19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 25 MAYIS 2006 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ARADA BİR DAVER DARENDE Emekli Diplomat Uyan Ey Halkım Vurulduk... Ülkemizi yönetenler, bu yönetime kalemlerini satan aymaz yazarlar, bu törenlerdeki tepki ve kararlılıktan gerekli uyarıyı almış olmalıdırlar. Ülkemizi bu karanlık güçlerden kurtarmanın yolu, birleşerek yönetime gelmeyi sağlamaktır. Bunu sağlamalıyız ki, Özbilgin boşuna yaşamını yitirmiş olmasın. PENCERE Dinci Tasarım Yürüyor... İngilizlerin meşhur gazetesi Financial Times’ın (FT) verdiği haber ve yaptığı yorum bizim medyada çarşaf çarşaf yayımlandı... Ne diyordu FT: İstanbul’daki iş dünyasıyla AKP iktidarının arası açılmıştı... Neden?.. Gerçekte nedeni herkes biliyordu; Mısır’daki sağır sultan bile duymuştu; AKP elindeki hükümet gücünü kullanarak Türkiye’deki sermayeyi yeşilleştiriyordu... Peki, FT olayı yeni mi duymuştu?.. Yok canım... İstanbul’daki sermaye ile Ankara’daki hükümetler arasında bundan önce de gerginlikler yaşanmıştı... Ancak bu kez iş değişikti... ‘‘Gerilimin içeriği ideolojikti...’’ ? ‘‘İstanbul iş dünyasının başkenti’’ idi... ‘‘Ankara siyasi başkent’’ idi.. FT’nin sayfalarına yansıyan çelişki, geçmiş aylarda Cumhuriyet’te çok yazılmış, çok yinelenmişti; ‘Takıyyeci AKP iktidarı’ ülke sermayesini elindeki siyasal gücü kullanarak bir kez yeşilleştirirse (İslamcı, dinci, şeriatçı işadamlarına aktarırsa) Türkiye dönüşü olmayan bir yola girmiş olacaktı... Hem de bu ‘operasyon’ demokratik ve de liberal bir görüntü altında gerçekleşiyordu... AKP açıkça MÜSİAD’ı (bu örgüt Müslüman İşadamları Derneği diye anılıyor) tutuyordu... TÜSİAD tu kaka olmuştu... ? FT’nin gecikmiş haberi ve yorumu Angloamerikan dünyasında AKP’ye dönük hoşnutsuzluğun dışavurumlarından biridir... Başlangıçta ABD daha doğrusu Bush yönetimi RTE’den çok şey bekliyordu; ama, beklediğini bulamadı... Yine de RTE Amerika’daki hoşnutsuzluğa aldırmadan BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) kapsamında Türkiye’yi ‘Ilımlı İslam Devleti Modeli’ne oturtmak yolunda ısrarla yürüyor... 2007’deki Cumhurbaşkanlığı seçimi, bu yürüyüşün önemli adımlarından birini atmak için fırsat sayılıyor... ? İstanbul sermayesi dışlanıp yerine ‘yeşil sermaye’nin oturtulması geniş bir tasarımın ya da planlamanın önemli bir ayağıdır... Çankaya’nın yeşilleştirilmesi de bu planlamada bir başka önemli ayaktır... RTE yürüyor... Ancak AKP’nin Amerika ayağında bir ‘arıza’ olması RTE’nin yürüyüşünü topallaştıracaktır... Halkımızı Kim, Nasıl Uyandıracak? Cumhuriyetin kazanımlarının hızla yok edildiği olağanüstü bir süreçten geçiyoruz. Doğru ve yerinde düşünebilme yetisinden yoksun, sadece çıkar peşinde koşanlar, okumayan, araştırmayan, sorgulamayan, tartışmayan yetmiş milyonluk suskun bir toplum yaratmak başarısını gösterdiler! Devrimleri içlerine sindiremeyenler, kimseden sakınmadan hâlâ aynı yolda yürümeye devam etmektedirler. Türkiye bir dönüm noktasındadır, halkımız zorbalıklara, softa baskılarına karşı uyanmak zorundadır. Türkiye’yi ileriye götürecek, çağdaşlık düzeyine ulaştıracak her yeni atılımı acımasızca engellemeye çalışanlar, Atatürk’ün bizlere emanet ettiği devrimleri tümüyle yok etmek amacıyla ülke çapında örgütlü ve amansız bir savaşım içinde görünmektedirler. Yürekli aydınlarımızın sayılarının hızla azaldığı bu duyarlı dönemde, “Türkiye’de gericilik akımları yoktur” diyenler, sözde demokrasiden dem vurarak “Laiklik tehlikede değildir” görüşünü savunanlar büyük yanılgı içindedirler. Basın ve medya, iş çevreleri, kimi sözde aydınlar ve vakıflar irticanın bir ahtapot gibi tüm ülkeyi kollarıyla sardığını ne zaman fark edecekler? Çözüm yolu bekleyen yaşamsal önemdeki pek çok sorunun kenara itildiği bu günlerde, karanlık güçler boş durmamakta, “yeni yapılanma”yı topluma yerleştirmek için her türlü yola başvurmaktadırlar. “Yeni yapılanma”nın öncüleri görüşlerini gizlemeye bile gerek duymamakta, geleceğe dönük isteklerini açıkça ifade etmekten çekinmemektedirler. İç ve dış güçler tarafından desteklenen, sinsice hazırlanan bu planla Türkiye açıktan açığa tehdit altındadır. Kalan son kalelerden biri olan Çankaya da ele geçmek üzeredir. Türk halkı “Düşüncesiz sofuya sohbet haram” deyiminden esinlenerek günün birinde gerçekleri görebilecek midir? Ufkumuzun karartılmasına izin verecek midir? Yarım yüzyıldır karanlığa gömülmüş bir toplum uykusundan uyanabilecek midir? Halkımızı çağdaş uygarlığa ulaştırmak temel hedefimiz olmalıdır. Türk toplumu cehaletten kurtulduğu gün bir daha karanlığı görmek istemeyecektir. Göz göre göre gelen karanlığa karşı suskunluk asla çözüm değildir. Goethe: “Kendi halindeki insanlar, eğitim için ne denli zaman ve zahmet gerektiğini bilmezler. Ben buna seksen yılımı harcadım. Ama, hâlâ başarabildiğimi söyleyemem” diyor. İnsanoğlu ancak eğitimle, felsefeyle, sanatla ruhunu kirlilikten kurtarabilir. Zamanla yarışan büyük önder Mustafa Kemal, devrimleri gerçekleştirirken halkımızı cehaletten kurtaracak tek yolun çağdaş eğitimden geçtiğini bizlere öğretmemiş miydi? Karanlıktan kurtulmanın tek yolu ülke çapında eğitim seferberliğini başlatmaktır. Yurdunun sorunlarını kendine dert edinmiş herkes bu alanda tıpkı devrim yıllarında olduğu gibi özveriyle çaba göstermek zorundadır. Bizi bekleyen tehlikenin gün geçtiktçe arttğı bu duyarlı dönemde yurdunu seven, Kemalizme yürekten inanan ulusal güçlerin bir araya gelmelerinin zamanıdır. Yarın çok geç olabilir. Erol ERTUĞRUL Hukukçu nkara Hukuk Fakültesi’nden ve kaymakamlıktan arkadaşım, yazlıktan bitişik komşum, Danıştay 2. Daire üyesi sevgili Mustafa Yücel Özbilgin 17 Mayıs 2006 günü görevi başında alçakça bir saldırı sonucunda yaşamını yitirdi. Bir avukat olduğu anlaşılan saldırganın, saldırı sırasında ‘‘Ben Allah’ın elçisiyim, türban konusunda verdiğiniz karardan ötürü sizi cezalandırmaya geldim’’ dediği öğrenildi. Danıştay geçmişte, sıkmabaşın kamu kurumlarında kullanılamayacağı yolunda kararlar vermişti. En son Danıştay 2. Dairesi, bir anaokulu yöneticisi olan öğretmenin, okul yolunda sıkmabaşlı olmaması gerektiği yolunda karar verdi. Başbakan Bay Erdoğan, kararı veren Danıştay üyelerine, ‘‘Efendiler, bu işe siz ne karışırsınız, buna ulema karışır, Diyanet karışır. Bunlar, yakında evimizin içine de karışırlar, burası yol geçen hanı değil’’ demişti. AKP yönetimine yakınlığı ile bilinen gazete, kararı veren üyelerin resimlerini ve isimlerini baş haber olarak vermiş ve hedef göstererek ‘‘İşte, kararı veren o üyeler’’ demişti. Danıştay, Anayasa Mahke mesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, kamu kurumlarında sıkmabaşlı bulunulamayacağı yolunda kararlar vermişler ve bu kararlar kesinleşmişti. Hukuka bağlı bir yönetim, yüksek dereceli bu hukuk kurumlarının kararlarına saygı gösterir ve bu konuyu kapatırdı. Ancak AKP yöneticileri, başta Başbakan, Dışişleri Bakanı olmak üzere, kendi eşlerinin başları kapalı olduğu için, kendi sorunlarını, Türkiye’nin en büyük sorunu durumuna getirmeye çalışmışlar ve ülkemizi kamplara bölmeye uğraşarak, germişlerdi. Geçen 23 Nisan törenlerinde Başbakan ‘‘Bir gün gelecek, gerçek egemenlik kurulacak’’ diyerek, Anayasa Mahkemesi’nden, Danıştay’dan, Yargıtay’dan, üniversitelerden, Cumhurbaşkanı’ndan yakınmıştı. Laikliğin yeniden yorumlanmasını isteyen TBMM Başkanı Bay Arınç ise ‘‘Egemenlik ulusta değil, ulusun egemenliği yerine başka kurumların egemenliği var’’ demişti. Gerçekte, bu yönetim laik A liğe karşıdır. Ancak, bunu açıkça söyleyemediklerinden, bu kez, laikliği kendi istedikleri biçimde yorumlamaya çalışıyorlar ve bu yolda devletin temel kurumları ile çatışmaya giriyorlar. Ulusun egemenliğinin tek temsilcisi yalnızca TBMM değildir. Ulusun egemenliği, yargı organlarının, üniversitelerin, cumhurbaşkanının birlikte kullandıkları bir kavramdır. Mahkemeler de ulus adına karar verirler. Yüzde yirmi beş seçmen oyu ile TBMM’nin çoğunluğunu ele geçireceksiniz ve ‘‘Biz ulusun egemenliğiyiz, istediğimizi yaparız, gerekirse anayasanın değiştirilemez ilkelerini bile değiştiririz’’ diyeceksiniz. Türkiye’yi bir İslam devleti yapmaya çalışacaksınız. Buna bu ulus izin vermez, Bay Erdoğan, Bay Arınç. Bu yolda çatışmalara girerseniz, ulusumuzu karanlıklara sürüklersiniz. Danıştay’a yapılan saldırı bunun açık bir örneğidir. Bu alçakça eylem, bu gerginlik sonucunda gerçekleşmiştir. Yakalanan saldırgan beyni yıkanmış bir tetikçidir. Asıl suçlular onun beynini yıkayan, onu yönlendiren üst düzey yöneticilerdir. Saldırganın ülkücü olduğu söyleniyor. Ülkücülerin hem de ümmetçi olduklarını biliyoruz. Saldırganın, Cumhuriyet Gazetesi’ne bomba atan kişilerden olduğu da açıklandı. Olaydan hemen sonra, Başbakan, görsel basının karşısına, suçlu ve kendini savunmaya çalışan bir görünümle çıkmış, saldırganın açık anlatımına karşın, ‘‘Bu olayla türban arasında bir bağlantı kurmamalı’’ biçiminde kargaları bile güldürecek açıklamalar yapmıştır. TBMM Başkanı Bay Arınç ise ‘‘Saldırganın belki de akıl sağlığı bozuktur. Bu olay aslında bir provokasyondur’’ gibi gülünç ve suçluluk kokan şeyler söylemiştir. Her ikisi de olayı sözde kınamışlardır. İzleyen günlerde de sanki böyle bir olay olmamış gibi, olanları unutturmaya çalışarak, birlikten, bütünlükten söz etmişlerdir. Bugüne değin İslamcı bir düzen kurmak uğruna yaptıklarını unutup, sıkılmadan, ‘‘Olay bir komplodur’’ diyebilmişlerdir. Kocatepe Camisi’nde yapılan törene, Cumhurbaşkanı’ndan Genelkurmay Başkanı’na kadar tüm devlet görevlileri katıldıkları halde ne Başbakan ve ne de TBMM Başkanı, halkın tepkisinden korkarak katılmamışlardır. Bu durum suçluluk göstergesidir. ‘‘Allahüekber’’ diyerek Cumhuriyet Gazetesi’ne üst üste yapılan saldırılara da Başbakan gerekli ilgiyi göstermemiştir. ‘‘Ne var bunda, bizim parti binalarımıza da her gün saldırılar oluyor’’ biçiminde sorumsuz açıklamalar yapmıştır. Geçmişte kaymakamlık ve valilik yapan, 1999 yılında Danıştay üyeliğine atanan sevgili Mustafa Yücel Özbilgin, seçkin bir yönetici, Cumhuriyet ilkelerine yürekten bağlı bir yargıç, alçakgönüllü, yiğit bir yurtseverdi. Cumhuriyet Gazetesi’nde çıkan ‘‘Bedeli Çanakkale’de’’, ‘‘Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’’, ‘‘Hasan Tahsin’’, ‘‘Mahmut Esat Bozkurt’’ gibi yazılarımdan ötürü, bana ‘‘Bu tür yazılar yaz, yeni kuşaklar bunları bilmiyorlar, yaz ki öğrensinler’’ derdi. Yalnızca bir dostu, güvenilir bir arkadaşı değil, hem de bunların ötesinde inançlı bir Cumhuriyetçiyi, iyi bir yargıcı ve bir ulusalcıyı yitirdik. Bu olay, Cumhuriyet tarihimizde eşi görülmemiş alçakça bir olaydır. Anıtkabir’de, tüm illerde yapılan törenlerde, ulusumuz, tepkileriyle Özbilgin’in ve Danıştay’ın yanında yer almış, sevgili Özbilgin, laikliğin ve Cumhuriyetin simgesi olmuştur. Sevgili Özbilgin’e yapılan bu saldırı, kişisel bir sorun ya da kişisel bir çekişme nedeni ile yapılmamıştır. Saldırganın, bu saldırıyı yaparken söyledikleri, durumu hiçbir kuşkuya yer vermeyecek biçimde açıklamaktadır. Sıkılan kurşunlar, Cumhuriyetimizin temel ilkelerine, Türkiye’nin aydınlık yüzüne ve Atatürk’e sıkılmıştır. 18 Mayıs 2006 günü Anıtkabir’de yapılan törene, Kocatepe Camisi’ndeki törene, yurt genelindeki törenlere onbinlerce yurttaş kendiliğinden katılmış, herkes, sevgili Özbilgin’in kişiliğinde, laik Cumhuriyete, aydınlık Türkiye’ye sahip çıkmıştır. Sevgili kardeşim Özbilgin’in anısı önünde saygıyla eğiliyorum, ışıklar içinde yatsın diyorum. O artık, ulusalcı ve Cumhuriyetçi güçlerin bir simgesidir. Ülkemizi yönetenler, bu yönetime kalemlerini satan aymaz yazarlar, bu törenlerdeki tepki ve kararlılıktan gerekli uyarıyı almış olmalıdırlar. Ülkemizi bu karanlık güçlerden kurtarmanın yolu, birleşerek yönetime gelmeyi sağlamaktır. Bunu sağlamalıyız ki, Özbilgin boşuna yaşamını yitirmiş olmasın. Rönesansçı Fatih Kanuni’nin son yıllarından başlayarak, molla kafasının saraya yön vermeye başlaması, iniş ve tükeniş sürecini başlatmıştır. Rönesans ve Aydınlanma, artık Atatürk’ü ve Cumhuriyet devrimini bekleyecektir. Kısaca, her 29 Mayıs’ta hamasi sözler ve ilkel törenlerle şeriatçı kesimin Fatih’i sahiplenmeye yeltenmesi, cehaletten gelen bir yanılma değilse, kaba bir aldatmacadır. ne en fazla ilgi duyan iki hükümdar, pekâlâ Avrupa’nın kıyılarında olduğunu söyleyebileceğimiz iki yerde bulunuyordu: İstanbul ve Buda. 1453 yılında İstanbul’u alan Fatih Sultan Mehmet, klasik geleneği kesinlikle reddetmiyordu. Padişah, sık sık İtalyan dostu Anconali Cyriac’ın okuduğu klasik metinleri dinlerdi. Fatih Sultan Mehmet’in en sevdiği yazarlardan biri, onun çağdaşları olan Aragonlu Alfonso ve Korkusuz Karl’ın da pek takdir ettikleri, Livius idi. İslamın resmî resim yasağına karşın padişah, Gentile Bellini’yi, kendi portresini yaptırmak için İstanbul’a davet etmiş, ayrıca Türk sanatçılara da portre siparişleri vermiştir (Babinger 1953; Chastel 1966). Fatih Sultan Mehmet’in bu ilgisinin saray dışında fazla yankı bulmuş olması olanaklı değildi. Ama erken Rönesans döneminde bu, Batı Avrupa’da, hatta İtalya’da bile değişik değildi.’’ Burke, Babinger ve Chastel’e dayanarak, Fatih’in, o sıralar Avrupa’nın en önemli Rönesansçılarından biri olduğunu vurguluyor. Rönesans, kısaca, ortaçağ karanlığını delip, çağı, antik dönemlerin (Roma ve Elen) bilim ve sanat aydınlığına ulayarak, insanlığı yeniden bilimin ve sanatın aydınlığına kavuşturmak demektir. Fatih, bunu iyi bilen ve antik dönemlerin bilim ve sanat aydınlığına doğrudan sahip çıkan bilinçli bir hükümdardı. İmparatorluğun kuruluş ve yükseliş dönemleri de, bilime ve sanata verilen önemden ayrı görülemez. Rönesans’ın en önemli kazanımlarından sayılan, kent yaşamı ve kent kültürü olgularına da, Bursa ve Edirne deneyimlerinden zaten aşinadır. Ve İstanbul, Fatih zamanında kent kültürünün merkezlerinden biridir. Antik çağlar geleneğine uyarak, Fatih Sultan Mehmet, 1462 yılında Truva’yı ziyaret eder. Kendisine dostu Anconalı Cyriac refakat eder. Fatih, Aşil, Hektor ve Aia’nın mezar höyüklerini görmek ister. Homer’in kahramanlarının mezarı başında kurbanlar keser. Anconalı Cyriac’ın okuduğu İlyada ve Odise’yi dinler. Ege’nin gizemli ışığının pırıltıları içinde bin yılların soluğunu duyumsar. Zaten, Fatih döneminin medreselerinde bile, daha sonra bu mekteplerden tamamen atılacak olan matematik, fizik, kimya, astronomi gibi bilim dalları da okutulmaktadır. Molla zümresi bundan son kerte rahatsızdır. Gazali ve İbni Sina tarafları arasındaki münazarada, Fatih’in elbette İbni Sina’dan yana kendi eğilimini bile hiçe sayarak, engin hoşgörüsünü Gazali’cilere de göstermesi, kendisinden sonra, Osmanlı İmparatorluğu’nda Rönesans’ın önünü kesmiştir. Bunun en açık belirtisi, matbaanın ve bilimsel gelişmelerin imparatorluk sınırından içeri girememesidir. Kanuni’nin son yıllarından başlayarak da, molla kafasının saraya yön vermeye başlaması, iniş ve tükeniş sürecini başlatmıştır. Rönesans ve Aydınlanma, artık Atatürk’ü ve Cumhuriyet devrimini bekleyecektir. Kısaca, her 29 Mayıs’ta hamasi sözler ve ilkel törenlerle şeriatçı kesimin Fatih’i sahiplenmeye yeltenmesi, cehaletten gelen bir yanılma değilse, kaba bir aldatmacadır. N O V I TA S Tu r i z m AğvaŞile KıyıköyVizeİğneada Doğu Anadolu (Uçakla) KastamonuPınarbaşı BoluAbantYedigöller Doğu Karadeniz (Uçakla) : : : : : 4 Haziran Pazar 1011 Haziran 1718 Haziran 2025 Haziran 2325 Haziran 2425 Haziran BursaMudanyaCumalıkızık : Yüksel PAZARKAYA Sıradışı tatilinizde, kent yorgunluğunuzu atmak için öncelikle tercih edebileceğiniz. Tarih, Dağ, Deniz ve Oksijeni ile Kazdağı eteklerinde sizi karşıladığı otantik mekan. Adatepe Köyü Küçükkuyu Çanakkale Türkiye Rez Tel : +90 286 752 65 81 Faks : +90 286 752 20 66 Çanakkale İrtibat TelFaks : +90 286 217 47 07 1 Oda (2 Kişi) Y.P. 150 YTL. Oda Kahvaltı (2 KİŞİ) 100 YTL. www.hunnaphan.com email: Info?hunnaphan.com vrupa (Ekonomik) Topluluğu, Avrupa Birliği sürecine girme kararını aldıktan sonra, ortak değerler arama çabası da yoğunlaştı. Kopenhag Kriterleri çoğunlukla kendi içlerinde bile tam olarak uygulanmasa daortak değerler olarak kabul gördü. Ancak bunların, ortak bir kültür oluşturmadığı da anlaşıldı. Ortak kültür paydası arayışları iki koldan sü A rüyor. Hıristiyan gelenekleri ve kilise kültürü bu kollardan biri. Diğeri, Rönesans ve Aydınlanma. Bu sonuncu kolun, birinciyle, yani kilise kültürüyle savaşımdan ortaya çıktığı düşünülürse, ortak kültür paydası arayışlarındaki çelişki apaçık görülür. Son yıllarda bu konularda kapsamlı çalışmalar yayımlanmaktadır. Peter Burke’in, İngilizcesi ve Almancası 1998 yı lında yayımlanan ‘‘European Renaissance’’ adlı kitabı da, Avrupa Birliği için ortak bir kültür yapısı kurma çabalarından biridir. Bu çalışmanın (Almanca nüshasının) 83. sayfasında okuduğumuz şu satırları, 29 Mayıs’ı anarken Fatih’in kişiliğini çarpıtan şeriat kesimine sunalım ve Fatih’in onlardan biri olmadığını bir kez daha belirleyelim: ‘‘Tuhaftır ki, kültürün yeni biçimleri : 0107 Temmuz İstanbul günübirlik ve diğer turlarımızı acentemizden sorunuz. Tel: 0212 251 28 08 (pbx) novitas?novitas.com.tr www.novitas.com.tr CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle