27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 29 HAZİRAN 2006 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET HAYIR OKTAY AKBAL Adam ile Cüdam!.. 1923 Aydınlanma Devrimi’yle; özgür toplum, akıllı adamlar yaratmak için yola çıkılmıştı; ne var ki, yolumuzdaki eskiden kalma ısırgan otlarını, köygöçürenleri bir türlü kökten temizleyemedik. Derken, 1950 Genel Seçimleri’nden bu yana alttan alta sürüp gelen örtülü adamlıkcüdamlık savaşımı, 1980’den sonra birden ivme kazanınca şaşırdık. Yüce Atatürk’ün ‘‘Cüppe ve sarıkla adam olunmaz, adamlık akılla olur...’’ dediğini unuttuk. Ne yazık!.. değer yargılarının içeriğinin boşaltıldığı, Cumhuriyetin kuruluşundan beri oluşturulan çağcıl örneksemlerin (paradigmaların) gözünün yaşına bakılmaksızın, hem de akılsızca, paramparça edildiğini görüyoruz. Demokrasiyi, seçim dizgesini onursuzca birtakım çıkarları için kullanıp bir yerlere gelenler; eski kirli/kanlı gömleklerini çıkardıklarına ve artık değiştiklerine; ‘‘... demokratik ve laik Cumhuriyete, Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı kalacaklarına, büyük Türk ulusu önünde namusları ve şerefleri üzerine ant içenler...’’ ne verdikleri sözün, ettikleri antın gereğini yapmamaktan utanıyor, ne de insanların gözlerinin içine baka baka onlara, devlete ve laik Cumhuriyet düzenine ettikleri kötülükten yüzleri kızarıyor. Usunu kullanmaksızın ezberlediği birtakım inaklara bağıtlanan kafa, dinsel inançsal çekimlerden bir türlü varlığını arındıramıyor; Cumhuriyet düzeninin temel değerlerinin tartışılması gerektiğini öne sürerken bile aynaya bakıp yüzünü kaplayan çöl bulutunun ayırdında olamıyor. Oysa, inandığı dinin insansal damarını işletmekten yana olanlar bile, Cumhuriyet yıkıcıları denli acımasız olmamışlardır, bilime ve ussal yaratılara karşı. Örneğin, kimilerinin peygamber yerine koyup neredeyse tapınır oldukları Erzurumlu İbrahim Hakkı, bakınız, bilim ve din konusunda ne diyor: ‘‘Dinin görüşleri ve belgeleriyle bilimin bulguları çelişirse, yorum yoluyla dinin bilimin bulgularını doğrulaması gerekir. Müspet bilimlerin bulgularını çürütmek için dini, dinsel belgeleri kullanmak isteyenler, dine hıyanet etmiş olurlar. Bilinmelidir ki, aklını kullanan düşman, akılsız Müslüman dosttan her zaman hayırlıdır’’ (2). PENCERE Askere Düşmanlık?.. İşadamları geçenlerde bir önemli öneriyi dile getirdiler: Zorunlu öğretim 12 yıl olsun! Zorunlu öğretim 12 yıl olmadan; ülke nüfusunun büyük çoğunluğu çağdaş, akılcı, bilimsel öğretimden geçmeden Türkiye’de gerçek demokrasi oluşamaz!.. Laik Cumhuriyet 20’nci yüzyılın ilk çeyreğinin sonuna doğru kuruldu; zorunlu öğretim 5 yıl olarak saptandı... 20’nci yüzyılın sonuna dek hiçbir sivil iktidar bu 5 yıllık süreyi arttırmayı düşünmedi... Eğer 28 Şubat olmasaydı, asker dayatmasaydı, zorunlu öğretim süresi bugün de beş yıl olacaktı... ? Asker bugün şeriatçı (dinci, İslamcı) kesimde düşman gibi görülüyor... Osmanlı döneminde, 31 Mart’la başladı bu düşmanlık... Ve sürüyor... İyi ya da kötü açıdan yorumlanabilir; ama, Türkiye Cumhuriyeti’nin var oluşunda askerin işlevi tarihsel bir olguyu yadsınamaz biçimde vurguluyor... Mustafa Kemal’den İsmet Paşa’ya, Rauf Orbay’dan Kazım Karabekir’e dek kuruluş tarihimiz askerle haşır neşir... Padişahlığın yıkılması, hilafetin ilgası, laik Cumhuriyetin bütün modern yasaları, Medeni Kanun’dan başlayarak çağdaş hukukun tüm ‘‘mevzuatı’’ Anadolu’da askersivil işbirliğinin ürünüdür. ? Birkaç kez bu köşede dile getirmiştim; ama, bir daha sayayım: Sosyal devlet, Anayasa Mahkemesi, Yüksek Yargıçlar Kurulu, üniversite özerkliği, sendikal haklar, grev hakkı, toplusözleşme düzeni, yargı bağımsızlığı, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, doğal yargıç ilkesi, sosyal güvenlik hakkı gibi tüm demokratik hukuk kurumları, 27 Mayıs devriminin ürünleridir... Soru: Peki, siviller neden bu tarihsel süreçte geri kalmışlar? İkinci soru: AKP iktidarı askerle neden zıt gidiyor?.. Ordu ile alıp veremediği nedir?.. ? Tarihimizde askerin rolü olmasaydı, Türkiye bugün AB’nin adını bile ağzına alamazdı... Bizim askerin ülke tarihindeki yeri Avrupa’daki gibi değil!.. Çok başka bir içerikte işlev görmüş bir ordu söz konusudur... AB’ye 1015 yıl sonra girer miyiz, girmez miyiz; bilmiyoruz; ama, bugünleri yaşarken yabancı güçlerle işbirliğinde Türkiye’de askere düşmanlığı politika mesleğine çevirenlere dikkat!.. Amasya’dan Gelen Sesi Duy! ‘‘Vatanın ve milletin istiklali tehlikededir. Milletin istiklalini yine milletin azmi ve kararı kurtaracaktır.’’ Amasya Bildirgesi, 22 Mayıs 1919 Mustafa Kemal ve arkadaşları birbiri ardınca Erzurum, Sıvas kurultaylarını topladılar. Milletin ve vatanın kurtuluşu uğruna yıllarca savaştılar, uğraştılar, didindiler, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdular... Doksan yıl geçti aradan!.. Şimdi yeniden bir başka savaşım bekliyor, onların çocuklarını, torunlarını, yani bizleri, sizleri: Atatürk Cumhuriyeti’ni temelden çökertmek isteyen bir anlayışın karşısına yüreklice dikilmemizi... Bu da bir çeşit vatan savunması!.. Laik, halkçı, ulusalcı, tam bağımsızlıkçı, çağdaş uygarlıktan yana Atatürk Cumhuriyeti’ni demokrasi yoluyla korumak... Günlerdir yazılıyor, çiziliyor, tartışılıyor... Bu sütunda haftalarca önce ‘‘Prodi’’ adıyla bir çözüm önerildi. Nasıl İtalya’daki beş yıllık Berlusconi iktidarını sandıkta yenmek için muhalif partilerin Prof. Prodi liderliğinde bir araya gelmeleri ve iktidarı ele geçirmeleri gibi... Bizde de buna benzer bir durumun uygulanabilmesiydi istenen... Olmadı, olamadı! Bizim toplum iyice olgunlaşmamış! Politikacılarımız daha bencil tutumlarından kopamamış!.. İtalyan toplumunun bilinç düzeyine ulaşamamış!.. O olmaz, bu olmaz! Yalnız ben, yalnız benim partim, yalnız benim liderliğim böbürlenmesinden uzaklaşamamış... ??? Adalet ve Kalkınma Partisi, kuruluşundan birkaç ay sonra yüzde yirmi beş seçmen oyuyla tek başına iktidara gelip oturdu! Şimdi, bir beş yıl daha iktidarını sürdürmenin hesabında!.. CHP yüzde onu azıcık geçer, MHP belki, DYP biraz, ANAVATAN kimbilir? Siyasal ortam bir bütünlüğe kavuşamamışsa, meydan yine AKP’ye kalacak!.. Çare, bir araya gelmek, gelebilmek! Bir Cumhuriyet cephesi kurabilmek... Atatürk devriminin kazanımları elden gitmeden aklımızı başımıza alabilmek!.. Bıkkınlık veriyor! Adı ünlü, eski yeni politikacılarımızın körlüğü!.. Yarın neler olabileceğini az çok sezdikleri halde, yine de ahmakça bencilliklerinden kendilerini kurtaramamaları... ‘‘Ahmaklık’’ değil midir, göz göre göre ülkenin yönetimini bir kez daha Tayyip’lerin, Arınç’ların, Gül’lerin ülkeyi karanlık bir uçuruma götürmelerine sessiz kalabilmek?.. Bize düşen, görüneni, bilineni, tehlikeleri yazarak duyurmak!.. Bir yl sonraki seçim sonrasında dizlerimizi dövmemek, ‘‘Ah nasıl oldu da yanlışlıklardan kaçamadık dememek’’ için!.. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının sesi doksan yıl öteden gelmiyor mu? ‘‘Vatanın ve milletin istiklali tehlikededir.’’ Ali DÜNDAR ugün olduğu gibi, geçmişte de hoca efendiler ve Sünni ayetullahlar düzeni umarları, ulusal bağımsızlık savaşımı komutanına: Asrilik, modernlik ne demektir paşa hazretleri, diye sorduklarında Atatürk, bunu soranların gözlerinin ta içine bakarak: Asrilik ve modernlik, adam olmak demektir efendiler, adam olmak! diye gürlemişti. O, bu sözleriyle; Tapınmalı, kapılanmalı, karanlıkçı ortaçağ düşünüşünün yerini, us yöntemlerine vuruk yaşama felsefesinin alacağının ve özgür toplum, bağımsız devlet düzeninin ışıklarını yakmış oluyordu. Başlangıçta laiklik ve türevleri henüz sözlüğümüzde olmadığından, Atatürk, muasır, asri, modern kavramlarını Batı dillerindeki içeriği ve Türk toplumunu gelecekte ulaştırmayı amaçladığı erekler doğrultusunda sık sık kullanmak durumunda kalıyordu. Daha sonra o sözcüklerin yerini laiklik ve türevleri aldı. Atatürk devrim ve ilkeleri kapsamında laiklik, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin başlıca ilkesi ve niteliği olmasının ötesinde: Halkının da başlıca yaşam yoldamı, başlıca ekinleşme, toplumsallaşma ve örgenleşme ilecidir (enstrüman). Neden derseniz, Atatürk, bir toplumsallaşma/kurumlaşma, örgenleşme ileci olarak cumhuriyet terimini Arap dilindeki cumhur, cem/cemahir, cemahiriye anlamıyla değil; Batı’da aydınlanma devriminin dinden, inançtan, dinsellikten arındırarak, halkçıl, halka değgin, kamul, kamuya değgin, topluma, devlete değgin vb. laik kavramlarla içeriklendirdiği pablik (chosepublique) terimiyle karşılamıştır (1). Eğer Atatürk, Cumhuriyet terimini Arapçadaki içerik ve türevleriyle düşünmüş ve açıklamış olsaydı, günümüzün laik cumhuriyet karşıtlarının dili daha çok uzayacak, sözcüğün Arap dilindeki içeriğini birtakım inançsal/dinsel, çağdışı boşinanlarla (safsata) da doldurarak, ısıtıp ısıtıp insanların önüne süreceklerdi; belki iş burada da kalmayacak, ne idüğü belirsiz hoca efendilerin, Sünni ayetullahların kirlettikleri laikliği temizlemek; kararttıkları B dünyamızı aydınlatmak ve laik düzlemde din/inanç özgürlüklerimizi geri alabilmek için, dinden özgürleşme savaşımı verilmek zorunluluğu ortaya çıkacaktı. Neden derseniz, yüzyıllarca süren din, inanç, inanyol (mezhep) kavgaları; hoca efendi, molla, din bezirgânı, din baronu çatışması ve istemezük kalkışmalarıyla Osmanlı’yı perişan eden, batkınlığa sürükleyen; Anadolu Türklüğünü, Anadolu insanının yaşama sevincini, gelecek umudunu körleten, kötürüm eden irtica/mürteci (*), ışıktan, aydınlıktan hep korktu; kendi dışındakine kör baktı, birlik/bütünlük istemedi. İrtica/mürteci, Cumhuriyet döneminde de, toplumsal derneşimlere, ulusal kurumlaşma çabalarına, bütünbirimsel (üniter) devlet yapılanmasına katlanamaz. Çünkü mürteci acımasız ve bencildir. Onun beyni üşerçözüşüm (elektroliz) aygıtı gibi işler, bütünü parçalamazsa uykusu kaçar. Oysa İslam peygamberi düşüngüdüsünü (ideoloji) Tanrısal birlik (tevhid) üzre oluşturmuştu. O ölünce, daha ölüsü kaldırılmadan, her şey paramparça oldu. Herkes Tanrı’nın ipine sarılsın denildiğindeyse, hemen bütün Müslümanlar birbirlerinin iplerini çekmeye başlamışlardı bile. Osmanlı’dan bir ortaçağ karanlığı devralan Cumhuriyet, dağılan; tekkeler, zaviyeler, imamlar, dervişler, hacılar, hocalar, şeyhler, dedeler elinde paramparça olan dini/inancı toparlayıp en yüce oruna, insanların buluncuna yerleştirmişti; din simsarı, din baronu siyasetçilerin, ne idüğü belirsiz hoca efendilerin kirletmelerinden onu kurtarmıştı. Sonuç 1923 Aydınlanma Devrimi’yle; özgür toplum, akıllı adamlar yaratmak için yola çıkılmıştı; ne var ki, yolumuzdaki eskiden kalma ısırgan otlarını, köygöçürenleri bir türlü kökten temizleyemedik. Derken, 1950 Genel Seçimleri’nden bu yana alttan alta sürüp gelen örtülü adamlıkcüdamlık savaşımı, 1980’den sonra birden ivme kazanınca şaşırdık. Yüce Atatürk’ün ‘‘Cüppe ve sarıkla adam olunmaz, adamlık akılla olur...’’ dediğini unuttuk. Ne yazık!.. (1) F .R. Atay, Çankaya 1. bası, s. 319 (2) Marifetname, s. 45 (*) İrtica ve mürteci sözcükleri, eskilerin deyişiyle tam da ismiyle müsemma olduğu için, Türkçe karşılıklarını o çamura bulaştırmak istemedim. Değer yargılarımız Bu bulunçsal arınmada başlıca aydınlatıcı olan, devletin laiklik niteliği sayesinde dünya işleri din/inanç işlerinden ayrılmış; bu ayrışımın devletin bütün kurul ve kurumlarına, eğitime, sağlığa, tecime, toplumsal/ örgensel yaşamın bütün birimlerine, kamusal alanın her köşesine yansıtılmış; toplumsal yaşam ve bireysel tanımlamada, insansal uygarlık değerleri geçerli kılınmıştı. Ne var ki, bugünlerde bütün değerlerin, CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle