19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 27 MAYIS 2006 CUMARTESİ 4 ALİ SİRMEN HABERLER DÜNYADA BUGÜN Pınar Selek’in son savunmasında ‘Türkiye’nin yüzünü ağartacak bir karar’ verilmesi talep edildi 27 Mayıs ve Değerlendirilmesi 46 yıl önce bugün, Türkiye’nin insanlarının çoğunluğu Alparslan Türkeş’i tanımamış, duymamışlardı ki, kendilerine radyodan hitap eden tok asker sesinin onun olduğunu bilsinlerdi. Türkiye Cumhuriyeti 27 Mayıs 1960 günü ilk askeri darbesini yaşıyordu, ne yazık ki, bu sonuncusu da olmayacaktı. Aradan geçen yarım yüzyıl içinde 27 Mayıs çok tartışıldı, öbür darbelerle çok kıyaslandı. Bu sütunda da konuya birkaç kez dokunuldu. Bugün aynı konuya, bir bilim adamı arkadaşımızın, Emre Kongar’ın, bütün okurlarıma özellikle salık vereceğim, ‘‘Tarihimizle Yüzleşmek’’ adlı yapıtında nasıl yaklaştığına değinmek istiyorum. Emre Kongar, her şeyden önce, Demokrat Parti’nin demokrat olmadığını saptamakla başlıyor işe ve bir bilim adamına yaklaşan biçimde, bu olguyu salt, Menderes Bayar ikilisi ile DP yöneticilerinin kişisel özelliklerine bağlamayıp, Türkiye’nin sosyoekonomik yapısıyla birlikte, o günlerdeki uluslararası konjonktürle bağlantılı olarak irdeleyip açıklıyor. Kongar, nedense kimilerinin ısrarla unuttukları bir gelişmenin de altını çiziyor: Tahkikat Encümeni (Komisyonu) ile Meclis içinden 15 üyesine, askeri ve sivil bütün yurttaşları yargılama yetkisini veren DP’nin, anayasayı ihlal ettiğini anımsatıyor. Daha önce bu sütunda, 27 Mayıs’ın demokrasiyi çiğnemiş olmasına imkân olmadığı, çünkü 27 Mayıs’a 1960 gelindiğinde, zaten demokrasinin yaşamadığını söylerken, bu durumun işlenemez suç olgusunu çağrıştırdığını belirtmiştim. ??? Olaya yandaş gözüyle bakmayıp, bir bilim insanı soğukkanlılığı ile yaklaşan Emre Kongar, 27 Mayıs’ın getirdiği çağdaş ve demokratik anayasanın etkisinde kalarak, bütün eylemlerini de bu etkiyle övmek veya aklamak gibi bir yol tutmuyor. Emre, 27 Mayıs’ın darbeler dönemini açması gibi olumsuz bir etkisi olduğunu söylemekle de yetinmeyip, aynı zamanda Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın idamlarına da olumsuz yaklaşmakla kalmayıp, bunların siyasal cinayet olduklarını açıklıkla dile getiriyor ki bu görüşe tümüyle katılıyorum. 27 Mayıs’ın, demokrasiyi ayaklar altına alan bir iktidarın bu gidişine ‘‘dur’’ demesini, sağladığı anayasa ile demokrasi ve özgürlük yolunu açmasını onaylamak kadar, yargılamalarındaki ve idam cezalarındaki çarpıklığını, darbeler dönemini istemeden de olsa açmış olmasını eleştirmek de doğru bir davranış. ??? Emre Kongar, kitabının sonundaki ‘‘Yanlış Önerme, Soru ve Söylemlere Doğru Yanıtlar’’ bölümünde de çok önemli bir noktaya parmak basarak, 27 Mayıs darbesi ile 12 Mart ve 12 Eylül’ü aynı gören şabloncu görüşe karşı çıkıyor ve bu yanlış sorunun doğru yanıtını şöyle veriyor: ‘‘Doğrusu 27 Mayıs darbesi 1961 Anayasası’nın kabulü ile Türkiye’ye demokrasi, insan hakları ve sosyal refah devleti alanlarında çağ atlatmıştır. 12 Mart bu gelişmelerden geriye dönüşü, 12 Eylül ise tam bir soğuk savaş darbesi olarak, baskıcı bir devletin kuruluşunu vurgular...’’ Şabloncu görüşe karşı çıkan ve yürekten katıldığım bu satırları okurken, elimde olmadan, rahmetli dostum Emekli Albay Ertuğrul Alatlı’yı düşündüm. Türkiye’nin çalkantılı dönemlerini kâh içinde, kâh yakınında ama her zaman uyanık bir ilgiyle izlemiş olan ve Kenan Evren tarafından, 12 Eylül kurucu meclisine seçilmiş bulunan Alatlı, 12 Eylül darbesinin lideri Meclis’e geldiğinde ayağa kalkıp alkışlamayan iki üyeden biriydi ve daha sonra da bu görevinden istifa etmişti. Rahmetli Alatlı şöyle derdi: ‘‘27 Mayıs meşrudur, çünkü geldiği anda bulduğu siyasi, ekenomik ve sosyal hakların alanlarını genişletmiş, toplumu bulduğu yerden daha ileri götürmüştür. 12 Eylül gayrimeşrudur, çünkü bütün bu alanlarda toplumu geldiği anda bulunduğu noktadan daha geriye çekmiştir.’’ İktidarların meşruiyetlerini, kaynaklarına göre değil, edimlerine göre değerlendiren, bir anlamda ‘‘Duguit’ci’’ diyeceğim bu görüşe, dostum Kongar’ın eserinde de rastlamak beni çok sevindirdi. ‘‘Tarihimizle Yüzleşme’yi mutlaka okuyun ve olayları bir kez daha yeniden değerlendirin!’’ derim, haddim olmadan. Mısır Çarşısı’nda karar çıkmadı HİLAL KÖSE Mısır Çarşısı davasında ağırlaştırılmış müebbet hapsi istenen sosyolog Pınar Selek’in son savunması yapıldı. Yaşar Kemal, Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, Avrupa Parlementosu üyesi Feleknas Uca’nın da aralarında bulunduğu çok sayıda aydın, yazar ve sivil toplum örgütü temsilcilerinin izlediği duruşmada, ‘Türkiye’nin yüzünü ağartacak bir karar’ verilmesi talep edildi. Mısır Çarşısı’nda 1998 yılında meydana gelen, 7 kişinin öldüğü patlamaya ilişkin davada son savunmalar tamamlandı. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmada Pınar Selek’in savunması babası Alp Selek’in de aralarında bulunduğu beş avukat tarafından gerçekleştirildi. istediği gibi ifade alma olanağının olduğunu söyleyen Selek, Pınar Selek’i işin içine sokabilmek için sahte belgeler düzenlendiğini, olmayan bomba ve parmak izinin delil olarak gösterildiğini söyledi. Mahkeme heyetine Sokak Sanatçıları Atölyesi’nde çocukların yaptığı vazo ve aynayı veren Selek, şöyle devam etti: ‘‘İnsan öldürülebiliyor. Tabanca, bıçak ya da boğularak... Ama en önemli öldürme, yok etme ve bitirme, yargı kullanılarak yapılandır. Yargısal öldürmedir. Mahke neresini ele alırsak bir ‘sahte’ çıkıyor’’ diye konuştu. Krokili savunma Avukat Ayhan Erdoğan da, patlamanın olduğu büfenin krokisi ve olay yerinden çekilen fotoğraflarla savunmasını yaptı. Patlamanın nedeninin bomba olmadığını, soruşturma ve yargı sürecinde hukukun yanında fizik yasalarının da ihlal edildiğini vurgulayan Erdoğan, ‘‘Dünya yuvarlak diyen bütün bilim adamları, raporlarında patlamanın tüp gaz nedeniyle ger Yargısal öldürme Avukat Alp Selek, Türkiye’deki savaşı ve insanların neden öldürüldüğünü araştıran Pınar Selek’in polislerce muhbir yapılmak istendiğine dikkat çekerek ‘‘Pınar’ı gözaltına aldıktan sonra ‘İki isim ver. Sen de biz de rahatlayalım’ dediler. Sekiz gün boyunca korkunç işkence yaptılar. Ama muhbir yapamadılar’’ dedi. Emniyetin, kesinlikle ? Kızının savunmasını üstlenen avukat Alp Selek, Pınar Selek’e gözaltındayken sekiz gün boyunca işkence yapıldığını belirterek, “Ama muhbir yapamadılar’’ dedi. Selek’in diğer avukatı Erdoğan da, patlamanın bir bombadan kaynaklanmadığını bütün uzmanların kabul etmesine rağmen dava dosyasına sürekli müdahale edildiğini savundu. meye ‘iyi bir ders vermek’ anlamında büyük görev düşüyor. Karar, buna daha sonra başkalarının cesaret etmemesini sağlamalıdır.’’ İnsanların yaşantılarının yargı eli ile sona erdirilmemesi gerektiğini dile getiren Selek, ‘‘Türkiye’nin yüzüne ak düşürecek bir karar verilmesi için elimizden geleni yapıyoruz. Buna karşın, dosyanın çekleştiğini belirttiler’’ dedi. Erdoğan, dosyaya sürekli birilerinin müdahale ettiğini, yargı sürecinde dahi mahkemenin aldatılarak yönlendirilmek istendiğini kaydetti. Avukat ağladı Avukat Mebuse Tekay da, ‘‘Pınar Selek’in kim olduğunu bilirsek, şiddet içeren bir eylemde bulunamayacağı or taya çıkacaktır’’ dedi. Savunması sırasında sık sık gözleri dolan Tekay, çalışmalarını hep sevgiyle izlediği bir insana yapılan haksızlıklardan etkilendiğini söyledi. Sosyolojinin, ‘başka bir dünyanın mümkün’ olduğunu gösterdiğini dile getiren Tekay, ‘‘Selek iyi bir araştırmacı olarak kendi gündelik yaşamının dışına çıkıyor. Araştırdıklarını anlamaya çalışıyor’’ diye konuştu. Barışın Türkiye’de her zaman tehlikeli bir kavram olduğuna işaret eden Tekay, şöyle devam etti: ‘‘Aslında devletten farklı düşünen herkesin, daha özgür bir ülke istiyoruz diyen herkesin başına bir şeyler gelmiştir. Bu hepimizi kul gibi gören anlayışın devamıdır. Herkesin ülkesini sevmesi farklı olduğu halde devlet herkesin ülkesini kendisi gibi sevmesini ister. Pınar Selek de daha iyi, daha demokratik, daha özgür bir Türkiye istedi. Birbirimizi ezmeden yaşayabileceğimiz bir dünya istedi.’’ Selek’in şiddet karşıtı olduğuna 2 binden fazla insanın tanıklık ettiğini vurgulayan Tekay, mahkeme heyetine, ‘‘Pınar’ın bu ülkede haksızlıkların artmasında payı olmamıştır. Sizin de olmasın’’ dedi. Duruşma dosyanın incelenmesi ve karar için 8 Haziran’a ertelendi. İĞNELİ FIRÇA ZAFER TEMOÇİN [email protected] Son günlerde gazeteleri her zamankinden daha çok satır aralarına kadar okuyarak, acaba bir şey çıkarabilir miyim çabası içindeyim. Danıştay katliamının ardından ortaya dökülen bilgiler gerçeği ne kadar yansıtıyor bilmemiz mümkün değil. Bir şeyi biliyoruz, bu tür cinayetlerin arka planını ortaya çıkarabilmek neredeyse imkânsız. Danıştay saldırısıyla, erken seçim ve cumhurbaşkanlığı seçimi ilişkilendiriliyor. Örneğin önceki gece bir TV kanalında bir emekli generali dinledim. Hükümet erken seçim kararı almaz ya da cumhurbaşkanlığına AKP’li bir aday çıkarmaktan vazgeçtiğini ilan etmezse olaylar daha da tırmanacak anlamında değerlendirmeler yaptı. Bu yöndeki değerlendirmeler yalnızca bu emekli orgenerale ait değil. Birçok muhalif isim de benzer iddialar öne sürüyor. Bunu nasıl okumak gerekli. İyi niyetli okuma: Kardeşim Tayyip Erdoğan gel şu cumhurbaşkanlığı hevesinden vazgeç, yoksa or Sakin Kafayla Düşünmek... talık gerilecek, sen de memleket de karanlık iç çatışmalara sürüklenecek. Bu yorumları kötü niyetle okursanız da şunları söyleyebilirsiniz: Bizim dediğimizi yapmaz ve cumhurbaşkanlığında ısrar edersen ortalığı birbirine katar, gerginliği tırmandırır ve Türkiye’yi içinden çıkılmaz maceraların içine sokarız. Borsa da düşer, AB süreci de yatar, Kıbrıs tam bir kördüğüm haline gelir. Sen de tepetaklak gidersin. ??? Burada gerçekten iyi niyetli olan da var, kötü niyetli olan da. Ancak itiraz edenlerin birleştiği nokta, AKP’li birinin cumhurbaşkanı olmaması. AKP’nin buna yanıtını tam olarak bilmiyoruz. Bildiğimiz şu: Tayyip Erdoğan, erken seçim niyetinde olmadıklarını, bunu unutmamızı son günlerde birkaç kez daha tekrarladı. Bu yönde AKP’nin diğer önde gelen isimleri de benzer bir tutum gösterdiler. Cumhurbaşkanlığına gelince: Görülebildiği kadarıyla bu konuda henüz net bir durum yok. Önceki gün CNN Türk’te Ahmet Hakan’ın ‘‘Tarafsız Bölge’’ programına katılan Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, cumhurbaşkanlığı seçiminde esnek davranabileceklerine ilişkin mesajlar verdi. Tayyip Erdoğan’ın ne düşündüğünü bilmiyoruz. Son olaylar patlak verinceye kadar Başbakan Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanlığına niyetli gibi görünüyordu. Bu niyetini değiştirip değiştirmediğini bilmiyoruz. Ancak AKP içinde bu konuda değişik eğilimler olduğu söyleniyor. Örneğin, ‘‘Tayyip Bey aday olmadığını bugünden açıklasa, gerilimin düşmesine yardımcı olur’’ diyenler bulunuyor. ??? Cumhurbaşkanlığı seçimlerine tam bir sene kaldı. İşte bu bir sene nasıl geçecek? Korku senaryoları üretenlere göre, AKP cumhurbaşkanlığı konusunda geri adım atana kadar değişik felaketlerle yüz yüze gelebileceğiz. Tayyip Erdoğan’ın ‘‘Erken seçim olmayacak’’ açıklamasıyla, artık seçim konusu ötelenmiş gibi görünüyor. Çünkü bu sonbaharda seçim olabilmesi için Meclis’in tatile girmeden önce seçim kararı alması gerekiyor. Şu anda böyle bir durum söz konusu değil. 2007 ilkbaharında seçim olur mu? Bunu herhalde eylül, ekim aylarında daha iyi anlayabiliriz. ??? Bütün bu karmakarışık tablo içinde sakin bir değerlendirme yaparsak ne söyleyebiliriz: Türkiye bir iç kargaşalığa sürüklenebilir de, sürüklenmeyebilir de. Burada tabii dış etkenleri de dikkate almak önemli. Yine bir TV programında ‘‘Her şeyi ABD yaptırıyor’’ türünden bir tahlile rastladım. ABD’nin bölgede önemli bir rol oynadığı, Türkiye üzerinde ciddi bir ağırlığı olduğu gerçek. Ancak, her şeyi ABD’ye bağlayan komplo teorisi, bizi içerdeki iktidar kavgasını anlamamak noktasına sürükleyebilir. ABD, Türkiye’yi İran konusunda tamamen kendi yanında görmek istiyor. AKP hükümetini sıkıştırıyor, askerlere göz kırpıyor. Bunların hepsi doğru, ancak son tahlilde ABD’nin Türkiye’nin iç kargaşalıklara yuvarlanmasından bir çıkarı olduğu söylenemez. Türkiye, ABD’nin bölgedeki en sağlam müttefiki, tam istediği gibi hareket etmese bile son tahlilde ABD’nin yanında saf tutuyor. ABD’nin yaptığı daha çok elindeki güçle Türkiye’yi daha fazla ‘‘hizaya sokmak’’, ötesi değil. ??? Laiklik mi, demokrasi mi sorularını anlamsız hale getirecek yeni bir senteze gerek var. Türkiye, demokrasisini ve çok partili sistemini geliştirerek laik yapısını da sağlamlaştırabilir. Şeriata karşı da, darbeye karşı da tek güvence demokrasidir. Bunun sınavını bir kez daha yaşıyoruz. asirmen?cumhuriyet.com.tr YÜCE DİVAN’DAKİ DAVA Yaşar Topçu ‘Rahşan affı’yla kurtuldu ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Eski Bayındırlık ve İskân Bakanı Yaşar Topçu’nun Karadeniz Sahil Yolu Projesi ihalelerine fesat karıştırdığı iddiasıyla Yüce Divan’da yargılandığı davanın kesin hükme bağlanması ertelendi. Kamuoyunda ‘Rahşan affı’ olarak bilinen yasa sayesinde ceza almaktan kurtulan Topçu, 5 yıl içinde aynı nitelikli bir suç işlemezse kamu davası ortadan kalkacak. Yüce Divan’ın dünkü duruşmasında, Yüce Divan Başkanı Tülay Tuğcu kararı açıkladı. Kararda, Topçu’nun Türk Ceza Yasası’nın 205. maddesi gereğince Yüce Divan’a sevk edildiği anımsatıldı. Kararda, bu madde gereğince kamu davası açılmasına rağmen, delillerin değerlendirilmesi sonucu sanığın eyleminin aynı yasanın 240. maddesine uyduğu ve 23 Nisan 1999’dan önce gerçekleştirildiği kaydedildi. 240. maddede ifade edilen ‘‘görevi kötüye kullanma suçunun’’ 21 Aralık 2000 günlü 4616 sayılı ‘‘Şartla Salıverilme Yasası’’nın 1. maddesinin 5. bendi ile sayılan kapsam dışı suçlar arasında yer almadığı belirtilen kararda, yasanın 1. maddesine eklenen 4. bendi uyarınca davanın kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine karar verildiği kaydedildi. Kararın ardından gazetecilere açıklama yapan Yaşar Topçu, ‘‘Ben sanık olarak, benim hakkımda net beraat kararı çıkmadığı için ve Yüce Divan kararı da kanunen kesin olduğu için İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar gideceğim. Ortada bırakılmasına razı değilim’’ dedi. CUMHURİYET 04 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle