Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 31 TEMMUZ 2006 PAZARTESİ 10 DIŞ BASIN DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Ellerine kan bulaşmış bütün o hainler bugün Atina’da ve Lefkoşa’da krallar gibi yaşıyorlar ‘Vatan uğruna ihanetler’ TEODOROS PANGALOS* aklaşık 84 yıl önce 1922’de sağ parti iktidara geldiğinde, seçimlerden önce monarşi yanlılarının vaat ettiği gibi askerleri Küçük Asya’dan (Anadolu’dan) geri çekme yerine, onların kalmasına göz yumarak Türklere karşı rezil etti ve ölüme gönderdi. Yine 60 yıl önce, Yunan devletinin ve devletin geleneksel değerleri olan din, vatan ve ailenin, komünizm tehdidine karşı savunulması adına binlerce devlet memuru (aralarında yargıçlar, diplomatlar ve subaylar da vardı), işgal güçleriyle işbirliği yaptı. Bu memurlar daha sonra çeşitli makamlara atandılar, vatandaşlar aleyhinde ihbarlarda bulundular, hatta onları kendi elleriyle öldürdüler ve işkence ettiler, çünkü ‘‘sağ görüşe’’ göre ulusun çıkarı için bunlar gerekliydi. O dönemde sağın siyasi liderlerinin büyük bölümü de bunları destekledi. Aslında bu insanların en önemli siyasi görevi, monarşiyi Yunanistan’a geri getirmekti ve bu hedefe ulaşmak için her yol (Hitler’in adamlarıyla ve faşistlerle işbirliği dahil) meşru sayılıyordu. 40 yıl önce, merkez partisi demokrasiyi savunmaya çalışırken dönemin kurulu düzeni, yani Saray, ülkeye nedensizce iğrenç bir diktatörlük kabul ettirdi. Başta yüksek makamlardaki yargıçlar olmak üzere diplomatlar, devlet memurları ve özellikle subaylar hemen bu özgürlük karşıtı iktidarı desteklediler. Anayasayı koruma yeminlerini ve siyasi sistemimizin değerlerini çiğnediler. Bu alçaklar, hainler ve zalimler, Yeni Ortadoğu Bu mu? İsrail’in Birleşik Devletler’in izni ve desteğiyle Gazze’nin ardından Lübnan’a saldırısı, 4. haftasını tamamladığı şu günlerde acil bir ateşkes sağlanmasına yönelik yoğun çabalara karşın tüm hızıyla sürüyor. ABD Dışişleri Bakanı Rice’ın Beyrut ziyareti ise ateşkes umutlarının bir başka bahara ertelenmesiyle sonuçlandı. Esasen Sayın Bakan’ın olaya yaklaşımı böyle bir olasılığa izin vermiyordu. Ülkesi, İsrail’in kendini savunmaya hakkı olduğu görüşündeydi. Bu, açık bir biçimde saldırgana destek anlamına geliyordu. Nitekim, ziyaretin ardından İsrail saldırıları daha da yoğunlaşarak ivme kazanmıştır. Saldırının üç haftalık bilançosu vahim boyutlarda... Çocuk ve kadınların çoğunlukta olduğu ölü sayısı 500’ün üstünde. Yaralıların sayısı binlerle ifade ediliyor. 500 binin üstünde insan, canlarını kurtarmak için göç yollarına düşmüş durumda... BM görevlileri de bombalardan nasibini alıyor. ‘Acil ateşkes’ sağlanmasına yönelik Roma konferansı sonuç alamadan dağıldı. BM’nin aynı yöndeki girişimleri de başarılı olmaktan uzak. Barış çabaları her defasında Amerika’nın vetosuyla etkisiz kılınıyor. Bu ise İsrail şahinlerinin Gazze’de şiddeti arttırmalarına yol açıyor. Ayrıca Lübnan saldırısının, bölgenin temel sorunu Filistin sorununu ikinci plana geriletmesi, Tel Aviv’deki şahinlerin ekmeğine yağ sürüyor, fırsattan yararlanarak daha fazla Filistin toprağını ilhak etmeye yönelik planlarını gerçekleştirmelerini kolaylaştırıyor. Ama her şeye karşın, bir yandan savaş sürerken, öbür yandan da soruna görüşmeler yoluyla barışçı çözüm bulunması çabaları da sürüyor. BM tarafından oluşturulacak bir çokuluslu gücün iki ülke arasına konuşlandırılması tartışılan önlemler arasında. Ancak, özellikle de Afganistan ve Irak deneyimlerinden sonra bu güce katılacak ülke bulmak pek de kolay görünmüyor. Bu konuda Mısır, Türkiye gibi ülkelerin de aralarında bulunduğu bazı İslam ülkelerinden söz ediliyor. Türkiye’nin böyle bir güce katılması, saldırganın yanında görünmesinin yaratacağı olumsuz görüntü bir yana, uzak bir olasılık. Görülen o ki, sorunları zaten başından aşkın Ortadoğu’da, İsrail’in Lünan’a saldırısıyla içinden çıkılması hiç de kolay olmayan nurtopu gibi bir sorun daha dünyaya gözlerini açmıştır. Acil bir ateşkese yanaşmamasına karşın ABD Dışişleri Bakanı Rice, teselli olarak İsrail ordusu tarafından viraneye çevrilen Lübnan’ın yeniden inşası için ülkesinin yardım edeceği müjdesini vermekle yetinmiştir. ??? Peki İsrail’in bu saldırıdan kazancı ne olmuştur? Amerika neredeyse tüm dünya uluslarını karşısına alan böylesi bir saldırıya neden arka çıkmıştır? Condi’ye göre bu, yeni bir Ortadoğu’nun doğuşudur. Ortadoğu artık baştan ayağa değişme sürecine girmiş bulunmaktadır. O kadar ki, yeni haritalardan, yeni sınırlardan söz edenlere bile rastlanmaktadır. Artık bu bölgede ve dünyada hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Terörün kökü kazınmış; barış, özgürlük ve demokrasi bu coğrafyanın tümünde hâkim kılınmıştır! Şu sözler W. Bush’a ait: ‘‘Birleşik Devletler dünyada işkencenin ortadan kaldırılması için çaba gösteriyor. Bu savaşı örnek olacak bir biçimde yönetiyoruz. İşkence eylemlerini, zalimce ve orantısız eylemleri cezalandırmak için tüm hükümetleri Birleşik Devletler ve hukuk devletleri topluluğuna katılmaya çağırıyorum.’’ (The Washington Post, 27 Haziran 2003). İlginç sözler. Ama ne yazık ki, sözde kalan sözler... Tıpkı yeni bir Ortadoğu’nun doğuşu, bu sorunlu bölgeye barış, özgürlük ve demokrasinin artık hâkim kılındığıyla ilgili sözler gibi. İşgalin sürdüğü Irak’ta tanrının her günü ortalama yüz insan ölüyor. Bizzat müstevli tarafından dizayn edilen iç savaş ve ülkenin bölünüp parçalanması süreci çoktan başlamış. Petrol zenginliklerinin kıyasıya talanı tüm hızıyla sürüyor. Dünyanın kanını donduran Ebu Garib’le gündeme gelen işkence bugün de geçerliliğini koruyor. ABD’nin güvenilir sivil toplum örgütü ‘Human Right Watch’ın yeni yayımlanan raporuna göre tutuklulara işkence yapılmasına Amerikan ordusu resmen izin veriyor. Doğuma hazırlanan Ortadoğu’da İsrail de boş durmuyor. Barışın bir türlü yaşama gecirilemeyen ünlü yol haritasını rafa kaldıran Olmert, Filistin sorununu, Birleşik Devletler’in de desteğiyle, güç kullanarak çözüme ulaştırılması seçeneğinde kararlı. İsrail Barış Hareketi militanlarından Ury Avnery’nin belirttiği gibi bunda şaşılacak bir yan yok. Zira ülkede söz sahibi olan Olmert ve Peretz değil, ‘Bombacı’ ya da ‘Yıkıcı’ olarak anılan Genelkurmay Başkanı eski avcı bombardıman pilotu Dan Halutz’la rakibi İstihbarat’ın başındaki Yuval Diskin. Avnery’e göre Başbakan Ehud Olmert iki güçlü rakip arasında ‘hakem’ rolünde. (Le Monde, 12 Temmuz 2006). Yeniden doğduğu savlanan Ortadoğu bu. Y istiyorlar. Elleri kana bulanmış olmasına tam 7 yıl masum halka işkence ettiler, onları rağmen Atina ve Lefkoşa’da bugün krallar kovuşturdular. Kıbrıs’tan Yunan tümenini gibi yaşıyor, devletin yüksek makamlarında çekerek ulusal çıkarlara ihanet ettiler. Bu görev yapıyor, profesörler, aydınlar, solucanların hiçbiri cezalandırılmadı. Bugün gazeteciler olarak ön planda bulunuyor, bütün bunları yapanlar emekli maaşı alıp vatanseverlik dersleri veriyorlar. Diğer ulusal krallar gibi yaşıyorlar. Darbecilerin 1974 felaketlerde olduğu gibi Kıbrıs’ta da 1974 Temmuz’unda Lefkoşa’daki felaketi ihanet, aşırı vatanseverlik ve Yunan cumhurbaşkanlığı binasını işgallerinden bu sağının kendine özgü milliyetçilik tekeli yana 30 yıl geçti. Kıbrıs’taki olayların adına oldu. Bir tarafta bu tür liderlerin Atina’daki cunta tarafından düzenlendiği oluşturduğu alçaklar grubu bulunurken diğer söyleniyor. Bu bağlamda, Yunanların Kıbrıs tarafta, örneğin Kıbrıs’ın Helenizmine karşı bir Yunanistan ile birleşmesi sorumluluğunun, kardeş adına Makaryos’un borcunun olduğu görüşü caba öldürülmesini hâlâ geçerli. Cuntaya ait Kardak krizi gecesi Türkiye amaçlamış olan basit Yunan subaylarının ve saf milliyetçiler de etkin varlığı olmasaydı ile çatışmayamı gireceklerdi, bulunmaktadır. ve Lefkoşa’daki darbe yoksa Öcalan’a iltica hakkı Bunlar, büyük bu subaylar tarafından tanıyıp ülkemizi tecrit mi Yunanistan adına planlanmasaydı, başarılı ettireceklerdi? Kıbrıs’ı parçalayarak, olmayacaktı. Ancak o Helenizmin kaderini 30 dönemde Atina’da hain ve yıldan bu yana ipotek etmiş zalim bir iktidar olması, neden durumdalar. Çünkü Kıbrıs Cumhuriyeti’nin sadece sokaktaki Yunanın omzuna yük kuzey kesiminde Türk (işgal) ordusunun olsun? Burada şu soruları sormak gerek: varlığını sürdürmesi, uluslararası Kıbrıslı kardeşlerimiz Atina’daki cunta ilişkilerimizi, savunma harcamalarımızı, aleyhine ne yaptı? Biz tek bir ulus muyuz, ekonomik ve teknolojik kalkınmamızı büyük yoksa değil miyiz? Eğer kardeşsek hem ölçüde etkiliyor. 1974’te Lefkoşa’daki darbe eğlenirken hem de zorluklar karşısında konusunda Yunan vatandaşının ne kadar birlikte olmalıyız. Kıbrıslı ‘‘aşırı suçlu olduğunu bilmiyorum. Ancak o günden vatanseverlerin’’ darbeye katılmaları bir bugüne, dünyanın herhangi bir yerindeki katalizör rolü oynamasa da gerçekte büyük Yunanların, özellikle de Kıbrıslıların ayağına rol oynadı. O karanlık günlerde işlenen en ‘‘Kıbrıs konusu ve etkileri’’ adıyla pranga büyük cinayetleri bu Kıbrıslılar işlediler. Bu bağlanmış olduğunu biliyorum. Aşırı yetmezmiş gibi, sorumluluklarını Atina’daki vatanseverlik ve milliyetçilik adına cuntaya yükleyerek kendilerini kurtarmak gerçekleşen daha önceki ulusal felaketlerde olduğu gibi bu prangayı da yine biz taşıyoruz, üstelik bunları bize yine sağcı politikalar yükledi. ‘Trajik hatalar yapmaya hazırlar’ A Hayatımızın bazı karanlık dönemlerinde ulusal birlik yoktu. Bu oluşum sonradan, milliyetçilik histerisi altında ihanetlere ve felaketlere boyut kazandırmaya çalışan sağın liderlerini suçsuz göstermek için keşfedildi. İktidar partisi YDP’nin adına konuşan adiler (hâlâ bakan olanlar dahil), Kardak krizini ve Öcalan konusunu PASOK hükümetlerine karşı eleştiri olarak kullanıyorlar. Ama iktidarda onlar olsaydı ne yapacaklardı? Kardak krizi gecesi Türkiye ile çatışacaklar mıydı, yoksa tüm uluslararası toplumun ‘‘terörist’’ saydığı Öcalan’a siyasi iltica hakkı tanıyarak ülkemizin tecrit edilmesine mi yol açacaklardı? Bu konularda elbette öneride bulunamıyorlar. Sadece bazı akılsız parti taraftarlarını daha da fanatikleştirmek için demagojik konuşmalar yaparak ulusumuzun kaybetmesine ve milyonlarca ölü vermemize neden olabilecek trajik hataları yapmaya hazır olarak bekliyorlar. Kendilerinin de belirttiği gibi, hepsi birer ‘‘karagöz’’ (Çev: Gözü kara anlamında). Ancak bu karagözlükleriyle gülmeleri mümkün değil. * Teodoros Pangalos, Yunanistan’ın eski dışişleri bakanı. (Ethnos, Yunanistan, 24 Temmuz) Yunancadan çeviren Murat İlem İSRAİL’İN EN İYİ HAZIRLANDIĞI SAVAŞ Lübnan operasyonu önceden planlandı JÜRGEN CAİN KÜLBEL İ srail, Lübnan’a saldırmak için iyi hazırlanmıştı. Bunu belirten sadece Gerald Steinberg değildi. Steinberg, 21 Temmuz’da şu saptamada bulundu: ‘‘İsrail’in 1948’den beri yaptığı savaşlar içinde, bu Lübnan’a karşı olanı, en iyi hazırlandığı savaştı.’’ Tel Aviv yakınlarındaki Barİlan Üniversitesi Siyaset Bölümü profesörünün bu müthiş sözleri, İsrail ordusunun hâlâ devam eden ve planlanmış izlenimi bırakan saldırısına bakınca, son derece açıklayıcı oluyor. Gerek İsrail Dışişleri Bakanlığı, gerekse Ulusal Güvenlik Konseyi çalışanlarından Steinberg, saptamasını daha da netleştirdi: ‘‘Hazırlıklar bir biçimde 2000’in mayıs ayında başladı, İsrail (Lübnan’dan) çekildikten hemen sonra. 2004 yılında 3 haftalık bir askeri operasyonun, ki şimdi görmekteyiz, tasarımı tamamlanmıştı. Bu operasyonun geçen bir ya da iki yılda simülasyonları yapıldı ve kum masalarında da denendi.’’ San Fransisco Chronicle’ın Kudüs muhabiri de bu uzmanın değerlendirmelerini onayladı. Matthew Kalman şöyle yazdı: ‘‘Bir yılı aşkın bir süre önce İsrail ordusunun üst düzey bir subayı, Amerikalı ve diğer diplomatlara, gazetecilere, düşünce kuruluşlarına, kamuoyunun bilgisi dışında, belli başlı bazı PowerPoint sunumlarında bulundu. Bu sunumlar, şimdiki harekât için planı aydınlatıcı ayrıntılarla sahneliyordu.’’ Kimliği gizli tutuldu Lübnan’ın içlerine, bir komando müfrezesi gönderdi. Bu komando birliği Hizbullah’ın saldırısına uğradı. İsrail (daha sonra) saldırıya uğradığı gerekçesiyle ortalığı ayağa kaldırdı ve Lübnan’a saldırdı.’’ Lübnan’a bir saldırı planı olduğunu, 22 Temmuz’da Amerikan gizli servisi NSA’nın eski bir ajanı, Wayne Madsen şöyle dile getirdi: Cheney yeşil ışık yaktı ‘‘17 ve 18 Haziran’da, Colorado’da Benyamin Netanyahu, meclis üyesi Nathan Şaranski ve ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney arasında (neomuhafazakâr) American Enterprise Institute’taki bir konferans sırasında işgal üzerine konuşuldu.’’ Dick Cheney’nin burada ‘‘yeşil ışık’’ yaktığı belirtiliyor. Wayne Madsen’e göre Netanyahu, İsrail’e döndü ve ‘‘Bush yönetiminin desteğiyle’’ ilgili sinyal verdiği bir toplantıya katıldı. (Junge Welt, Almanya, 27 Temmuz, Almancadan çeviren Osman Çutsay Asıl terörist İsrail devleti OREN BENDOR Bu adamın kimliği, diyor Matthew Kalman, gizli tutuldu. Ordu, Lübnan’a karşı ‘‘3 haftalık bir operasyonun’’ ayrıntılarını sunuyordu: ‘‘İlk hafta Hizbullah’ın ağır ve uzun menzilli füzelerinin imhası, komuta ve kontrol merkezlerinin bombalarla yıkılması ile ulaşım ve iletişim bağlantılarının birbirinden koparılması üzerinde yoğunlaşıyor. İkinci hafta tek tek füze ateşleme rampaları veya silah depolarına karşı saldırılar üzerine odaklanıyor. Üçüncü hafta ise büyük sayıda kara birlikleri ülkeye giriyor. Bu birlikler, keşifler sırasında saptanan hedefleri ortadan kaldırmak içindir.’’ 2 İsrail askerinin 12 Temmuz’da Hizbullah tarafından esir alınmasıyla hemen hemen aynı sıralarda Lübnan’a saldırı başladı. AFP haber ajansı, o zaman, askerlerin ‘‘Lübnan polisinin verdiği bilgiye göre Lübnan sınırları içinde esir alındığını’’ bildirmişti. Bu olayın Ayta el Şaab bölgesinde meydana geldiği ileri sürülüyordu. Fransız ‘‘VoltaireNetwork’’e göreyse ‘‘İsrail ordusu, bilerek Ayta el Şaab’da İ srail, yurttaşları öldürüldükçe bir kez daha Lübnan’a ölüm ve yıkım getiriyor. Bu vahşetin öz savunması için gerekli olduğunu öne sürüyor. Aslında, sıradan bir gözlemci İsrail kentlerine yönelik roket saldırılarını bu bağlamda değerlendirebilir. Devletler yurttaşlarını korumalıdır ve bu görevi yerine getiremeyen devletlerin sorgulanması gerekir. İsrail, Yahudi ya da değil bütün yurttaşlarını korumak yerine tehlikeye atan bir devlet. Gazze ve Lübnan’daki şiddetle korunan nedir tam olarak? İsrail yurttaşları mı yoksa İsrail devletinin doğası mı? Bence ikincisi. İsrail’in devlet niteliği dinsel ya da etnik açıdan Yahudi sayılmayan insanların acı çekmesine ve aşağılanmasına yol açan haksız bir ideolojiye dayanıyor. İsrail, bu çok eski ahlaksızlığı gizlemek için bir kurban imgesi oluşturuyor. Kurban anlayışının başlıca özelliği kendisini koruyacağı birisine karşı bilinçli ya da bilinçsiz olarak şiddeti kışkırtmaktır. Bu trajik döngüyü sürdüren İsrail, benzeri olmayan bir terörist devlettir. İsrail’in kuruluşu bir terör eylemi gerektirmiştir. 1948’de İsrail’e dönüşen Filistin’in bir bölümünde Yahudi olmayanların çoğunluğu etnik temizliğe uğradı. Bu eylem dikkatle planlanmıştı. Bu yapılmadan Yahudilerin çoğunlukta olduğu bir devletin kurulması ve Yahudi niteliğinin korunması mümkün olmazdı. ‘‘İsrailli Araplar’’ yani kovulmaktan kurtulan Filistinliler 1948’den bu yana sürekli ayrımcılığa maruz kaldılar. Çoğundan, görünürde güvenlik gerekçeleriyle evlerini terk etmeleri istendi ama asıl amaç onların topraklarına Yahudiler için el koymaktı. Elbette soykırım anıları ve vaat edilmiş topraklar özlemi bu etnik temizliği ve etnokrasiyi haklı çıkarmaya yetmez. Filistinliler seçeneksiz Ahlaki soruşturmadan kaynaklanacak istikrarsızlığı önlemek için İsrail devleti kurban anlayışını besleyerek bu temel sorunu gizlemek zorundadır. Bu anlayışı sürdürmek ve yabancılara karşı kurban imgesini korumak için İsrail’in şiddet koşullarını yaratmak zorundadır. Kendisine yönelik şiddet azalmaya yüz tuttuğunda İsrail şiddeti yeniden yaratmak için elinden geleni yapmak zorundadır: Barış peşinde olan ama ‘‘barış ortağı bulamayan’’ bir kurban olduğu efsanesi İsrail’in süregelen ahlaksızlığını gizlemek için kullandığı en büyük tezdir. İsrail’in Filistinlilerin topraklarına el koymasına yönelik eleştirileri susturma konusundaki başarısı karşısında Filistinlilerin şiddete başvurmaktan başka seçeneği kalmıyor. Filistinlilerin gözünde davadan vazgeçmeyen tek parti olan Hamas’ın seçimleri kazanmasının ardından Gazze Şeridi ve Batı Şeria’daki Filistinliler İsrail’in aç bırakma, küçük düşürme ve şiddet kampanyasıyla karşı karşıya. Gazze Şeridi’nden sahte ‘‘çekilme’’ ve ardından gelen abluka bir şiddet döngüsü yarattı Filistinlilerin Kassam füzeleri fırlatması, İsrailli bir askerin kaçırılması ve Gazze’nin neredeyse yeniden işgali. Şimdi Filistinlilerin daha fazla nefreti ve şiddeti, İsraillilerin daha fazla aşağılaması ve kolektif cezalandırmasıyla karşı karşıyayız hepsi de İsrail’in kurban anlayışı için gereken yararlı takviyeler. Filistin’in ahlaki olarak kabul edilebilir bir şekilde bölünemeyeceği bir gerçek. İsrail teröre başvurularak kuruldu ve temel ahlaksızlığını gizleyebilmek için teröre gerek duyuyor. Ne zaman ufacık da olsa bir istikrar umudu doğsa, bugünkü Lübnan krizinden kısa süre önce Sayda’da yapıldığı gibi, devlet bir suikast emri veriyor. Üstelik devlet bunun güvenlik değil şiddet getireceğini biliyor. İsrail’in tek taraflılığı ve şiddet döngüsü birbirini besliyor. Şiddetin ve bu şiddetin köklerini gizleyen geleneksel söylemin arasında, gerçek durum bizi düşünmeye davet ediyor. Biz susturdukça gerçeğin daha fazla bağıracağı kesin. İbranicede ‘‘elem’’ sözcüğü (zulüm ya da korkudan dili tutulmak) etimolojik olarak ‘‘almut’’ (şiddet) sözcüğüyle bağlantılıdır. İsrail devletinin ahlaksız temeline ilişkin sessizlik hepimizi, bütün dünyayı ateşe atacak bir felaketi doğuracak terorizmi besleme suçuna ortak ediyor. (Independent, İngiltere, 26 Temmuz) İngilizceden çeviren İrem Sağlamer DOSYA NO. 2005/139 Davacı Şadiye Uçar vekili tarafından davalı Orhan Uçar aleyhine açılan boşanma davasının mahkememizde yapılan yargılaması sırasında verilen ara kararı gereğince; Kastamonu ili Daday ilçesi Bayramlı köyü nüf. kayıtlı Osman ile Aliye’den olma 1958 doğumlu.Orhan Uçar’ın tüm aramalara rağmen bulunamadığından adı geçenin mahkememizde yapılacak olan 26.09.271 tarihli duruşmaya bizzat katılması veya bir vekille kendisini temsil ettirmesi aksi takdirde yokluğunda karar verileceği hususu ilanen tebliğ olunur. 29.03.2006 Basın: 16271 TC İLAN MALATYA 1. AİLE MAHKEMESİ HÂKİMLİĞİ’NDEN CUMHURİYET 10 K