25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 20 NİSAN 2006 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL TDK, sözlük, CHP Ali PÜSKÜLLÜOĞLU eni Türk Dil Kurumu, kendisini eski TDK’nin kalıtçısı sayarak (CHP ve Atatürk’ün TDK üyeleri öyle düşünmüyor), o dönemin sözlüğünü kendince elden geçirmeye çalışıyor. Şu var ki, ‘‘Türkçe Sözlük’’, eklemeler çıkarmalarla ve uygulanan yöntemle yeni bir kimlik ediniyor, yani artık eskisiyle pek ilgisi kalmıyor. Şimdi tek cilt olarak yayımladılar. Öncekinin yalnızca ‘‘A’’ harfinde dört yüze yakın pürüz vardı ve onları Cumhuriyet’te iki yazı, Çağdaş Türk Dili’nde de 44 sayfalık bir yazı ile göstermeye çalışmıştım. Bunun da yine ‘‘A’’ harfinde bulunan dil pürüzlerinden birkaçını bu kısa yazıya sığdırmayı deneyeceğim. İncelikli bir davranışla ve ‘‘Türkçeye emek veren değerli sözlükçümüz Ali Püsküllüoğlu’na en derin saygılarımla’’ sunusuyla gönderdiği sözlüğün bu baskısında da yanlışlar taşıdığını, yeni TDK’nin Sayın Başkanı’na duyurmuştum. Kendisi de yanlışları saptamamdan ‘‘memnun’’ olacağını söylemişti. Umarım öyle olacaktır. Yeni TDK’nin Türkçe Sözlük’ünde, yöntem yanlışları var. Bunları bir bir göstermek için kocaman bir kitap yazmak gerekir. Bence en önemli yöntem yanlışı, Batı kökenli sözcüklerin o dillerdeki yazımlarıyla ve madde başı olarak sözlüğe alınmasıdır. ‘‘Dilimize son zamanlarda girmekte olan Batı kökenli sözler özgün biçimleriyle eğik olarak yazılmış, burada tanım verilmeyerek Türkçe karşılıklarına gönderme yapılmıştır’’ denmiş. Türkçe karşılıkları varsa ve tanımları oradaysa, özgün yazımlarıyla sözlüğe almayı neden gereksemişler? Almazsınız, isteyen onlar için yabancı dil sözlüklerine bakar. Karşılıkları olsa da olmasa da, yabancı sözcükleri özgün yazımlarıyla ‘‘Türkçe Sözlük’’ adını taşıyan bir sözlüğe almak, hiç doğru olamaz. Hele kendisine Türkçeyi koruma ve kollama görevi verilmiş varsayılan bir kurumun bunu yapmasıysa hiç mi hiç doğru olamaz. Çarşı pazardaki yabancı dil maymunluğunu sözlüğe taşımaya, bunu Atatürk’ün kurumu olduğunu öne sürerek yapmaya yeni TDK’nin hakkı yoktur. Üstelik görevi de bu değildir. Bir yurttaş olarak bunu belirtmek zorundayım. Atatürk ne demişti? ‘‘Geldikleri gibi giderler!’’ O sözcükler de geldikleri gibi gidecektir, yeter ki yeni TDK onları sözlüğe taşımasın. Yazık ki taşımaktan kaçınmamış. Onları sözlüğün her harfinde çok sayıda buluyorsunuz. ‘‘A’’ harfinden birkaç örnek: ‘‘anchorman’’, ‘‘aria’’, ‘‘au pair’’! Üstelik ‘‘au pair’’in ‘‘bakıcı’’ gibi Türkçe karşılığı var, ‘‘aria’’ da ‘‘arya’’ biçimiyle daha önce dile girmiş. ‘‘Aria’’yı bu biçimiyle alıp kullanıcıyı ‘‘arya’’ya, ‘‘au pair’’ için ‘‘bakıcı’’ya göndermenin Türk diline bir katkı olduğu söylenebilir mi? Yöntem yönünden ilke, ölçünlü (standart) dil sözlüklerine sık kullanılan, artık çoğunlukça benimsenmiş sözcükler alınır. Bu sözlük, kimsenin kullanmadığı öneri sözcükleri de bol bol almış. Oysa yeni TDK bu sözcükleri sözlüğe alacağına, on PENCERE bitkidir, onun yaprağına ‘‘asma yaprağı’’ denir. TDK’nin sözlüğü ‘‘asma yaprağı’’nı şöyle tanımlıyor: ‘‘Zeytinyağlı ve etli sarma yapmakta kullanılan üzüm yaprağı.’’ Peki, ‘‘üzüm yaprağı’’ neymiş diye bakıyorsunuz, böyle bir madde yok. Doğaldır ki ‘‘üzüm yaprağı’’ olmadığı için yoktur, çünkü yine TDK’nin sözlüğünün tanımına göre ‘‘üzüm’’, ‘‘asmanın taze ve kuru olarak yenilen ve salkım durumunda bulunan meyvesi’’dir. Halk ‘‘üzüm yaprağı’’ dese de ‘‘asma yaprağı’’na, sözlük diyemez. Kırk yılı aşkın bir süredir sözlükle uğraştığım için, her yeni sözlüğü edinir ve günlerce elimden bırakmam. Yeni TDK’nin sözlüğü de masamda duruyor. Daha uzun bir süre elimin altında duracaktır. Onu karıştırırken ‘‘B’’ harfinde rastladığım oldukça önemli bilgi yanlışına değinmeden geçemeyeceğim. Sözlük, gereği varmış gibi, yalnızca Dinar’ın bir köyünde kullanıldığı saptanan şu sözü almış, ‘‘baskıda kalmak’’. Onu şöyle tanımlıyor: ‘‘Yağmur yağdıktan sonra toprağın üst kısmı sertleşerek tohumlar fidelenip toprak üstüne çıkmak.’’ Bunun doğru tanımını eski TDK’nin Derleme Sözlüğü’nden aktaralım: ‘‘Yağmur yağdıktan sonra toprağın üst kısmı sertleşerek tohumlar filizlenip toprak üstüne çıkamamak.’’ Görüldüğü gibi, aktarmayı bile doğru yapamamış sözlük. Türkçeye de, kendisinde bile bulunmayan ‘‘fidelenmek’’ diye bir sözcük katmış. Bundan daha çarpıcı bir bilgi yanlışı da ‘‘bağımsız bölüm’’ tanımında. Şöyle demiş yeni TDK’nin Türkçe Sözlük’ü: ‘‘Kat Mülkiyeti Kanunu’na göre, binada kat maliklerinin ortak kullanımına açık olan yerler.’’ Bu tanımın doğru olmadığını bir apartmanda konutu olan herkes bilir. Andıkları yasa, ‘‘ana taşınmazın ayrı ayrı ve başlıbaşına kullanılmaya elverişli olup, bu yasa hükümlerine göre bağımsız mülkiyete konu olan bölümlerine bağımsız bölüm denir’’ diyor. Başka söze gerek var mı? Günün Yaşamsal Sorusu... ‘‘Bay Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı’ndaki bir Türkiye’de yaşamak istiyor musunuz?’’ Günün sorusu budur! Yanıtını da tüm halkımızın vermesi gerekir... Demokrasi yalnızca oylarla bir ülke yönetimini belirlemekse, sorun yoktur! Herkes sandığa gider, seçimini yapar, ortaya çıkacak sonuca katlanır. Seçilenler toplanır, ülkenin cumhurbaşkanını seçer. O kişi de yedi yıl Çankaya’da oturur. Hükümetle birlikte ülkeyi yönetir... İki yıla kalmadan böyle bir gerçekle karşı karşıya kalacağız. Özal döneminin anısı olan seçim yasası, yüzde onluk bir baraj yerleştirmiş... Bir parti yüzde sekiz, on çizgisinde kaldı mı, bir tek milletvekili bile çıkaramıyor. Başka bir parti tek başına seçmenin yüzde yirmi beş oyuyla beş yıl boyunca ülkenin tek egemeni... Tayyip Bey’i bilmeyen, tanımayan kaldı mı? Nerden, nasıl, hangi kapılardan geçerek bugünlere geldiğini, Refah’lar, Selamet’ler, Fazilet’ler, bilmem nelerin içinde yetişerek Başbakanlık koltuğuna kadar yükseldiğini... ‘‘Laiklik elden gidiyormuş, elbet gidecek, millet isterse gidecek...’’ gibi kesinlemelerle politikaya giren, türlü engelleri aşarak önce milletvekili, sonra başbakan, gide gide de cumhurbaşkanı olabilecek bir kişiyi Atatürk’ün, İnönü’nün, Sezer’in görev yerinde görmek istiyor muyuz, istemiyor muyuz? Soru budur! Yanıtını vermesi gereken de bizleriz. Bizler, bir yol kavşagında olduğumuzu artık anlamalıyız . Ya, laik, devrimci, halkçı, Atatürk ilkelerine bağlı bir Türkiye’nin yurttaşı olmak ya da bir şeriat toplumunun kulu olarak yaşamak!.. Uygar toplumlarda halk yığınları en küçük bir yanlışlık karşısında topluca karşı çıkıyorlar... Milyonlar yollara dökülüyor. Aydınıyla, işçisiyle, köylüsüyle direniyor. Ama suskunlaştırılmış, uyuşturulmuş toplumlar ister istemez her türlü zorbalığa boyun eğiyor... Hasan Pulur, Milliyet’te ‘‘Sezer’in Harp Akademisi’ndeki konuşmasını kesip saklayın’’ diyor. ‘‘Niye derseniz, Sayın Sezer süresini doldurup görevden ayrıldıktan sonra yerine gelecek olan AKP destekli cumhurbaşkanından böyle sözler duyamayabilirsiniz...’’ Ünlü sözdür: ‘‘İnsanlar layık oldukları yönetime kavuşurlar.’’ Türk ulusu şeriat kafasıyla yönetilmek istiyorsa, kendi bileceği iştir, diyebilir miyiz? Yaşamsal soru şudur: Yaklaşan tehlikenin önünü kesmek için siviliyle askeriyle, genciyle yaşlısıyla, kadınıyla erkeğiyle bizi uçurumlara sürükleyenlere, ‘dur’ diyebilecek miyiz?.. Türban ve Fes.. İlerde tarihler bugünkü türban kavgasını nasıl yazacaklar?.. Fes kavgası gibi yazacaklar... Ve okuyanlar gülümseyecekler... Baş örtmek İslamda ne erkek için zorunludur ne de kadın için... Ama kör olası irticayla şaşı gelenekler kol kola girdiler mi, kadın da başını örtüyor, erkek de... Osmanlı’da Müslüman erkek başını bir türlü açamadı; bugün Müslüman coğrafyasının çoğu haritasında kadının başı da tesettür hatırına örtülüyor, erkeğin başı da... ? Kaptanı derya Koca Hüsrev Paşa Fas’a gittiğinde yerel başlık olan fesi görmüş; askerine giydirmiş.. İkinci Mahmut da bir genelge yayımlayarak bütün askerin fes giymesini emretmiş... Tanzimat döneminde sivilasker tüm devlet memurlarının fes giymeleri öngörülmüş... Sarık ise yalnız ilmiye ve tarikat üyelerine özgü bir başlık olarak kalmış... Ancak sarık ya da kavuğun kaldırılarak yeni icat fesin benimsenmesi kolay olmamış, sert tartışmalara yol açmış.. Halk ikiye ayrılmış.. Sarıklılar.. Fesliler.. Fese karşı tepkiler büyümüş.. Fes Nazırlığı kurulmuş.. Fes Nizamnamesi çıkarılmış.. Sarıktan vazgeçmeyen esnaf, uzun süre sarığını fese sararak durumu idare etmiş... ? Ankara’da Meclis 23 Nisan 1920’de açılmıştır; altı gün sonra ‘‘milli serpuş’’ olarak kalpak önerildiğinde Bolu mebusu Tunalı Hilmi Bey ne demiş: ‘‘ Fes, Türk’ün ruhuna yerleşmiştir...’’ Sıvas mebusu Mustafa Taki Efendi nasıl tepki göstermiş: ‘‘ İslam âlemi için fes alâmeti farikadır...’’ ? Müslüman erkek başını kolay açmadı; bugün herkes başı açık geziyor... Fes tartışması tarihte kaldı.. Türban tartışması da hiç kuşkusuz tarih olacak; ama, bugün dincilerin, daha başka deyişle mürtecilerin siyasada, sandıkta, iktidar tezgâhında işlerine yarıyor... Erkekten sonra kadının başı kesinlikle özgürleşecek.. Türkiye’de erkek tesettürü kalmadı.. Kadın tesettürü de kalmayacak; ama, bu faslın ceremesini bugün hepimiz çekiyoruz. Y ları bir öneriler sözlüğünde yayımlasaydı daha iyi ederdi. Örneğin ‘‘açım’’ sözcüğünü kullanıyor? Anlamı ‘‘açma, açılış’’mış. Bu iki sözcük varken, ‘‘açım’’a ne gerek var? Aynı anlama gelen üç sözcük! Aynı anlama gelen yüz sözcük olsa, dil varsıllaşmış mı olur? Böyle sözcükleri barındıran bir sözlüğe ‘‘ölçünlü’’ sözlük demek güçtür. Deyimler bozulmuş Türkçe, deyimi bol bir dildir. Deyimin kendine özgü bir kalıbı vardır, onu bozmamanız gerekir. Örneğin ‘‘alışmış kudurmuştan beterdir’’ yerine ‘‘kızmış kudurmuştan beterdir’’ diyemezsiniz. Deyim bozulur. ‘‘Azmış kudurmuştan beterdir’’ de diyemezsiniz. Bu sözlük demiş. ‘‘Bizim köyde derler’’ derseniz, olmaz; çünkü siz, ölçünlü dilin sözlüğünü yapıyorsunuz. Ayrıca ‘‘atsan atılmaz, satsan satılmaz’’ deyimini atasözü maddesinde atasözüne örnek olarak gösteremezsiniz. O zaman size atasözünü de, deyimi de bilmediğiniz söylenebilir. Sözlüğe ‘‘aspirin gibi gelmek’’i alıp ona ‘‘ilaç gibi gelmek’’ derseniz, bu da olmaz. Deyim ‘‘ilaç gibi gelmek’’tir, ötekini almamanız daha doğru olur. Ama ‘‘Biz, herkesin bildiği deyimleri değiştirmekte sakınca görmeyiz’’ diyebilirsiniz. Evet, daha önce ‘‘Halep orada ise arşın burada’’ deyimini ‘‘halebi orada ise arşın burada’’ biçimine soktunuz, kimsenin sesi çıkmadı. Sözlüğünüzde öylece duruyor. Elimizde bir yaptırım yok, eleştirmekten başka. Yazım tutarsızlıkları çok Sözlükte yazım tutarsızlıkları öylesine çok ki, bunların yazım değil dizgi yanlışı olduğunu düşünmek zor. Örneğin ‘‘abril’’ mi ‘‘april’’ mi? Sözlükte ikisi de var. Bu durum sözlüğün önceki baskısında da vardı. Hazırlayıcılara göre demek ki bu sözcük iki biçimde de yazılabilir. Oysa kılavuzlarında tek biçimi var. Anlamları aynı olan ‘‘ağrıkesen’’in bileşik, ‘‘ağrı kesici’’nin böyle ayrı yazılması; ‘‘ana erki’’nin böyle ayrı, ‘‘anaerkil’’ ve ‘‘anaerkillik’’ sözcüklerinin bileşik yazılması gibi tutarsızlıklara ne demeli? Yazım tutarsızlığı sayılmaz ama, değinmeden geçemeyeceğim. Sözlük ‘‘anfi’’, ‘‘anfiteatr’’ gibi yanlış yazışları madde başı yapmış ve kullanıcıyı doğrularına göndermiş. Bu da tartışılabilir. O zaman abacur, abonoz, acanta, afaroz gibilerinin de alınması gerekebilir. O da olacak şey değil. Sözlük dediğin yanlışı yaymamalı. Tanımlama yanlışları ve sözcük türlerinde yanılmalar çok. Örneğin ‘‘antihijyenik’’e ad denmiş, oysa önaddır (sıfattır); nitekim ‘‘hijyenik’’ önad olarak gösterilmiştir, doğaldır ki ona karşı olan da önad olur. ‘‘Sağlık kurallarına aykırı olma’’ diye tanımlanmış, ‘‘aykırı olma’’ değil ‘‘aykırı olan’’dır. Az kullanılan ‘‘aldırtmak’’ da ‘‘aldırma işini başkasına yaptırmak’’mış (iyi ki ‘‘yaptırtmak’’ denmemiş!); oysa ‘‘aldırma’’ değil ‘‘alma’’ işini başkasına yaptırmaya denir, bu eylemin daha yaygın biçimi de ‘‘aldırmak’’tır. Bilindiği üzere ‘‘asma’’ bir Yeni TDK’ye öneri Önceki dizgi düzeni yönünden ilkeldi. Bu sözlüğün uygulayımsal düzenlenişi, baskısı öncekinden iyi. Gönül içerik olarak da iyi, güvenilir olmasını isterdi. Yazık ki öyle bir durum yok. Devletin ağırlığıyla resmi yerlerde, örneğin okullarda kullandırılması, onun Türkçeyi bilenlerce kullanılmasını sağlayamaz. Gerçekten ölçünlü dil sözlüğü olabilmesi için çaba harcandığını söylemek güç. Öyle olsa, yabancı sözcüklere karşılık olarak önerdikleri, henüz hiç kullanılmamış olan sözcükleri almazlardı. Çünkü yöntem olarak, sözcüklerin kullanıldığını yazarların tanıklığıyla desteklemek yolunu seçmişler. Batı kaynaklı sözcükleri özgün yazımlarıyla sözlüğe buyur etmezlerdi. Türkçenin yazımıyla böylesine sık oynamazlardı. Sözlüklerinin tanımları doğru, tanımlardaki bilgiler sağlıklı olurdu. CHP yeni TDK’nin çalışmalarını yeterli bulmuyor ve Atatürk’ün parasını onlara vermiyor. Yeni TDK’ye önerim şudur: Her bakımdan güvenilir bir sözlük hazırlayın. O zaman CHP bile sizi kutlar. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle