25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 18 NİSAN 2006 SALI 14 KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr AYŞEGÜL YÜKSEL SAHNEDEN YAZI ODASI SELİM İLERİ Oturma odasından geçen yelkenli Düş gücünün sınırları yoktur. Hele çocuksanız... Elinize geçirdiğiniz bir tahta parçasıyla evreni fethedebilir, elinizin üstüne yapıştırdığınız bir yıldız çıkartmasıyla periler kraliçesine dönüşebilir, balkonun kenarlarındaki saksılardan sarkan sardunyaların gölgesine çömelip kendinizi balta girmemiş ormanların tehlikeli loşluğuna bırakabilirsiniz. Sonra, gelsin aylarca, kimi zaman da yıllarca sürebilecek düşsel serüvenler... Ali Poyrazoğlu, yazdığı ve kendi tiyatrosunda sahneleyip oynadığı ‘Ben Eskiden Küçüktüm’ adlı gösteride ‘çocuk’ olmanın ayrıcalığıyla kurulmuş düşlerden yola çıkmış; ‘hayal perdesi’ne yaşamını adamış oluşunun getirdiği ayrıcalığı kullanarak, bu düşleri ‘tiyatro’/‘tiyatrocu’ öyküleriyle bezediği düşsel bir sahne serüveniyle buluşturmuş. Oyun bu iki eksende iki saatlik bir yol bulmuş. ‘Tiyatrocu’ olgusunun işin içine girmesiyle, sahne olayına ‘burukluk’ da katılmış. (Malum, Haldun Taner’in ‘Sersem Kocanın Kurnaz Karısı’ oyununda Tomas Fasulyeciyan’a söylettiği ‘Aktör dediğin nedir ki, bugün varız, yarın yokuz’ sözleriyle başlayan, sabah olunca, gece boyu tiyatroda dolaşan repliklerin saklandıkları yerlere kaçışıverdiği tirad...) Öykünün ‘buruk’ yanı, iflas ettiği için kapanmak zorunda olan bir tiyatronun eşyalarının açık arttırma yoluyla satılma durumundan kaynaklanıyor. Satışa sunulan her bir parça tiyatronun geçmişindeki bir öyküye götürüyor bizi. ‘Karlı’ günlerde geçen, yağan karın altında kalıp yiten öyküler bunlar... Tiyatroda oluşturulan ‘açık arttırma’ ortamını renklendiren temel öğe ‘sirk’ oyuncuları... Özdemir Çiftçioğlu, Berrak Kuş, Eser Ali, Onur Şenay, Murat Ilgar, Korhan Aydın, Oylum Karakaş’tan oluşan sirk ekibi, sirk sanatları eğitmeni Dominique Denis yönetiminde, jonglörlükten dansa, palyaçoluktan cambazlığa ulaşan pek çok beceriyi enerjik ve disiplinli bir tempo içinde sunuyorlar. Ancak, kendinize sormadan edemiyorsunuz: Konumuz ‘tiyatro çıkışlı’ anılar ise, neden sirk gösterileri sunuluyor sahnede? Gösterinin yaratıcısı Ali Poyrazoğlu, her türlü ‘şov’un geçerli olduğu bir ‘varyete’ biçemi tasarladığı için mi? Eğer öyleyse, Poyrazoğlu bu biçemi geçmiş yılmünde olsa da, Haldun Taner ya da Aziz Nesin gibi artık aramızda olmayan dev yazarlara ‘oyun yazdırtma’, Müjdat Gezen’e sahneye çıkma şansı tanıma gibi ‘büyüklenmeler’ oyun metninin içerdiği yalın, biraz çocuksu söylemde istenmeyen çentikler oluşturuyor. Poyrazoğlu, ‘Ben Eskiden Küçüktüm’ oyununda, sanat dünyamızın yitirdiği iki büyük ustayı artık aramızda olmayan Zeki Müren ve İsmet Ay’ı anmaya önemli bir yer ayırmış. ‘Şiirsellik’ bu noktada önem kazanıyor yazar için. Ne ki Poyrazoğlu, şiirselliği, yarattığı düş görüntülerini birbirine eklemleyip alabildiğine uzun soluklu kılmada arıyor. Ancak, imgelerin kullanımını öylesine uzatıyor ki, ‘dramatik’ yükseliş yerini ‘tekdüzeliğe’ bırakıyor. Sıkı profesyonellik III. Ahmed Çeşmesi Evet ama, hangisi? Çocukluğumun, yeniyetmeliğimin İstanbul gezintilerinde, İstanbul’u daha yakından tanıma gezmelerinde III. Ahmed’in meydan çeşmeleri hem Topkapı Sarayı’nın debdebeli duvarları karşısında, hem de Üsküdar’da İskele Meydanı’ndaydı. Üsküdar’dakinin sanki tarihi, estetik bir değeri yokmuşçasına, çevresinde fazla durulmaz; biraz ivecen, Üsküdar’ın semtlerine yol alınırdı. Bu mermer çeşmenin güzelliğini çok sonra fark ettim. Okul arkadaşım ve hayattaki en eski dostum Yaşar İlksavaş İhsaniye’de oturuyordu. Otuzlarımızdaydık. Ona gittiğim günler, iskeleden çıkar çıkmaz, ille çeşmenin çevresinde dolanırdım. Som mermerden çeşme, yapıldığı dönemde, yani 1729’da, doğrudan doğruya deniz kenarındaymış. Bir konaklama yeri olan Üsküdar’da, yolcular çeşmenin suyuyla serinler, yollarına öyle devam ederlermiş. Damat İbrahim Paşa’nın İstanbul’a güzel duyu fırtınaları armağan ettiği, toplumsal tarihimizin ise hep küçümsediği o dönemde, Nedim bu çeşme için mısralar kaleme getirmiş. Kitabelerdeki beyitlerden çok, niş duvarındaki çiçekler gönlümü okşar. Bilmem dikkat ettiniz mi: İnce uzun boyunlu, tombul, yuvarlak gövdeli vazolardan laleler, güller, kasımpatılar fışkırır. Çiçekler, mermer işçiliğinde en incelmiş bir ayrıntıcılıkla betimlenmiştir. Bu çiçekler, İstanbul çeşmelerindeki tasvirlerin şüphesiz en güzelleri arasındadır. ??? Bugün hâlâ, o çiçeklere doya doya bakmadan, Üsküdar iskelesinden ayrılmam... Gelelim ikinci çeşmeye, Topkapı Sarayı’nın kapısına bakan çeşmeye. Geçenlerde sevgili Gül İrepoğlu, ‘‘İnanılmaz bir eser’’ dedi; gitmiş, kim bilir kaçıncı kez, III. Ahmed Çeşmesi’ni ‘seyretmiş’. Epeydir onarılıyordu. Yerinde bir zamanlar Bizans’ın bir çeşmesi varmış. Fetihten sonra o çeşme ne zamana kadar yerli yerinde durdu? Nevşehirli İbrahim Paşa’nın bu çeşmenin yapılmasında da payı var. ‘‘Aç besmeleyle iç suyu Han Ahmed’e eyle dua’’... Tanpınar, ‘‘III. Ahmed devrinin en güzel eseri’’ni, Üsküdar’da, çarşı içindeki Hatice Sultan için yaptırılmış camide görüyor. Andığım çeşmeyi ise fazla önemsemiyor. Bununla birlikte, bu çeşme bende her zaman tuhaf bir yalnızlık, kendi başınalık uyandırmıştır. Kunt duvarlara bakışıyla belki. Belki meydanda tek başına duruşuyla. Tanpınar, o dönem için, ‘‘Sarsıntılı devir’’ diyor. Sarayın önündeki sebil ve çeşme ise, uçsuz bucaksız bir bozkır ortasındayı andırır. Günümüzün turist kafilelerinden, otobüs bolluğundan arındırın; çeşme orada daha çok bir rüyanın mimarisidir. ??? Onun da çiçek demetlerini çok severim. Çiçeklerin vazoları, Üsküdar’daki çeşmenin vazolarıyla akrabadır. Bazı nişlerin kuşlar su içsin diye yapıldığı söylenir. Şebekelerin dökme demirine bakınca boyuna laleler görürsünüz. Marmara Adası’nın mermerine bu kez ahşap ve kurşun eşlik eder. Bütün malzeme sonsuz bir uyum içindedir. Daha yolun başında, çeşmenin kubbecikleri, altın yaldız alemler, demin söylediğim rüya ve masal mimarisinin duyumsanmasına olanak sağlar. Fakat III. Ahmed Çeşmesi’nde beni en çok etkileyen, hemen hep, ahşaptaki renkler oldu. Yazının yaldızını düşlemek zorunda kaldım. Saçaktaki meyveler sanki ilk günlerindeki gibi belirdi. Nar, armut ve üzüm. Sonra birden firuzeye çalan bordürler. Kırmızı çini... Sanat tarihimiz her nedense Osmanlı’daki barok zamanı birçok kez kötüledi. Hatta, iteleyip kakaladı. Okul yıllarımda öyle okuduğum için ben de küçümsemeye yeltendim. Şimdiyse, III. Ahmed Çeşmesi’ndeki baroktan izdüşümleri büyüleyici buluyorum. Öneriler: Kitap / Evvelotel, Ayfer Tunç, Can Yayınları, 2006. sahnelediği ve oynadığı ‘Ben Eskiden Küçüktüm’ adlı oyunuyla, çocukluğun ‘oturma odasından gemiler geçiren’ düş gücünden yola çıkarak, erişkinlerin ‘hayal perdesi’ olan ‘tiyatro’ya ilişkin, gerçek ya da düş ürünü öykülere uzanıyor. Garip olan, bu tek kişilik sahne serüveninin, sirk ve kukla gösterilerinin aralarına serpiştirilmiş olması... larda başka yapımlarında da kullandığı için, yaratıcılık ilkelerine ters düşen bir ‘yineleme’ söz konusu. Öte yandan, sahnedeki genç sanatçılar ‘düş’ kişileri olarak düşünülmüşse, ‘düş’ olgusunun ‘sirk’ ile olan bağlantısının oyun içinde açık seçik biçimde vurgulanması gerekli. Bu da yapılmamış. Sırası gelmişken, oyunun yalnızca ikinci yarısında ‘üst üste’ yer alıveren ve banttan çalınan müziğe jest ve hareket uyduran, Karel Brozek imzalı iri ‘kuklalar’ın da yapıma ‘görsellik’ katmaktan öte hiçbir anlam taşımayışı şaşırtıyor insanı. Poyrazoğlu bu kuklaların benzerlerini 10 yıldır gösterilerinde kullanıp duruyor. ‘Müzayedeci’/Meddah A li Poyrazoğlu kendi tiyatrosu için yazıp ‘Ben Eskiden Küçüktüm’, tek aktörlük bir oyunun, yukarıdaki paragraflarda değindiğim ‘gösteri’ sahnelerinin arasına yerleştirilmesiyle oluşmuş. Konuşan tek oyun kişisi/aktör Ali Poyrazoğlu, bir yandan ‘müzayedeci’ rolünü oynarken, öte yandan, çağdaş bir meddah yaklaşımı içinde gerçek ya da düş ürünü tiyatro öyküleri anlatıyor bize. Öykülerin kimi fıkra dozunda, kimi ‘kahkaha alma’ ya da ‘şiirsellik yakalama’ adına alabildiğine uzatılmış... Poyrazoğlu’nun başka tiyatro sanatçılarına yaptığı ‘şaka’ların bir bölümü daha önceki tek kişilik oyunlarından. Söz gelimi, Genco Erkal’ın tiyatroda kullandığı yalancı paraların üstünde ‘Stalin’ resminin bulunduğu esprisi... Kırk yıl önce genç tiyatrocular arasında üretilmiş (ve de tüketilmiş) ‘şaka’ malzemesinin o gün imlediğiyle bugün imlediği arasında önemli farklar olduğu Poyrazoğlu’nun gözünden kaçmış olmalı... Aynı doğrultuda, ‘şaka’ ya da ‘düş’ görünü Şaşırtıcı olan, yer yer kusurlu sayılabilecek tek kişilik bir oyun metninin, sirk numaralarından ve kukla gösterimlerinden alınmış bölümlere eklemlenmesiyle tasarlanan sahne metninin iki saat boyunca sıkılmadan izlenebilmesi. İşte bu noktada, oyuncu Ali Poyrazoğlu’nun ustalığı giriyor devreye. Oyundaki ‘meddah’ işlevi ‘müzayedeci’ rolü ile buluşturulunca sanatçının kulak mikrofonu kullanması doğallaşıyor. Mikrofon yoluyla sesini seyirciye rahatça duyurabilen Poyrazoğlu, depoladığı enerjiyi, hızlı tempolu bir sahne ‘söylem’i kotarma yolunda değerlendiriyor. Yer yer baş döndürücü bir hızla konuşmasına karşın, her bir sözcüğü kolaylıkla anlaşılıyor; dahası, sahnede çok az hareket etse de oyunculuğuyla, son derece dinamik bir sahne anlatımına ulaştırıyor oyunu. Kimi öykülerini çok güzel anlatıyor; kimi abartmaları doğrusu bir başka keyif katıyor oyuna. ‘Tiyatroculuk’ ile ilgili ‘duygusal anlar’ı dile getirmesi ise, bu alanda Münir Özkul’a mal edilmiş ‘söylem’e fazlaca yakın durduğu için yeterince vurucu değil. Bunun dışında, Poyrazoğlu baştan sona sıkı bir profesyonel oyunculuk sergiliyor. Yönetmen Ali Poyrazoğlu ise son derece enerjik saniyesi şaşmaz bir sahne olayını oyuncu Ali Poyrazoğlu’nu soluk soluğa bırakmadan gerçekleştiriyor... YÜKSEKÖĞRETİM KURULU ÖĞRENCİ SEÇME VE YERLEŞTİRME MERKEZİ BAŞKANLIĞI’NDAN DUYURU MESLEK YÜKSEKOKULLARI İLE AÇIKÖĞRETİM ÖNLİSANS PROGRAMLARI MEZUNLARI’NDAN LİSANS ÖĞRETİMİNE DİKEY GEÇİŞ SINAVINA (DGS) KATILMAK İSTEYENLERİN DİKKATİNE 1. Meslek Yüksekokulları ile Açıköğretim Önlisans Programları Mezunları’nın Lisans Öğrenimine Dikey Geçiş Sınavı (DGS) 16 Temmuz 2006 tarihinde üniversite rektörlüklerinin bulunduğu Adana, Afyonkarahisar, Ankara, Antalya, Aydın, Balıkesir, Bolu, Bursa, Çanakkale, Denizli, Diyarbakır, Edirne, Elazığ, Erzurum, Eskişehir, Gaziantep, Hatay, Isparta, İstanbul, İzmir, Kahramanmaraş, Kars, Kayseri, Kırıkkale, Kocaeli, Konya, Kütahya, Malatya, Manisa, Mersin, Muğla, Niğde, Sakarya, Samsun, Sivas, Şanlıurfa, Tokat, Trabzon, Van ve Zonguldak illeri ile Lefkoşa’da yapılacaktır. 2. 2006DGS’ye; a. Meslek yüksekokulları ve açıköğretim önlisans programlarından en çok beş yıl önce mezun olmuş olanlar ile son sınıfta olup da staj dışındaki mezuniyet şartlarını yerine getirmiş olanlar, b. Aynı önlisans alanından, en çok üç kez DGS’ye girmemiş olanlar, c. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) meslek yüksekokullarının son sınıf öğrencileri ve mezunları, ülkemizde meslek yüksekokulu adını taşımayan fakat bir mesleğe hazırlayan önlisans programlarından mezun olan ve aynı koşullarda yurtdışından mezun olup, denkliği kabul edilenler, d. Özel yetenek sınavı ile öğrenci alan lisans programlarına dikey geçiş yapmak isteyenler başvurabilirler. (2001 ve daha önceki yıllarda bir önlisans programından mezun olmuş olanlar ile aynı önlisans alanından en çok üç kez DGS’ye girmiş olanlar 2006 DGS’ye başvuramazlar.) 3. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İlahiyat Lisans Tamamlama Programına yerleştirme Ankara Üniversitesi tarafından adayların DGS puanlarına göre yapılacağından, bu programa başvuracak adayların da DGS’ye girmeleri zorunludur. Bu programa başvuracak adaylar, DGS’ye, en çok beş yıl önce mezun olma ve en çok üç kez DGS’ye girme koşulları aranmaksızın girebilirler. 4. 2006DGS’ye başvurma işlemleri 17 Nisan 2006 tarihinde başlayacak ve 26 Nisan 2006 tarihinde sona erecektir. 5. Bu sınavda adaylara lisans öğrenimindeki başarıda etkili olan sayısal ve sözel içerikli akıl yürütme (muhakeme) becerilerinin ölçülmesine yönelik bir yetenek testi uygulanacaktır. Test sayısal ve sözel bölümlerden oluşmaktadır. 6. Yerleştirme işlemi merkezi olarak, adayların DGS puanları, tercihleri ve yükseköğretim programlarının kontenjan ve koşulları göz önünde tutularak bilgisayarla yapılacaktır. 7. 20052006 öğretim yılında mezun olabilecek durumda olan meslek yüksekokulu öğrencileri kendi meslek yüksekokulu müdürlüklerinden, Açıköğretim Fakültesi (AÖF) önlisans programlarından mezun olabilecek durumda olanlar kendi AÖF bürolarından, mezun durumda bulunan adaylar ise herhangi bir meslek yüksekokulundan, AÖF bürosundan veya ÖSYM Sınav Merkezi Yöneticiliği’nden 2006DGS Kılavuzu ve Başvurma Belgesi’nden oluşan başvuru evrakını 5,00 YTL karşılığnda alacaklar ve kılavuzda belirtilen kurallara uygun olarak doldurdukları Başvurma Belgesini, 50,00 YTL olan sınav ücretini bankaya yatırdıklarını gösteren banka dekontu ile birlikte başvuru evrakını aldıkları yere teslim edeceklerdir. 8. Başvurma Belgesi’nde TC uyruklu adayların, TC Kimlik Numarası sorulmaktadır. Nüfus cüzdanında TC Kimlik Numarası bulunmayan adayların başvuru tarihinden önce bu numarayı öğrenmeleri yararlarına olacaktır. Nüfus cüzdanında TC Kimlik Numarası bulunmayan adaylar, bu numarayı bağlı bulundukları İlçe Nüfus Müdürlükleri’ne başvurup ‘‘Vukuatlı Nüfus Kayıt Örneği’’ni alarak veya http://tckimlik.nvi.gov.tr internet adresinden öğrenebilirler. Basın: 15340 Küba’dan ödüllü koro Rafet Ekiz1989’da Ramko Sanat Galerisi’nde açtığı sergide. 33 yılın dışavurumu Kültür Servisi Taksim Atatürk Kültür man bir benzerlik bulunmayabilir. Rafet Merkezi Sanat Galerisi, 27 Nisan’a dek iki Ekiz’in de bir dışavurumcu olarak kendi yıl önce kaybettiğimiz ressam Rafet Ekiz’in özelliğinden hareket ediyor ve içsel (imma350 yapıtının yer aldığı retrospektif ser nent) bir rüya dünyasını yine irreal figürgisini ağırlıyor. 14 Temmuz 2003 tarihin lerle dışlaştırıyor. Bu figürler, bu kuklamde araba çarpması sonucunda yaşama ve sıkadınlar, real, gerçek kadınların soyutda eden Ekiz, resmimizin özgün yaklaşı lanmış ve yalnız kadınsallığa indirgenmiş, mıyla ve sanat görüşüyle dikkat çeken soyut ve simgesel biçimleridir. Buna göre, kolayca buradan Rafet isimleri arasındaydı. 20 kişisel sergi ? Rafet Ekiz, resmimizin özgün Ekiz’in dışavurumcu üsaçan, karma sergi yaklaşımıyla ve sanat görüşüyle lubunu karakterize edelere katılan sanatçı dikkat çeken isimleri arasındaydı. biliriz. Bu soyutdışavurumculuktur. Ve Rafet nın yurtiçiyurtdıKoleksiyonlardan, sanatçının Ekiz’in resmi, bir soyutşı seçkin koleksiyonlarda yapıtları arşivinden derlenen 350 yapıtı, dışavurumcu resimdir...’’ yer alıyor. Kolek Ekiz’in 33 yıllık sanat yaşamının Bir başka eleştirmen, siyonlardan, sanat her döneminden örnekler içeriyor. Abdülkadir Günyaz da aynı yıl yazdığı yazısınçının arşivinden derlenen 350 yapıtı, Ekiz’in 33 yıllık sa da şunları söylüyordu: ‘‘Şöyle bir geçivenat yaşamının her döneminden örnekler rirseniz Rafet Ekiz’in resimleri önünden, içeriyor. İsmail Tunalı, Ekiz’in sanatı üze neler kalır belleğinizde? Ben söyleyeyim, rine 1989 yılında kaleme aldığı yazısın yalnızca renkler kalır. Olabildiğince coşkuda şöyle diyor: ‘‘...Rafet Ekiz’in temel sa lu, yalın, kırmızı tonları ağırlıklı, fakat yinatsal tavrı da ortaya çıkıyor. Bu tavır, eksp ne de her türünden nasibini almış... Demem resyonist (dışavurumcu) bir tavırdır. Ama o ki öncelikle renkçi bir sanatçı Rafet Ekiz. ne var ki dışavurumculuk çok genel bir Vermek istediklerini çizgisiyle, formuyla dekavramdır ve bunun içine kübizmden non ğil, onlardan önce rengiyle var ediyor. Bu figürative kadar sanat anlayışlarını rahat çarpıcı, çekici, bağlayıcı renk dünyasıyla kuça sokabiliriz. Kaynaklarının, süje, ben ol ruyor iletişimi izleyicisiyle sanatı arasınmalarının dışında bunlar arasında çoğu za da.” (0 212 251 56 00) ? Kültür Servisi 23. Uluslararası Ankara Müzik Festivali kapsamında Küba’nın ödüle doymayan korosu ‘Exaudi’ bu akşam saat 20.30’da MEB Şura Salonu’nda konser verecek. Latincede ‘dinle’ anlamına gelen ‘Exaudi’, Maria Felicia Perez tarafından 1987 yılında kuruldu. Koro üyelerinin hepsi müzik eğitimini Küba müziğinin ulusal okulu diyebileceğimiz ‘Instituto Superior de ArteISA’da aldı. Brezilya, Venezüella gibi Latin Amerika ülkeleri ile Avrupa, Amerika’da konser turnelerine çıkan ve 40’tan fazla festivale katılan Exaudi’nin Küba ve Latin müziklerinin yanı sıra 15. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar olan yapıtların yer aldığı geniş bir repertuvarı bulunuyor. Dünyanın en önemli altı koro yarışmasının dördünde birincilik ödülü kazanan ve daha pek çok yarışmada ödüle layık görülen koronun, aralarında 2000 yılında Latin Grammy En İyi Klasik Albüm ödülüne aday olan ‘Salmo de las Americas’ın da yer aldığı 13 albüme sahip. Tiyatro Triole’den ‘Çetin Ceviz’ ? Kültür Servisi İstanbul Bilgi Üniversitesi öğrencileri tarafından kurulan Tiyatro Triole, ikinci oyunu ‘Çetin Ceviz’i 22 Nisan günü saat 20.30’de ve 23 Nisan günü saat 15.30’da Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampusu’nda sahneleyecek. Barillet ve Gredy’nin yazdığı, yönetmenliğini Özdemir Çiftçioğlu’nun üstlendiği oyunda Nazan Diri, Suat Ünaldı, Seçil Kılıç, Gizem Girgin, Cem Karatay, Ezgi Vargil ve Arman Apaydın rol alıyor. Bir Fransız köyünde geçen oyunda dünyaca ünlü viyolonsel virtüözü Alexis Bricker ve karısı Maria’nın sakin geçen yazları, evlerine röportaj için gelen genç ve güzel bir gazeteciyle seyir değiştiriyor. Komşunun yaramaz kızı, sarhoş bir baytar ve sonradan görme Parisli bir çiftin de bu karmaşaya dahil olmasıyla işler iyice karışıyor. CUMHURİYET 14 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle