25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 8 TEMMUZ 2006 CUMARTESİ 16 Hamam AB Genişlemeden Sorumlu Komiseri Olli Rehn, Finlandiya Dışişleri Bakanı Tuomioja’ya Mehmet Ali Talat ile Papadopulos’u Fin hamamına sokarak ‘‘sıcak ve sırılsıklam bir diplomasi’’ önerdiği gündü. İlgi alanı tüm kuzey ülkeleri olan arkadaşımız Kadılık olmaz! SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Patagonya gibi Eski Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası Başkanı Hüseyin Ülkü ile daha önce yaptığımız söyleşide, Türkiye’nin borçlarının kapatılması, ekonomik bunalımın atlatılması bahaneleriyle yurt topraklarının nasıl pazarlandığını dile getirmiş, tuzaklara dikkat çekmiştik. Ülkü’ye yine aynı konuda, ancak bu kez farklı bir alanda iki soru daha sorduk: Ziraat ve Halk Bankası’nın özelleştirilmesi çiftçinin, esnafın, sanatkârın elindeki taşınmazların el değiştirmesine neden olur mu? Ülkü Ziraat ve Halk Bankası çiftçimize, esnaf ve sanatkârımıza kredi vermektedir. Türkiye’de tarımın çökertilmesi de IMF ve Dünya Bankası’nın stratejik planının bir parçasıdır. Bu ekonoStratejik enerji alanının ulusalkamusal olması gerektiğini söyleyenler yine haklı çıktılar... Hiç kuşkunuz olmasın, geçen hafta Türkiye’nin 13 ili bir özelleştirme rezaleti sayesinde karanlıkta kaldı. Kısaca olay şu: ‘‘Türkiye enerjisiz kalacak’’ masallarıyla pıtrak gibi otoprodüktör, yani özel santrallar kurulmuştu. Bu santrallar, epeydir cinlik peşindeydiler. Kamunun elektrik satış fiyatlarının saat 22.00’den sonra ucuz olmasından yararlanan özel santrallar, elektrik fiyatlarının pahalı olduğu saatlerde sisteme elektrik satıyor, ucuzladığı saatlerde de sistemden elektrik çekiyorlardı. Büyük çoğunluğu doğalgazla çalışan bu otoprodüktör santrallari, doğalgaz fiyatlarındaki artışın kendi satış fiyatlarımik krizde hem çiftçimiz hem de esnaf ve sanatkârımız ödeme gücünü daha da kaybedecektir. Özelleştirilen banka, kredileri yenilenemeyebileceği gibi borcunu ödemeyenleri hemen icraya verip taşınmazlarının satışını isteyebilecektir. Böyle bir uygulamada köylümüzün, esnaf ve sanatkârımızın taşınmazları zorla satılarak el değiştirecektir. Özelleştirmede ziraat ve halk bankaları yabancılara satılırsa ne olur? Ülkü Yabancı sermaye Ziraat ve Halk Bankası gibi kamu bankalarının özelleştirilmesini ülke topraklarının ele geçirilmesinin bir aracı olarak da görmektedir. Örneğin, Arjantin’in borçlarının silinmesine karşılık yabancı bankalar ve IMF, Patagonya’nın mülkiyetinin Amerikan bankalarına devredilmesini önermişlerdi. Patagonya, Türkiye kadar bir yer. Eski ABD Dışişleri Bakanı Kissinger’in bir başka önerisi daha vardı: ‘‘Notion ve Provincia bankalarını özelleştirin.’’ Bu öneri raslantısal bir öneri değildi. Çünkü iki banka da tarım bankasıydı ve Patagonya’nın 14.5 milyon hektarlık bölümünün tapusu bu iki bankadaydı. Bu örnekten hareketle, Ziraat ve Halk bankalarımızın da özelleştirilerek yabancıların eline geçmesi, Türkiye topraklarının yabancılaştırılmasına doğrudan hizmet edecektir. Bu gerçeği halkımız bilmeli, şimdiden görmeli, bu özelleştirmelere mutlaka karşı çıkmalıdır. saretini kendinde bulan özel santralların yarattığı elektrik kesintisi nasıl aşıldı? Özelleştirilmek istenen, ancak demokratik kitle örgütlerinin, sendikaların ve ulusalkamusal değerleri savunanların yapayanlız sürdürdükleri mücadeleler sonucu özelleştirilmesi durdurulan Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy santralları sayesinde aşıldı! Milyonlarca yurttaşımızın sağlığını, huzurunu doğrudan olumsuz etkileyen elektrik kesintisinden çıkarılacak bir tek ders vardır. O da, özel santrallar ve şirketlerin; daha çok kâr elde edebilmek, enerji fiyatlarına zam yapılmasını sağlamak için halkın sağlığı ve yaşamı pahasına devleti tehdit edebilme cesaretine ulaşmış olmalarıdır! Özelleştirme rezaleti na yansıtılmasını, ÖTV ve TRT payının kaldırılmasını istiyorlardı. Bu taleplerinin karşılığını alamayan otoprodüktör santralları, 1 Temmuz’da bir anlamda ‘‘toplu eylem’’ gerçekleştirerek sistemden enerji çektiler ve Türkiye’nin neredeyse yarısını elektriksiz bıraktılar. Dahası var... Sıkıntıyı aşmak için kamusal enerji kurumu, Seydişehir Eti Alüminyum Tesisleri ile birlikte bedavaya verilen Oymapınar Barajı’nın devreye girmesini istedi. Oymapınar’ın yeni sahibi, AKP iktidarına yakınlığı ile tanınan CeKa İnşaat Şirketi, santralı bile bile devreye sokmadı. Peki, kamusal iradeye kafa tutma ce Deniz Berktay haberi okurken bıyık altından gülümsüyordu. ‘‘Ne oldu’’ diyecek olduk, Deniz’in gülümsemesi kahkahaya dönüştü: ‘‘Mehmet Ali Talat’ın Fin hamamında peştamal kullanılmadığını bilip bilmediğini düşünüyordum.’’ ‘‘Kamu denetçiliği kurumu’’ oluşturma düşüncesi, ‘‘Cumhuriyet ilkelerinin kendisi için bir mana ifade etmediği’’ni söylemiş bulunan Ömer Dinçer’in sözde kamu yönetimi reformu içinde bir madde başlığı idi. Türkiye’nin idari yapısını çorbaya çevirme işlevini üstlenen o tasarı Cumhurbaşkanı tarafından veto edilince, ‘‘kamu denetçiliği kurumu’’ oluşturma tutkusu bir yeni tasarı hazırlanmasına, bu tasarının da TBMM’den geçirilmesine neden oldu. Kamu denetçiliği kurumunun ardında siyaseten atanmış ‘‘kadılık’’ özlemi yatıyordu. Her derde deva bu kadı, yardımcıları ile birlikte kendisini idari yargı yerine koyabilecekti... Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, kadılığın yeniden hortlatılmasına olanak tanımadı. Veto gerekçesi de açık ve seçikti: ‘‘Anayasanın ‘Yargı’ bölümünde bulunan 125. maddesinde, ‘idare’nin her türlü eylem ve işlemleri yargı denetimine bağlı tutulmuştur. ‘İdare’nin eylem ve işlemlerinin yargısal denetim dışında incelenip araştırılması, ancak yürütmenin kendi içinde oluşturacağı denetim kurum ya da birimleriyle olanaklıdır. Yapılan açıklamalar karşısında, bugünkü anayasal sistemin, TBMM’ye bağlı bir Kamu Denetçiliği Kurumu kurulmasına olanak vermediği sonucuna ulaşılmaktadır.’’ İşte bu kadar... Çizmede ‘CIA Dizisi’... ROMA Skandallar dizisi Pandora’nın kutusu gibi. Bölüm bölüm açılıyor. CIA’nın yasadışı sorgu, işkence ve esir trafiği için kullandığı gizli uçak seferleri... Birinci bölüm. Bunlar ‘‘Küresel Örümcek Ağı’’nın parçası... Söz konusu operasyonlarda CIA ile işbirliği yapan, onay veren hükümet, devlet yetkilileri ve yerel ajanlar... İkinci bölüm. CIA’dan emir alan yerel ajanların ‘‘terör zanlılarını’’ CIA uçaklarına havale etmek dışında ülke içinde çevirdikleri dolaplar. Üçüncü perde ya da üçüncü bölüm. İtalya’da işte bu üç bölümlük ‘‘dizi’’ şimdi vizyonda. Dizinin vizyona girdiği tek ülke, İtalya değil belli ki. Çizme’nin CIA operasyonlarının göbeğindeki diğer ülkelerden farkı; ‘‘yargı bağımsızlığını’’ önemseyen, elini arı kovanına sokmaktan çekinmeyen ‘‘güçlü’’ bir yargıç sınıfının olması... Üç perdelik ‘‘CIA dizisi’’ İtalya’da, bu yargıç sınıfı sayesinde gündeme geldi. Vaktiyle ‘‘Temiz Eller’’ operasyonunu başlatmakla ün salan ‘‘Milano’lu yargıçlar’’, bu kez askeri istihbarat örgütü SISMI’nin iki numaralı şefi Marco Mancini ile birlikte bir generali (Gustavo Pignero) hapse attı. Mancini, San Vittore hapishanesinde. General ise ‘‘sağlık sorunları nedeniyle’’ ev hapsinde. Bu üst düzey tutuklanmalara yol açan neden, 2003 Şubatı’nda İtalyan topraklarında gerçekleştirilen bir CIA operasyonu... ‘‘Ebu Ömer’’ lakabıyla anılan, ‘‘radikal imam’’ Osama Mustafa Hasan’ın Milano’dan kaçırılarak Kahire’ye götürülmesi... Başlı başına bu olay bir defa, film gibi. Costa Gavras’ın ‘‘Missing’’i falan hikâye. ‘‘İmam’’ı gündüz vakti, yol ortasında dertop eden CIA ajanları, karga tulumba adamı bir kamyonete yüklüyor. Ve dosdoğru İtalya’nın kuzeyindeki ‘‘Aviano’’ üssüne götürüyorlar. ‘‘İmam’’ sonra Aviano’dan ‘‘özel bir uçakla’’ Almanya’daki ‘‘Ramstein’’ üssüne transfer ediliyor. Ramstein, ‘‘Küresel Örümcek Ağı’’nın baş karargâhı. Burada uçak değiştiren ‘‘İmam’’, Kahire’nin ‘‘El Tora’’ hapishanesine postalanıyor. Kendisine yol boyu, ‘‘operasyonu yöneten’’ ABD’nin Milano Konsolosu Robert Seldom Lady eşlik ediyor. Lady, ‘‘imamın’’ Kahire sorgusunda da hazır bulunuyor! İkinci Bölüm Sadun Aren Dönek Değildir Prof. Dr. ALPASLAN IŞIKLI Sadun Aren anılarını yayımladı. Bu vesileyle günümüzün çok önemli iki konusuna ilişkin olarak görüşlerini netleştirdi. Küreselleşmeden ve özelleştirmeden yana olduğunu açıkça ilan etti. Aren, küreselleşmeyi ‘‘olumlu bir aşama’’ olarak gördüğünü açıklarken de üzerinde taşıdığı sosyalistlik etiketini korumaya yönelik gerekçeler bulmaya özen göstermiş; bunun, kendince bir ‘‘sosyalizmin ön gereği’’ olduğunu belirtmekten geri kalmamıştır. Buradaki sorun, nasıl bir küreselleşme sorusunun öneminin gizlenmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Bu soru ve yanıtı göz ardı edildiği içindir ki uluslararası sermayenin küresel egemenliği ile yani emperyalizm ile sosyalist enternasyonalizmi aynı kefeye koymak mümkün olabilmektedir. Öte yandan, unutulmaması gerekir ki üretim araçlarının mülkiyetinin toplumsallaştırılması, sosyalizmin temel ilkelerinden birisidir. Emperyalizmi onaylayan ve üretim araçlarının mülkiyetinin toplumsallaşması ilkesini tanımayan bir sosyalizm olamayacağına göre, Aren’in sosyalizm karşıtı bir safta yer aldığı tartışmasız bir gerçek halinde somutlaşmış bulunmaktadır. Bu nedenledir ki Aren ile ilgili bu gelişmeler, neoliberal cepheyi mutluluğa boğmuş; bu cephenin önde gelen kalemşorları köşelerinden sevinç çığlıkları atmaya başlamışlardır. Üstelik, bunlardan bir tanesi ‘‘Herkes biraz ‘dönekliği’ öğrenmeli’’ diyerek geride kalanlara davetiye çıkarmayı da ihmal etmemiştir. Oysa yanılmaktadırlar; belki de bazıları bilerek yanıltmak istemektedirler. Aren hiçbir anlamda dönek değildir. Bugün söyledikleri, geçmişte savunduklarının ve yaptıklarının doğal ve kaçınılmaz uzantısından ibarettir. Aren’in geçmiş politik yaşamında oynadığı en önemli rol, ülkemizin sosyal mücadeleler tarihinin Atatürkçülük’ten sonra en ciddi ve en başarılı hareketini oluşturmaya namzet görünen Türkiye İşçi Partisi’nin parçalanması ve yok edilmesi sürecine sağladığı katkıda görülmüştür. Aren’in ve yandaşlarının başlıca iki konuda ortaya koyduğu ısrarlı çıkışlar, TİP’in henüz kemikleşme safhasını tamamlamadığı bir aşamada darmadağınık olmasında başlıca etkeni oluşturmuştur. Bunlardan birisi, Çekoslovakya’nın Sovyetler tarafından işgalidir; diğeri de Aybar’ın politik bir slogan olarak ‘‘güleryüzlü sosyalizm’’ deyimini kullanmış olmasıdır. ‘‘Hainlikle itham edilmek’’ pahasına da olsa, özelleştirme ve küreselleşme konusunda bazı söylemler geliştirmekte bir sakınca görmeyen Aren, Çekoslovakya işgalinin sosyalizmi korumanın gereği doğru bir hareket olduğunu savunmadaki ısrarını bugün de bırakmış değildir. Oysa Karl Marx, bu konudaki uyarısını asırlar öncesinden yapmış bulunuyor. Ünlü Manifesto’da ‘‘İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır’’ derken ve başka pek çok yerde sosyalizmin gerçek demokrasi olacağını savunurken anlatmak istediği budur. Tutucu çevrelerin sosyalizm karşıtı propagandalarının başlıca malzemesi, sosyalizmin vatan hainliği ile eşanlamlı olduğu yalanı üzerine kurulmuştur. Çekoslovakya’da beğensek de beğenmesek de kendi halkının başkaldırısıyla karşılaşmamış olan bir iktidarın, dışarıdan gelen tanklarla devrilmesini savunmak, egemen propagandaya güç katmaktan başka ne anlama gelebilir? Üstelik Türkiye gibi Sovyetler’in yanı başında konuşlanmış bir ülkede, Prag’a giren Sovyet tanklarına ilanı aşk düzenleyenlerin, Ankara caddelerinde boy gösterebilecek olan yabancı ülke tanklarına da alkış tutacakları iddiası nasıl reddedilebilir? Henüz, Stalin’in Kars, Ardahan ve Boğazlar üzerindeki iddialarıyla ilgili haberlerin kâbusundan kurtulamamış olan ülkemiz halkını, sosyalizme ve TİP’e karşı kışkırtmanın bundan daha etkili yolu bulunabilir mi? Mehmet Ali Aybar, bu pervasız gidişe kararlılıkla karşı durmanın karşılığı olarak partisinden ayrılmak zorunda bırakılmıştır. Aybar, başında yer aldığı hareketi, çoğu dış kaynaklı bir takım tarihsel nedenlerin zorlamasıyla da olsa, sosyalizmin demokratik özünden geniş ölçüde soyutlanmış; karşıt düşünce ve inanç sahiplerine karşı acımasız bir tutum sergileyen rejimlerin ipoteğinden uzak tutabilmek için ‘‘güleryüzlü sosyalizm’’ deyimine sarılmıştır. Bugün Aren tarafından ‘‘ruhsal bunalım’’ geçirmekle itham edilmesi de herhalde bu yüzdendir. Aren, sağa sola sataşırken beni de ihmal etmemiştir. Aren, benim DİSK ile ilgili olmadığımı ve nereden çıkarıyorsa, hapisteyken Ecevit’in bana ‘‘sahip çıkmasını beklediğimi’’ söylüyor. DİSK’le ilgili olmanın ölçüsü kendisi gibi DİSK’ten maaş almış olmaksa söylediği doğrudur. Ancak, benim DİSK’le ilgimin henüz DİSK kurulmadan önce, asistanlık yıllarımda, 1965’te Kurtuluş Meydanı’ndaki mitingde konuşmacı olarak Kemal Türkler ile aynı platformu bölüştüğüm günlerde başladığını Aren çok iyi bilir. Neyse ki benim DİSK’le ilgimi değerlendiren başkaları da olmuştur. Bu konuda anımsadığım isimlerden birisi, DİSK’in 12 Mart günlerindeki Başkan Vekili Hilmi Güner’dir. Anayasa Mahkemesi’nde, DİSK’in kapatılmasına yönelik yasayla ilgili olarak yaptığım savunma üzerine bana gönderdiği 6.3.1972 tarihli mektupta şu ifadelere yer vermişti: ‘‘Sendikalar Kanunu’nun anayasaya aykırılığı konusunda, bilimsel planda yaptığınız çalışmaları anayasaya bağlı işçiler yaşamları boyunca takdirle anacaklardır.’’ Anıları yayımlandıktan sonra, Sadun Aren’in yaşam serüvenindeki gerçeklerin yeniden değerlendirileceğini ummaktayım. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Geliyoruz ikinci bölüme... Avrupa Konseyi ve Avrupa Parlamentosu geçen yıl; CIA’nın işkence ve sorgu uçakları üzerinde geniş çaplı araştırma başlatırken, ‘‘Milano’lu yargıçlar’’ da Çizme’de bir soruşturma açıyor. Ve aralarında ‘‘ABD konsolosu’’nun da bulunduğu 22 CIA ajanı için, ‘‘adam kaçırma’’ gerekçesiyle ‘‘tutuklama emri’’ çıkartıyorlar. Dönemin Başbakanı Berlusconi, söz konusu ajanların İtalya’ya iade talebini, Washington’a iletmeyi dahi reddediyor... ABD’ye kaçan Lady, bu arada emekli oluyor ve Vali (kardeş) Bush’un Florida’sında ‘‘emekliliğinin’’ tadını çıkarıyor. ABD’nin yurtdışındaki diplomatları ile görevli personeli üzerindeki tavrı zaten malum. Washington, kendi hukuku(!) dışında hukuk tanımıyor. Uluslararası hukuk ve yabancı yargı mercilerinin kararları, ‘‘süper gücü’’ bağlamıyor. Ne var ki İtalyan yargıçlar pes etmiyor. Çizme’deki sorumluların yakasına yapışıyorlar. ‘‘Ulusal merciler, kendi egemenliğimiz altındaki topraklarda böyle bir kaçırma olayına yeşil ışık yakmadıkları sürece CIA bu işi becerebilir mi’’ sorusundan hareketle, askeri istihbarat örgütünü SISMI izliyorlar. Ve böylece örgütün iki numaralı şefi Mancini ile bir generalin Pignero CIA bağlantılarına ulaşıyorlar. Bu da ‘İtalyan usulü andıç’ İtalyan yargıçlar Mancini’yi hapse, Pignero’yu ‘‘ev hapsine’’ gönderirken üçüncü bölüm vizyona giriyor. Dizinin en büyük sürprizi olan bu bölümde ‘‘CIA ve yerel istihbarat ajanlarının’’; ‘‘basınla’’ ilişkileri ortaya dökülüyor. Bu ilişkileri, ‘‘CIA ve ulusal istihbarata satılmış ajan gazeteciler’’ ile; bu kirli diziyi deşifre etmeye çalışan ve bu nedenle olayın ‘‘kurbanlarına dönüşen gazeteciler’’ olarak ikiye ayırmak mümkün. ‘‘Satılmış gazeteciler’’, mecazi anlamda falan değil; sundukları hizmetler karşılığında resmen para alıyor. ‘‘Muhalif meslektaşlar, siyasetçiler, yargıçlar’’ için askeri istihbarata dosyalar hazırlıyorlar. Çalıştıkları yayın organlarında ‘‘dezenformasyon kampanyası yürütüyorlar’’. ‘‘Kurban gazeteciler’’ ise bir anlamda ‘‘andıçlanıyor’’. ‘‘Gerçeği aradıkları’’ yani yanlış yere kamp kurdukları içinaskeri istihbaratça izleri sürülüyor, telefonları dinleniyor, takibe alınıyor ve dezenformasyon hedefi oluyorlar. Her biri ayrı yazı konusu olan bu ‘‘üç perdelik skandal’’; ‘‘Dünya Kupası heyecanına’’ rağmen, Çizme’yi sarstı. Daha söylenecek çok şey var... Gerisi başka yazıya! ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hayatepik?mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 8 Temmuz www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ İki kişi arasındaki so 1 ğukluk. 2/ 2 Toprak, kum 3 ve saman elemeye yarayan 4 iri delikli kal 5 bur... Kaz Da 6 ğı’nın antik 7 dönemlerdeki adı. 3/ Hava 8 basıncı biri 9 mi... Denizde 1 2 3 4 5 6 7 8 9 kullanılan halka biçiminde cankurtaran. 1 D A R I C A N M O R A 4/ Rütbesiz asker... 2 A Ş U R E 3 Ğ A Z N A V U R Olta ya da tuzağa konulan yem... Bir gös 4 S A M D R A M A İ N terme sıfatı. 5/ Güzel 5 A N B E K B G kokulu çiçekleri olan 6 R A D A R F E R E T İ K O bir ağaççık. 6/ Küçük 7 erkek kardeş... Or 8 M O L A A N I Z han Hançerlioğ 9 O R İ J İ N A L lu’nun bir romanı. 7/ Kibrit çöpleriyle oynanan bir oyun... Türkü eşliğinde oynanan bir halk oyunu. 8/ ‘‘Sana kâfir dediler biledim Hakka bile’’ (F.N. Çamlıbel)... Meyve koparmak için ucuna üçlü ya da dörtlü bir çatal geçirilmiş sırık. 9/ Erzurum’daki ‘‘Çifteminareli Medrese’’nin bir başka adı. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Padişah sarayı. 2/ Saban demirinin tarla sürülürken açtığı çizgi... Uluslararası Kalkınma Ajansı’nın simgesi. 3/ Kaplarda su nedeniyle oluşan tortu... İnce bulgur. 4/ Erken... ‘‘Ak gerdan üstüne bir de gerek’’ (Karacaoğlan)... Pasta hamuru. 5/ Uzun taneli ve kokulu bir pirinç türü. 6/ Kayınbirader... Yüce, yüksek. 7/ Yarı, yarım... ‘‘Yok’’ anlamında argo sözcük. 8/ Sarmısak tanesi... Eskiden ağır hapis mahkumlarının boynuna geçirilen demir halka. 9/ Mardin’de bir medrese. CUMHURİYET 16 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle