25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
28 NİSAN 2006 CUMA CUMHURİYET SAYFA DİZİ Kendisine suikast düzenleyenlere bile alçaltıcı sözler söylemeyen Gazi’nin Ermenilere karşı tek sözü yoktur 9 Atatürk’e yakıştırılan uydurma demeçler B ursa’dan gelip İzmir’e dinginlik içinde giren Atatürk şu alçakgönüllü açıklamayı yaptı: ‘‘Benim naciz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır. Ama Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.’’ Karşısındakilerin umutsuz eylemlerinin içimizdeki değişiklik ateşini söndüremediğini söylüyordu. Çizdiği yolun doğruluğuna ve başarısına inanan, kendine güveni olan bir devlet adamının sözleri. Suikastı tasarlayan Ziya Hurşit’e de çok nazik davrandı. Cumhurbaşkanı’ndan kendi lehine müdahalesini istediğinde, ‘‘Kin güden biri değilim, ama konu şimdi adaletin elinde. Benim müdahale yetkim yok’’ dedi. Hiçbir aşırılık, zorlama, hiddet belirtisi yok. Yüzünü yakından hiç görmemiş tetikçiye de kendi tabancasını vererek ‘‘Öldürmek istediğin kişi benim; istersen vur!’’ dedi. Amerikan gazetesinin onun dudağından ya da kaleminden dökülmüş kanısını uyandırmak istediği öfkeli, hırçın, giderek dengesiz denebilecek sözlerin bir kelimelik benzerini bile kullanmadı. Kaçıp bir İngiliz zırhlısına yüklediği bavullarıyla önce Malta Taç Kolonisine sığınan son Padişah Vahdettin için de yalnız ‘‘mütereddi’’ (çürümüş) sıfatını kullanmıştı. Enver Paşa için de gazetede yazılanın aksine, ‘‘cinaî ölçüde bir ihtiras’’ deyimini ağzına almamıştır. Onu alçaltacak sözlere başvurmadı; Enver Paşa’nın kimi yeteneklerini gereği gibi değerlendirir, ama yapmak istedikleri için yeterli bulmazdı. A tatürk; Amerikan, İngiliz, Fransız, Alman ve İtalyan gazetecileriyle konuşmuş, çeşitli yabancı haber ajanslarına açıklamalarda bulunmuştu. Bu yayınlarda tümünün adı, tarihi ve tam metni vardır. Yabancı ve Türk yazarları da adlarıyla bilinmektedir. Tüm yabancılarla fotoğrafları da yer almaktadır. Ancak, İsviçreli sanatçıgazeteci Hilderbrand’ın yazısına ilişkin bir tek cümle bile yoktur. Ne bir haber, ne bir fotoğraf... İSVİÇRELİ GAZETECİ HILDERBRAND Adı var ama kendisi hayal Y aptığım araştırma Emile Hilderbrand ya da ona benzer adı olan İsviçreli birinin Atatürk’le konuşmadığını ve Türkiye’ye bile gelmediğini gösteriyor. Ankara’daki İsviçre Büyükelçiliği böyle birinin ülkemize geldiğine ilişkin kendi dosyalarında bir bilgi olmadığını söylediler. İsviçre’de Ulusal Kütüphane’yle temasa geçerek bu ya da ona yakın adı olan birinin 1926 dolaylarında sanatçı ya da gazeteci olarak herhangi bir kütüğe geçip geçmediğini araştırdım. Adına genel sözlüklerde, özel biyografi sözlüklerinde, yıllıklarda, almanaklarda, ansiklopedilerde, dergilerde, kütüphanelerde olağan gönderme kartlarında ve benzeri kaynaklarda rastlanmadı. İsviçre Ulusal Kütüphanesi’nden aldığım 31 Temmuz ve 8 Ağustos 1985 tarihli yazılı yanıtlar ve İsviçre Gazeteciler Birliği’nin ikincisine ekli yanıtı böyle birinin olmadığını gösteriyor. Yazışmalardan yalnız biri, aynı adlı birinin Zurich’te çıkan bir gazetede çalıştığından söz ediyordu. Ancak, bu kişinin doğum yılı 1941, yani sözü edilen görüşmedan tam on beş yıl sonraydı. Bu gazeteciyle yazışarak babası ya da dedesinin böyle bir amaç için 1926’da Türkiye’ye gelip gelmediklerini soruşturdum. Onların gazetecilikle ilgilerinin hiç olmadığını ve ülkemize de ayak basmadıklarını bana yazıyla bildirdi. Bu konuyu İsviçre başkentinde on iki yıl gibi uzun bir süre büyükelçimiz olarak görev yapmış olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun eşi Leman Hanım’la da konuştum. Yakup Bey’i 1974’te yitirmiştik; ancak, İsviçre anıları eşinin belleğinde tazeliğini koruyordu. Baş diplomasi temsilcimizin hem resmi görevi hem de ünlü yazın ustası olması nedeniyle, özellikle yazar ve sanatçı çevresiyle yakın ilişkileri olmuştu. Bunlar içinde öyle biri yoktu. Olmuş olsaydı, onunla er geç buluşacaklardı. Türkiye ile en ufak ilişkisi olmuş kişiler büyükelçiliğimizin sürekli konuğu olmuşlardı. Tümünü bugün gibi anımsıyordu. Böyle biriyle konuştuğunu ayrıca kişisel dostlukları olan Atatürk de onları hiç söylememişti. Böyle bir İsviçreliyi Ankara’da da tanımamışlardı. Onun Atatürk’le görüşmüş olduğuna ilişkin hiçbir ize rastlamamışlardı. Leman Hanım daktiloyla da yazılan bu sözlerini imzalayarak bana verdi. ‘‘Soykırımı Atatürk de kabul etmişti!’’ cümlesiyle ortaya çıkanların bu kanıtları gereği gibi değerlendirmeleri gerekir. BU SÖZLERİ HİÇ SÖYLEMEDİ ATATÜRK Amerikan gazetesinde yazılan şu sözleri hiçbir bağlamda, hiçbir yerde söylememiştir: ‘‘Onları ipte sallandırma dışında beni hiçbir şey doyurmaz... Baltayı boyunlarına indireceğim... Onları demir elle ezecek, altmışından fazlasını sabaha karşı astıracağım... Onlara karşı acımasızca, herkese örnek olacak ölçüde acımasızca davranacağım.’’ Sanki bir Hollywood senaryosu... Dahası var: ‘‘Silahlı bir başkaldırma düzenleyip.. bir meydan savaşında karşıma adam gibi çıksalardı, onlara daha fazla saygı duyardım.’’ Ve bir de şu cümle: ‘‘Dua ettim.. dualarım kabul oldu!’’ Atatürk’ün McKinley ve Bush örneği Amerikan başkanları gibi Tanrı’yla özel ilişki savları hiç olmadı. Eski başkanlardan William McKinley 1898’de köhne İspanyol İmparatorluğu’nun Atlantik ve Pasifik’teki sömürgelerine göz koyduğunda, bir kilisede şu açıklamayı yapmıştı: ‘‘Kaç gecedir Tanrı’ya ‘bana bir yol göster’ diye dua edip duruyordum. Yanıt sonunda geldi: Git ve Filipinler’i al!’’’... ABD on bin kadar Filipin adasına böylesine bir ‘onay’la el koymuştu. Yakınlarına Tanrı’yla sürekli konuşmakta olduğunu söyleyen Başkan George W. Bush da yaptıklarına bu yoldan peşin izin ya da sonra onay aldığını savunuyor. Suikastı tasarlayanlar İstiklal Mahkemesi’nde yargılanıp ceza gördülerse de onlarla bağlantılı olma kuşkusuyla geçici olarak tutuklanan kimi muhalif parti ileri gelenleri aklandılar ve bunlardan Ali Fuat Cebesoy, Atatürk’ün desteğiyle Konya Milletvekili oldu. Söz konusu mahkeme 1927 başında ortadan kaldırıldı. Amerikan gazetesindeki yazı, genel çerçevesiyle de ayrıntılarda da yanlış ve haksızdır. GÖRÜŞMESİ YOK HİLDERBRAND Atatürk’ün yaşamı, başarıları, tüm açıklamaları, konuşmaları ve basınla temasları sırasındaki sözleri güvenilir kaynaklarda yayımlanmıştır. Bunların içinde sözde ‘‘Hilderbrand görüşmesi’’ ile ilgili hiçbir bilgi, haber ve not yoktur. O günlerin gazetelerini, örneğin eski yazıyla basılmış Hakimiyeti Milliye gazetesi biriktirisini ve Ayın Tarihi gibi yayınları taradım. Kronolojilere baktım, söylev ve demeçlerini topluca gösteren yayınları elden geçirdim. Bunların içindeki haber, yazı ve makaleleri, giderek duyuru başlıklarını okudum. Cumhurbaşkanı’nın her sözüne ve eylemine gereği gibi yer ayrılmıştı. Örneğin, bir Amerikan gazetecisinin Türkiye’ye ilişkin yazısına yer verilmiş, Türkiye’ye ayak basmış ama Atatürk’le konuşmamış olan Kalitsov adlı bir Sovyet Pravda muhabirinin ziyaretinden bile söz edilmiş, Arnavutluk’ta çıkan bir gazetedeki Türkiye yazısının çevirisi verilmişti. Atatürk; Amerikan, İngiliz, Fransız, Alman ve İtalyan gazetecileriyle konuşmuş, çeşitli yabancı haber ajanslarına açıklamalarda bulunmuştu. Bu yayınlarda tümünün adı, tarihi ve tam metni vardır. Yabancı ve Türk yazarları da adlarıyla bilinmektedir. Tüm yabancılarla fotoğrafları da yer almaktadır. Prof. Giesses adlı bir Alman arkeoloğuyla bile resmi basılmıştır. Ancak, İsviçreli sanatçıgazetecinin yazısına ilişkin bir tek cümle bile yoktur. Ne bir haber, ne bir fotoğraf... Bu arada, Philadelphia’da yayımlanan Public Ledger’in yazarı Bn. Clarence K. Strait’in Mustafa Kemal’le görüşmesine dayalı makalesinin Türkçesi de basılmıştı. Aynı yazı T.C. Dışişleri Bakanlığı belgeliğinde de vardır. Kültür Bakanlığı’nın yıllar sonra çıkardığı Atatürk’ün Milli Dış Politikası adlı kitapta da yer almaktadır. Nedeni, böyle bir görüşmenin gerçekten yapılmış olmasıdır. İşte, bu görüşme sırasında Atatürk, Amerikalı bayan gazeteciye Ermenilere yer değiştirmenin zorunlu duruma geldiğine ilişkin değerlendirmeyi yapmış, yabancılarca desteklenen Daşnaklar’ın akıttıkları Türk ve Müslüman kanının bir dengelemini yapmıştır. Gene Amerika’da yayımlanmış olan bu yazı öteki Hearst gazetesindeki uydurma sözlerle taban tabana zıttır ve Atatürk’ün bu konudaki gerçek düşüncelerini yansıtmaktadır. Kaliforniya ve Boston’daki Ermeni çevreleri ise Atatürk’le temas bile etmeden onun ağzına kendi çıkarlarına hizmet edecek sözleri sokuşturmaya çalışmakta, bundan büyük yarar ummaktadırlar. Hitler’in Ermeni ‘uzmanlığı’(!) Ermeniler, iddialarına yandaş bulabilmek için Nürnberg belgeleriyle oynadılar. ki dünya savaşı yılları arasında Almanya’da Nazi Partisi’ni iktidara taşıyan Adolf Hitler’in bir konuşması içine bir cümlecik eklenerek ve bu cümlenin Nürnberg tutanakları içinde bulunduğu (yanlış da olsa) ileri sürülerek, bu açıklama yoluyla, Türklerin yalnız Ermeni soykırımı yapmakla kalmayıp Nazi Almanyası ile tüm Avrupa’daki Yahudi holokostunun da dolaylı sorumlusu oldukları kanıtlanmaya çalışılıyor. Ermenilerin ve yandaşlarının çıkardıkları gazete, dergi ve kitaplarda bu Alman buyurganının 22 Ağustos 1939’da şöyle bir açıklama yaptığı ileri sürülmekte: ‘‘Ölüm Birliklerime Leh dili konuşan ırkın erkek, kadın ve çocuklarını acımasızca öldürmeleri için komut verdim. Gereksinim duyduğumuz yaşamsal toprağı ancak böyle edinebiliriz. Ermenilerin öldürülmüş olmalarını bugün kim anımsıyor ki?’’ Bizi ilgilendiren son cümle kitap kapaklarında, makale içlerinde, kimi siyaset adamlarının konuşmalarında, yabancı meclislerin soykırım kararlarında ya da gösteri yapanların dağıttıkları el duyurularında bolca görülüyor. Tarih sayfaları İ 24 Nisan yıldönümlerinde, ABD Kongre üyeleri Hitler’in Ermeni kıyımına ilişkin sözlerinin Nürnberg Mahkemesi tutanaklarında yer aldığını Kongre kürsülerinden ilan ediyorlarsa da, bu tutanaklarda böyle bir cümle yoktur. Adolf Hitler güya 22 Ağustos 1939’da, savaştan 8 gün önce “Ermeni kıyımı”nın sözünü etmiştir. Günümüz Ermenilerinin dağıttıkları bu el ilanlarına Nürnberg belgeleri karşı çıkmaktadır. kandırmacalar, yanlış yorumlar ve düpedüz sahteciliklerle dolu. Siyasete karışmışlar içinde Hitler’in ağzından çıkanlar doğruluğundan en çok kuşku duyulan, en saygı uyandırmayan sözlerdendir. Üstelik, tarih eğitimi olmayan, askerlikte onbaşılıktan öteye geçememiş ve yönetim bilimleri görgüsü sıfır olan Hitler, ErmeniTürk ilişkilerinin de tam bir cahiliydi. Söyledikleri ve yaptıklarıyla yüce bir ulusu savaşlara, işgallere ve yıkıma sürüklemiştir. Bir yüzyılın sonu ve onu izleyen yüzyılın da başını kapsayarak, yalnız Türkler ve Ermeniler arasında değil, her iki ulusun içinde ve üçüncü taraflar gözünde de tartışmalı olan bir sorunun kararı, nasıl olur da, Hitler gibi birinin en fazla on kelimesine bırakılabilir? Aynı kişi Üçüncü Reich’ın bin yıl yaşayacağını yineleyip durmuştu. Altı yıl süren savaş sonunda kendi de intihar etti, devleti de taş taş üstünde kalmazcasına yıkılıp gitti. Tüm işçilere iş, varlıklılara daha iyi kazanç, orduculara boyun eğmez güçte silahlı kuvvetler ve (Berlin’de Lustgarten konuşmasında belirttiği gibi) her Alman kızına da bir koca sözü vermişti. Tümüne ancak karayıkım getirdi. Hitler’in yaşamı başarısız başladı ve öyle bitti. Ciğer hastalığı nedeniyle okulu bıraktı. Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’ne giriş sınavını geçemedi. Linz kitaplığıyla birkaç yerde daha okudukları Almanya’nın geçmişine ve söylencebilimine ilişkin öğrendiklerinin dar, sığ ve inanılmaz şeyler olduğunu gösteriyor. Sonraki düşünceleri hep safsatalar üstüne kurulmuştur. O konumdaki kişinin bilmesi gerekenlerden bütü nüyle yoksundu. Örneğin, hiç iktisat bilmezdi. Ama Kavgam adlı kitabında tarihten sinemaya, kültürden frengiye değin her konuda düşündüklerini sıralamaktan geri kalmadı. Örneğin, ülkenin en önemli sorunu diye tanımladığı bu sonuncusuna on sayfa ayırdı. Hitler tarihçi de değildi. Hele Türklerin Ermenilerle olan ilişkileri konusunda hiçbir bilgisi yoktu. Bu konudaki görüşleri de ancak demokrasi ya da Yahudiler üstüne sözleri derecesinde değerli olabilir. Dış siyasetle bile yıllarca ilgilenmemişti. İktidarının başında en önem verdiği şeyler önce Nazi Partisi, sonra da Alman ulusu ve devleti üstünde egemen olmak, silahlanmayı gerçekleştirmek ve ekonomik genişlemeyi sağlamaktı. ÜRNBERG TUTANAKLARI N Ermenilerin ve yandaşlarının yaymacalarına bakılırsa, Hitler söz konusu cümleyi Polonya’ya saldırma günü olan 1 Eylül 1939’dan sekiz gün önce yüksek rütbeli kurmay subaylarıyla yaptığı gizli bir toplantıda kullanmıştır. Gene onlara göre ilgili metin, resmen yayımlanmış olan Nürnberg Mahkemesi tutanakları içindedir. Örneğin, her yıl 24 Nisan tarihi yaklaştıkça Amerikan Kongresi’nde kalkıp konuşan siyasetçiler bu mahkemenin belgelerinin sözünü sıkça ediyorlar. Hitler 22 Ağustos günü, gerçekten biri sabah ve öteki de öğleden sonra olmak üzere, iki kapalı toplantıda bir değil, iki konuşma yapmıştır. İkisi de Uluslararası Askeri Mahkeme’nin 14 Kasım 1945 ile 1 Ekim 1946 arası oturumlarını kapsayan ciltlerin 26’ncısında 3381 ve 5231 sayfalarda başlamaktadır. Ne var ki, söz konusu cümle bu metinlerin içinde yoktur. Kuşkusuz, Nürnberg belgeleri bu konuda en güvenilir, giderek tek geçerli kaynaklardır. Hitler kendi generallerine Almanca hitap etmiştir. İki belge de bu nedenle, Almancadır. Öte yandan, bu tarihi konuşma diye ileri sürülen benzer bir metin 24 Kasım 1945’te hem Amerikan The New York Times, hem de İngiliz The London Times günlük gazetelerinde aynı gün yayımlanmıştır. İşte, resmi nitelikte olmayan bu özel metne böyle bir cümle eklenmiştir. Bu ekleme usa hemen siyasal amaçlı bir dürtüyü getiriyor. Nitekim, Naziler de Almanya’da Reichstag denen milletvekilleri meclisinde yangın çıkartarak birtakım siyasal ereklerine ulaşmışlardı. Gerçekten, bu cümle Türkleri suçlamak için çok sık ve etkili biçimde kullanılmıştır ve kimi Ermenilerin işine bugün de yaramaktadır. Hitler’in ağzına sokulan bu cümle çeşitli yayınlarda yüzlerce kez görülür ve kaynak olarak da Nürnberg tutanakları verilirse de, bu sonuncuları ya ele alan çıkmamış ya da inceleyenler yalanı bile bile yinelemeyi yeğlemişlerdir. Ermeni savlarıyla bağlantılı olarak çok yayın yapmış olan Prof. Richard G. Hovannisian, bu konuda birkaç kez yazmış olan İngiliz Christopher J. Walker ve Amerikalı Senatör Carl Levin benzeri siyaset adamları bu cümleye sık göndermeler yapmaktan geri kalmadılar. Ancak, bunlar genelde resmi nitelikli Almanca temel Nürnberg kaynağına değil, birbirinden kopya yapan ikincil ya da daha sonraki kaynakları kullandılar. Nürnberg Mahkemesi görevlilerinin gerçek diye kabul ettikleri ve basımına onay verdikleri iki belge önce USA29 ve USA30 diye numaralanmış, sonra PS 798 ve PS1014 olarak değiştirilmiştir. Mahkemenin doğru damgasını vurarak kabul ettiği belgeler bunlardır. İlk başta USA28 sayısı verilen bir üçüncü belge aynı bilgiyi yinelemesi ve yeni bir şey getirmemesi nedeniyle dosyalanmamış ve böylece reddedilmiştir. Ancak, onda da Ermenilere bir gönderme yoktur. S Ü R E C E K CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle