23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
17 NİSAN 2006 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA DIŞ BASIN 9 HÜSEYİN BAŞ ABD’de göç sorununu çözmek kimsenin işine gelmiyor. Çünkü ‘kaçak’ demek ‘ucuz işçi’ demek DEĞİŞEN DÜNYADAN Göçmenleri sömürüyorlar ? ABD Senatosu’nda, yeni göçmenlik yasasına ilişkin tartışmalar Cumhuriyetçi ve Demokratlar anlaşamadığı için sonuçsuz kaldı. Göç sorunu onyıllardır çözülemiyorsa bunun tek nedeni Kongre üzerinde büyük yaptırımı olan ekonomik çıkar çevrelerinin çözüm istememelerindendir. Çünkü kaçak göçmenler sayesinde vasıfsız işçi sayısı çoğalıyor, çalışma saat ücretleri ise düşüyor. GWYNNE DYER Sırada Kim Var? Yerküreye yayılmış 700’ü aşkın askeri üs, 2006 Ekim’de bir önceki yıla göre sadece Savunma bütçesinde %5 oranında bir artışla, federal toplamı 2.700 milyar dolara ulaşan bütçesi ve misli görülmemiş boyutlara ulaşan muazzam askeri gücü ile W.Bush ve savaşçıları istim üstünde. Her an, göstermelik de olsa, herhangi bir bahaneye bile gerek duymadan dilediği ülkenin üzerine çullanmaya hazır. Yakın gelecekte gözüne kestirdiği yeni hedeflerin nasıl vurulacağıyla ilgili planlar ortalıkta kol geziyor. Saldırıların stratejik gerekçeleri ise belli. Buna göre kitle imha silahlarına sahip ‘Haydut Devletler’ ve terörist gruplara ‘önleyici saldırı’, dün olduğu gibi bugün de geçerliliğini koruyor. ??? ‘Haydut Devlet’ler de kim oluyor, diye sormayın. ‘Haydut Devlet’ (Rogue State), Birleşik Devletler tarafından öyle tanımlanan devletlerdir! Afganistan’ın ve biri işgalle sonuçlanan iki Irak saldırısının ardından sırada atom bombası peşinde olmakla suçlanan Kuzey Kore ile Irak direnişine arka çıkmakla suçlanan Suriye vardı. Bunlar, en azından şimdilik gündemden düşmüş görünüyor. Bugün hedefte, nükleer alanda ciddi mesafeler aldığı savlanan İran’ın molla rejimi var. Üstelik bu kez bahane için yalana başvurmak da pek gerekmiyor. Molla rejiminin ele avuca sığmaz başkanının ölçüsüz çıkışlarıyla yangına körükle gittiği, böylece de bahaneye çanak tuttuğu söylenebilir. Nitekim sorunun diplomatik yollardan çözümüne yönelik son girişimlerden biri olarak görülen Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Başkanı El Baradey’in BM’nin İran’ın nisan sonuna kadar uranyum zenginleştirme çabalarına son vermesiyle ilgili çağrısı kapsamında Tahran’ı ziyaret ettiği bir sırada Başkan Mahmud Ahmedinecad’ın ‘İran’ın uranyumun zenginleştirilmesi aşamasına geldiğini ve bundan vazgeçmeyeceklerini’ açıklaması, El Baradey misyonuna gölge düşürmüştür. İslamcı liderin uranyumun zenginleştirilmesiyle ülkenin artık ‘Atom Kulübü’ne girdiği yolundaki açıklamaları, nükleer güce ulaşmada önemli bir evrenin aşıldığını göstermesine karşın, daha çok ‘içe dönük’ bir söylem olarak görülmek gerekmektedir. Uzmanlara göre uranyumun %3.5 oranında zenginleştirilmesi, nükleer güce ulaşma yolunda sadece küçük bir adımdır. Bu ise atom bombası için gerekli %90 gibi yüksek oranın çok altındadır. Bu noktaya ulaşmak için ise en azından on on üç yıl arasında bir zamana gereksinim vardır. Özetle, ortada ‘acil’ bir durum yok. ??? Dolayısıyla da ‘saldırı’ için ‘bahane’ olarak gösterilmesi pek mümkün görünmemektedir. Fransa, Rusya ve Çin, güç kullanılması seçeneğine karşıdır. İngiltere Dışişleri Bakanı Straw, ABD’nin İran’a karşı güç kullanacağıyla ilgili yaklaşımları ‘akıldan zoru olmakla’ suçlamıştır. W.Bush’un konuyla ilgili söyledikleri de farklı değildir. Ama bu, konuyla ilgili ‘sabıkaları’ düşünüldüğünde W.Bush ve savaşçılarının söylediklerinin inandırıcılığına gölge düşürmektedir. Afganistan’ın doğusunda giriştikleri son saldırı, Irak savaşı sırasında ABD’ye açık geçit vermeyen ünlü ‘tezkere’ olayının Washington tarafından sürekli gündemde tutulması, son aylarda ABD’li üst düzey görevlilerinin birbiri ardından Ankara’yı ziyaret etmelerinin bir İran saldırısı olasılığında ikinci bir tezkere olayının yaşanmaması yönünde baskılara yönelik olduğu, bizzat ciddi ABD’li yazarlar tarafından da dile getirilmiştir. Şimdi böylesi bir olasılıkta ABD’nin AKP iktidarını ne ölçüde kullanacağı ya da aksi bir durumda nasıl paketleyip delikten aşağı süpüreceğine kilitlenmiş görünmektedir. New Yorker yazarı Seymour Hersh, İran’a saldırı planlarının ‘operasyonel’ aşamaya getirilmiş olduğunu, ayrıca saldırıda ‘küçük nükleer’ bombaların (nuke) kullanılmasının düşünüldüğünü de öne sürmüştür, Ateş olmayan yerde duman tütmez. Nitekim saldırıyla ilgili açıklamaları ilk kez dile getiren nükleer silahların yayılması konusunun uzmanı Joseph Cirincione önceleri pek inanmadığı ‘saldırı’ seçeneğinin, yaptığı araştırmalardan sonra pek de spekülasyon sayılmaması gerektiğini ifade etmiş, dahası Başkan Yardımcısı Dick Cheney’nin yanı sıra bazı üst düzey yöneticilerin de ‘saldırı’ seçeneğini benimsediklerini dile getirmiştir. Umarız bu seçeneği benimseyenler, İran’a saldırmadan önce şapkalarını önlerine koyup Irak’ın bugünkü haline bakmayı ihmal etmezler. BD’deki göçmenlik kavramının iki şeyi farklıdır. Birincisi ABD bir üçüncü dünya ülkesiyle sınır komşusu olan tek birinci dünya ülkesidir. İkincisi ise gelişmiş ülkeler arasında sadece ABD’de, tercihen yasadışı yolla kalan, büyük bir vasıfsız göçmen topluluğunun varlığının olmasını isteyen bir siyasi lobi var. Bu iki unsur bir araya getirildiğinde ABD’de göçmenliğin neden bu kadar patlamaya hazır bir konu olduğunu anlamak mümkün. Ve, tabii Kongre’nin göçmenlik konusunda yeni düzenlemeler getiren bir yeni yasayı çıkarmakta neden bu kadar zorlandığını... Geçen cuma iki partinin Senato’daki yeni göçmenlik yasası görüşmelerinin olumsuz sonuçlanması en azından bu yıl için göçmenlik meselesine belirli bir düzen getirme çabalarının sonunu simgeliyor gibi görünüyor. Aslında birçok Amerikalı konuyu ‘‘kontrolden çıkmış, yasadışı göçmenlik’’ meselesi olarak nitelendiriyor. İki parti arasında uzlaşma sağlanmamasına ve dolayısıyla yasanın çıkarılmasına engel olan şey Başkan George Bush’un ABD’de yasal yolla oturma izni olmayan 11 milyon göçmenin 9 milyonu için af istemesinden kaynaklandı. Bush’un önerileri arasında her yıl 400 bin ge A Yasa görüşmeleri sonuçsuz kalınca binlerce kişi sokağa döküldü. Seattle’dan ‘Göç Reformu’, Sacramento’dan ‘Göçmenlere Bütün Haklar Tanınsın’ sesleri yükseldi. (AP) çici misafir işçi kabul etmek de vardı. Temsilciler Meclisi yakın geçmişte yasaya aykırı şekilde ülkede yaşayan işçileri çalıştıran işverenlere ağır cezalar getiren bir yasa çıkardı. Bu yeni yasa Meksika sınırında 1100 kilometre uzunluğunda bir tel örgü örülmesini öngörüyordu. Ancak yaşananlara bakılırsa bu yasa da yürürlüğe girmeyecek. Yasanın yürürlüğe girmesi için Temsilciler Meclisi’nden sonra onayı alınması gereken Senato’nun bu yıl kasım ayındaki seçimlerden önce konuyu tekrar ele almaya isteği ve vakti olabileceğini hiç sanmıyorum. Meksikalıların meselesi... Aslında bütün bu konu Meksikalıların meselesi. Ülkedeki inancın aksine ABD diğer sanayi ülkelerine oranla çok yüksek bir göçmen oranına sahip değil nüfusunda. İstatistikler ABD’de sekiz kişiden birinin başka ülkede doğduğunu gösteriyor. Komşu Kanada’da ise bu oran beşte bir. Fransa, Almanya ve İngiltere’de çok daha fazla yabancı var ABD’dekine oranla. ABD ekonomisindeki ‘‘kayıtsız işçilerin’’ büyük çoğunluğunu Meksikalılar oluşturuyor. Onların sayılarının çok olması ve dış görünüm itibarıyla çok dikkat çekiyor olmaları ülkenin çok yakında iki dil konuşulan ülke olacağından korkan paranoyak Amerikalıların sayılarını ve kaygılarını arttırıyor. Bu kaygıya birçok işverenin bu kayıtsız işgücünü vasıfsız işçilerin maaşını düşürmek amacıyla istismar ettiği savı da eklenince tablo daha da olumsuzlaşıyor. Aslında dil sorununu besleyecek haklı gerekçe yok gibi. ABD’de yaşayan Meksika kökenli ailelerin çoğunda ikinci kuşak çok akıcı ve iyi İngilizce konuşuyor. Ancak göçmenlerin varlığının Amerikalı vasıfsız işçilerin iş bulmasını engellediği ve ücretleri düşük tuttuğuna ilişkin sav hiçbir zaman çürütülemedi. Aslında siyasi açıdan konuya bakıldığında bu savın da doğ ru olmadığı bir gerçek. Liseyi terk eden Amerikalılar Meksikalıların yaptığı işleri yapmaz diye bir kural yok. Onlar bu işleri saati beş, sekiz dolara yapmazlar. Ancak birçok yoksul ABD’linin çocuğu çok ağır ve kötü işleri, uzun saatler çalışarak vasıfsız bir Alman veya Fransızın aldığının yarısına yapıyorlar. Yüzde sekiz farkedecekti ABD’deki kaçak göçmenler iş buldukları alanlardaki çalışanların çoğunluğunu oluşturmuyorlar. Bütün bu iş kollarında vasıfsız Amerikalılar çoğunluğu oluşturuyor. ABD Ulusal Ekonomi Araştırmaları Dairesi’nden Profesör George Borjas ve Lawrence Katz’ın hesaplarına göre Meksikalı vasıfsız işçiler ülke dışında tutulsaydı liseyi terk eden ABD’lilerin maaşları 19802000 yılları arasında yüzde sekiz daha fazla artacaktı. Amerikan siyasetinin en gülünç efsanelerinden biri ABDMeksika sını rının gözlemlemek için çok uzun olduğu iddiasıdır. Burada aya insan gönderen, gezegenin diğer ucundaki bir ülkede 140 bin askeri bulunan bir ülkeden bahsediyoruz. Ve bu ülke Meksika sınırına düzgün bir tel örgü öremiyor! Halkın büyük çoğunluğunun Üçüncü Dünya ülkesi koşullarında yaşadığı Meksika’yla sınır komşusu olmak ABD için özel bir göçmen sorunu oluşturuyor olabilir ancak bu çözülemeyecek bir sorun değil. Onyıllardır çözülemiyorsa bunun tek nedeni Kongre üzerinde büyük yaptırımı olan güçlerin sorunun çözülmemesini istemelerindendir. Geçen hafta Senato’da tartışılan misafir işçiye kota getirmek, uzun süredir ABD’de yaşayan yasadışı göçmenleri affetmek gibi konular da yasadışı göçmenlik sayesinde çalışma saat ücretlerini düşük ve vasıfsız işçi sayısını yüksek tutmak için ortaya atılan kamuflaj unsurlarıdır. (Jordan Times, Ürdün, 11 Nisan) Tahran yönetimi nükleer konusunda doğru yolda S HASAN HANİZADE THE INDEPENDENT onuçta uzun bir durgunluk sürecinden sonra İran Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejad salı günü Horasan Razavi bölgesinde, Meşhed’de resmi olarak İran’ın gelişmiş nükleer teknolojiye sahip ülkeler kulübüne girdiğini açıkladı. Bu, yıllardır nükleer enerji sahibi olma aşkıyla yanıp tutuşan İran halkı için devrim niteliğinde bir açıklamaydı. İran’ın uranyumu yüzde 3.5 oranında zenginleştirmesine rağmen ki bu sadece nükleer reaktörlere enerji sağlayabilecek bir orandır ABD kızgın bir tavırla İran’ın zenginleştirme çalışmalarını sürdürerek yanlış bir adım attığını açıkladı. Ancak ABD’nin anlamsız reaksiyonu İran’ın nükleer enerji üretimi alanındaki istekliliğine engel olmayacaktır. Çünkü sivil amaçlı nükleer enerji sahibi olmak birçok ulusun istediği şey ve kimse İran’ın elinden bu hakkı alamaz. Şimdi, üç yıl süren tartışmalardan ve görüşmelerden sonra ki bu süreçte İran uluslararası top lumun güvenini kazanmak için Batı’nın tüm koşullarını kabul etti İran doğru yolu buldu. Anlaşma ihlal olmuyor Nükleer Silahsızlanma Anlaşması kuralları çerçevesinde uranyum zenginleştirmek anlaşmaya imza atan her ülkenin doğal hakkıdır. O zaman İran nükleer enerji üreterek anlaşmayı ihlal etmiş olmuyor. Tersine nükleer programa sahip olması, uluslararası karar alma sürcinde rol alabileceği anlamına geliyor. İran halkının sevinçle karşıladığı büyük zafer, ülkenin bilimsel ve teknolojik olanaklarını insanlığa özellikle de Üçüncü Dünya’ya hizmet etmesini sağlayacaktır. Batı’yı en çok ürküten şey de bu. İran siyasi tarihinde kritik bir sürece girdi. Böyle hayati önemi olan bir teknolojiye sahip olduğunun bilincine varan İran halkı, bunun askeri amaçla kullanılmayacağını garanti altına alacaktır. (Tehran Times, İran, 14 Nisan) İtalya’da Prodi iktidarı uzun ömürlü olmaz CARLA POWELL S ürgünden dönen ve İtalya’da, 43 yıl aradan sonra ilk kez bir seçime tanık olan ben, ülkenin sürekliliği ve siyasetinin hassasiyeti karşısında şaşırdım kaldım. Siyaset kısa ömürlü bir özelliğe sahip bu ülkede. İtalyan halkı siyasete ilgi duymadığı için değil. Sandık başına gitme oranı yüzde 83 ki bu oran İngiltere ve ABD’den yüksek. Seçmen oy hakkını kullanıyor. Ancak sorun seçmene sunulanlarda. İnsanlara somut, net bir seçenek sunulacağına metrelerce uzunluğunda oy pusulası veriliyor ellerine. Pusuladakiler arasında Mussolini çizgisinde olandan komüniste kadar bir dizi partinin adı var. Hiçbir tarafın radikal yöntemlerle ve konulara değinerek kampanya yapmaması ki bu İtalya’yı güncel sorunlarından kurtarmak için şarttı böyle başa baş bir sonuca neden oldu(348’e 281). ABD’de, 2000 yılında düzenlenen seçimde Bush ve Al Gore’un aldıkları oy oranları gibi... Tabii oy oranlarının yakınlığı ülkeyi ikiye bölünmeye hazır hale getiriyor. İşte Berlusconi de bunu yapıyor. Sol, parlamentoda şimdiye kadar iktidar olduğu tüm dönemlere oranla sahip olduğu en az sandalyeye sahip. Ancak seçimin asıl sonucu hiçbir şeyi halletme İtalya’da az farkla da olsa seçimi kazanan Romano Prodi, Silvio Berlusconi’nin ‘şike var’ iddialarını yalanlamak için düzenlediği basın toplantısında ülkenin yeni bir döneme girdiğini söyledi. Ancak birçok çelişkiyi bünyesinde barındıran sol ittifakın kuracağı hükümetin bürokrasiyi azaltması, göçü kontrol altına alması, kamu harcamalarını azaltması gibi köktenci reformlar yapması mümkün değil. Sonuç ise ekonomik durgunluğun ve işsizliğin sürmesidir. Tabii bunun sonucunda da erken seçime gidilir veya iktidar el değiştirir... yecek, düzeltmeyecek olmasıdır. Böyle olmak zorunda değildi. Berlusconi görevde olduğu beş yılı verdiği sözleri yerine getirerek iyi kullansaydı her şey çok farklı olabilirdi. Bürokratik engellerden arındırılmış, liberalleştirilmiş bir ekonomi bugünkü kötü durumunda olmazdı. İtalya’nın Avrupa’da bir yeri var ve işler olumlu gitseydi bunu dünya ve Avrupa da olumlu karşılardı. Merkez sağ parti hükümetin doğal bir parçası haline getirebilirdi kendini. Ancak tüm bunlar yerine fırsatların kaçırıldığı, yitip gitmiş bir beş yılın ardından bakabiliyoruz sadece... Berlusconi’nin sözlerini tutmaması, kredi hanesine çok az olumlu şey yazdırabilmesi ve seçim kampanyasında sadece gereksiz vergileri kaldıracağını vaat etmesi birçok İtalyan’ın bir şeyi anlamasına neden oldu. Berlusconi çözüm değil sorunun ta kendisiydi ve Oscar Wilde’in şu sözünü anımsamalıydı: ‘‘Hiç bir adam geçmişini satın alıp aklayacak kadar varsıl değildir.’’ Sol umut vermiyor Ancak hükümetin sağdan sola geçmesi de İtalya’nın kurtulması için fazla umut yeşertmiyor. Bunun dışında zaferin çok az farkla kazanılması soğuk savaş sonrasındaki ‘‘döner kapı’’ hükümetlerinin geri dönüşünün işareti olabilir. Bünyesinde modayı takip eden pembeden, en derin kırmızıya kadar birçok görüşün gölgesini barındıran Sol İttifakı’ndan bir ya da birkaç partinin ayrılması an meselesidir. Solun manifestosunda iyiye işaret eden sinyaller var. Özellikle de İtalya’nın üst düzey kabul edilen iş ve mesleklerinde rekabeti arttırmak ve gelir vergisini düşürerek daha fazla kişiye istihdam sağlamayı öngören yasa değişikliği projeleri olumlu şeyler. Ancak sözler değer kaybetmeye, değiştirmeye çok sık aday oldukları zaman ucuzlaşıyor. Öngörülen yasanın iyi yanları kısa süreli iş sözleşmelerinin iptalini kolaylaştıracak maddelerle dengeleniyor. Gerçi böyle bir yasal düzenleme iktidarı Fransa’da Başbakan Domininique de Villepin ve Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın karşılaştığı protestonun benzeriyle karşılaştırabilir... Ayrıca içinde komünistleri barındıran bir hükümetin serbest piyasa ekonomisi politikası gütmesi pek de saygınlığını arttırmaz. İtalya’nın komünistleri Çin’dekilerin yumuşatılmış versiyonu değildir. Bu kadar çelişkiyi bünyesinde barındıran hükümetin bürokrasiyi azaltması, göçü kontrol altına alması, kamu harcamalarını azaltması gibi köktenci reformlar yapması mümkün değil. Sonuç ise ekonomik durgunluğun ve işsizliğin sürmesidir. Daha da kötüsü İtalya, Berlusconi’nin ABD ve İngiltere’nin Irak’taki müttefikliğinin getirisi olan yararları da kaybedecek. Ülkenin hak ettiğini kazanmayan silahlı kuvvetleri sayesinde sürdürülen Irak’taki işbirliği ülkenin dünya sahnesinde daha ciddiye alınmasını sağlamıştı. Ayrıca Berlusconi’nin Avrupa konusundaki şüpheciliği de, Prodi’nin manevi evi olan Avrupa Komisyonu ne derse ‘‘evet’’ diyen bir itaatkârlığa dönüşecek. Sonuç ne olur? Büyük olasılıkla kısa süreli, zayıf bir hükümet ve ardından düzenlenecek erken seçimler. Bu olursa, Berlusconi merkez sağ partinin liderliğini siyasi anlamda daha keskin zekâlı olan Gianfranco Fini’ye bırakırsa ülke için daha iyi olur. Şimdiye kadar Berlusconi’nin yardımcılığını ve dışişleri bakanlığını üstlenen Fini değişimi sağlayabilecek bir politikacı. Başka bir seçenek Prodi’nin sol, Berlusconi’nin sağ ittifakının dağılması ve ikisinin de daha merkeze yakın partilerle gruplaşması olur. Bunun sonucunda İtalya çok hırslı ve başarılı değilse de siyasetçi olmayan uzmanların hükümetine teslim olur. Bu hükümetin başına da İtalya Merkez Bankası Başkanı Mario Draghi geçer. Bu tür hükümetler geçmişte siyasi içerikleri daha fazla olan hükümetlere oranla daha hayati reformlar yapabildiklerini kanıtladılar. İtalyan seçmenler hâlâ ülkenin büyük ve ciddi sorunları karşısında yapmaları gereken fedakârlıkları kabullenmeye hazır değiller. İngiliz seçmenler 1979 yılında Margaret Thatcher’ın ağır reçetesini, ilacını bayılarak kabullenmediler. Ancak başka seçenekleri olmadığını biliyorlardı. İtalyan seçmene ise hâlâ sahte ilaç veriliyor. Belki ülke kısa bir süre daha kendini aptal yerine koyabilir. Üzülerek Dante’nin sözlerini anımsatıyorum: ‘‘Komedinin sonu yoktur.’’ (Daily Telegraph, İngiltere, 12 Nisan) CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle