila 5 yıl daha sürebileceğini söyledi. Kâbil’de, ağzında sigarasıyla ağaç parçalarına yerleştirdiği saatleri satmaya çalışan Afgan için ise NATO’nun ‘‘başarısı’’ büyük olasılıkla hiçbir şey ifade etmiyor. (Fotoğraf: AP) genişletmeye çalışmak bugün yaşanan sorunlara neden oluyor. hedeflerinin olmasının yanı sıra güneyin, Amerika’nın yardımcısı İngiltere’nin kontrolünde olması ise durumu daha da kabul edilemez hale getiriyor. İtalya ve İspanya’nın asker gönderme çağrılarına ve Almanya’nın ülkenin barışçıl kuzey bölümünden güneyinde aktif bir yükümlülüğe direnmesine şaşmamalı. NATO’nun tek Müslüman üyesi Türkiye’nin, örgütün Orta Asya’daki gücüne değil de Lübnan’daki BM barış gücüne asker göndermek istemesine de şaşmamalı. Türkiye’nin çıkarları kendini daha doğudaki Müslüman savaşlarında çıkmaza sürüklemeyi değil, Ortadoğu’da etkisini ve görevini genişletmekte yatıyor. NATO Genel Sekreteri, örgütün üyelerine sanki ittifakın yükümlülüğüymüş gibi toparlanma yönünde cesurca konuşmalar yapıyor. Ancak bu doğru değil. Bu operasyon yabancı bir ülkede NATO’nun ana amacından çok farklı bir gündem içinde gerçekleştirilen Batılı müdahalenin bir parçası. çıkamayabiliriz. Üstelik örgütün üye ülkeler üzerinde bilek bükücü ne yöntemi varsa uygulamak ve oradaki askeri gücü arttırmak zorunda kalacak kadar dibe battığımız da doğru olabilir. Almanlar ve diğerlerini ödleklikle suçlamadan ve son yenilginin neden çok taraflılığın dünya güvenliği için işe yaramayacağı yönünde görüş hâkim olmadan önce Batı’nın bugün yabancı operasyonlarda ne yaptığını tekrar düşünmesi gerekiyor. NATO istikrar getirmeliydi ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, son askeri çağrıların NATO’ya yönelik bir test olduğunu, başarısızlığa uğraması halinde tüm örgütün çökeceğini söyledi. Ama bu o kadar da kötü bir şey mi? Ya da en azından NATO’nun ‘‘sahne dışı rollerini’’ bırakarak daha geniş Avrupa için savunma paktına dönüşmesi o kadar da korkunç mu? Burada gereğinden çok iş var. Örgüt ancak üyelerini arttırırsa küresel bir rol oynayabilir. O zaman ne anlamı kalacak? Eğer dünya güvenlik için mekanizmalar geliştirmek istiyorsa bu, BM barış gücü ve istikrarın bekçileri rolünde bölgesel birleşmeler çevresinde olmalı. NATO’nun Afganistan’daki macerası ortakların korkaklıkları yüzünden değil, yanlış işe soyunmuş yanlış örgüt olduğu için başarısızlığa uğruyor. Üyelerin başka yükümlülüklerden kaçınmaları konusunda hakkı var. (Independent, İngiltere, 14 Eylül) İngilizceden çeviren: Elçin Poyrazlar Barış mı işgal mi? Amaca yönelik bir birlik olmadığı gibi NATO’nun rolü de karışık. Resmi olarak NATO, güvenliği ve Kâbil hükümeti adına barışı sağlamak için orada bulunuyor. Pratikte ise görev, Güney Helmand bölgesinde Kâbil’in düşmanlarını yenmek ve afyon ticaretini silmek, başka bir deyişle siyasi merkez için savaşmak, Taliban’ın yenilmesinin ardından bazı bölgelerin kontrolünü ele geçiren savaşçıların gücünü kırmak ve iç ekonominin dönüşümünü sağlamaktan oluşuyor. Yerli halka göreyse bu neredeyse bir işgal. NATO’nun (açıkça söylemek gerekirse) ABD güdümlü beyaz Batılı gruplaşmanın bölgesel Batı iyi düşünmeli Demokratik biçimde seçilmiş hükümeti desteklemek ve Taliban’ın geri dönüşünü engellemenin soylu bir amaç olduğunu tartışabilirsiniz. Ancak aynı şekilde şu anda Avrupa güçlerinin bölgesel çatışmalara girmesinin Karzai hükümetinin ulusal çıkarlarının çok ötesinde ve savaşın Taliban kadar kabile tarzı olduğu da söylenebilir. Irak’ta olduğu gibi yardım etmek istediğimiz insanların tepesine felaket getirmeden işin içinden Ş İDDET TIRMANIYOR Cehennemi seçme hakkı! BORİS KALNOKY ürt teröristler Türkiye’yi bir ‘‘cehenneme’’ çevirme tehdidinde bulundular. Bununla, bir süredir gerçekleştirdikleri saldırıların daha da vahşileştirilmesinden söz ediyorlar. Bu arada, birçok Kürt daha başka bir cehennem korkusu içinde: Bir iç savaş... Türklerle Kürtlerin iç savaşı, yani sadece güvenlik güçleriyle gerillaların değil, tüm halk gruplarının birbirine girdiği bir iç savaş. Son terör dalgasıyla çok sayıda Türk’ün resmen kan başına sıçradı; Kürt gençliğinin bir bölümü, 90’lı yıllarda Güneydoğu’da yaşanan kovulmalardan sonra köklerinden koparılmış ve acılarıyla baş başa kalmıştı. Bu alaşım her an patlayabilir. Bu, Kürt partisi DTP’nin, PKK’nin silah bırakması için yaptığı çağrının arka planıdır. Belki de, kendisine böyle bir çağrı çıkartan PKK’nin ta kendisidir, zira DTP, ürkiye’deki tutuklu durumdaki son bombalı A. Öcalan’ın bir ürünü. saldırının arka PKK ile ılımlı Kürtler planı henüz arasında bir kopuş da belirsiz. Fail mümkün. DTP’nin olarak aşırı barış çağrısına yanıt, sağcıların da, Kürt öğrencilere PKK’nin de adı yönelik bir katliam oldu. Diyarbakır’da geçiyor. Her patlayan bombanın koşulda halk, öldürdüğü 10 kişiden yeni şiddet 7’si çocuktu. Şimdi iki olaylarını olasılık var. Olayın hesaba katmak failleri, ya dar parti zorunda. politikalarından kaynaklanan hesaplarla, önümüzdeki yıl yapılacak seçimler öncesinde, muhtemel bir barışı provokasyonlar üzerinden engellemek isteyen Türk aşırı sağcılarıdır. Ya da PKK bombalamalara devam etmek istiyor. Söylenenlere göre, bombaların başka yerlerde patlaması gerekiyordu. Eğer bu doğruysa, terörün daha da radikalleşmesi beklenebilir. Şöyle veya böyle: Türklerle Kürtlerin, hangi cehennemden yana tercihte bulunacaklarına dair bir seçme hakları var. Ancak, Türkler ve Kürtlerin, birlikte, kendi içlerindeki aşırı uçlardan yüz çevirmesi de mümkün. Belki de, Türk tarafından birinin, DTP çağrısını, örneğin, milliyetçi MHP taraftarlarına yönelik bir çağrıyla yanıtlaması gerekiyordur... (Die Welt, Almanya, 14 Eylül) Almancadan çeviren: Osman Çutsay K Genel sekreter pazarlığı GENNADİY SISOYEV BM Genel Kurulu’nun gelecek oturumu şimdiden ‘‘tarihi’’ ilan edildi. Gündemde bu uluslararası kurumun bir numaralı memurunun, yani genel sekreterin seçimi var. Ama aslında yapılacak olan seçim değil, pazarlık. Bu pazarlıkta birilerinin şu ya da bu adaya destek vermesinin bedeli, ötekilerinin BM’den uzak kimi konularda vereceği tavizin bedeline eşit olacak. Biçimsel olarak BM Genel Sekreteri seçim sonucu neredeyse belli gibi. Sıra esasına göre, örgütün temel memurunun Asya kıtasının temsilcisi olması gerekiyor. Kore’nin adayı, Güvenlik Konseyi’nin ezici çoğunluğunun desteğini almış görünüyor. Genel Kurul’da da Asyalıların grubu güçlü. O halde genel sekreter o olacak denilebilir. Ama gerçekte durum hiç de o kadar basit değil. Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesine ‘‘politbüro’’ denmesi boşuna değil. Kapalı kapılar ardında her şeyi belirleyecek olan ‘‘Politbüro beşlisi’’ olacak. Beşli içindeki güçler dengesi son derece açık. Çin, yeni genel sekreterin Asyalı olması gerektiğinde ısrar ediyor. ABD ise Doğu Avrupa’nın temsilcisinin seçilmesi için sıkı bir lobi faaliyeti yürütüyor. İngiltere ve Fransa sempati ve antipatilerini net olarak ifade etmediğinden dolayı yeni genel sekreterin seçilmesindeki jeopolitik oyunlarda Rusya’nın şansı güçleniyor. Rusya, ABD’nin adayını destekleyebilir Elbette Moskova, bir başka Asya temsilcisine göre Koreli adaya daha sıcak bakıyor. Ve yeni genel sekreterin Doğu Avrupalı bir Rusya karşıtı aday olmasını istemiyor. Dolayısıyla Çin ile Rusya’nın konumları ABD’ye kıyasla birbirine çok daha yakın görünüyor. Ama bu, Moskova’nın Asyalı adayı Pekin’le omuz omuza savunacağı anlamına gelmiyor. Herhalde Amerikalılar kendi adaylarını desteklemek için cimri davranmayacaklardır. İşte bu noktada Moskova, BM yöneticisinin ulusal kökenine kıyasla çok daha fazla önemsediği bazı sorunlarda Washington’dan taviz koparabilir. Eski Sovyet ülkeleri düzleminde bile bu tür sorunlar sayılamayacak kadar fazladır. Amerikalıların bu tavizleri vermesi durumunda, Moskova da ABD’nin adayına farklı bir gözle bakabilir. Örneğin, Polonya’nın eski Devlet Başkanı Aleksandr Kwasnevski’yi destekleyebilir. Onun iktidarda olduğu dönemin başlarında Vladimir Putin ile arasındaki ilişkiler hiç de fena değildi. Böyle bir durum bile BM genel sekreteri adayı açısından büyük bir artı olarak değerlendirilebilir. (Kommersant, Rusya, 14 Eylül) Rusçadan çeviren: Hakan Aksay CUMHURİYET 10 K The Guardian T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle