19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 7 MAYIS 2006 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI dishab?cumhuriyet.com.tr ‘Grevdeki Amerikan karıkocaları...’ ABD işçi sınıfı tarihinde, Upton Sinclair’in dilimize Chicago Mezbahaları diye çevrilen, Jungle adlı romanından beri rast gelinmiş hatırı sayılır grev yoktur. En son, geçen ay otomotiv devi General Motors’un 30 bin işçiyi, tensikatla kapı önüne koymasına direnmek isteyenler olunca, Birleşik Oto Sendikası ‘‘Biz patronla anlaştık! Bundan iyisi can sağlığı. Haydi başka kapıya!’’ dedi ve üyeleri yatıştırdı. İşverene fazla yük olmadan işçileri fabrikadan çıkardılar. Amerikan sendikaları zaten bu iş için vardı! Arada bir inşaat işçilerinin, havayolları pilotlarının grev pankartları açıp hak talep ettikleri gözleniyorsa da, bunlara bakıp ABD’de grev dalgası esiyor denilemez. Ancak greve sık sık başvuran bir kesim var: ‘‘Karı ve kocalar!’’ Bu türden grevlerin en sonuncusu, geçenlerde Detroit’te yaşandı. James Wilson adındaki siyah Amerikalı bir koca, yatakta karşılık alamadığı karısı Valentina’yı protesto için, tası tarağı toplayıp evin çatısına çıktı; orada ‘‘Grev Çadırı’’ kurdu. Eylemin adı ‘‘Seks Grevi’’ olarak açıklandı. Çatının altında, biri 3 aylık, ötekisi 2 yaşında çocukların bakımı, ev temizliği, ütü, bulaşık, yemek, alışveriş dahil her türden ‘‘horanta işlerle’’ meşgul bulunan karısı seks istemini yerine getirene kadar, damdan aşağıya inmeme andı içmişti. Bayan Valentina, ‘‘Aklım çocuklardayken bu işi nasıl beceririm’’ diye gazetecilere soruyor; kocasına sabırlı olmasını anımsatıp birkaç ay sonrası için özel bir buluşma sözü veriyordu. Bu sözün koşulları da vardı: Buluşma yeri asla ev olmayacak, dışarıda birlikte olacaklar, yatakta geçecek süre çocuklar dikkate alınarak birkaç saati aşmayacaktı. Muhasebecilik yaptığından evinde işleri sürdüren kocası Mr. Wilson, ‘‘Benim boş laflara karnım tok!’’ diye yanıt veriyor, ‘‘Bu kaçıncı söz! Ben hakkımı hemen isterim. Haklar verilmez, alınır!’’ diyordu. Valentina ise ‘‘Kocamın acelesini anlamıyorum. Önümüzde uzun yıllar var, çocuklar büyüyünce yeterli zaman olacak. O vakit yataktan çıkmayız!’’ diye itidal dolu konuşuyordu. Çatıda, çadırda yaşamaya başlayan koca, bir anda basına malzeme oldu. Zavallı Amerikan gazetecilerinin görüp göreceği en önemli grev bu kadardı. Öte yandan, Italo Calvino’nun ‘‘Ağaca Tüneyen Baron’’u gibi, damdan aşağıya inmemek ısrarında bulunan kocanın birkaç gün sonra fiyakası bozuldu. Polis kayıtlarında, Wilson’un 10 yıl önce cinsel taciz suçundan sabıkalı birisi olduğu ortaya çıktı. ‘‘Biz onun cemaziyülevvelini biliriz’’ şeklinde yorumlarla, adamcağızın haklı isteklerine çelme takan bazı ‘‘grev kırıcıları’’ bu sabıka meselesini basına sızdırdı. Böylece, Wilson sessiz sedasız çadırı söküp aşağıya indi. Aziz Nesin Ustamızın ‘‘Damda Deli Var’’ öyküsü boşuna değil, bugünler için yazılmıştı. 41 yaşında bir hanım, kocasının ona yardımcı olmak bir yana, ‘‘hiçbir bakımdan artık ilgi göstermediğini’’ söyleyerek greve gitmişti. Kasabanın Ceviz Caddesi üstündeki evlerinin önüne bir çadır kurmuş, okul çağındaki 5 haşarı çocuğunu, yatakta sırtını dönen kocasını ve evin çileden çıkaran işlerini grevle protesto ediyordu. İşlek caddeden geçen araçlar korna çalıp ona destek verdiler. Indiana Kriz Merkezi’nden psikolojik destek elemanları gönderildi. Kiliseler kapıda kuyruk oluşturdu. Regina’nın grevini, önce kasaba yerel gazetesi yayımladı: Frankfort Times. Yerel gazete, dememeli; günde 15 bin basıp satıyordu. Frankfort Times’taki haber, Indiana gazetelerine, oradan da ABD’ye sıçradı. CBS ve Fox TV özel mülakat için canlı yayın araçları gönderdi. Regina, bu kadar ilgi göreceğini ummamıştı; dahası, onun geçmişinde, Detroitli yoldaşı gibi sabıka da yoktu. Grevini uzun zaman sürdürebilirdi. Regina, ‘‘Evde her şeyi ben yapıyorum’’ diyordu, ‘‘Çocuk bakıcısıyım, etüt hocasıyım, evin sağlık sorumlusu, danışmanı, temizlikçi ve aşçısıyım, kocamı işe ben bırakıyor ve çocukları okula tek tek dağıtıyorum, demek ki ailenin şoförüyüm. Bir de gece olunca, kocamın ilgisizliğiyle başa çıkmaya çalışıyorum. Enough is enough! (Bu kadarı da yeter!)’’ Regina’yı aylar sonra, Walnut Street, 311 No’lu evinde ziyaret etmek, grevin ardından gelişmeleri öğrenmek istemiş, bu amaçla kasabaya 10 gün önce gitmiştim. Regina çadırda, evde yoktu. İki katlı evlerinin önünde epey bekledim. Karşı köşedeki kasaba İtfaiye Binası’ndan bir itfaiyeci bana el etti; yanına seyirtip orada bulunmaklığımı açıkladım. Hani, yanlış anlamasın diye! ‘‘Ha! Regina mı?’’ dedi, ‘‘Bu aralar, gazete dağıtıcılığına başladı. Bu saatte bulamazsın!’’ Meğer kocası, bir fabrikanın topluca işten çıkarılan işçileri arasındaymış. Kocasının işsizliğine grev yapacak sendika olmadığından, Regina geçici işlerle eve katkı peşindeydi. Bunu duyduktan sonra, Regina’ya soracak şey olamazdı. Dönüşte, aklıma geldi: Bizim DİSK ve öteki sendikalarımız böyle yapmazlar, değil mi? Bunu bir ara, ne zaman ziyaretine gitsem masasında gazete, kitap, dergi yığınları içinde kaybolan Şükran Soner’e sormalıyım. Bilse bilse o bilir! [email protected] Atları da oynatırlar ‘‘Atlar zaten ‘süper’ oyunculardır, ama ‘ilkel’ (primaire/birincil) oyuncular... Burada ‘ilkelliği’, ‘öz’ ile, birinci dereceden ‘yaratıcılık’ ile eşanlamda kullanıyorum. Atlar ham düzeyde, ‘evrensel’ diye niteleyebileceğim derin bir duygusallığa sahipler. Onları yapay birtakım sahne kodlarının, kurallarının ardına saklanmadan dinlemek gerekir. Karşılarında, varlığını içtenlikle ortaya koyabilen, tutarlı bir güç beklerler...’’ Atların başrol oynadığı eşsiz bir sanat uğraşısının mimarı, ‘‘Zingaro At(lı) Tiyatrosu’’nun mucidi, Versailles’lı asil seyis, hayatını atları aracılığıyla insanın özgürlüğüne adamış, topluluğuna 20 yıl birlikte çalıştığı en sevdiği atı, İtalyanca ve İspanyolcada Çingene anlamına gelen ‘‘Zingaro’’ adını veren Clement Marty, dünyaca ünlü namı diğer Bartabas, atlarını yukarıdaki sözcüklerle anlatıyor. Bartabas, siz bu satırları okurken bir dünya ilki olarak hazırladığı ‘‘Battuba’’ gösterisine İstanbul’da başlamış olacak. ‘‘S Uluslararası Binicilik Merkezi’’nde 525 Mayıs arasında sunulacak 16 gösterinin baş aktörü, Zingaro’nun varisi Caravaggio. 12 çadır, 16 dansçı, 15 Rumen müzisyen, 36 at, 60 kişilik bir ekiple İstanbul’a göçen topluluk 1984’te kuruldu. 1989’dan beri Paris’in hani şu ‘‘meşhur’’ banliyö olaylarının en yoğun yaşandığı varoşlarından biri, Aubervilliers Belediyesi’nde konuşlanan Bartabas ve arkadaşları tümüyle ahşaptan inşa edilmiş ‘‘portatif’’ enfes bir mekâna sahipler. Hazırladıkları gösteriye göre şekil değiştirttikleri mekân hangar, ahır, çitlik, kapalı çarşı veya herhangi bir ‘‘yapı’’ olabiliyor. 22 yılda her biri dünya çapında ‘‘olay’’ olan 9 gösteri hazırlayan Zingaro topluluğunun son oyunları hep 7 harfli sözcüklerden oluşuyor. Bartabas bunu, ‘‘İlk üçü rastlantıydı. Bir gazeteci dikkatimizi çekti. Ondan sonra öyle seçmeye başladık’’ diye açıklıyor. İki tane konulu film dışında tüm gösterilerin video filmleri var. Zingaro (1989), Mazeppa (1992 film), Chamane (1995 film), Chimere (1996), Eclipse (1998), Triptyk (1999), Loungta (2003) ve Battuta (2006). Her birinin ortalama kotarılma süresi 2 yıl. Aubervilliers’deki kalesinde, karavanların içinde 45 kişilik ekibiyle atların ritminde yaşayan Zingaro ailesi her an göçmeye hazır. ‘‘Çingene ruhlu’’ isyancı ve ‘‘özgürlük tutkunu’’ Şaman Bartabas çılgın bir hız âşığı. ‘‘Formula 1’’lerin açılışını hiç kaçırmaz. Mimar ve doktor bir ailenin çocuğu olmasına rağmen 17 yaşında okulu terk edip, hayattaki büyük tutkusu ‘‘atlar’’a sarılıyor. Engelli at yarışlarında amatör jokey, binicilik yaparken, geçirdiği bir motosiklet kazasında iki bacağını kırıyor. Bu kazadan sonra, 1979’da yoldaşlarıyla PARİS Cirque Aligre’i kuruyor. Ancak daha 1976’da arkadaşlarıyla oluşturduğu, Commedia dell’Arte tarzı oyunlar sahneleyen Theatre UĞUR HÜKÜM Emporte isimli bir grubu da vardır. 1984’te öncü yaratıcılığın gerekli kıvamını yakalayan Bartabas ve Zingaro Theatre Equestre Zingaro / Zingaro At(lı) Tiyatrosu’nu doğuruyorlar. 1984 1990 arasında sahnelenen Cabaret Equestre I, II ve III / 1., 2., 3. Atlı Kabareler farklı bir sanatın, yorumun meydan okumasını simgeliyor. Yaptıkları ne sirk, ne tiyatro, ne sinema, ne dans, ne bale, ne müzik... Hepsinin yoğrulduğu, bir başka tarzda gösteri bu. Geçtikleri her ülkeyi, her toplumu, her tipte, türde seyirciyi büyüleyen görkemli bir gösteri bu. Bartabas atların aracılığıyla insanın derinlerinde yatan bazı hassalarını canlandırmaya çalışıyor. Çağdaş klasik Pierre Boulez özgün besteleri ve 236 kişilik Paris Orkestrası ile Triptyk’e eşlik ederken, Cabaret ve 1991’de Avignon’daki yaratıdaki son yorumuyla Opera Equestre, Berberi ve Gürcü ezgilerle sahneleniyor. Eclipse, Kore ve Himalaya şarkılarıyla bezenirken, Chimere, Hint Rajastan müziğiyle hayat buluyor. 2003’ten beri Versailles Sarayı ahırlarında Atlı Gösteri Sanatları Akademisi’ni kurup yöneten Bartabas’ın bir başka amacı da insanlığı, onu oluşturan değişik kültürleri ortak paydalarda birleştirebilmek. ‘‘Gösterilerimi hazırlarken önce müziği seçiyorum. Sonra oyunu düşlüyorum... konuları olmayan oyunlarımızı... Anlatımımı zenginleştirmek için aradığım farklı kimlik ve kültürler hiçbir biçimde egzotizm kaygısından hareket etmiyor. Amacım evrenseli özgün bir estetikle yakalayıp, seyirciye ‘öteki’nin lezzetini tattırmak.’’ Bartabas, meraklılarına 2 Nisan’da Festival’de l’Imaginaire çerçevesinde Paris’in kıyısındaki Bagatelle bahçelerinde, sabah saat 7’yi 28 geçe, Kudsi Erguner’in neyi, Nezih Uzel’in sesi eşliğinde, tam gün doğarken yeni favori atı Caravaggio ile eşsiz bir gösteri sundu. İstanbullulara da 14 Mayıs sabahı gün ağarırken böyle bir sürpriz müjdelemiş. İstanbul Fransız Enstitüsü’nün düzenlediği Fransız İlkbaharı, Uluslararası 4. Tiyatro Olimpiyatları ve 15. İstanbul Tiyatro Festivali’nin İstanbullu seyirciye hem de bir dünya ilki, Zingaro gösterisi sunması gerçekten İstanbul Festivali’nin ulaştığı nokta açısından çok sevindirici. Umarız ki geniş bir tiyatrosever kesim bu ‘‘olanaktan’’ yararlanabilir... İnsanları ve atları bir arada ve bu başarıyla oynatabilen Bartabas’ın sırrı belki de şu sözlerinde gizli: ‘‘Her şeyi daha iyi bildiğimiz, anladığımız bir çağda yaşıyoruz. Böyle olduğuna inandığımız oranda hissetmeyi unutuyor, içgüdülerimizi kaybediyoruz. Atlar yeryüzünde bizden çok önce vardılar. Onlar içgüdüye, yaradılışa bizden daha yakınlar. Onlardan devamlı bir şeyler kapıyorum. Aldığım en büyük ders, dinlemesini öğrenmek.’’ Bravo İstanbul, sağ ol Bartabas... [email protected] INDIANAPOLIS MAHMUT ŞENOL Kocalar yapar da ABD’de ‘‘karılar’’ grevi olmaz mı? İçine bazen, feminist parmağı karışır gibisinden ‘‘Karı Grevleri’’ patlak veriyor. Bunlardan sonuncusu, hem de bizim eve 20 mil uzaktaki bir kasabada, birkaç ay evvel oldu. Ben grevin son dakikalarına yetişebildim. Indiana Frankfort kasabasında Regina Stevenson adlı Birbirine pamuk ipliğiyle bağlı ülke Fransızca konuşanlardan Geçen hafta sonu La Libre oluşur ve öyle kalacaktır. Belgique gazetesinin ilk Belçika tamamen yapay dil sayfasını gören turistler sınırları ve düzenli bir Belçika’da iç savaş başladı dayanışma arasında bir sanmışlardır kesin. Nasıl dengenin ürünüdür. Bu sanmasınlar ki? Cephede dengenin öğelerinden bir askeri giysiler içinde makineli tekine dokunulursa her şey tüfeğin arkasında duran adam, sorgulanabilir’’ sözleriyle Di Sosyalist Parti (PS) Rupo, Valon kuvvetleri Başkanı ve Valon Bölgesi Baş komutanını andırıyordu. bakanı Elio Di Rupo. Gazete ‘‘Valon bölgesinde umut kocaman da bir başlık atmış; yeniden doğuyor, proje bolluğu ‘‘Flamanlar Brüksel’i ele dönemi yaşıyoruz. Bu geçiremez’’. Elio Di Rupo dinamizmi bozmanın zamanı fotomontajla savaş kumandanı değil. Ülkenin güneyini yapılmış. Di Rupo’nun direkt suçlamaya son verilmelidir. olarak ‘‘Flamanlar Brüksel’i Valon bölgesinin kalkınması ele geçiremez’’ dediği falan da yok, ama gazete manşeti böyle Flaman bölgesinin de yararınadır’’ saptamasında paketlemiş. Başarılı da bulunan Di Rupo, uzlaşmacı olmuşlar, herkesin ilgisini ve yapıcı bir tavır sergiliyordu. çekti. Gündeme bomba gibi Belçika’yı tek ülke olarak düştü. Belçika üç ayrı bölgeden ve üç ayrı toplumdan ayakta tutan en önemli özellik de zaten en hassas ve ateşli oluşan, bölgelerin ve tartışmalardan sonra bile toplumların birbirine pamuk takınılabilen bu uzlaşmacı ve ipliği ile bağlandığı federal bir yapıcı tavırdır. Di Rupo ülke. Kuzeydeki Flaman ‘‘Nüfusunun yüzde 40’ı bölgesi ile güneydeki Valon Frankofon olan bir ülkede 20, bölgesi arasında kalan Brüksel 30 veya 40 yıllık bir dönemde (Brüksel bölgesi) zaman zamanın yüzde zaman ülkede B R Ü K S E L 40’ında, hangi tansiyonun partiden olursa artmasına neden olsun, bir oluyor. Zamanında Frankofon Brüksel bir Flaman başbakan olması kentiymiş, zamanla anormal Fransızca ERDİNÇ UTKU olmamalıydı’’ konuşanlardan diyerek Belçika’nın oluşan bir başkent başbakanlarının oluvermiş. Flamanlardan oluşmasından Flamanlara göre nüfusun yakındı ve başbakanlıkta gözü yüzde 30’u, Valonlara göre ise olduğunun da ilk sinyallerini yüzde 10’u Flamanca verdi. Di Rupo’dan iki gün konuşuyor Brüksel’de. sonra RTLTVI’ye konuşan, Brüksel’i ‘‘Flamanlaştırmak’’ federal hükümette başbakan için Flaman bölgesi özel çaba yardımcısı ve adalet bakanı harcıyor. Sudan ucuza Flamanca kursları, Flamancayı olan PS’li Laurette Onkelinx ise Di Rupo’nun başbakan, dil olarak seçen derneklere kendisinin de parti başkanı ödenek, Brüksel’deki olduğu bir senaryonun Flamanca yayın ve mümkün olduğunu söyleyerek televizyonlara destek, Di Rupo’ya destek verdi. bunlardan sadece birkaçı. Brüksel’i Flaman bölgesi içine Valonlarla Flamanlar birbirine düşedursun Brüksel’in kaderi katıp ayrı bir ülke yapmak ya yabancıların elinde. da Brüksel’in tek başına Sosyolog Jan Hertogen’ın 8 bağımsız bir Avrupa ülkesi Ekim yerel seçimleri için olmasını isteyen Flaman yaptığı bir araştırmaya göre, oluşumlar var. Brüksel son Brüksel’de yaşayan ve oy olarak Flaman Bölgesi hakkına sahip kişilerin yüzde Başbakanı Yves Leterme ile 52’si yabancı kökenlilerden Valon Bölgesi Başbakanı Elio oluşuyor. Brükselli Di Rupo’yu karşı karşıya seçmenlerin yüzde 28’i, 25 getirdi. La Libre Belgique yıldır Belçika vatandaşlığını gazetesinin fotomontajla savaş almış ve yeni Belçikalı olarak kumandanı yaptığı Di Rupo, nitelendirilen göçmenlerden Flaman Bölgesi Başbakanı Leterme’ye gönderme yaparak oluşurken yüzde 24’ü hâlâ ‘‘Leterme’in kurumsal nitelikli yabancı olarak kayıtlı bulunuyor. ‘‘Kuzey talepler sunması halinde biz de Flamanlara, güney Valonlara, yüzde 90’ı Fransızca konuşan ortada kalan Brüksel ise insanların yaşadığı başkent Türklerle Faslılara verilsin. Brüksel bölgesinin Nasıl olsa aralarında genişlemesini talep edeceğiz’’ paylaşamıyorlar. Sayemizde bir diyor. ‘‘Sayın Leterme Brüksel’i içine alan bir Flaman sorunları daha çözülmüş olur.’’ Acaba espri diye yazmış bölgesi özerkliği hayal ediyorsa olduğum bu cümleler gerçek rüya görmeye devam etsin! mi oluyor? Bunu asla kabul etmeyiz. erdinç[email protected] Brüksel çoğunluk olarak Sultan’ın Fili İngiltere’nin başkenti Londra’nın göbeğinde dev bir fil gezintiye çıktı. Ama bu fil gerçek değil! Royal de Luxe Açıkhava Tiyatrosu’nun Sultan’ın Fili adlı gösterisinin başkahramanı bir fil robotu. Sultan’ın Fili üç gün boyunca Londra’nın çeşitli kesimlerinde halkı eğlendirecek. (AFP) Faşizme karşı 2 dakika suskunluk 4 Mayıs Perşembe günü öğleden sonra, her zaman oturduğum kafenin bahçesinde kitabıma gömülmüştüm ki birden sağım solum insan kaynamaya başladı. Kalabalık gittikçe arttı. Yaşlı, genç, çocuk; özenle giyinmiş, ellerinde çiçekler, bir sürü insan belirdi. Kafenin bulunduğu binanın duvarındaki bir anıtın önünde toplandılar. Son derece saygılı biçimde çiçekleri bırakıp bir süre saygı duruşunda bulundular. Şaşkın gözlerle olanbiteni anlam aya çalışırken, imdadıma garson kız yetişti; ‘‘Bugün Nationale Hardenking’’ dedi. Yani ‘‘Ulusal Anma Günü’’. Hollanda için önemli bir gün. Her yıl 4 Mayıs’ta, Hitler faşizminin kurbanları anılıyor ve faşizmin yıkımları belleklerde bir kez daha tazeleniyor. Saygı duruşunun ardından kalabalık, Dam Meydanı’na doğru yöneldi. Binlerce insan koca alanı doldurdu. Kraliçe Beatrix başta olmak üzere, herkes siyahlara bürünmüştü. Saatler 20.00’yi gösterdiğinde 2 dakikalık saygı duruşu başladı. Televizyonlar bu 2 dakika boyunca yayınlarını yaşadıkları faşizm kestiler. Tüm ülke karabasanını anlattılar, sessizliğe büründü. Bu belleklerine kazınan sessizliğin, faşistlerin Hollanda’yı işgali sırasında acılarla birlikte. Bugün müze haline getirilen ve yaşamını yitirenlere saygı Yahudilerin yanı sıra çok duruşunun yanı sıra bir sayıda Hollandalının da başka anlamı daha vardı: can verdiği Nazi toplama İnsanların hiç olmazsa 2 kamplarında yaşanan dakikalığına da olsa olan insanlık dışı olaylardan söz biteni düşünmesi... Dam ettiler. Meydanları Meydanı’ndaki kalabalık dolduran kalabalığı da, televizyon ve izlerken birden Susurluk radyoların aniden sonrası Türkiye’de yaşanan susuvermesiyle bir anda ‘‘Bir dakika karanlık’’ sessizliğe gömülen eylemini evlerdeki insanlar da A M S T E R D A M anımsadım. Bir dakika boyunca düşündüler o yanıp sönen 120 saniye ışıkları, tencere, boyunca. Nazi tava zulmüne karşı, şıngırtılarını... Hollandalı Sonra bir daha direnişçilere YUSUF ÖZKAN ne ışıklar yardım ettiği karartıldı ne de için 18 yaşına o günlerdeki kadar güçlü bastığı gece kurşuna anımsayanlar çıktı dizilen Jan Herberts’i, faşizme karşı halkı direnişe yaşananları. Baş döndüren yoğunluktaki gündem çağıran yazılar yazan içinde unutuldu gitti tümü. Surinamlı komünist Anton Can Dündar, 2 Mayıs’ta de Kom’u, faşizme karşı Milliyet’teki köşesinde direndiği için faşist ‘‘Belki de ‘yas eksikliği’ kurşunlara hedef olan Andries Joustra’yı ve onlar bugünkü dertlerimizin nedeni’’ diyordu. gibi binlercesini. Türkiye’nin yaşadığı Sessizliğin ardından sorunları anlatırken: belgeseller yayımlamaya ‘‘78’lilerin şimdi çözmeye başladı televizyonlar. İşgal çabaladığı 1 Mayıs 1977’yi günlerinde çekilmiş, o zaman çözseydik Sivas’ı Eindhoven, Rotterdam, yaşamazdık belki... Tilburg alev alev Susurluk’u aydınlatsak yanarkenki görüntüler. O aynısını Şemdinli’ye dönemin tanıkları, tekrarlamazdık. Eski kurbanlara sahip çıksak yenilere kapı aralamazdık. İyi oldu; dün çıkardık 1 Mayıs kurbanlarının fotoğraflarını... Bundan böyle, unutmayalım, anımsayalım kayıplarımızı; mektuplar yazalım onlara, kabirlerini ziyaret edelim. Böyle sabah akşam göbek atarak azaltamayız acılarımızı... Yas tutalım biraz, yas...’’ Oysa aradan 50 küsur yıl geçmesine karşın Hollanda unutmadı yaşadıklarını. Her yılın 4 Mayıs’ında televizyonlar, radyolar sustu, tüm ülke baştan başa ‘‘yas’’a durdu. O yas eşliğinde alanlar doldu ve her yıl yeniden yeniden lanetlendi faşizm. 5 Mayıs’ta Hollanda halkı yeniden alanlara çıktı. Bu kez yas için değil, kutlama için. 4 Mayıs’ta Hitler faşizminin yıkımları için yas tutulup, o dönemlerde nelerin yaşandığı bir kez daha anımsandıktan sonra 5 Mayıs’ta da faşizmin işgalinden kurtuluşun yıldönümü kutlandı. Ama öyle laf olsun diye, ‘‘dostlar kutlamada görsün’’ diye değil, inandıkları için, bilerek, inanarak, coşkuyla kutladılar bağımsızlık gününü... [email protected] CUMHURİYET 10 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle