18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
27 NİSAN 2006 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr UYGARLIKLARIN İZİNDE... OKTAY EKİNCİ 15 ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Kentin kurulduğu yer olan İçkale’deki kültür alanı çalışmaları kesintisiz sürüyor Diyarbakır’da Suriçi Sempozyumu Geçen hafta Diyarbakır’daydım... ‘Yerel Gündem 21’, ‘Büyükşehir Belediyesi’ ve ‘Sur Belediyesi’nin AB’nin de desteğiyle gerçekleştirdikleri ‘Uluslararası Suriçi Sempozyumu’na katıldım... Suriçi, kentin binlerce yıllık merkezi... Dünyada Çin Seddi’nden sonraki ayakta kalmış en uzun tarihsel duvar olan 5 kilometrelik ‘sur’larla çevrili; geçmişe ait kültürel değerlerle birlikte hareketli ticaret yaşamını hâlâ sürdürüyor... Ne var ki Türkiye’nin diğer kentlerinde de tarihsel dokuların başına gelen ‘apartmanlaşma tahribatı’, Suriçi’nde de doruklarda... Buna, bölgedeki çatışma ortamından ve ‘boşaltılmış köyler’den kaynaklanan son 15 yılın ‘zorunlu göç ve işgal’ süreci de eklenince, Anadolu ile Mezapotamya’nın kucaklaştığı coğrafyanın bu tarihsel başkenti, adeta ‘çökme’ sürecini yaşamaya başlamış... Her yıl yinelenmesi tasarlanan sempozyum, işte bu sürecin durdurulması ve Diyarbakır’da ‘Suriçi’nin de gözetildiği’ bir kentleşmenin sağlanması için son yıllarda başlanılan kimi koruma çabalarının daha da ileri düzeylere ulaştırılmasını ‘hedef’liyor. Tarihsel kent dokusunun, toplumsal refaha da katkıda bulunarak yaşatılmasına düşünsel katkılar sağlanması için de bu yılki teması ‘Kültürel Miras ve Sürdürülebilir Kalkınma’ olarak belirlenmiş... Sürdürülebilir zenginlik ‘Anlaşılmayan Aydınlar’ Kuşağı ve Türk Tiyatrosu (2) Geçen haftaki yazıma, şu saptamayla başlamıştım: ‘‘Türkiye’nin 1980 sonrasında yaşadığı aydın erozyonu, en yıkıcı etkilerini ‘aydının nitelikleri’ bağlamında sergiledi. Sabahattin Eyuboğlu kuşağının, başka deyişle ‘Türk Aydınlanması’nın temsilcileri olan aydınların geniş halk kitlelerince, ele alınan konular ne kadar ağır ve karmaşık olursa olsun, kolayca anlaşılabilen söylemlerinin yerini, çoğunlukla ne ilk bakışta, ne de son bakışta anlaşılabilen, bulanık söylemler aldı...” Daha sonra, ‘anlaşılmaz’ olmayı neredeyse aydın olmanın koşullarından birine dönüştüren bu tutumun sanata da bulaştığını belirtmiş, bunun tiyatro açısından doğurduğu sonuçlar konusunda ise şöyle demiştim: ‘‘...tiyatro sanatı, özellikle seksenli yıllardan bu yana ülkemizde Batı’daki gelişme sürecinin tam tersine toplum için ek bir düşündürtme ve düşünme kulvarı olma hedefini, sayısı çok az birkaç saygın örneğin dışında, bütünüyle bir yana bırakmış, bunun yerine ya insanları düşündürtmeksizin kahkahalara boğmayı ya da tiyatro maskesi altında ‘ben bir şey soyutladım, bil bakalım ne soyutladım?’ sorusuyla zihin karmaşasına sürüklemeyi yeğlemiştir.’’ Bu yazının çıkmasından hemen sonra, Cumhuriyet Aydınlanması’nın gerçek temsilcilerinden Haldun Taner’in ‘kendi tiyatromuz’ konusundaki şu sözlerine rastladım: ‘‘Oyuncularımız var, yabancı rolleri yabancılar kadar başarılı oynayabiliyorlar. Rejisörlerimiz var, Avrupa’da gördükleri mizansenleri, burada aynen uygulayıp alkış topluyorlar. Yazarlarımız var, yapıtlarını yabancı örneklere benzetebildikleri ölçüde iyi yazar sayılıyorlar. Hepsi iyi hoş da peki nerde Türk oynayışı, Türk sahneleyişi, Türk yazışı, Türk algılayışı? Bir kelimeyle, nerde Türk tiyatro üslubu... şovence bir duyguya kapıldığımız, aman sanılmasın bencil bir kısıtlamadan yana hiçbir zaman olmadığımız lütfen hatırlansın. Amacımız, tekelci bir kendi içine büzülmüşlük değil, tam tersi, dünyaya, evrene açılış. Ama kendi kişiliğimizle...’’ ??? Haldun Taner’in temsilcilerinden biri olduğu aydın kuşağının bütün üyelerinin söylemleri gibi hiçbir yoruma gerek bırakmayacak kadar açık olan bu sözleri, bir tiyatronun kendi halkına ve ortamına seslenme, kendi kültürünün dilini konuşabilme yükümlülüğünün vurgulanmasından, kendi ortamı için bir düşünme kulvarı açabilme gerekliliğinin dile getirilmesinden başka bir şey değildir. Herhangi bir toplumda tiyatro, ancak bu yükümlülükleri yerine getirdiği takdirde ve ölçüde o toplumun tiyatrosu niteliğini kazanabilir. Bunun tersi durumda ise tiyatronun, içinden geldiği topluma ve kültüre yabancılaşması, o kültürün insanları için ek bir düşünme kulvarı oluşturabilmekten uzak kalması kaçınılmazdır. Böyle bir tiyatro, kimi taklit ve yapmacık girişimleriyle ‘pahalı’ ve çekici bir oyuncağa dönüşebilir; ancak ait olduğu toplum açısından herhangi bir insancı içerik taşıyabilmesi olanaksızdır. Öte yandan eğer herhangi bir toplumda, sevgili Haluk Bilginer’in bir sohbetimiz sırasındaki çok doğru deyişiyle, tiyatronun ana yörüngesi henüz yeterince belirgin kılınmamışsa, başka deyişle, o toplumdaki tiyatro uygulaması, kararlı ve ödünsüz bir tutumla, dünyanın tiyatro sahnelerine başlangıcından günümüze kadar nasıl getirilmiş olduğunu göstererek o toplumun tiyatro seyircilerini yetiştirmek gibi bir misyonu benimsemekte yetersiz kalmışsa, o zaman çoğunlukla taklit kokan bir takım ‘alternatif’ ya da ‘deneysel’ tiyatro arayışlarından medet ummak, tiyatroyu seyircileri için bir kafa karmaşası kaynağına dönüştürmekten başka bir işe yaramaz. Böyle bir karmaşanın yaratıcısı olan bir tiyatro, belki bir zaman geçirme aracı olabilir, ama seyirciyi yaşadığı zaman üzerine düşündürtme gibi bir işlevden hep yoksun kalır. Haftaya yazımın son bölümünde, Haldun Taner’den yaptığım alıntının ışığında, bugün tiyatromuz açısından hangi soruları sormamız gerektiği üzerinde duracağım. eposta: acem20?hotmail.com ahmetcemal?superonline.com restore edilen evin sahibinden vergi alınmaz; elektriksu tarifesi bile indirimlidir...’ Yabancı katılımcılardan Filistinli genç mimar ve plancı Iyad Issa’nın anlattıkları ise hüzünlü, ama ders vericiydi. ‘Siyasi konuşmamak’ için kendini zor tutarak ‘savaş ortamından arta kalan zamanlarda tarihi kentlerini koruma projelerini geliştirebildikleri’ni söyleyen Issa, tüm zorluklara rağmen kurulan ve etkinlik gösteren ‘Filistin Mimari Koruma Merkezi’nin özverili çabalarını anlattı... ‘İçkale’ projesi ilerliyor TARİH YENİDEN GÖZLER ÖNÜNDE Bir zamanlar Diyarbakır... Bu evlerin yerini, 1960’lardan bu yana apartmanlar aldı (üstte). Kentin çağlar boyu merkezi olan İçkale’de tarihi cezaevi artık kültür merkezi olacak (ortada). İçkale özgün Diyarbakır binaları, kaçak eklentilerinden arındırıldı ve tarihi meydana çıkartıldı (altta). Yabancı katılımcılar Nitekim Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, 20 Nisan 2006 Perşembe günkü açılış konuşmasını da bu amaca ayırmıştı... ‘‘Kentin tarihini belgeleyen yapı ve dokuların, aynı zamanda farklı kültürlerden kentlilerin ‘anı’ değerleri olduğu’’nu belirten Baydemir şunları vurguladı: ‘‘Bu nedenle korunmaları da aynı farklılıktan kaynaklanan kültürel kimlik zenginliğini sürdürülebilir kılmayı sağlayacaktır...’’ Sürdürülebilirliğin gerçekleştirilmesi içinse eski yapıların yeni binalar uğruna yıkılmamaları ve yaşama katılmaları gerektiğini söyleyen Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş da geçmiş senelerdeki duyarsız imar politikalarının sonucunu özetle şöyle tanımladı: ‘‘Şimdi Suriçi’nde, geçmişin görkemiyle birlikte son yıllardaki yanlışların ortak ve uyumsuz görüntüleri var...’’ Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Abdullah Sevinç’in verdiği bilgilere göre, bu ‘uyumsuz’ görüntü 1960’lardan sonra gerçekleşti... Suriçi’ndeki toplam 8500 yapıdan 1900’ünde ‘eskiye ait’ izler bulunmasına rağmen, ‘tescilli’ yapı sayısı sadece 256... Yani, yaklaşık 40 yılda binlerce tarihi bina yıkılarak betonarme ve kişiliksiz yapılara dönüştürüldü... İşte böylesi bir katliamı durdurmak şöyle dursun, aynı zamanda ‘SİT’ olan tarihi dokuya hâlâ 6 katlı apartmanlar öngören ‘koruma’(!) imar planı şimdi yeniden ele alınıyor. Yüksek yapı yasaklanırken, anıtsal yapıların çevrelerine de imar yasakları getirilerek tarihin ‘görünür’ ve ‘etkin’ kılınması hedefleniyor... Diyarbakırlı dostlara, bu hedefin, kent bütününde de gözetilmesi için, örneğin Darkapı’nın karşısındaki devasa binalarla yaratılan ‘dengesiz’liği durdurmak, ‘Sur’un dışındaki alanlarda da ‘tarihi kuşatan’ yüksek ve yoğun yapılaşmadan vazgeçmek gerektiğini anımsatmak bize düşüyor... Sempozyumun yabancı konuklarından Kahire Üniversitesi’nde Prof. Martina Rıeker, Güney Akdeniz ülkelerindeki gözlemlerine dayanarak dedi ki; ‘‘Korumak için teknik çabalar önemli; ama yetmiyor. Başarılı sonuçlar alınabilmesi için siyasi kararlılık ile korumayı önemseyen ekonomi politikalar da gerekli...’’ Bu sözleriyle bir anlamda ülkemizdeki en önemli sorunu da özetlemiş olan Rıeker’in, çözüme giden yolda ‘Dünya Bankası Raporları’ndan yararlanılması gerektiğini belirtmesi ise sanki bir ‘çelişki’ gibiydi. Çünkü Türkiye’deki ‘ranta dayalı ekonomi’ ve bunun yarattığı tarihsel mirasa duyarsız imar politikaları da Dünya Bankası’na bağımlı tutumların ürünü değil miydi? Bu çelişkiye dikkat çeken sorumuzu ‘çekimser’ bir söylemle yanıtlayan ABD’li profesörün ‘tarafsız’ tavrına karşın, İtalyan uzman Paolo Daher’in sergilediği ‘taraflı’ bilim insanı kişiliği daha güven vericiydi. Tarihsel ve kültürel değerlerin yaşatılmasında ‘inşaat rantları’ndan vazgeçen insanları, devletin desteklemesi gerektiğini belirten Daher, ülkesinden şu örnekleri sıraladı: ‘İtalya’da İşte böylesi konukların da katılımıyla Diyarbakır’ın geçmişini ‘kurtarmak’ isteyenleri bir araya getiren sempozyum sürerken, geçen yıl başlanan ‘İçkale Projesi’nin son durumunu da inceledik. Suriçi’ndeki, Dicle’ye bakan kayalıkların üzerinde yer alan İçkale, Diyarbakır’ın ilk kurulduğu yer ve kentin her dönemde yönetim merkezi olmuş... İçkale, önceki yıla kadar cezaevi alanı ve jandarma bölgesiyken, Genelkurmay Başkanlığı’nın onayı ile boşaltılarak kentin kültür ve turizm yaşamına katılmak üzere ‘Kültür ve Turizm Bakanlığı’na teslim’ edilmişti... Buna yönelik hazırlanan projeyi İl Kültür ve Turizm İl Müdürü Songül Göksu şöyle özetliyor: ‘‘Buradaki Virantepe höyüğünde Artuklu Sarayı bulunuyor. Eski cezaevi binasının kongre merkezi, Saint George Kilisesi’nin sanat galerisi, diğer 6 tarihi binanın arkeoloji müzesi olması ve bahçesinin de taş eserlerin teşhir alanı olarak düzenlenmesi hedefleniyor. Eski garnizon komutanlığı binasına da müze kafeteryası işlevi verildi...’’ Yine İçkale’deki özgün Diyarbakır mimarisini yansıtan Meryemi Zal Kilisesi müştemilat binasına da kültür ve turizm il müdürlüğü taşınacakmış. Songül Hanım’a ‘‘Doğrusu çoktan hak etmişsiniz’’ diyorum. Çünkü, yedi ay öncesine kadar moloz yığınlarından ve sayısız eklenti yapıdan ‘görünemeyecek’ durumda olan tarihsel peyzaj artık tümüyle ‘gözler önünde’... Evet... Diyarbakır tarihiyle buluşabilmenin arayışı ve heyecanı içinde... Bunun da ‘sürdürülebilir’ kılınması için şu uygarlık yoksunu ‘çatışma’ ortamından kurtulup bir an önce ‘barış’ günlerine kavuşması gerekiyor... Anadolu halk müziğinin özgün sesi Ali Ekber Çiçek yaşamını yitirdi ‘Haydar Haydar’ öksüz kaldı... ? Çiçek için dün Çiçek kimdir? 1961 yılında ses ve bağlama sanatçısı olarak girdiği İstanbul Radyosu’nda bir tören düzenlendi. Çiçek’in cenazesi, bugün Balıkesir’in Edremit ilçesinde toprağa verilecek. İstanbul Haber Servisi Türk Halk Müziği’nin özgün sesi, halk ozanı Ali Ekber Çiçek (71) İstanbul’da öldü, ‘‘Haydar Haydar’’ öksüz kaldı. Çiçek için dün 1961 yılında ses ve bağlama sanatçısı olarak girdiği İstanbul Radyosu’nda bir tören düzenlendi. Çiçek’in cenazesi, bugün Balıkesir’in Edremit ilçesinde toprağa verilecek. Halk müziğini toplumun her kesimine sevdirerek, gönüllerde taht kuran sanatçı Çiçek, dün gece saat 02.00’de tedavi gördüğü Kartal SSK Hastanesi’nde yaşamını yitirdi. Sanatçı için Harbiye TRT İstanbul Radyosu’nun önünde düzenlenen törende konuşan Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül, Çiçek’in Türk Halk Müziği’nin önemli halk ozanlarının arasında olduğunu belirterek, ‘‘Büyük ozanın düşünceleri müziğiyle her zaman yaşayacaktır’’ dedi. Sarıgül, Ali Ekber Çiçek’in cenazesi, bugün Balıkesir’in Edremit ilçesinde toprağa verilecek. ‘‘Yaşamı boyunca bize öğretmeye çalıştığı türküler, bizim rehberimiz olacaktır. Televole kültürü yerine Türk Halk Müziği kültürünü bize hiçbir zaman unutturmadı’’ diye konuştu. Cem Vakfı Başkanı Prof. Dr. İzzettin Doğan ise ‘yeri kolay dolmayacak bir halk ozanı’ olarak tanımladığı, ‘‘Haktan geldik hakka gidiyoruz’’ diyen Çiçek’in ‘‘Hakka yürüdüğünü’’ söyledi. Doğan, Çiçek’in türküle riyle her zaman kardeşlik ve dostluğun önemini vurguladığını dile getirdi. Çiçek için kim ne dedi? YAVUZ TOP (Halk müziğini sanatçısı): Halk Ozanı Çiçek’in ölümüyle ülkemiz, halk kültürü açısından çok önemli bir değerini yitirdi. Yıllarca bu kültüre hizmet etmiş, türkülerin derlenmesine önemli çalışmalar yapmış bir sanatçıydı. Ali Ekber Çiçek, gerek halk müziğinde yetiştirdiği sayısız öğrenci ile gerek ülkemizin kültürünü yurt dışında tanınmasına katkılarıyla büyük başarılar sağladı. Büyük ozan bir yıldır amaszın hastalıkla mücadele ediyordu. SIDIKA SU: Ali Ekber Çiçek’in ölümü bence büyük bir kayıp, kendisi yaptığı foklor çalışmalarıyla çok verimli olmuş bir insandır. Büyük bir bir kayıp. Çok üzgünüm’’ diye konuştu. NURİ SESİGÜZEL: Dostluğu muz 1961’den bu yana devam etti. Mesleğe atılırken ilk tanıdığım insandı. Yeri doldurulamayacak bir ozan. Halk müziğinin büyük yeteneği. ZAFER GÜNDOĞDU: Alevi Bektaşi kültüründeki ulu ozanlardan biri. Özellikle Pir Sultan türküleri söyleyerek büyük katkı sağladı. Halk müziği çok büyük ozanını kaybetti. EKREM ATAER: Onun varlığında söylememiz gerekenleri yitirdiğimizde söylememiz doğru değil. Onun bedeni ayrıldı bizden Alevi Bektaşi edebiyatını sünni yurttaşlarımıza da nasıl dinletebileceğimizi öğretti. ARİF SAĞ: Aslında onu kaybetmedik. Ali Ekber Çiçek halktan geldi halka yürüdü. Yaşamını, ona verilen canı sonuna kadar kullandı, Ali Ekber Çiçek’in başardıklarını keşke biz de başarsak. SABAHAT AKKİRAZ: Halk müziği camiasının çok büyük müzik adamını kaybettik. Turnedeyken öğrendim ailesine taziyelerimi iletiyorum. FERHAT TUNÇ: Alevi kültürüne hizmet sunmuş değerli bir ozandı. Halk kültüründe ‘haydarlaşan’ bir sanatçıyı kaybetmenin üzüntüsünü yaşıyoruz. SELDA BAĞCAN: Ali Ekber Çiçek yaşarken değeri bilinmeyen (tıpkı Ruhi Su gibi) bir ozandı. Derlemeleri dünyanın birçok müzik okulunda ders olarak okutulduğu halde bizde görmezden gelinmiş, yaşamı türlü sıkıntılarla geçmiş değerli bir ozandı. En önemli derlemesi olan ‘Haydar Haydar’ onu sonsuzluğa taşıyacaktır. Başımız sağolsun! Ç içek, 1938’de Erzincan’ın Ulalar köyünde doğdu. 1939’daki Erzincan depreminde babasını kaybetti. Çok küçük yaşlarda bağlama öğrenmeye başladı. Potim İsmail Dede ve Emin Tabak Dede’den ilk bağlama derslerini aldı. İlkokuldan sonra maddi olanaksızlıklar nedeniyle öğrenimini sürdüremedi. Yaşamını sağlayabilmek için değişik işlerde çalıştı. Ancak müzikle bağını hiç koparmadı. İlkgençliğinde İstanbul’a giderek dönemin birçok ünlü halk müziği ismiyle tanıştı ve kendini geliştirdi. Askerlikten sonra müzik ve bağlama bilgisini pekiştiren Çiçek, 1954 yılında Muzaffer Sarısözen tarafından beğenilince Ankara Radyosu’na girdi. Bir süre burada çalıştıktan sonra, görevini 1960’lı yıllarda da İstanbul Radyosu’nda sürdürdü. Radyoda çalıştığı dönemde yaklaşık 400 türkü seslendiren ve geniş dinleyici topluluklarına ulaşan Çiçek, kendinden sonra birçok bağlama ve ses sanatçısını etkiledi. Derlediği ya da bestelediği türkülerin birçoğu halk müziğinin klasikleri arasında yerini aldı. Hakkında bir de belgesel hazırlanan Çiçek, Türkiye ve Türkiye dışında birçok konser ve seminere katıldı, birkaçı Amerika ve Fransa’da olmak üzere onlarca albüm hazırladı. Sanatçı Ali Ekber Çiçek, yaşamı boyunca Haydar Haydar, Derdim Çoktur Hangisine Yanayım, Ey Erenler Akıl Fikir Eyleyin, Gurbet Elde Bir Hal Geldi Başıma, Gurbet Elde Yâdellerin Derdini, Bir Güzeli Methedeyim Çoktan Beri Yollarını, Gözlerim El Vurup Yaremi İncitme Tabib, Yolumuz Gurbete Düştü gibi pek çok ölümsüz eseri derledi ve yorumladı. CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle