19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
27 MAYIS 2006 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA ARAŞTIRMA 7 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat koşulları, yapılışları ve sonuçları aynı değildir Darbelerin siyasal değerlendirmesi 27 Mayıs devrimci, 12 Mart muhafazakâr, 12 Eylül karşıdevrimci, 28 Şubat özünde demokrasinin önünü açan hareketlerdir. Dr. ALEV COŞKUN Siyaset Bilimi Öğretim Üyesi 950’den bugüne demokratik yaşamımızda dört kez askeri müdahale oldu. Kimi yazarlar ve politikacılar bu dört askeri müdahaleyi aynı kefeye koyarlar ve hepsini demokrasi karşıtı hareketler olarak yargılarlar. Oysa, gerek yapılış biçimleri, gerek nitelikleri ve içerikleri, gerekse sonuçları bakımından bu dört “askeri müdahale” birbirinden ayrıdır. Ayrı ayrı değerlendirilmeleri gerekir. 7 MAYIS’IN SEBEPLERİ 2 Başbakan Menderes, Atatürk devrimlerini, tehlikeli biçimde halk tarafından tutan ve tutmayan olarak ikiye ayırıyordu. 27 Mayıs’tan önce iktidarda bulunan DP’nin ülkeyi “vatan cephesi ve “karşı cephe” diye ikiye bölmesi, Meclis’te kurulan “Tahkikat Komisyonu”nun hukuk devletinde görülmedik yetkilerle donatılması, komisyonun istediği kişileri sorgulaması, tutuklaması, her türlü yayını yasaklama hakkının olması, matbaaları, gazeteleri kapatabilmesi, her türlü araç, gereç ve belgeye el koyabilmesi, siyasal toplantıları yasaklayabilmesi, demokrasi ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşlaştırılamaz. ETİRDİĞİ KAZANIMLAR G 27 Mayıs hareketinin en önemli ürünü, ülkeye çağdaş bir anayasa kazandırmasıdır. Devletin temel nitelikleri arasına “sosyal devlet” ve “insan hakları” kavramlarının girmesi, yönetimin bütün eylem ve işlemlerinin yargı denetimine tabi olacağı ilkesiyle, “yasama organının yargısal denetimini” ve “hukukun üstünlüğü” ilkesini sağlayan Anayasa Mahkemesi’nin kurulması 1961 Anayasası’nın ülkemize sağladığı demokratik, ilerici ve çağdaş temel kazanımlardır. 2 MART HAREKETİ 1 Anayasanın getirdiği özgürlükler nedeniyle işçi hareketi yükseliyor, sendikal hareket güçleniyordu. Bu durum henüz palazlanma evresindeki ticaretsanayi ve finans burjuvazisini ve özellikle kapitalizmi savunan dış güçleri rahatsız etmeye başladı. Yukarıdaki cümlede yer alan “toplumsal gelişme” ile ilgili durum, 12 Mart 1971 askeri hareketinin sosyolojik temellerini oluşturur. 12 Mart hareketi, 1961 Anayasası’nın getirdiği demokratik ve ekonomik gelişmeleri ve toplumsal açılımları içine sindiremeyen üst düzey burjuvazinin bir tepkisi olarak ortaya çıkmıştır. Toplumsal hareketlilik, ekonomik zorluklar oranında artmış; işçi ve köylü kitlelerinin artan istek ve talepleri düzenden yararlananları sıkıntıya sokmuştu. Zamanın Genelkurmay Bakanı Tağmaç’a göre “toplumsal gelişme, ekonomik gelişme ve olanakların” üzerine çıkmıştı. İki süper gücün kozlarını Ortadoğu’da paylaşmaya başlamaları NATO ve ABD’nin Ortadoğu’da Sovyetler Birliği’ni durdurma politikaları ve Türkiye’nin bu politikada etkin biçimde kullanılması istekleri her an gündemdeydi. GEÇMİŞTEN GELECEĞE ORHAN ERİNÇ Yeniden Başa Döndük... Danıştay ve Cumhuriyet’e yöneltilen saldırıları sıkmabaştan (türban) ve dincilerden uzaklaştırmak için yapılan ayakoyunlarından gına geldi. Bütün çabaların, sanıkların subaylarla işbirliği içinde olduğu iddiaları da dahil, siyasal bir yaklaşımla kamuoyuna yansıtılması sırıtmaya başladı. Özellikle iktidar için sıkmabaş dendi mi akarsular duruyor. Nasıl olduysa bir yetkili ‘‘Türbanı birincil sorun sayanların oranı yüzde 1’’ deyiverdi. Ama sanırım bu sözlerine bin pişman oldu. Çünkü bazı televizyonlarda bu açıklamaya tepki gösteren partidaşlarının sayısı, haber bültenlerinin süresi elverseydi sabun köpüğü dizilerini aratmayacaktı. ??? Ne yazık ki(!) sıkmabaş Almanya’da da Başbakan’ın karşısına çıktı. Başbakan’ın, devletin kurallarını uygulamaktan başka bir yaklaşımı olmayan büyükelçimiz İrtemçelik’i eleştirmesi, hem kaba kaçması hem de yabancı bir ülkede gerçekleştirilmesi nedeniyle yersizdi. Dinci holdingler tarafından dolandırılan Türklere ‘‘Bu paraları verirken bana mı sordunuz?’’ demişti. Aynı mantıkla, sıkmabaşı nedeniyle vize alamayan bayan yakınıcıya da ‘‘Sıkmabaşı bağlarken bana mı sordunuz?’’ demeliydi. Ama doğal olarak diyemedi. Çünkü dolandırılanların sayısı ‘‘oy deposu’’ diye nitelendirilecek bir toplamda değildi. ??? Pasaportlar öyle sıradan bir belge değil. Nüfus kâğıtları ile ehliyetler gibi kimlik belgesi olarak kullanılıyor. Kimlik belgesi olması nedeniyle de bazı kurallara bağlı. Söz konusu kurallar da zaman zaman yasalarla, zaman zaman yönetmeliklerle, zaman zaman da genelgelerle delinmek istenildi. Sırasıyla Anayasa Mahkemesi ve Danıştay bu girişimlere dur dedi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği kararlar da cabası. Pasaportlarda yer alan kişisel bilgi sorularından biri de saç rengi. Eskiden yazı ile yazılırdı. Renkli fotoğraf uygulamaya girdikten sonra ‘‘Fotoğraftaki gibi’’ yazılmaya başlandı. Bu nedenle pasaporta yapıştırılacak fotoğrafın niteliği de önem kazandı. O nedenle de kimi kadınlarımızın geleneksel şekilde bağladıkları başörtüleri geçerliğini korudu. Başbakan’ın Türkiye’ye dönünce genelgeyi değiştirme sözü, sanırım zevahiri kurtarmak için söylenivermiş bir sözdür. Yoksa koskoca başbakan, yargı kararlarının herkesi bağladığını bilmez olur mu? Öyleyse niye yeniden başa döndük... ??? Gene saldırılara dönelim. Yayımlanan haberlerin kaynağını bilme hakkımız var, ama kimse kamuoyunu ciddiye almıyor. ‘‘Ağzı olan konuşuyor’’ tanımlamasının cuk oturduğu bir dönemden geçiyoruz. En çok konuşanlar da politikacılar ve politikacılıklarını öne çıkarmaya özen gösteren bakanlar. Soruşturmayı yöneten cumhuriyet savcılarıyla en azından Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanı olarak ilişkileri bulunan Adalet Bakanı Cemil Çiçek saygın bir şekilde susuyor. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün bağlı olduğu İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu da aynı yaklaşımda. Neredesiniz ‘‘Yargıya siyaset bulaştı’’ diye ayağa kalkanlar. Siyaset yargıya bulaşıyor ama sizden tıs çıkmıyor. 27 Mayıs müdahalesinden sonra askerler Anıtkabir’i ziyaret ediyor. 1 ama bir türlü sonuçlanmıyordu. Zaten terör de alıp başını gitmişti. Her gün sağsol çatışması nedeniyle gençler ölüyordu. Bu da askeri bir müdahale için sosyopsikolojik bir ortam yaratıyordu. Türkiye’nin büyük illerinde ve hemen hemen yarısında sıkıyönetim ilan edilmiş, yönetim ve denetim askerlerin ellerinde olduğu halde terör her gün can almayı sürdürüyordu. Sağ sol çatışması sanki bir merkezden körükleniyordu. Sonraları anlaşıldı ki, darbe tarihi birkaç kez ertelenmişti. Devlet başkanı olduktan sonra Kenan Evren, bu ertelemeyi, “ortamın daha olgun hale gelmesini bekleme” biçiminde açıklamıştı. Bunun yalın anlamı masum insanların ve gençlerin daha çok ölmesinin istenmesidir. CIA şeflerinden birisi olan ve Türkiye politikasını yakından izleyen Paul Henze, darbeyi ABD’de Beyaz Saray’a “bizim çocuklar başardı” biçiminde duyurmuştur. 12 Eylül darbesi, aynı zamanda, Türkiye’de acımasız bir kapitalist düzeni sağlamak yönünde, son derece önemli kararlar almıştır. Tüm aydınlar, işçiler, üniversite gençleri bu acılı baskılar altında yaşamlarını sürdürürler. Bu noktada kendisine önemli görevler verilen Turgut Özal da Dünya Bankası’ndan ithal ettiği “ekonomik liberalizasyon programını” uygulamaya koymuştu. 12 Eylül darbesi, aynı zamanda 1961 Anayasası’nın özgürlükçü, insan haklarına saygılı ilkelerini ortadan kaldıran 1982 Anayasası’nı getirdi. 12 Eylül, sonunda uygulamalarıyla tamamen gerici bir nitelik masıdır. Çünkü, 12 Eylülcüler 16.6.1983 tarihinde 1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Yasası’nda bir değişiklik yaparak (md.10), maddesini değiştirerek, imam hatip liselerinden mezun olanların üniversitelerin istediği fakültesine gitmek olanağını yaratmışlardır. Böylece bugün hâlâ içinden çıkamadığımız toplumsal kaos’u yaratmışlardır. Özetle, 12 Eylül yönetimi “muhafazakâr” değil, “reaksiyoner”, yani “karşı devrimci”dir. 8 ŞUBAT KARARLARI 2 12 Eylül 1980’den 17 yıl sonra gerçekle devletin temel ilkelerine karşı çıkıyor, daha doğru bir anlatımla, siyasal iktidar karşıdevrimci cephede, siyasal iktidara karşı olan örgütler devletin kuruluş felsefesi yanında yer alıyorlardı. Özünde, devlete varlık veren Cumhuriyet ilkelerine, devletin var olma felsefesine karşı olan bir siyasal iktidarla karşı karşıya bir durum vardı. İşte bu noktada Başbakanlık Konutu’nda Başbakan Erbakan tarafından tarikat liderlerine dinsel motifler ve kurgularla iftar yemeği verilmesi bardağı taşıran son damla oldu. İR DEĞERLENDİRME B 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat, 1960 şen 28 Şubat, ne 12 Mart’a ne de 12 Eylül’e benziyor. 28 Şubat 1980 öncesi iktidarda Refah Partisi lideri Erbakan ile DYP lideri Tansu Çiller’in ortak olarak kurdukları REFAHYOL Hükümeti vardı. Erbakan da başbakandı. Erbakan her hareketinde din motiflerini kullanıyordu. 28 Şubat’ta adeta toplumsal bir hesaplaşma ortamıyla karşı karşıyayız. Atatürk devrimlerini benimseyenlerle karşı devrimciler arasındaki bir hesaplaşmadır bu... Anayasal bir kurum olan MGK devrededir. Yürürlükte olan anayasamızın 1997 yılındaki, MGK’yi düzenleyen 118. maddesine göre MGK, “devletin milli güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulaması ile ilgili kararların alınması ve gerekli koordinasyonun sağlanması konusundaki görüşlerini bakanlar kuruluna bildirmekle” yükümlüydü. yılı ile 1997 yılı arasındaki 37 yıllık siyasal yaşamımızda gördüğümüz dört “müdahale”dir. Yukarıda da değinildiği gibi, her birimin toplumsal ve siyasal koşulları birbirine uymaz. 27 Mayıs, emir komuta zinciri dışında, kamuoyunun büyük desteği ve ordudaki her kademe ve rütbeden subayın bir araya gelmesi sonucunda gerçekleşmişti. Emirkomuta zinciri dışında olmasının en önemli kanıtı, kuşkusuz olayların geliştiği dönemde, 27 Mayıs askeri müdahalesinin olduğu sırada Genelkurmay Başkanı olan Org. Rüştü Erdelhun’un da tutuklanmış olmasıdır. 12 Mart ve 12 Eylül hareketlerinin en önemli niteliği, 27 Mayıs’ın ilerici ve devrimci niteliklerine karşı çıkan, O’nun getirdiği geniş özgürlüklere ve anayasaya karşı duran, ilerici 1961 Anayasası’nı geriye götüren hareketler olmasıdır. Kuşkusuz, ileride 12 Mart ve 12 Eylül’ü derinlemesine inceleyecek olan siyaset ve sosyal bilimciler özellikle bu iki harekette, dış etmenlerin ve soğuk savaşın çok ciddi etkiler yaptığını saptayacaklardır. Unutulmasın ki, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 hareketlerinin olduğu yıllarda, dünya iki büyük bloka ayrılmıştı. Sovyet Rusya’nın liderliğinde Varşova Paktı ülkeleri ve ABD’nin liderliğinde NATO ülkeleri... Türkiye’de, NATO’nun ileri karakolu konumundaydı. ABD, ayrıca Sovyet Rusya’yı güneyde çembere almak için “yeşil kuşak” kuramını yürütüyordu. Sosyal ve düşünsel gelişmelerin, sola açık düşünce yükselişlerinin NATO’yu rahatsız ettiğini biliyoruz... Bu nedenle “Soğuk Savaş” koşulları bu iki askeri harekette en önemli etken olarak rol oynamıştı. oerinc?cumhuriyet.com.tr. İSTANBUL CUMOK ÇAĞRISI 28 Mayıs 2006 Pazar Saat: 11.0014.30 “Sorun, ‘Emperyalizmle Yüzleşmek’ Sorunudur...” Mayıs ayı konuğumuz EROL MANİSALI Konu: Küresel Dengeler ve Son Gelişmeler Yer: Kadıköy Moda Spor Kulübü, Tuğlacı Emin Bey Sokak No: 2 Kadıköy İletişim Yer Ayırma: 0216 449 34 86 0533 235 03 140532 275 21 42 0216 326 49 21 GENÇLERİ UNUTMAYINIZ. LÜTFEN YERİNİZİ AYIRTINIZ Son yer ayırma tarihi 27 Mayıs Cumartesi 17.00’ye kadardır. Ayrılan yerler 28 Mayıs saat 11.00’e kadar saklanır. Açık büfe kahvaltı ederi: 20.00 YTL B 12 Mart, bir başka yönden ilerici askersivil İR İÇ ÇATIŞMA VE ÇELİŞKİ bürokrat ve aydınlarla, gerici askersivil bürokrat ve onları destekleyen ticaret ve finans burjuvazisinin de bir iç savaşı olarak nitelendirilmelidir. Muhafazakâr kimlikleriyle anayasanın getirdiği demokratik özgürlükleri çok bulan, kapitalist ekonomiyi benimseyen bir görüşle, ilerici, Atatürk’ün aydınlanma devrimlerinin sürmesini isteyen, planlı ekonomiyi ve stratejik sektörlerde devletçi ekonomiyi savunan, dış politikada bağımsızlık isteyen ulusalcı görüşün gizli bir savaşıydı. 9 Mart ile 12 Mart kadrolarının çatışması bu noktalarda yoğunlaşıyordu. Sonunda dış etkilerin de yardımıyla “muhafazakârlar” kazandılar. 12 Mart 1971’de emirkomuta zinciri içerisinde Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları’nın girişimiyle gerçekleşti. 12 Mart hareketi, bütün ilerici güçlerin üzerinden buldozer gibi geçti. Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan idam edildiler. İstanbul’da Ziverbey Köşkü, diye bilinen bina, kontrgerillanın işkence merkezi olarak hizmet gördü. İlhan Selçuk’un “Ziverbey Köşkü” adlı yapıtı, o dönemin ve işkencelerinin bir belgeselidir. 2 EYLÜL DARBESİ 1 12 Mart’tan 9.5 yıl sonra gerçekleştirilen 12 Eylül ise, 12 Mart uygulamalarını da geride bırakan bir noktada “karşı devrimi”ci askeri harekettir. 1980 yaz ve sonbaharı günlerinde Meclis’te Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılıyor, REFAHYOL hükümetinin başbakanı Necmettin Erbakan’ın tarikat liderlerine Başbakanlık’ta verdiği iftar yemeği bardağı taşıran son damla oldu. kazanmıştır. “Muhafazakâr” değil, karşı devrimcidir. H Demokrasiyi sadece dört yılda bir yapılan seER HAREKET AYNI DEĞİLDİR çimler olarak dar açıdan değerlendiren kimi yazarlar bu “müdahaleleri” de aynı kefeye koyarlar. Oysa her birinin koşulları ayrıdır. Kaldı ki, 27 Mayıs demokrasinin ve hukuk devletinin gelişmesi için en büyük atılımı sağlamış, özgürlükleri, sosyal ve laik devleti, hukukun üstünlüğünü yaşama geçirmiştir. 12 Mart ve 12 Eylül, birisi gerici, diğeri karşı devrimci darbelerdir. 27 Mayıs’la aynı kefeye konulamazlar. 28 Şubat 1997 ise, demokrasinin ön koşulu olan “laiklik ilkesinin” gelişiminde önemli bir adım olmuş ve Türkiye’yi eğitim reformu yüzünden bir utançtan kurtararak 8 yıllık zorunlu eğitimin gerçekleşmesinde önemli adım atılmasını sağlamıştır. Çünkü 28 Şubat 1997’de bütün dünyada 8 yıllık zorunlu eğitimi kabul etmeyen 810 ülkeden birisi de Türkiye idi... Siyasete dışarıdan “müdahale”, özellikle “ordu”nun müdahalesi istenmiyorsa, öncelikle 4 yılda bir yapılan, seçimle iktidara gelen seçilmişlerin, kendilerine düşen görevleri yerine getirmeleri gerekir. Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinde, Atatürk’ün laik, demokratik, aydınlanma devrimleri vardır. Siyasal iktidarlar bu temel ilkelere karşı gelmemelidir. Kendisini değiştirmiş gibi gösterip, dini siyasete alet ederek, Atatürk Cumhuriyeti’nin temellerini yıkıp dökmemelidir. Çünkü Cumhuriyetin laik ilkelerinin korunması, demokrasinin korunmasından daha önemlidir. Demokrasi her zaman kurulabilir ama laik Türkiye Cumhuriyeti bir kez yıkıldı mı onu tekrar yapmak çok zordur. 1 12 Eylül’ün sözde Atatürkçülüğü içi boş bir 2 EYLÜL’ÜN ATATÜRKÇÜLÜĞÜ S Sürekli aydınlık için, bir dakika karanlık haÜREKLİ AYDINLIK İSTEMLERİ şekil Atatürkçülüğüdür. Her kasabaya sanat değeri tartışmalı Atatürk büstleri koyarak, Atatürk’e çok bağlı olduklarını sanıyorlardı. İmam hatiplere, Kuran kurslarına gösterilen hoşgörü, orta yönetimde din derslerinin anayasaya konulan bir madde ile zorunlu hale getirilmesi din eğitimi gören insanlardan terörist olmaz önyargısının sonuçlarıydı. Bu dönem soğuk savaşın yoğun olarak yaşandığı yıllardır. ABD, Sovyetler Birliği’ni güneyden çembere almak için “Yeşil Kuşak” kuramını ortaya atmıştı. İslamiyet referansı NATO’nun ve 12 Eylül’ü yapan generallerin bağlandıkları en önemli olguydu. Bu dönemde Özal’ın da etkin yerlerde olması, “Türkİslam” sentezinin uygulmaya konulmasını kolaylaştırdı. 12 Eylül 1980 rejiminin kurduğu Atatürk Yüksek Kurulu, 20 Haziran 1986 günü Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in başkanlığında toplanarak “Türkİslam sentezini temel alan bir kültürün bütün millete kabul ettirilmesine yönelik” bir raporu kabul etti. 12 Eylül yönetiminin ülkeye yaptığı en büyük kötülük, Eğitim Birliği Yasası’nı delmek için 30 yıldır uğraş veren karşıdevrimci siyasal oluşumlara yataklık yapması, olanak yarat reketi tüm ülkede umulmadık bir katılım sağlıyordu. Türk toplumsal hayatında görülmemiş boyutlarda her partiden, her kesimden, her yaştan oluşan geniş bir kitle tepkisine dönüşüyordu. Akşam karanlık olunca saat 19.00’da bütün elektrikler bir dakika kapatılıyor ve tüm kentler kapkaranlık oluyordu. Böylece “sürekli aydınlık için bir dakika karanlık” hareketi tüm ülkede yaygınlaşıyordu. Kadınlar, balkonlara çıkıp, ellerindeki tavalara vurarak iktidarın gerici hareketlerine karşı tavır koyuyorlardı. İşte bu nedenlerle 1997 hareketinden 9 yıl sonra Bekir Coşkun “Tank ile Tava” adlı yazısında “Refahyol hükümeti”nin devrilişinde ilk kez “tank değil tavanın işe yaradığını” belirtmişti. Bekir Coşkun şöyle diyor: “28 Şubat süreci toplumun tepkisinden doğmuştur.Toplum tepkisini gösterdiği için, Erbakan’ın gidişi bir küçük formaliteye kalmıştır. Toplumun tavası tanktan daha güçlüdür.” “... 28 Şubat’ın demokrasiye ara vermeden geçiştirilmesinin nedeni toplumun tepkisidir.” (Hürriyet, 21 Nisan 2006) Kamuoyu duyarlılığını gösteriyordu. Demokrasilerde baskı grubu kavramı ve işleyişi somut olarak görülüyordu. Tüm bu sivil örgütler anayasamızdaki Cumhuriyet ilkelerini savunurlarken, siyasal iktidar www.cumok.org eposta:istanbul?cumok.org CUMHURİYET 07 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle