27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
26 HAZİRAN 2006 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA DIŞ BASIN Soruşturma Komisyonu Başkanı Brammertz, Suriye’nin etkin işbirliği yaptığını belirtiyor 9 DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Hariri raporu Şam’ı rahatlattı SAMİ MUBAYED eklendiği üzere, Birleşmiş Milletler’in Hariri suikastıyla ilgili ikinci raporunda sürprizler yok. Raporda Suriye’nin işbirliği yaptığı belirtiliyor. Eski Lübnan Başbakanı Refik Hariri suikastına ilişkin Birleşmiş Milletler’in hazırladığı ikinci rapor beklentileri doğruladı. BM Soruşturma Komisyonu Başkanı Serge Brammertz, soruşturmayı tamamlayabilmek için görev süresinin 1 yıl uzatılmasını talep etmişti. Hazırladığı rapor son derece detaylı. Ayrıca eski savcı Detlev Mehlis’in yayımladığı raporun aksine duygusallıktan uzak. 30 sayfalık rapor beş milyar sarsıcı kayıttan oluşuyor. Brammertz bunu, cinayeti kimin, kimin adına, niçin işlediği gibi cinayetin farklı katmanlarını içeren bir enstantane olarak tanımlıyor. Rapor, esas olarak, Hariri suikastının kim tarafından ve neden işlendiğine dair elde edilen bilgilerin sınırlı olduğunu ortaya koyuyor. Aynı şekilde, suikastın nasıl işlendiği de tam olarak anlaşılabilmiş değil. İşin ilginç yanı, 14 Şubat 2005’te gerçekleşen suikasttan 16 ay sonra dahi patlamanın yerin üstünde mi altında mı gerçekleştiği belirlenememiş durumda. Tek bir patlama mı oldu, yoksa eşzamanlı olarak iki patlama mı gerçekleşti? ABD ve Kaybedilen Sanal İmaj! Sylvie Kauffmann, Le Monde gazetesindeki yazısına ‘‘Amerika imaj savaşını kaybediyor’’ başlığını koymuş (21.06.2006). Görüşlerini son derecede saygın bağımsız Amerikan Enstitüsü Pew Research Center’ın 15 ülkede 17 bin kişi nezdinde yaptığı araştırmanın sonuçlarına dayandırıyor. Ama yazının başlığı sizi yanıltmasın. Birleşik Devletler, W. Bush ve neocon’larının iktidara geldiğinden bu yana dünyanın hemen her yerinde kundakladığı her savaştan ardında kan, yıkım ve çaresizlik bırakarak yenik çıkmıştır. Bugün bile onca kıyıma neden olduğu son Irak ve Afganistan’dan, ardında belirsizlikten mezhep çatışmalarına, iç savaştan ebedi istikrarsızlığa uzanan düzineyle sorun bırakarak nasıl çekip gideceğinin hesabı içindedir. Dünyadaki 700’ü aşkın askeri üssü, işkencenin tüm hızıyla sürdüğü hapishaneleriyle zaten pek parlak olmayan sanal imajını, Ortadoğu’da uyguladığı saldırgan politikalarla daha da berbat duruma getirmiştir. ??? Sözü edilen enstitünün, aralarında NATO’lu müttefiklerin de yer aldığı ülkelerde bile Amerika’nın sanal imajının yerlerde süründüğünü ortaya koymuştur. Örneğin güvenilir Türkiye’de ABD’ye olumlu yaklaşanların oranı sadece yüzde 12’dir. Avrupalı müttefiklerinde de durum farklı değil. Avrupa halkları, yönetimlerinin inanılmaz bir ikiyüzlülükle hava saldırılarını CIA’nın uçan işkence evlerine kucak açarken, Birleşik Devletler’e artan oranlarda kuşkuyla bakmaktadır. İspanyolların ABD’ye 2005 yılında yüzde 41’ler düzeyinde seyreden desteği bugün yüzde 23’e düşmüştür. Terorizmden nasibini almasına karşın İspanyol halkı Amerika’nın terorizme karşı sürdürdüğü savaş biçimine yüzde 76 gibi son derecede yüksek oranda karşıdır. Yine Kauffmann’ın aktardığına göre Financial Times için Harris tarafından yapılan sondaj da yukarıda belirtilen eğilimi doğrulamaktadır. Buna göre İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya ve İspanya’dan oluşan önde gelen Avrupa ülkeleri için dünyanın istikrarına en büyük tehdit yüzde 30’la İran, yüzde 18’le Çin’den önce Birleşik Devletler’den gelmektedir. O kadar ki Sylvie Kauffmann onca gürültüye karşın Birleşik Devletler’in dünya barışını İran’dan daha fazla tehdit ettiği konusunu oturup bir iyice düşünmek gerekir demekten kendisini alamamıştır! Üstünün örtülmesi olanaksız gerçek şu ki Birleşik Devletler, kuşkusuz uyguladığı saldırgan politikalar yüzünden tüm dünyada ‘bayrağındaki yıldızların’ sayısından çok düşmana sahiptir. Küreselleşme ile çıkara dönük ekonomik, siyasal ve askeri güçle sağlanan hegemonya, doğal olarak ‘düşman’ yaratmaktadır. Düşman gereklidir. Yoksa yaratılır. Bu yüzden terör öncelikle hegemonyaya dönük politikaların sonucudur. ??? Bugün Irak’taki Ebu Garib ve Guantanamo zindanlarında tutuklulara reva görülen insanlık dışı uygulamaları bilmeyen yoktur. Sorumluların bir türlü cezalandırılamadığı düşünülürse emrin yönetimin doruklarından geldiği kuşkusuzdur. Kauffmann’ın yazısında aktardığı bir olay, yönetimin işkenceye nasıl yaklaştığını göstermesi bakımından son derecede ilginçtir. Guantanamo’da üç tutuklunun intiharını Amerikalı bir üst düzey sapık ‘terör olayı’ olarak tanımlamış, dahası kurbanları ‘reklam yapmakla’ suçlayarak her türlü sinizmin (köpeksilik) sınırlarını aşmıştır. Başkan W. Bush’un konuyla ilgili tepkisi ise evlere şenliktir. Sayın Başkan, intihar edenlerin ‘cesetlerine saygıda kusur edilmemesini’ emretmiştir! Aslında yine herkes bilir ki, saldırgan politikaların sonucu olarak ortaya çıkan ‘imaj’ erimesi salt W. Bush ve neocon’ları dönemine özgü değil. Yakın tarih bugünleri aratmayacak olaylarla dolu. Milyonlarca insanın canına mal olan Vietnam Savaşı’nda yapılanlar henüz belleklerden silinmemiştir. Teğmen Calley’ın bir anda 400 kadın ve çocuğu kurşunla ve bıçakla katlettiği My Lai faciası unutulmamıştır. Ortalığı cehenneme çeviren napalmlar, doğayı öldüren yaprak dökücü kimyasal bombalar, onca yıkım, yapanın yanına hep kâr kalmıştır. Hiroşima ve Nagazaki’de bugün bile öldürmeye devam eden cehennem ateşi kimin eseridir? Latin Amerika’dan Afrika’ya reva görülenler? Yurtları kaba güçle ellerinden alınan ve 40 yıldır kendi öz yurdunda göçmen olarak yaşamaya mahkum edilen Filistin sorununun çözümünü engelleyenlere arka çıkan da, yine herkesin bildiği gibi Birleşik Devletler’den başkası değildir. Sorunun çözümünde ABD’nin veto engeli BM’nin elini kolunu bağlamıştır, bu yüzden sesini çıkaramamaktadır. Petro dolar denizinde yüzen Arap dünyası, İsrail ve Avrupa’nın Filistin halkına yönelik ‘aç bırakma’ eylemine bile karşı koymaktan aciz durumdadır. Dünyanın büyük bölümü ise toprakları gasp edilen 5 milyon insanı kendi topraklarında göçmen durumuna düşüren ilhakçı İsrail’in, Tanrı’nın hemen her günü sistematik bir biçimde çocuklara ve ailelere saldırması karşısında utanç verici bir suskunluk içindedir. Filistin’de her şey İsrail’in insafına terk edilmiştir. Irak’ta üç yıllık işgalden sonra gelinen nokta ise tek kelimeyle derin bir çaresizliktir. ABD’nin Irak Büyükelçisi Zalmay Halilzad tarafından hazırlanan rapor, bu umutsuz durumu tüm gerçekliğiyle ortaya koymaktadır. ABD ve koalisyon güçlerinin ülkeyi işgaliyle açılan Pandora’nın kutusunda saklı melanetler ortalığa yayılmıştır. Mezhep çatışmaları müstevliye ve işbirlikçilere karşı direnişe karışmakta, petrol zengini ülkenin bölünüp parçalanmasıyla sonuçlanacak iç savaş kâbusu kapıda beklemektedir. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi Irak halkının başı, tıpkı Filistin gibi, şimdi de gemi azıya alan şeriatçılarla beladadır. Amerika’nın ‘imajı’, W. Bush yönetiminin Afganistan ve Irak saldırıları, Filistin sorununda sürekli İsrail’e arka çıkan politikalarıyla onarılması olanaksız bir biçimde kararmıştır. Ne yazık ki, bedelini yine Ortadoğu halkları ödeyecektir. B İNCELEME MAYISTA BAŞLADI Brammertz’in son adli olay yeri incelemesi 2006 Mayısı’nda başladı. Raporun 16’ncı bölümünde belirtildiğine göre incelemenin amacı ‘‘Mitsubishi marka kamyonun bombayı taşımak için mi kullanıldığı, düzeneğin birisi tarafından mı patlatıldığı ve patlama sırasında bombanın tam olarak nerede bulunduğu’’ gibi soruları yanıtlamak. Brammertz’in bahsettiği Mitsubishi kamyon, HSBC bankasının kameralarınca olay yeri yakınlarında görüntülenmiş ve kamyona ait parçalar patlamanın gerçekleştiği yerde de bulunmuştu. Ayrıca kamyonun Lübnan’a Birleşik Arap Emirlikleri’nden parçalar halinde getirildiği tespit edilmişti. Raporun 22’nci bölümünde bombanın saat tam 12.55.05’te patladığı teyit edilmiş. Aynı bölümde patlayıcı miktarına ilişkin açıklamalar da var. Patlama sonucu oluşan çukurun incelenmesiyle elde edilen bilgilere göre, eğer düzenek yerin 1.7 metre altına yerleştirildiyse 55 kilogram, eğer yerin üstündeyse 1200 kilogram, yerin 0.8 metre üzerindeyse yaklaşık 1800 kilogram TNT patlayıcının kullanılmış olması lazım. Çukurdan alınan toprak örnekleri incelendiğinde, patlayıcının ‘‘muhtemelen yerin üstüne yerleştirildiği ve patlamanın etkisiyle yerin altına doğru ilerlediği’’ sonucuna varılmış. Brammertz, 1220 kilo TNT patlayıcının Mitsubishi kamyonun ‘‘içine’’ yerleştirilmiş olma ihtimalinin öne çıktığını ancak bu patlayıcıların kamyona nasıl bir düzenekle yerleştirildiğinin tam olarak anlaşılamadığını belirtiyor. 31’inci bölümde Brammertz ilginç bir tespitte bulunuyor. Patlamanın, Hariri, St. George Oteli’ndeyken değil aksine ‘‘konvoy boyunca, St. George Oteli’ni geçtikten sonra’’ olmasının planlandığını belirtiyor. Bombanın, 35. bölüme göre, kamyonun içinde ya da hemen yanında bir insan tarafından patlatıldığı savunuluyor. Olay yerine saçılan, insan bedenine ait 27 parçanın hepsinin aynı kişiye ait olması, bombanın Mitsubishi kamyon ile taşındığı tezini güçlendiriyor. ‘‘Bomba büyük bir olasılıkla bir insan tarafından patlatıldı. Ancak bu, intihar saldırısı olduğu anlamına gelmiyor.’’ Saldırganın bombayı bilerek mi patlattığı, yoksa bombanın istemeden mi patladığı sorusunun yanıtı henüz yok. Suikasttan saatler sonra El Cezire televizyonuna gönderilen video kasette suikastı üstlenen ancak sonrasında kayıplara karışan Ahmet Ebu Addas hakkında Brammertz temkinli. ‘‘Ahmet Ebu Addas’ın 14 Şubat 2005’te olay yerinde olduğuna dair elimizde hiçbir kanıt yok. Ancak suikastın düzenlenmesine katılmış olma ihtimali üzerinde duruyoruz.’’ Son olarak raporda Suriye’nin araştırma süresince üstlendiği role değinilmiş. Raporun 100’üncü bölümünde Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ve Devlet Başkan Yardımcısı Faruk el Şara’nın yakın zamanda verdikleri ifadeler ‘‘işe yarar ve değerli’’ olarak nitelendiriliyor. Mehlis’in daha önce hazırladığı raporda Şara ve dışişleri bakanı, Hariri’nin 2004 Ağustosu’nda Esad ile yaptığı görüşme hakkında yalan söylemekle itham ediliyordu. Suriye karşıtı Lübnanlılar bu toplantıda Esad’ın Hariri’yi, Emil Lahud’un başkanlık süresinin uzatılması reddedilirse Lübnan’ı Hariri’nin başına ‘‘yıkmak’’ ile tehdit ettiğini iddia ediyorlardı. Brammertz ise raporunda bu toplantıya değinmiyor. Raporun 103’üncü bölümünde, ‘‘Suriye’nin yardımlarının tatmin edici seviyede’’ olduğu vurgulanıyor. Komisyon Suriye’ye 16 resmi başvuruda bulunmuş ve bunların hepsi cevaplanmış, üstelik 6 Suriye vatandaşının BM yetkililerince sorgulanması sağlanmış. Raporun 104’üncü bölümünde, ‘‘Suriyeli görevlilerin aktif olarak işbirliği yaptığı ve soruşturmayla alakalı bilgileri paylaştıkları’’ söyleniyor. SÖYLENENLER DOĞRULANDI Bütün bunlar Suriye’nin son bir yılda söylediklerini doğrular nitelikte. Eğer Brammertz’in elinde Suriye aleyhinde bir veri olsaydı bunu söylemekten çekinmezdi. Eski Başkan Yardımcısı Abdülhalim Haddam’ın ifadesinde, Suriye Devlet Başkanı Hariri’yi öldürmekle suçlanıyordu. Mehlis’in raporu ise Baas rejiminin kıdemli üyelerini suçluyor ve komplonun Şam’da, Başkanlık Sarayı ve Meridyen Otel’de tasarlandığını ima ediyordu. Lübnan’daki böylesi önemli bir saldırının ancak Suriye ve Lübnan istihbaratının işbirliği yapmasıyla gerçekleşebileceğini söyleyen Mehlis’in tersine, Brammertz, raporunda ne tanık ya da zanlı ismi veriyor, ne de kendini öznel şüphelere kaptırıyor. BM Araştırma Komisyonu’ndaki görevinden ayrılmadan önce Mehlis, gelecek ayları ki şu anda içinde bulunuyoruz ‘‘Suriye ayları’’ olarak nitelendirmişti. Brammertz’in çalışmaları Mehlis’in bu tespitini Suriye’nin lehine doğruladı. (El Ahram, Mısır, 20 Haziran) İngilizceden çeviren Öykü Tümer T ÜRKİYE’NİN AB İLE İLİŞKİLERİ GERGİN Kıbrıs için yeni planlar diplomasisi MANOLİS KOTTAKİS ürkiye’nin Avrupa’yla ilişkileri hızla krize doğru giderken asıl mesele, bu gelişmedeki kamburun Yunanistan’ın sırtına yüklenmemesidir. Ortamın aşamalı olarak gerildiğini ve bunun mahallemizdeki denge için tehlikeler doğurduğu tespitini yapan Başbakan Kostas Karamanlis, Brüksel’den bu kaygıyla döndü. Bu çerçevede verileri şu şekilde sıralayabiliriz: ? Türk hükümeti uzlaşmazlık sinyalleri veriyor ve her cephede durumu kutuplaştırıyor. Bu hem Avrupa’yla hem de bizimle oluyor. Çifte dil kullanarak Trakya’da azınlıklarla oynuyor, Patrik’in ekümenikliğine ve ayin yapma hakkına karşı çıkıyor, ayrıca tahrik edercesine ‘‘Kıbrıs için bizim bir şey yapmamızı beklemeyiniz’’ açıklamasında bulunuyor. Erdoğan, milliyetçilik kozunu oynayarak komşu ülke içerisinde puanını yükseltmeye başladı. Kasımaralık aylarındaki krizi, erken seçimi yapabilmek için kullanması da ihtimal dışı değil. Uzlaşmazlıkta Türkiye’nin müttefiki olarak, İngiltere’nin yardımlarını ve Ankara’nın üyelik perspektifini kolaylaştırmak için her şeyi yapan Amerikalıları görüyoruz. T üyesi birinin geliştirdiği, uluslararası ilişkilerdeki ‘‘deli’’ teorisini inançla uyguluyor. Papadopulos; baskılardan anlamayan ve yaptığının ülkesinin çıkarına olduğunu değerlendiren, söz dinlemeyen, önceden ne yapacağı kestirilemeyen bir oyuncu. Şimdi şu soruyu sormak gerek: Bizim çıkarımız nedir? Birincisi; bölgedeki denge ve barıştır. Ekonomimizin tünelden yavaş yavaş çıkmaya başladığı sırada, güç ve enerjimizi boşa harcama lüksüne sahip değiliz. İkincisi; Türklerin yeni düzenlemeler için girişimlerine devam etmelerini istemeliyiz. FİNANSBANK’A DESTEK Bunlar kolay maddeler, zor olanlar ise şu şekilde sıralanabilir: ? Avrupalılarla ilişkilerimizi bozmamalıyız, (bu yüzden Avrupa’da silahlanma kozunu oynuyoruz) Türklerle, korktuğumuzdan değil, fakat çıkarımıza olmadığı için boğuşmamalıyız (bu nedenle Finansbank’ın alımına destek veriliyor). ? Amerikalılarla anlaşmazlıklardan kaçınmalıyız ? Lefkoşa ile olan eksen çatlayıp milli cephe ‘‘kırılmamalı’’, hatta Karamanlis’in uyuşmazlık halinde olduğu Kıbrıs’ın (GKRY) inisiyatifleri tarafından nasıl sürüklendiği görmezden gelinmelidir. Bu yüzden Karamanlis, Papadopulos’tan farklı söylemler politikası seçmiş durumda. Bundan sonra, uluslararası sahnenin söz dinlemeyen bir delisine (Papadopulos) baskı uygulamanın ne kadar kolay olduğunu bilmiyorum. Ancak kesinlikle bunu, 2004 Mart ayında olandan daha büyük bir gerilimle farklılaştırabilirsin. (Apoyevmatini, Yunanistan, 20 Haziran) Yunancadan çeviren Murat İlem Belçika Krallığı bölünüyor mu? GEERT BUELENS ‘DELİ’ TEORİSİ ? Avrupa Birliği sularında, Türkiye’nin Avrupa perspektifinin kesilmesinden yana güçlü bir akım geliştirilmeye başlanmıştır: Fransa, Avusturya, Almanya, Hollanda ve İtalyan kamuoylarının baskıları artık hissediliyor ve Kıbrıs için protokolün uygulanması konusunu yukarıdaki ülkeler belli taktiklerinin bayrağı olarak kullanıyorlar. ? Lefkoşa’da ise Tasos Papadopulos, şimdiden kendi yolunu belirlemiştir. Bir zamanlar hükümet B elçika’nın bu on yılın sonuna kadar ayakta kalıp kalmayacağına yönelik tartışmalar yaşanırken Flamanların ortak ‘‘eveti’’i boşanma sürecini başlatmış oldu. Belang van Limburg gazetesinde çıkan kısa bir makale dışında Flaman basını aşırı sağcı Vlaams Belang partisinin ülkeyi bölmeye yönelik hazırlıkları içeren (Flamanların destekledikleri, Valonların karşı çıktıkları) yasa önerisine yönelik Temsilciler Meclisi’nin kararına yer vermedi. Bunun fıkra olacak bir tarafı yok bana kalırsa. Meclisin başkanı, tek Belçikalı politikacısı Herman De Croo (Liberal Flaman Partisi’nden) çekimser oy kullandı. Flaman basını açıkça bu gelişmenin olağan olduğunu düşü nüyor. Hollanda’da ise tam tersi. De Volkskrant ve Het Financieel Dagblad, meclisin bu inanılmaz oylamasından açık bir şekilde söz ederken, Algemeen Dagblad gazetesi ise Karadağ’ın bağımsızlığına yönelik bir makalede bu konuyu ele aldı. Volkskrant, Flaman bir partinin başkanının ‘‘Demokraside bazen çoğunluğun getirmediği metinlerin de tartışılmasının kabul edilmesi gerekir” yönündeki sözlerine yer vermiş. Bu güzel bir ilke. O halde sosyal güvenliği ortadan kaldıran ve oy kullanmayı yasaklayan yasa önerilerini de tartışmalı mıyız? Bana kalırsa Flamanların ortak ‘‘ja’’ yanıtı boşanma sürecinin yolunu yavaşça başlatmış oldu. Çünkü tartışma hukukun sokağından (hükümet ve Brüksel parlamentosu) mutfak masasına taşınmış oldu. Ül kenin var olmasını istesek bile topluluklar temelinde gerçekleşen bu oylamanın karşı taraf için bir tokat gibi algılandığını yadsıyamayız. Meclisin bu oylamasının Sosyalist Parti’nin en vahim krizlerinden birini yaşadığı döneme gelmesi hiç kuşkusuz bir tesadüf, ancak önemsiz bir tesadüf değil. Yara almış Sosyalist Parti’nin Flamanların tümünün ‘‘hayır’’ından sonra Valonya’ya yönelik ödünler vermeye istekli olmayacağı kuşku götürmez. Kimse Sosyalist Parti’de yaşanan yozlukları hoş göstermesini beklemiyor. Ancak devlet düşmanı Vlaams Belang’ın yasa önerisini onaylamak gerçekten iyi bir fikir mi? (Courrier International, Fransa, 1521 Haziran) Fransızcadan çeviren Elçin Poyrazlar ABD Merkez Bankası’nın faizleri yükseltmesi olasılığı ekonomi çevrelerini endişelendiriyor Piyasalar için hafta zor geçecek ? ABD’de enflasyonun üç ay art arda beklentilerin üzerinde olması ve yüksek petrol fiyatlarının ekonomideki etkileri piyasalarda “yeni bir dalgalanma kapıda” endişesi yarattı. Ekonomi Servisi ABD Merkez Bankası FED’in, 2829 Haziran’da yapacağı toplantıda, faiz oranlarını son beş yılın en yüksek düzeyine çıkarmaya hazırlandığı belirtiliyor. Uzmanlar, piyasaların yeni bir dalgalanma ile sarsılacağı görüşünde. FED’in faizlerde 0.25 puanlık bir artış yapması beklenirken, ABD’de enflasyonun üç ay art arda beklentilerin üzerinde olması ve yüksek petrol fiyatlarının ekonomideki etkileri piyasalarda gerginlik yaratıyor. Mayıs ortasından bu yana Avrupa ve ABD’de yükselen faizler ve Japonya’nın krediyi sıkılaştırmaya başlayacağı sinyalleri, hisse ve mal piyasalarını düşürüyor. Yatırımcıların da yüksek risk piyasalarından çekilerek daha güvenli araçlara yöneldiklerini görülüyor. İngiltere’de yayımlanan The Observer gazetesi, Türkiye’nin, uluslararası piyasalardaki dalgalanmadan, yükselen piyasalar arasında en fazla etkilenen pazar olduğunu belirtti. The Observer, faizlerin 1.75 puan yükselmesine ve döviz piyasalarına müdahale edilmesine karşın Türk lirasının Mayıs ortasından bu yana yüzde 20 değer kaybettiğine dikkat çekerken, Goldman Sachs’ın Türkiye ve Ortadoğu İcra Direktörü Ahmet Akarlı’nın değerlendirmelerini de aktardı. Akarlı, son yıllarda piyasalardaki canlılığın yapılan politika hatalarını örttüğünü savunurken, Merkez Bankası’nın ‘‘kararlı’’ yanıtına karşın Türk ekonomisindeki büyümenin yavaşlamasının ‘‘kaçınılmaz’’ olduğunu söyledi. Akarlı ‘‘Doğrusunu yaptılar ancak artık geç’’ diye konuştu. CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle