17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 6 NİSAN 2006 PERŞEMBE 6 SÖYLEŞİ Kentsel Yönetim Uzmanı Prof. Dr. Ruşen Keleş: Yerel merkezi yönetimde al gülüm ver gülüm PERŞEMBE ORHAN BURSALI ‘Y anlışlar her yerde’ LEYLA TAVŞANOĞLU Ülkede arazi vurgunu, rant kapmaca almış başını gidiyor. Bir zamanlar ar ve haya duyguları insanlarımızda çok değerliydi. Bugün ne yazık ki artık bunlara yer kalmadı. Varsa yoksa rant kapmaca, arazi talanı. Kent politikaları ve kent planlama uzmanı Prof. Dr. Ruşen Keleş’le yerel ve merkezi yönetimlerin sorumlulukları, kaçak yapılaşma vurgunu, arazi talanı üzerine konuşurken durumun ne kadar vahim olduğu bir kez daha ortaya çıkıyordu. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı hakkında kısa bir bilgilendirme yapabilir misiniz? KELEŞ Avrupa Konseyi birtakım demokratik değerlerin, bu arada yerel demokrasinin geliştirilmesi ve AB ülkelerinde geçerli kılınması için, kurulduğu tarihten beri (1949) faaliyet gösteren bir uluslararası kuruluştur. Yerel yönetimlerle ilgili özerklik ilkelerini bir uluslararası sözleşme çerçevesinde bir araya getirme çabaları 1985’e kadar başarılı olamamıştır. Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın metni üzerinde uzlaşı 1985’te sağlandı ve sözleşme üye devletlerin imzasına açıldı. Bugün, Konsey’in 46 üyesinden 42’si şartı onaylamıştır. Onaylamış olmayan devletler arasında Belçika, İsviçre ve Fransa vardır. İngiltere onayını, İşçi Partisi’nin iktidara gelmesinden sonra verdi. Türkiye ise kimi çekinceler koymasına karşın, 1992’den beri Şart’a taraftır. Halk çıkarı için yönetim Peki, bu onaylamayan ülkelerin onaylamama gerekçeleri nedir? KELEŞ Tarihsel gelişmelerinin sonucu olan kendi anayasal konumları... Bu sözleşme özerk yerel yönetimin ne anlama geldiğini açıkça belirliyor. Buna göre tıpkı bizim anayasamızda olduğu gibi, yerel yönetimlerin karar organlarının halk tarafından seçilerek oluşturulması gerekiyor. Tanımın tartışılmakta olan öğelerinden biri, kamu hizmetleriyle ilgili görevlerin önemli bir bölümünü yerel yönetimlerin gerçekleştirmesine ilişkin kuraldır. Bilindiği gibi kamu hizmetleri dünyanın her yerinde devletle yerel yönetimler arasında bölüştürülmüştür. Bu paylaştırmanın ölçütünün ne olacağını her ülkenin kendi tarihsel gelişimi, siyasal ve sosyokültürel yapısının özellikleri belirler. Eğer Türkiye merkeziyetçi bir ülkeyse, tarihsel gelişim süreci bunu gerekli kıldığı için bu sonuç ortaya çıkmıştır. Belçika ya da İsviçre’nin ademi merkeziyetçiliği benimsemiş olmaları da kendi tarihsel gelişme süreçlerinin sonucudur. Dolayısıyla Şart’ın metninde, bütün üye devletlerin özel koşullarının gerektirdiği gereksinmelere yanıt verebilmek ve bir uzlaşı sağlayabilmek için esnek anlatımlar kullanılmıştır. Bu demektir ki her ülke, kendi anayasasının ve yasalarının çizdiği çerçeve içinde, kamusal görevlerin olabildiği ölçüde büyük bir bölümünü halka en yakın birimler aracılığı ile gerçekleştirecektir. Şart’ın bu kuralı, AB’yi kuran anlaşmalarda da vardır. Özerk yerel yönetim tanımının bir başka öğesi de şu: Kamu görevlerinin yalnız önemli bir bölümünün halkın seçimle oluşturacağı karar organları eliyle görülmesi yeterli değildir. Görevlerin, aynı zamanda ‘‘halkın çıkarları doğrultusunda’’ yerine getirilmesi de gereklidir. Sadece bu tanımı yapmak yeterli mi? KELEŞ Değil tabii. Merkezi yönetim karşısında özerk ve demokratik bir yerel yönetimin oluşturulması, halkın ağırlığının daha iyi duyumsanabilmesi için öngörülmüş bir mekanizmadır bu. Siz Avrupa Konseyi’ndeki bu Şart’ın uygulanmasını izlemekle görevli bilim kurulunun üyesisiniz. Türkiye’de gerek merkezi yönetim, gerekse de yerel yönetimler bu kurallara uyuyorlar mı? KELEŞ Türkiye Şart’ı onaylamadan önce, yani 1992 öncesinde de, bugün de hem tüzeye uygunluk hem de yerindelik denetimi yapıldığını gösteren örnekler çok. Yerindelik denetimine olanak veren uygulamalar Avrupa Konseyi’nde zaman zaman eleştiriler almaktadır. Çünkü bu tür bir denetim Şart’ın özüne ve sözüne ters düşmektedir. İyi de merkezi yönetim denetim yaparken acaba yerel yönetimin tabanıyla birlikte bir şeyleri paylaşmıyor mu? KELEŞ Elbette. Tabii bu her ülkenin koşullarına bağlı olarak değişiyor. Türkiye’de son kamu yönetimi ve yerel yönetim reformu tartışmaları sırasında bununla ilgili bir gözlem yapmak fırsatı çıktı ortaya. O da şuydu: Yerel yönetim ve yerel yöneticiler ne yaparlarsa yanlış yaparlar, demokrasiye hizmet etmezler; oysa merkezi yönetimin her yaptığı iş doğrudur. Böyle bir değerlendirmeyi doğru bulmadığımı her fırsatta söylüyorum. Türkiye’de yaşamakta olduklarımız, yanlışların yerel yönetimler kadar merkezörnekleri verilebilir. Sistem öyle kurulmuş . Önemli olan sistemin hangi noktalarda sakat olduğunu görüp düzeltmeye çalışmaktır. Son yıllarda BM’nin ‘yönetişim’ kavramı yaygınlaştı. Katılımcı yönetim için bu deyim kullanılıyor. Sizce bu, açıklık ve demokrasi içinde gereğince gerçekleştiriliyor mu? KELEŞ Gerçekleştiğini hiç sanmıyorum. Ömrüm kamu yönetimi ve siyaset bilimi okutulan bir fakültede geçti. Bizler hep yönetim sözcüğünü duyduk ve kullandık. Çağdaş yönetim içinde katılım zaten vardır. Yeni adlar uydurmaya gerek yok. Eski tarihli sözlüklere baktım. Onlarda yönetişim sözcüğü yok. Sonradan girmiş sözlüklere. Amacı ve içeriği yönünden taşıdığı tutarsızlıklara ek olarak, ben yönetişim sözcüğünün Türkçenin yapısına da uymadığı kanısını taşıyorum. İtişip kakışmayı çağrıştırıyor. Yönetişim herkesin, halkın, işçinin, işveren temsilcilerinin, sivil örgütlerin, meslek kuruluşlarının karar süreçlerine katılmalarını öngörüyor. Ama katılmak başka, katılabilmek başkadır. ise böyle bir anlayış yok. Üstüne üstlük tarihi ve doğal çevreyi yok etmek için neredeyse elimizden geleni yapıyoruz. Bizde bunu engelleyen temel nedenler neler? Talana neden bu kadar prim veriyoruz? Bizden sonraki kuşakları acaba neden hiç düşünmüyoruz? KELEŞ Çağdaş yaklaşımlar ve tarihsel çevre anlayışı doğal ve tarihsel güzelliklerin, zenginliklerin, çevre ve mimarlık değerlerinin bireylere, hatta devletlere bırakılamayacak kadar önemli varlıklar olduğu biçiminde gelişti. Bunlar için günümüzde artık ‘‘insanlığın ortak mirası’’ terimi kullanılıyor. Çünkü bu tür tarih, kültür ve doğa zenginlikleri, yalnız bir ülkenin, onun halkının malı değil, bütün insanlığındır. Bizim ülkemizdeki sorunun kaynağında bu değerlere sahip çıkma bilincinin yeterince gelişmemiş olması var. Zaten böyle bir bilinç gelişmiş olsaydı, o değerleri gereği gibi koruyacak yerel politikacıları da seçecek bir duruma gelmiş olurduk. Demek istiyorum ki bu değerlere birinci derecede sahip çıkması gerekenler belediyecilerdir. Onları da halka seçtiriyoruz. Halk seçtiklerini sürekli olarak uyarmalı, bu mına uğrayabiliyor ve kendilerini kapının önünde bulabiliyorlar. Bu ise ‘‘koruma kurullarını kimin koruyabileceği’’ sorusunu gündeme getiriyor. Bu da gösteriyor ki kamu yararını her şeyin üstünde görme bilinci açısından merkezi yönetimle yerel yönetim arasında çok büyük fark yok. Mortgage yıllardır pek çok ülkede uygulanan ipotekli kredi sistemi olmasına karşın bizde yeni bir sistem gibi tanıtılmıyor mu? KELEŞ 1950’li yıllardan beri Türkiye’de uygulanmıştır. Alman uzman Lehmann bu sistemi Türkiye Emlak Kredi Bankası’na önermiş. Medeni Berk’in katkılarıyla yöntem benimsenip uzun yıllar uygulanmıştır. 1980’lere kadar bu mekanizma kooperatiflerden yararlanılarak çalıştırılmıştır. Türkiye’de konut maliyetini aşırı derecede yükselten öğelerden birisi arsa değerleridir. Ama ne yazık ki kooperatiflerden bir bölümü de zaman zaman asıl amaçlarından sapmışlardır. Yolsuzluklara karışmışlardır. Çok yakınmalar vardır kooperatiflerden. Bunlar doğru olmakla birlikte, konut kooperatifçiliğinin terk edilmesi için haklı nedenler olamazlar. Habitat II sürecinde konut kooperatiflerine açıkça karşı tavır alınmıştır. Temel yanlışlardan birisi de budur. Barınma gereksinmesi içinde kıvranan dar gelirliler piyasa güçlerinin insafına terk edilmişlerdir. Habitat II sürecinde kentleşmenin sorunlarıyla ilgili birtakım kurallar da kondu. Ama ne yazık ki ülkemizde hâlâ ulusal çapta ciddi bir kentleşme politikasının izlendiğini görmüyoruz. Neden? KELEŞ Çünkü Türkiye’de planlı kentleşmeyi gerçekleştirecek ne yüksek düzeyde bir istenç ne de bunu gerçekleştirmeye elverişli kurumsal yapı var. 1990’lı yıllarda planlı kentleşmeden sorumlu bir bakanlığın kurulması gündeme gelmişti ama bu öneri sonunda bir yana itiliverdi. Bir bütün olarak toplumda plana saygının sarsıntı geçirdiği görülüyor. Ulusal kalkınma plancılığından tutun bölge ve kent plancılığına kadar durum böyle... Bir de Beykoz’da orman talan edilerek kaçak olarak yapıldığı bilinen toplu konut adı altında bir villa grubu inşaatına Habitat ödülü verilmişti. Bunu nasıl değerlendirmiştiniz? KELEŞ Bu tür ödüller, ödülleri veren kurulların organlarının yapısına, o organların kararlarına egemen olan kişilerin eğilimlerine, ilişkilerine göre değişebiliyor. Öyle bir girişime ödül verilmiş olmasını ben çok yadırgamışımdır. Türkiye’nin koşullarını çok iyi bilmeyen kişiler tarafından alınmış bir karar gibi gözüküyor. O ödülü verenlere, bu kararın dayandığı gerekçelerin yanlış olduğu bir biçimde anlatılmalıdır. Bir olasılık da bu kararın yanlış olduğunu söylemek durumunda olan kişilerin kararın verilmesinde rol oynamış olmalarıdır. Ama işin perde arkasını bilmediğim için böyle bir tahminde bulunmak istemem. Öte yandan, Habitat tarafından çok isabetli ödüller verildiğini de belirtmek gerekir. Bu bağlamda bir devlet kurumu olan TOKİ (Toplu Konut İdaresi) doğru iş yapıyor mu? KELEŞ Hayır demekle yetineceğim. Konut edindirmede toprağın mülkiyetinin kişiye aktarılması çözüm olmamıştır ve olamaz. Toprağın mülkiyetinin kamuda kalması konusunda çok kararlı davranışlar olmadıkça, toprak alım satımı kazanç güdüsü olmayı sürdürdükçe yığınlar piyasa güçlerinin insafına terk edilmiş olur. Kent toprağında kamunun etkinlikleri sonucunda yaratılan değere, yani toprak rantına kamu tarafından el konmadıkça sorunu çözmeye olanak kalmaz. Yunanistan ve Ulusallık! Finansbank’ı Yunanistan Milli Bankası aldı! Şüphesiz çok yönlü gülümseten bir evlilik bu!.. Ne olacak şimdi? Yunanistan’a hiç gitme fırsatım olmadı (liste başımda duruyor!), daha önceki bir yazımda belirtmiştim: İki ülkenin aralarındaki, salt politikacıların ırkçılık ve milliyetçilik duygularını kamçılayarak politik çıkar kazanımlarına yarayan ‘‘sorunları’’ çözümlemelerini hep arzu ederim. İki ülke, ‘‘çatışma’’ değil işbirliğini esas alsalar, gerçekten müthiş bir sinerji ve enerji oluştururlar, Ege üzerinde! Zırvalık nerede? Papadopulos’un Türkleri tamamen etkisizleştirerek Ada’yı ele geçirme isteği.. Atina’nın kıta sahanlığını 12 mile çıkararak Ege’yi Türkiye’ye kapatma baskısı vb... Bu tür ‘‘ulusal’’ eğilimler şüphesiz ki karşı ulusal eğilimleri kabartır.. Ege’nin her iki yanında kabarmış ulusallıkların anlamı nedir? Sonuç: Her iki tarafta da müthiş ekonomik kayıplar! Hem askeri harcamalar arttığı için hem de ticaretin birkaç kat büyüyerek elde edilecek yarardan vazgeçildiği için! Hele, işbirliği ile yaratılacak sinerji ve enerjinin katma değeri de göz önüne alınırsa, demek ki her iki ülke belki de 510 milyar dolar kayba uğruyor! Ulusal kabarmaların maliyeti bu kadar büyük! Demek ki, sorunların hakça ve adaletli çözümü ile ‘‘gerilim odakları’’nı kaldırmanın sonsuz yararı var. Bunun gereğini en çok işadamları görüyor. ??? Yunanistan Milli Bankası’nın Türkiye’ye girme cesareti ilginçtir.. Bu satın alma, işlerin, özellikle tabii ekonomik anlamda yeni bir dönemece girdiğinin mi işareti? Salt ticari açıdan bakıldığında, demek ki, Yunanlılar, kendilerine karşı Türkiye’de bir düşmanlık olmayacağı ve bu açıdan rekabetçilikten negatif etkilenmeyecekleri kanaatinde.. Büyük ölçüde haklılar bence! Bir Türk bankası bir Yunan bankasını satın alsaydı, aynı şeyi bu rahatlıkla söyleyebilir miydik, bilmiyorum?! Yunanistan’da Türkiye’ye karşı çok yavaş da olsa bir değişimin yaşandığının işaretleri var... Örneğin geçenlerde de bir Yunan gazetesi, ‘‘Türkler hakkında uydurduğumuz yalanlar’’ gibi bir başlık atmıştı! İlişkilerin iyice normalleşmesinde ve ulusal kabarmaların zeminlerini ortadan kaldırmada, bu tür ekonomik ilişkilerin büyük yararı olacağı açık. Yunan ekonomisi, sermayesi, sıkıştığı dar alandan dışarı taşacak. En uygun pazarlardan biri de Türkiye... Engelleri, siyasi risk alarak aşıyor.. Prof. Dr. RUŞEN KELEŞ 1932 Trabzon doğumlu. Yükseköğrenimini AÜ Siyasal Bilgiler ve Hukuk fakültelerinde yaptı. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde, ODTÜ’de, Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nde (TODAİE) uzun yıllar yerel yönetimler, kentsel siyaset, kentleşme, konut ve çevre politikları derslerini verdi. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Kent ve Çevre Bilimleri Anabilim Dalı Başkanlığı ve Dekanlık yaptı. Emekli olduktan sonra KKTC’de Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde aldığı görev sürüyor. SBF’nin ve Bilkent’in yarım günlü öğretim üyesi. Kentleşme, Kentbilim, Yerel Yönetimler ve Çevre konularında Türkiye içinde ve dışında yayımlanmış pek çok kitabın yazarı. Avrupa Konseyi’nde Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın izlenmesiyle görevli bağımsız bilim kurulunun üyesi olarak da görev yapıyor. de de yapılmakta olduğunu gösteriyor. Hatta kimi zaman çok daha büyük boyutlarda olmak üzere... Sanıyorum ki işaret ettiğiniz konu bununla ilgili. Son yaşanan, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın villaları olayı var. Merkezi yönetim bir yanlış yapıyor. Yerel yönetim merkezi yönetimin yanlışını pekiştiriyor. Acaba yanlış mı düşünüyorum? KELEŞ Çok haklısınız. Yanlışta işbirliği içinde oldukları görülüyor. Yakışıksız ve çıkarcı davranış ve çabalarında yarış içindedirler. Az önce de söylediğim gibi, yolsuzluklar, usulsüzlükler, kurallara aykırı davranışlar bakımından bir ülkenin yerel yönetimlerini merkezi yönetiminden ayırt etmek sosyolojik yönden, bilimsel açıdan yanlıştır. Çünkü yerel ya da merkezi olsun, tüm kurumlarımızı ayakta tutan güçler bu ülkenin siyasal ve toplumsal güçleridir. Aynı hamurun ürünüdürler. Yani insan unsuru... KELEŞ Evet, insan unsuru. Dün yerel yönetimin temsilcisi olarak görev yapan, bugün merkezi yönetimde en üst düzeyde olabilmektedir. Birkaç gün önce TBMM’de verilen bir örnekte de gösterildiği gibi, belediye başkanı olduğu sırada arkadaşına orman arazisinde yapı izni verenlerle bundan yararlananlar arasında, iktidar koltuklarında sağlam dostluklar oluşabiliyor. Halk arasında ‘‘Al gülüm ver gülüm’’ diyorlar buna. Bu bugüne özgü bir durum da değildir. Pek çok Önemli olan nokta, katılımın eşit koşullarda olup olmaması. Yönetişim gerçek anlamda katılımcı bir yönetim haline nasıl getirilebilir, sizce? KELEŞ Güçsüz sınıflara kendi yoksulluk ve güçsüzlüklerini telafi edecek olanakların sağlanmasıyla... Oysa öyle bir durum yok ortada. Bu önkoşullar sağlanmadan yönetişimde direnmekle biçimsel davranmış, salt sözcük değişikliği yapmış oluruz. 1992 Rio Dünya Çevre Doruğu’nun ardından, yönetişim gibi, Gündem 21 ve ona koşut olarak Yerel Gündem 21 gibi kavramlar kullanılmaya başlandı. Gerçekte bu kavramlar, dorukta alınan kararların, benimsenen ilkelerin uygulamaya geçirilebilmesi için hazırlanan eylem izlencesini anlatıyor. Bu çerçevede, yerel yönetimlerin daha özerk, daha güçlü kılınması için, Birleşmiş Milletler’in de desteğiyle, Türkiye gibi birçok ülkede, ‘‘Yerel Gündem 21’’ çalışmaları yapılıyor. Bunlar arasında, İzmir, Antalya, İzmit ve daha birçok kentlerimizde gönüllü çabalara dayanan başarılı çalışmalar yapılıyor. Kimi bilim insanı arkadaşlarımızın bu tür çalışmalara sıcak bakmadıklarını biliyoruz. Bunların, insanlarımızı ‘‘uyutmak’’ için bize dışardan aktarılan yönetişim uygulamaları olduğunu öne sürüyorlar. Avrupa kentlerinde tarihi dokunun çok iyi korunduğu görülüyor. Türkiye’de konulardaki duyarlılığını göstermeli ve uygulamayı yakından izlemelidir. Kısaca, koruma konularında karar süreçlerine ağırlığını koyabilmelidir. Ülkemizde halkın bunu yapabildiğini sanmıyorum. Belediyelere bu konuda yeterince güvenilemediği için, koruma konularında son sözü söyleme yetkisi merkezi yönetimin ağırlıklı olarak temsil edildiği ve onun öncülüğündeki koruma kurullarına bırakılmıştır. Biliyorsunuz, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Yasası uyarınca ‘‘koruma kurulları’’ oluşturulur. Koruma planlarının yapılmasında ve uygulamasında, belediyeler bu kurullarca belirlenen koruma, yapılaşma, gelişme kurallarının dışına çıkamazlar. Bilinçsiz belediyeler ve belediyeciler için bu koruma kurulları hoşlanılmayan kurumsal oluşumlardır. O zaman merkezin ağırlığı büyük ölçüde hissediliyor mu? KELEŞ Tabii ki duyumsanıyor. İlkeler, Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı’nın başkanlığındaki bir yüksek kurul tarafından konuluyor. Kurul’da plancılar, mimarlar, arkeologlar vb. teknisyenler var. Ama bu böyle mi olmalıdır sorusu her zaman sorulmaktadır. Neden yerel halk ve yerel yönetim kendi değerlerine sahip çıkabilecek bir bilince sahip olmasın? Öte yandan, her şey insan unsuruna bağlı olduğu için, koruma kurulları ya da kimi üyeleri zaman zaman, ‘‘yaranamadıkları’’ bakanların hış Ulusal olan ne? Şüphesiz şirketlerden bahsediyoruz. Bu konuda daha önce dile getirdiğim görüşlerin, küresel dünyada geçerliliğini düşünüyorum: Birincisi, şirketler şüphesiz küresel davranıyor.. Çok ulusluluk, büyük birleşmeler... Dünya büyük ve tek pazarsa küresel davranış zorunlu. İnternet, mal, hizmet, şirket ve üretim bilgilerine ışık hızıyla ulaşma olanağını sağladı, istediğiniz en uygun malı inceleyip sipariş verebiliyorsunuz. Pazarların bu özelliği, hem rekabeti arttırıyor hem de tekel fiyatını kırıyor ve ucuzluk yaratıyor.. Peki şirketlerin ulusallığı? Ulusallık kaybolmadı ve en azından görünür gelecekte de kaybolmayacak. Bir şirketin ulusallığını belirleyecek en önemli iki kriter bence şunlar. Birincisi ve en önemlisi, şirketin küresel operasyonu sürdürdüğü ana karargâhı neresi? Parasal ve üretim operasyonunu nereden yönetiyor? (Şirkette yabancı ortaklığı da olabilir) Ayrıca, iç pazarda satılan malın nerede üretildiği açısından da bir değerlendirme yapılabilir. Diyelim ki şirket yabancı, ama burada sattığı malın büyük bir kısmını burada ürettiriyor. İstihdam yaratıyor. Vergisini veriyor. Buranın fabrikalarını, işçisini, belki de hammaddesini kullanıyor.. Sermaye getirmiş, yatırım yapmış.. Ekonominin büyümesine yardımcı olmuş. Pazarda satılan bu tür mala da ‘‘ulusallaşmış’’ gözüyle bakılmalı... Onlar, kalkınma çabalarımızın yardımcıları, işbirlikçileridir.. obursali?cumhuriyet.com.tr CUMOK ÇAĞRISI TÜRKİYE İÇİN SEÇENEK VAR... İZMİR İKTİSAT KONGRESİ 19232006 070809 Nisan 2006 Konak Belediyesi Güzelyalı Kültür Merkezi / İZMİR KONGREYE KATILANLAR Prof.Dr. Korkut Boratav Prof. Dr. Bilsay Kuruç Prof. Dr. Oktar Türel Prof. Dr. İşaya Üşür Prof. Dr. Alpaslan Işıklı Prof. Dr. Birgül Ayman Güler Prof. Dr. Cevat Geray Dr. Seyhan Erdoğdu Prof. Dr. Sinan Sönmez İlter Ertuğrul Doç. Dr. Aziz Konukman Dr. Serdar Şahinkaya Prof. Dr. İzzettin Önder Ali Nejat Ölçen Yıldırım Koç Alev Coşkun Orhan Bursalı Doç. Dr. Mustafa Akgül Prof. Dr. Emin Alıcı Şükran Soner Necip Yurdakul Kemal Kılıçdaroğlu Tuncay Özkan Işık Kansu Erol Toy Gökhan Günaydın Ali Ekber Yıldırım Prof. Dr. Oğuz Oyan Tamer Taşkın Dr. Öztin Akgüç Fikret Mısırlı Dr. Ergin Yıldızoğlu Doç. Dr. Yaşar Hacısalihoğlu Dr. Ahmet Zeki Bulunç Prof. Dr. Gülten Kazgan DÜZCE SULH HUKUK HÂKİMLİĞİ GAYRİMENKUL AÇIK ARTIRMA İLANI DÜZCE İZALEYİ ŞUYUU SATIŞ MEMURLUĞU Düzce Sulh Hukuk Mahkemesi’nce satışına karar verilen G. Menkulün cinsi, kıymeti, adeti, evsafı: 1 Düzce Merkez Azmi Milli tapunun 217 ada, 8 parselde kayıtlı, 16040 m2’lik tarla, doğusu Darıcı köyü yolu diğer tarafları parsellerle çevrili olan yer Düzce Belediyesi İmar Planı’na göre konut alanı içinde kaldığı arsanın batı kısmı ilköğretim tesisi olarak planlandığı, ayrıca parselin içinde doğubatı doğrultusunda 10 metre bir yol kuzeygüney doğrultusunda 3 adet, 10 metrelik yollar geçmektedir. İmara göre en fazla 2 kata izin vardır. Arsa üzerinde Hissedarlar tarafından yapılmış, a) Zekiye Üçüncü’ye ait 56 m2’lik depremden sonra yapılmış ev, b) Fatma Özdemir mirasçıları tarafından yapılmış iki katlı 112 m2’lik bina, c) Güneydoğuda yapılmış 96 m2’lik ev, d) Bu binaya bitişik 78 m2’lik tek katlı ahşap ev mevcuttur. e) Yunus Baş’a ait 78 m2’lik tek katlı ev, olduğu bu haliyle evler ve toprak zemin ile birlikte fındık ve diğer ağaçlar dahil tamamı 792.612.00.YTL. (Yediyüzdoksanikimilyaraltıyüzoniki milyon) lira üzerinden açık artırma suretiyle satılacaktır. 1 Satış, 12.05.2006 14.00’den 14.10’a kadar Düzce Adliyesi Hukuk Mahkemesi Duruşma Salonu’nda açık artırma suretiyle yapılacaktır. Bu artırmada tahmin edilen kıymetin %60’ını ve rüçhanlı alacaklılar varsa alacakları mecnunu ve satış masraflarını geçmek şartı ile ihale olunur. Böyle bir bedelle alıcı çıkmazsa en çok artıranın taahhüdü baki kalmak şartıyle 22.05.2006 ünü aynı yerde saat:14.00’de ikinci artırmaya çıkarılacaktır. Bu artırmada rüçhanlı alacaklıların alacağın ve satış masraflarını geçmesi şartiyle en çok artırana ihale olunur. %40’ı geçmek şartı vardır. 2 Artırmaya iştirak edeceklerin, tahmin edilen kıymetin %20’si nisbetinde pey akçesi vey bu miktar kadar milli bir bankanın teminat mektubu vermeleri lazımdır. Satış peşin para iledir, alcıcı istediğinde 10 günü geçmemek üzere mehil verilebilir. tellaliye resmi, ihale pulu, 1/2 tapu haç ve %18 KDV masrafları alacıya aittir. Birikmiş vergiler satış bedelinden ödneri.. 3 İpotek sahibi alacaklılarla diğer ilgililerin (*) bu gayrimenkul üzerindeki haklarını hususiyle faiz ve masrafa dair olan iddialarını dayanağı belgeler ile on beş gün içinde dairemize bildirmeleri lazımdır; aksi takdirde hakları tapu sicili ile sabit olmadıkça paylaşmadan hariç bırakılacaklardır. 4 Satış bedeli hemen veya verilen mühlet içinde ödenmezse İcra İflas Kanunu’nun 133. maddesi gereğince ihale feshedilir. İki ihale arasındaki farktan ve %10 faizden alıcı ve kefilleri mesul tutulacak ve hiçbir hükme hacet kalmadan kendilerinden tahsil edilecektir. 5 Şartname, ilan tarihinden itibaren herkesin görebilmesi için dairede açık olup, masrafı verildiği takdirde, isteyen alıcıya bir örneği gönderilebilir. 6 Satışa iştirak edenlerin şartnameyi görmüş ve münderecatını kabul etmiş sayılacakları, başkaca bilgi almak isteyenlerin 2005/8 sayılı dosya numarası ile satış memurluğumuza başvurmaları ilan olunur. 28.03.2006 (İİC.İf.K.126) (*) İlgililer tabirine irtifak hakkı sahipleri de dahildir. (Basın: 15298) DENİZLİ 1. SULH CEZA MAHKEMESİ Esas No: 2005/620 / Karar No: 2005/743 Müşteki: Muzaffer Yıldız; Hidayet oğlu, 1969 d.’lu, Mehmet Akif Ersoy Cad., No: 56 PamukkaleDenizli. Sanıklar: 1 Talip Kızbaz; İsmet ve Nuriye oğlu, Kağızman 05.05.1973 d.’lu, Kars, Kağızman, Şaban köyü nüfusuna kayıtlı olup, halen Örnek mah., M. Ziya Cad., 25/1 Üsküdarİstanbul. 2 Satı Kanık; Ali Haydar ve Şeker kızı, Adapazarı 25.06.1979 d.’lu, Manisa, Salihli, Kapancı nüfusuna kayıtlı olup, Şeker Mah., Salim sok., No: 13Sakarya. 3 Dilek Günder; İhsan ve Elmas kızı, İstanbul 28.12.1974 d.’lu, Samsun, Bafra, Yörgüç köyü nüfusuna kayıtlı olup, halen Yenisaray Mah., Sütçüoğlu Cad., No: 80 Kadıköy/İstanbul. 4 Ayten Yılmaz; Seyit Ahmet ve Sultan kızı, Düzce 15.09.1953 d.’lu, Sakarya, Merkez, Sakarya nüfusuna kayıtlı olup, halen Garaj dibi, Salim Sk., No: 2 Sakarya. Suç: İş yerinden hırsızlık. Suç Tarihi: 16.05.2005. Karar Tarihi: 16.05.2005. Hüküm: 5237 sayılı T.C.K. ve 5271 sayılı C.M.K.’nın yürürlüğe girmesi nedeniyle, atılı suçun gerektirdiği ceza miktarına göre 5235 sayılı Yasa’nın 10. ve 11. maddeleri gereğince yargılama yapma görevinin mahkememize ait olmadığı anlaşıldığından, mahkememizin görevsizliğine, Sanığın 5237 sayılı T.C.K. 141/1, 145, 63. maddesi gereğince, yargılanması amacıyla karar kesinleştiğinde dosyanın yetkili ve görevli Denizli Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderilmesine, Dair 07.06.2005 tarihinde sanıklar hakkında mahkememiz tarafından verilen kararın sanıklardan Talip Kızbaz ve Satı Kanık’ın uzun aramalara rağmen adreslerinin tesbit edilip, karar tebliğ edilemediğinden 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 28., 29. ve 30. Maddeleri gereğince Mahkeme Divanhanesi’ne asılmasına, aynı kanunun 31. maddesi gereğince ilan tarihinden itibaren 15 gün sonra tebligatın yapılmış sayılacağına karar verilmiştir. Keyfiyet ilanen tebliğ olunur. 13.03.2006 (Basın: 14614) KASTAMONU CUMOK ÇAĞRISI 7 NİSAN 2006 CUMA 14:3018:00 “Kara günler yeniden gelip çattı… Korkuya yer yok!.. Yılgınlık hiç gerekmez!.. Nihayetinde, Ulus Dağı’na çıkılacak! Ve yine bir ateş yakılacak!..” Konuğumuz ULUS DAĞINA DÜŞEN ATEŞ, 58 GÜN, SİVİL ÖRÜMCEĞİN AĞINDA KİTAPLARININ YAZARI MUSTAFA YILDIRIM Konu : Büyük İşgal Planı ve Savaşım Yer : A.Ü. Kastamonu Meslek Yüksek Okulu Konferans Salonu İletişim: 0505 257 33 68 0536 683 32 89 0535 779 36 00 Yurttaşlarımızı ve Cumhuriyet Okurlarını katılmaya çağırıyoruz. "Sen Gelmezsen Bir Eksiğiz" PROGRAM İÇİN LÜTFEN www.cumok.org sitesini ziyaret ediniz. www.cumok.org eposta: istanbul?cumok.org Mustafa Kemal Üniversitesi’nin verdiği eski kimlik kartımı kaybettim. Hükümsüzdür. PROF . DR. HAYRETTİN OCAKVERDİ www.cumok.org CUMHURİYET 06 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle