17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 5 NİSAN 2006 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Umut Sosyal Demokraside Yrd. Doç. Dr. Engin ÜNSAL Maltepe Üni. Hukuk Fak. Öğr. Üy. PENCERE ?zınısım adnıkraF Ters yönde, eski yazı gibi sağdan sola, yeşil renkte bir yazı... Okuyalım: ?zınısım adnıkraf ninekilheT Cumhuriyet’in siyah zeminli manşetleri, yalnız bilinç üzerine uyarıcı bir kırbaç etkisi oluşturmakla kalmadı... Bu manşetler grafik sanatının doruğuna tırmanan çizimleriyle estetik bir yankı da yarattı... Manşetlerde yazı sağdan sola dizilmişti... Türkiye soldan sağa gidiyordu... Nereye dek?.. ? Batı demokrasisinde dincilik sınırı üzerinde halkın bilincine yazılı yasak levhası dikilmiştir... Fransa’da şu günlerde yer yerinden oynuyor, kıyamet kopuyor, meydanlar taşıyor, neredeyse ayaklanma denilebilecek eylemlerde polis yetersiz kalıyor.. Konu ne?.. Yurttaşın sosyal hakları!.. Ne etnikçilik.. Ne dincilik.. Türkiye’de kopan kıyamet ise Fransa’dakinden en aşağı bir çağ geridedir; tersine yazılmış bir yazı gibidir: ?zınısım adnıkraf ninekilheT ? Laik Cumhuriyet olmadan demokrasi olmaz, olamaz... Laik Cumhuriyet elden giderse demokrasiye elveda demekten gayrı bir seçenek yoktur... Türkiye şimdi bu sınıra dayandı.. Terörcü muhalefet etnikçi.. İktidar dinci.. Ülkenin çoğunluğu bu kavgayı edilgin, dağınık bir durumda boş gözlerle seyrediyor: ?zınısım adnıkraf ninekilheT ? Cumhuriyet’in siyah zeminli manşetleri Cumhuriyet’e yakışır bir estetikle çağdaş bilince sahip yurttaşı uyarıyor... Tüm yurtseverler birbirini sorgulamalı, siyah zeminli manşetler tüm yurtta elden ele dağıtılmalı: ?zınısım adnıkraf ninekilheT Ulusların Ufalanması RİVAYET olunur ki, İkinci Dünya Savaşı sonuna doğru Franklin Roosevelt, zafere yaklaşmış bir ABD’nin başkanı olarak Churchill’le konuşurken ‘‘Savaştan sonra bütün devletler silahsızlandırılsın, bir tek Amerikan ordusu kalsın!’’ gibi bir şey söylemiş. Kendisi savaşın sonunu ve sonraki dönemi görmeden öldü ama, ülkesinin yeryüzü jandarmalığını çok önceden görmüş demek ki. ‘‘Amerika için doğru olan, insanlık için de doğrudur’’ inancından doğan bu sonuç, özellikle Bush’larla birlikte Washington’ı dünya güvenlik sisteminin merkezi yapmış sayılır. irmi birinci yüzyılla birlikte nasıl bir ‘‘yeni düzen’’ içine sokulmak istendiğimizi anlamaya yarayacak kitaplardan birini yazan, emekli bir İngiliz diplomatı: Robert Cooper. Bir ara Başbakan Blair’e danışmanlık yapmış. Sonuçta, AB Konseyi’nin diplomatik, siyasal ve askeri işlerini yönlendirenlerden biri. Cooper, adı ‘‘Ulusların Kırılması’’ ya da daha doğru olarak ‘‘ufalanması’’ diye çevrilebilecek kitabında devletleri üçe ayırıyor. Birincisi; Afganistan, Somali, Liberya gibi hukuk düzenini kuramamış, ‘‘çağdaşlık öncesi’’ devletler. İkincisi; Çin, Hindistan, Brezilya gibi düpedüz kendi ‘‘ulusal çıkarları’’nı gerçekleştirme peşinde koşan ‘‘modern’’ devletler. Üçüncü kategori ise, karşılıklı güvenlik sistemlerinin sağladığı rahatlık içinde işbirliğine dayalı sistemlerle yaşayan ‘‘postmodern’’ler. Örneğin, Avrupa Birliği’nin üye devletleri ya da Japonya. Cooper, bu sonuncuların, genellikle ABD’ce sağlanan savunma kalkanına güvendiklerini yazıyorsa da, ABD’nin henüz bu ‘‘postmodern’’ ortak güvenliğin ‘‘parçası’’ olmak mı, yoksa tek başına ve kendi gücüne dayalı jandarmalığı sürdürmek mi istediğine karar veremediğini belirtiyor. Ama, İkiz Kuleler’in yıkıldığı ‘‘11 Eylül’’ sonrasında ‘‘saldırı tehdidi taşıyanları saldırıdan önce tepelemek’’ düşüncesine dayalı bir ‘‘özgürlükçü emperyalizm’’i Amerika’nın doğal hakkı saymakta. a Türkiye? Kitabın bir satırına göre Mustafa Kemal’in neredeyse bir içgüdüyle sezdiği ‘‘ulusdevlet’’ anlayışı sayesinde Türkiye ‘‘modern’’ devlet olmuştur ama, yine kitaptan çıkarılabilecek genel sonuca göre de AB’ye üye olmak istediği için ‘‘postmodern’’liğin kurallarını benimsemek zorundadır: Yani, ulusal niteliğinden vazgeçip ‘‘büyük Avrupa imparatorluğu’’nun birkaç ‘‘eyalet’’ini birden oluşturan bir üye, tek başına anlam taşımayan, ufalanmış, Avrupa’nın bütünlüğü içinde bölgeleriyle eritilmiş bir ülke. Güneydoğu’yu Kürdistan Devleti’ne katma niyetleri, Ermenistan’ın iddiaları, Yunan’ın Patrikhane ve Pontus rüyaları da bunu doğrulamıyor mu? Ama, sonuca karar verecek olan, ne onlardır, ne de Cooper. Biziz. 1 Y Y 990 yılından bu yana dünya siyaseti ve ekonomisi yeni bir sürece girdi. Sovyetler Birliği’nin dağılması sosyalizmin yenilgisi olarak algılandı ve kapitalizm, çokuluslu şirketler aracılığıyla sınır tanımayan liberal ekonomileri yeni dünya düzeninin temel dayanağı konumuna getirdi. Adına küreselleşme denilen bu yeni dalga sınırları ortadan kaldırdı, yeni kavramlar, yeni politikalar ve yeni teknolojilerle dünyayı dolaşmaya başladı. Küreselleşme ulus devleti hedef alarak onu yok etme çabası sergileme girişimini başlattı... Geçmişte ulusal düzeyde yürütülen politikalardan beslenen ve güçlenen işçi sınıfı bu yeni dalga karşısında gücünü yitiren ilk kesim oldu. Artık Avrupa Birliği’nin politikalarını politikacılar değil çokuluslu şirketlerin kurmayları belirlemeye başladı. Bunun böyle olması doğaldı çünkü ekonominin karar hızı ile siyasetin karar hızı farklılaştı. Ekonominin kurmayları daha hızlı karar alıp uygulama yeteneğine sahip olduğundan toplumun geleceğini artık yavaş karar alan politikacılar değil daha hızlı karar alan ekonomi belirlemektedir.. AB’nin bireyleri istedikleri sosyal devleti yaratamayan siyasetçilere kuşku ile bakıyor ve ekonominin sosyal bir Avrupa yerine vahşi bir Avrupa yaratmaya çalışan kurmaylarından korkmaktadır... Temel korku AB içinde yoksulluğun giderek yaygınlaşması. Küresel olarak bölgeler arası dengesizliğin ve varsılyoksul farkının onarılamayacak kadar büyümesi. Yeni teknolojiler ve liberal politikaların sonucu işsizlik artıyor, ucuz üretim Asya’ya kayıyor. Teknoloji çevresel (ekolojik) sorunlar yaratıyor ve örneğin ozon tabakasının delinmesi gibi konularda devletler çözüm üretemiyor. Tek kutuplu bir dünyada ABD dünya barışı için çok ciddi sakıncalar yaratıyor. Böyle bir dünyada AB ülkeleri ve diğerleri adil bir dünya barışının yaratılması için çaresiz kalıyor. Gücünü yitiren ulusal devlet ve sendikalar refahın bölüşümünde sosyal adaleti sağlayamıyor. Bölüşülebilecek kaynaklar kıtlaşıyor. Fırsat eşitliği, eğitimde adalet sağlanamıyor. Nesiller arasında dayanışma kurulması olanaksızlaşıyor. Böylesine karamsar bir görüntü veren küreselleşme ve vahşi kapitalizm karşısında sosyal demokrasi gelecek için bir umut olarak güçlenmeye başlıyor. Temel yurttaşlık ve politik haklara dayanan sosyal demokrasi; sosyal, ekonomik ve kültürel hakların geliştirilmesini öngörüyor. Sosyal pazar ekonomisi ile bağlantılı olarak, temel haklara dayalı bir sosyal devlet gerçekleştirmek istiyor (Thomas Meyer, Sosyal Demokrasinin Geleceği, Sodev yayınları 2005, s.276). Sosyal demokrasi küreselleşen dünyada politikayı küreselleştirmek istiyor. Küreselleşmenin tüm olumsuzluklarını temel haklara dayanan sosyal pazar ekonomisinin dengeleyebileceğine inanılıyor. Bunun için küresel demokrasinin gerçekleştirilmesi bir önkoşul olarak algılanıyor. Temel hakların tümünün güvence altına alınması, sosyal devleti yaratacak ekonomik koşulların yaratılması olgusu ancak sosyal demokrasinin çatısı altında gerçekleşebilecek deniyor. Sonuç olarak küreselleşmenin zehrine karşılık sosyal demokrasinin bir panzehir olacağına inananların sayısı giderek artıyor. Türkiye IMF, Dünya Bankası ve yeni sömürgecilerin eliyle küreselleşmenin ağına düşmüş bir ülkedir. Dış ve iç borçları, halkının yoksulluğu giderek artan bir ülke konumundadır. İşbaşındaki hükümet çıkış yolu arayacak bilinç ve birikime sahip değildir. Ülkenin geleceğini daha da karartmaktan başka bir şey düşünemez durumdadır. Halkımız için bir kurtuluş umudu yok mudur? Vardır ve umut sosyal demokrat politikaların yaşama geçirilmesidir. Gelin şu Yunus yüreğiyle insanları ayrım yapmadan sevelim. Hoşgörünün nabzını hissettirelim parmak uçlarımızdan. Güleryüzün çözdüğü kördüğümlere imza atalım. Yaşadığımızı anlayalım. Nefes aldığımızı sezelim. Sevgisizliğin duraklarında bekletmeyelim insanlığı. Hoşgörü ve güleryüz erişilmez birer dal ucu olmamalı yaşantımızda. Bir gün sevgi şarkıları mırıldanırsa evimizde, işimizde dudaklarımız, mutluluk kapıyı aralamıştır. Necdet TEZCAN ‘‘Sevgi’’. Ne güzel bir sözcük... Ne sınırsız bir kavram diyor Leo Buscaglia, ‘‘Yaşamak, Sevmek ve Öğrenmek’’ adlı yapıtında. Bu tılsımlı kavramı hoşgörü ve güleryüz sözcükleriyle bütünleştirince insanca yaşamanın içyüzü çıkar ortaya. İnsan olmanın bu anlamını öncelikle hizmet nedeniyle yaşama aktarınca iş biter, verim artar. Bir başka açar dalında çiçek, bir başka anlam kazanır beton binaların içindeki soğukluk. Çocuklar sağlıklı büyür, gelişir. Hastalar en güzel ilacını Sevgi Yaşamaktır bulmuş, yaşlılar yalnızlık duygusunu yenmiştir şimdi. Bir iş için, bir görev yerine giderken ayaklarımız geriye gitmez, yüreğimizdeki kuşku bulutları dağılmıştır artık. Dünyada neler oluyor, bir göz atalım: ABD’de her yıl (altmış beş yaşın üzerinde) 26 bin kişi intihar ediyor. Yedi kişiden biri kırk yaşına girmeden ruhsal tedaviye gereksinme duyuyor. Çocuk ölümlerini, kazaları, savaşları saymasak bile sevgisizlik çölünde neler olup bittiğini anlatır bize bu rakamlar. Yaşamak, sevmeksevilmek, bu kadar güzel ve değerliyken ayna çatlatan, kısacık ömrünü ziyan eden, ettiren asık suratlar niye? Neden zehir zıkkım ediyoruz dünyayı birbirimize? Ufkun kızarışında, gökkuşağındaki renk armonisinde, sevgi kırıntılarının doyumsuzluğunu seziyor gibiyim. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle