27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 12 NİSAN 2006 ÇARŞAMBA 6 AVRUPA GÜRAY ÖZ S Kuzuların sessizliği... iyasal İslam atağa kalktı. Koşar adım ilerliyor. O, ABD’nin BOP planı çerçevesinde, ılımlı İslamı Türkiye’ye dayatmaya çalışıyor. Okullar, işyerleri, aileler dinci kadrolar tarafından kuşatılıyor. Din baskısı tüm toplumu teslim almış durumda. Öyle görünüyor ki siyasal İslamcılar, şeriatçı bir toplumun oluşumuna engel olabilecek ne varsa, onu temizlemek ya da işlevsiz bir konuma getirmek amacındadırlar. Üniversiteler, rektörler derken, şimdi sıra Kara Kuvvetleri Komutanı’na geldi. Dinci kesim ABD ve AB’nin isteğine uygun bir yol izleyerek, ordunun etkisini azaltabilmek için her önleme başvuruyor, elinden geleni ardına koymuyor. PKK saldırılarına karşı vatanını canla başla koruyan, bu uğurda binlerce şehit veren silahlı kuvvetler ve onun komutanları çetecilikle suçlanıyor. Laik Cumhuriyet’e bağlı, ülkesinin bütünlüğünü savunan bir orduyu etkisizleştirip güçsüz düşürmeye çalışmak, dünyanın neresinde görülmüştür? Sözün özü: Türkiye bugün büyük bir tehlikeyle karşı karşıyadır. Ama ulusal kesim ve geniş yığınlar henüz bu gerçeğin bilincinde değiller. Siyasal İslamcıların elinde sevgili yurdumuz bir ‘‘kurtlar sofrasına’’ dönüştürüldü. Keskin dişli, yırtıcı tırnaklı kurtlar, kuzuları yiyerek yaşamlarını sürdürüyorlar. Bir grup dinci, tarikatçı mutlu azınlık ‘‘aksırıncaya, tıksırıncaya kadar’’ işkembesini doldururken; milyonlarca insan yoksulluk, açlık sınırının altında çile dolduruyor. Ama toplum sessiz, ulusal güçler sessiz, ne yazık ki kuzuların sessizliği devam ediyor. Yıllar önce Aziz Nesin şunları söylemişti: ‘‘... Şimdiye dek olduğu gibi, şimdi de haber veriyorum, önceleri yavaş yavaş, ağır ağır, adım adım kötülük uçurumuna doğru giderken, gittikçe hızlanarak, şimdi koşar adım gidiyoruz. Olacak toplumsal depremin uğultularını duymaktayım. Çevremizde aptal aptal suçlu aramayalım. Aynaya bakalım. Aynamız yoksa bir durgun suya bakalım. Orada suçluyu göreceğiz. İş işten geçtikten sonra ‘Kendim ettim, kendim buldum’ demenin hiçbir yararı yok...’’ (Aziz Nesin, Bir Tutam Aydınlık) Bugün Türkiye içten ve dıştan bir saldırı altındadır. Bu, Mümtaz Soysal’ın deyişiyle, ‘‘topyekun bir saldırıdır’’. Topyekun saldırıya ‘‘topyekun cevap’’ vermek gerekir. Bu pervasız gidişe ve talan düzenine karşı çıkacak, ‘‘dur’’ diyecek tek güç halktır, halkın örgütlü gücüdür. Kitleleri demokratik direnişlere, eylemlere yönlendirecek, onların direncini arttıracak güç ise toplumun devrimci, demokrat, ulusal öncüleridir. Öyleyse, ‘‘iş işten geçtikten sonra, kendim ettim kendum buldum’’ dememek için birleşelim, bütünleşelim. Gün, birlik beraberlik günüdür. Gün, meydanlara çıkma günüdür. Öyleyse şimdi, değerli yazarlarımız tarafından birçok kez yapılan şu çağrıyı bir kez de biz yineleyelim: Uyan ey ehli vatan, görev başına... Ali ERALP Bağımlılık Türleri Bilirsiniz, Baba Bush’la 8’inci Cumhurbaşkanı, 24 Ocak kararlarının amansız uygulayıcısı, 12 Eylül darbecilerinin güvenilir adamı Turgut Özal’ın arası çok iyiydi. Medyamız, İngilizcenin özelliklerini bir yana bırakıp Özal’ın Bush’a ‘‘How are you George?’’ dediğini, Bush’un da Özal’a ‘‘Fine, thanks Turgut’’ diye seslendiğini yazar, söylerdi. Şimdi işler daha gelişti. Başbakan’ın bir yakın danışmanı Washington’a gidip ‘‘Bizim daha iktidardan ineceğimiz yok, siz bizim gibisini bulamazsınız, bizi kullanın’’ diyebiliyor. Bütün bunlar da nüfusumuzun büyük bir çoğunluğu tarafından doğal karşılanıyor, kimsenin garibine gitmiyor. Bunun nedeni ideolojik körlüktür. Başka türlü ifade edelim, ideolojik bağımlılıktır. Neoliberalizmin kendini kabul ettirme, dayatma yöntemlerinde ideolojik hegemonya önemli bir yer tutar. Adamın bilincini kaydırırlar. Örneğin sinema bu alanda çok önemli bir işleve sahiptir. Çağımızın bir başka yaygın iletişim, bilgi, haber aracı ve kaynağı ise tartışmasız internettir. ??? İnternet üzerinde de ABD’nin büyük bir egemenliği vardır. Bu egemenlik öylesine güçlüdür ki Avrupa, Rusya ve Çin bu alandaki hegemonyayı kırabilmek için ciddi kavgalara girişmişlerdir. Bugüne kadar da internet ana dağıtımı ve denetiminin ABD ‘‘server’’ları üzerinden yapılmasının önüne geçememişlerdir. Kavga sürüp gidiyor. Bağımlılık yalnızca ana dağıtım şebekelerinin ABD hâkimiyeti altında olmasından kaynaklanmıyor. Yazılım programlarında da ABD şirketlerinin tekeli söz konusudur. Son yıllarda Türkiye’ye sık sık gelip giden ünlü Bill Gates’in Microsoft şirketi bu alanda müthiş bir güce sahiptir. Microsoft, içine girip kaybolduğunuz bir büyük labirenttir. Yazdığınız, söylediğiniz her şey bu büyük ‘‘şebeke’’nin arşivine girer. Türkiye de ne yazık ki Microsoft bağımlısıdır. Bu bağımlılık Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Bill Gates arasında, en üst düzeyde kurulmuş ilişkiyle perçinlenmiştir. ??? Oysa bağımlılıktan kurtulmak mümkündür. Geçen hafta sonu izlediğim Türkiye Bilişim Derneği seminerinde, Linux’a dayalı Pardus işletim sistemiyle bu alanda epeyce yol alındığını sevinerek öğrendim. Pardus, Türk bilgisayar uzmanları tarafından geliştirilmiş, özgün ve Türkçe bir işletim sistemidir. Pardus’u internet üzerinden ücretsiz indirebiliyor, sizi pek çok açıdan bağımlı kılan lisans derdinden kurtuluyorsunuz. Ama daha önemlisi, Pardus’un güvenlikli bir sistem olmasıdır. Pardus’un güvenlikli olması, onun açıklığına dayanıyor. Diğer Linux kökenli yazılımlar gibi Pardus da geliştirilme sürecinden kullanılma aşamasına kadar binlerce göz tarafından denetlenebiliyor ve bu nedenle de kötü niyetli programcılar ya da kuruluşların sızmaları anında önlenebiliyor. Kem gözlere karşı yığınsal bir koruma söz konusu kısacası. Microsoft’un ve dolayısıyla ABD’nin internet üzerindeki egemenliğinin kırılmasında çok, ama çok önemli bir adım Pardus. Savaşı kazanabilir mi? Bu, Pardus’un geliştirilmesine ve yığınsal destek bulmasına bağlıdır. Ama ‘‘kullanılmaya hazır’’ bilinç kaymalarını aşmak mümkün olur mu, onu bilemiyorum. eposta: guray.oz@cumhuriyet.com.tr Yargı bağımsızlığı Y argıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sayın Nuri Ok’un, çok haklı olarak yaptığı son konuşması üzerine bu konuya değişik bir açıdan yaklaşarak düşüncelerimi belirtmek istiyorum. Temel çözüm her zaman dile getirildiği gibi gerekli yasal düzenlemelerin yapılarak sistemin sağlıklı bir şekilde çalışır hale getirilmesi olmakla birlikte, yasalarda gerekli değişikliği yaparak yargıyı bağımsız hale getirme siyasi otoritenin işine gelmediğine göre, mevcut yasal sistem içinde yapılması gereken çözümleri aramak gerekmektedir. Anayasanın 159. maddesinde; Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun Adalet Bakanı’nın başkanlığında, Adalet Bakanlığı Müsteşarı, Yargıtay üyeleri arasından seçilen üç asıl, üç yedek, Danıştay üyeleri arsından seçilen iki asıl, iki yedek üyeden oluştuğu belirtilir. Bu tabloya baktığımızda kurulun on iki kişiden oluştuğu ve toplantılarını (itirazlar hariç) yedi asıl üyesi ile yaptığı görülmektedir. Bu üyelerden beş tanesi yüksek yargıç olduğuna göre her zaman çoğunluk sağlayabilmektedirler. Bu durumda, beş oya karşılık iki oya sahip olan siyasi otoritenin (bakanın ve müsteşarının) atama, terfi, disiplin cezası uygulama, geçici görevlendirme gibi işlemlerde haksız bir uygulama yapabileceğini düşünmek doğru değildir. Ne var ki, gerek kamuoyunda, gerek görsel ve yazılı basında, gerekse yargı çevrelerinde, siyasi otoritenin etkisi ile alındığı ve tartışma konusu yapılan kurul kararlarının uygulanmasında, daima dört oya gereksinim vardır. İşte siyasi otoritenin iki oyunu dörde çıkaran diğer iki oy, maalesef yüksek yargıçlara aittir. O halde meşhur özdeyişte olduğu gibi çuvaldızı başkasına batırınca iğneyi de kendimize batıralım. Gündüz AKGÜL mimarlar ve mimar adayları, 50 yıl sonraki Beyoğlu’nu tasarlayacaklar. Demirören 2057’nin İstiklal Caddesi Genç Gayrimenkul, Arkitera Mimarlık Merkezi’nin koordinasyonunda ‘‘Beyoğlu, nereye?’’ adlı bir yarışma düzenliyor. Hem Beyoğlu’nun geleceğine özel bir ayna tutmaya hem de genç mimarlara hayal güçlerini ve yeteneklerini kullanmaları için özel bir platform oluşturmayı amaçlayan yarışmada tema olarak, binaları, dini yapıları, alışveriş mekânları, lokantaları, tiyatroları ve sinemalarıyla farklı kültürleri buluşturan simgesel yapısı nedeniyle İstiklal Caddesi seçildi. Yarışmada, genç mimarlar ya da mimar adaylarının 2057’deki İstiklal Caddesi’ni hayal etmeleri ve tasarladıkları bu Beyoğlu’nu kendi seçecekleri araçlarla, istedikleri ortamlarda ifade etmeleri isteniyor. Mimarlar ‘‘Deniz Aslan, Han Tümertekin, Elif Özdemir, Ahmet Özgüner’’ ve ‘‘Yıldız Salman’’dan oluşan jürinin seçeceği ilk üçe giren katılımcılar, 2006 Venedik Mimarlık Bienali için tatil hakkı kazanacak. Mimarlık fakültelerinin mimarlık bölümlerinde okuyan 4. sınıf öğrencileri, bu bölümlerden mezun olmuş ve yüksek lisans ile doktora eğitimine devam eden öğrenciler ve 35 yaş altındaki mimarların katılabileceği yarışmaya başvuru, 8 Nisan8 Mayıs 2006 tarihleri arasında ‘‘www. arkitera.com’’ adresi üzerinden gerçekleştirilebilir. Kitabında ne yazıyor? E LEŞTİRİLER Sayın İlhan Selçuk, gazetemin manşetine koyduğunuz ‘Tehlikenin farkında mısınız? Cumhuriyetinize sahip çıkın’ ifadesini destekliyorum. Ben kendi gücüm oranında hem rejimim hem de gazetem Cumhuriyet’e her yerde sahip çıkıyorum. Her gün Cumhuriyeti, tüm halkımıza tanıtan açıklayan sevgili Cumhuriyet yöneticileri; ‘‘Tehlikenin farkında mısınız?’’ manşetinizi keşke 3 Kasım 2002 yılında yayımlasaydınız. Recep Tayyip Erdoğan, ülkemizde demokrasinin olduğunu iddia ediyorsa bunu hiçbir etki altında kalmadan kanıtlayıp demokrasiyi sağlasın, sözde kalmadan! Bu Cumhuriyet hepimizin, gelin hep birlikte sahip çıkalım. Teşekkürler... Kadir DUYMAZ Üç milyon lalenin esintisiyle sersemleyenlere, gerçeği tüm çıplaklığı ile hatırlattığınız için teşekkür ederim. Kaleminize sağlık. Cumhuriyetimize sahip çıkalım. Ayşen EPİKMEN evime Cumhuriyet gazetesi girmesine rağmen, yaklaşık bir yıldır da gazeteme maddi yönden destek olmak amacıyla internet abonesi oldum. Ben 55 yaşında Atatürkçü, laik, demokrat bir kişiyim. 30 yıl önce üniversitede okurken de yine aynı Oral Çalışlar 28 Mart günkü yazısında, (‘‘Türk Toplumu Muhafazakârlaşıyor mu?’’) Doç. Hakan Yılmaz’ın yaptığı araştırmaya göre, halkın yüzde yetmiş altısının, ‘‘Osmanlı’dan bugüne modernleşmemiz’’ iyi oldu dediğini, buna göre de toplumun muhafazakârlaştığının söylenemeyeceğini savunuyor. Diğer taraftan Çalışlar, AB’nin istekleriyle Sevr arasında benzerlik Tehlikenin Farkında mısınız? Bu başlık pek çok şeyi ifade ediyor. Attığınız başlık umarım insanların gözlerini açar. Neler olup bittiğine kafa yormaya başlarlar. Üçgün çıkan başlığı kesip sakladım. Gelecek kuşaklara çizgideydim. Gazetemin bir yazarı hariç tüm yazarlarından ve yazılarından memnunum. Oral Çalışlar’ın yazıları beni oldukça rahatsız etmektedir. Süleyman ÖZKAN kuranların oranının iki yılda yüzde 36’dan yüzde 48’e çıkışını ise ‘‘muhafazakârlığın yükselmesi’’ olarak değerlendiriyor. Bize göre Oral Çalışlar, elma ile armudu toplamış! ‘‘Modernleşmeyi desteklemekle ülkenin parçalanması tehlikesini dile getirmek arasında, muhfazakârlık bağlamında ilişki kurmanın mantığı ne olabilir ki?” AyselSıtkı ERGÜNEY emanet edeceğim. Etkisinden hâlâ kurtulamadım. Tehlikenin farkındayım ve bunun geçmesi için elimden geleni yapıyorum, yapacağım. Elinize yüreğinize sağlık. Vecihe AKARSU Silahları kime dönük K itap okumamakla övündüğüne göre hangi kitapta yazdığı bilinmez ama, Sayın Başbakan ‘‘Kitabımızda erken seçim yazmıyor’’ demiş ve eklemiş; Her seçimin faturası vardır. Biz bunu niçin millete ödetelim! Bu mantığa göre hiç seçime gidilmesin, iktidar ömür boyu değişmesin, bizler de fatura ödemeyelim öyle mi? Halbuki, bir önceki iktidarın erken seçime gitmesiyle biz halen bir fatura ödüyoruz zaten. Toplumun yarıdan çoğunun temsil edilmediği, temsilde adaletin olmadığı bir parlamento. Dört seçmenden birinin oyuyla seçildiği halde 80 yıllık laik Cumhuriyet’in temellerini sarsan, Cumhurbaşkanı, TSK, yargı ve yükseköğrenim kurumlarıyla adeta güreşen, kadrolaşmadan başka bir şey düşünmeyen, yargı kararlarına uymayan bir iktidar. Toplumu, inanç, kimlik gibi son derece hassas konularda bilgisizce ve sorumsuzca meşgul eden, geren, karıştıran tehlikeli bir zihniyet. Bu mudur millete fatura ödetmemek için(!) sürdürülmek istenen düzen? Reşit ÇAĞIN B ir anda patlak veren olaylar ülkeyi başta Doğu (Anadolu) olmak üzere yine karıştırdı. Bu kadar insanın bir anda örgütlenebilmesi, sizde de planlanmış bir kışkırtma izlenimini uyandırmadı mı? Fakat bir diğer noktada bu olayların çıkması kadar önlenememesi ya da bu önleme girişimlerinin Başbakan Erdoğan tarafından başarıyla(!) yürütülmesi de bir hayli önem arz etmekte, hele de şu günlerde... Kanımca ülkenin üniter yapısından rahatsızlık duyanların kolladıkları fırsatlar dahilinde gelişen bir olay, DTP eşbaşkanları ve RTE arasındaki diyalogla kamuoyunda farklı bir boyut daha kazandı. Ortada yasadışı bir olaya sesleniş var, birileri silah bırakılmaya çağırılıyor, bunlar kim? Silahları kime, neden dönük? Özgür basının karikatüristleriyle, yazarlarıyla, milletin efendisi çiftçiyle mahkemede görüşen(!) RTE, bu insanlara neden masada görüşme çağrısında bulunuyor? Bu işte bir terslik yok mu? Sizce de bunlar ülkemizin ulusal bütünlüğünden rahatsızlık duyan kesimin oyunları mı? Yoksa oynanan oyunlardan, dönen dolaplardan başı dönen yurdum insanının kuruntusu mu? Ne dersiniz?.. Hüseyin KÖKSAL Kütüphanemizi kurduk! Ü lkemiz ve toplumumuzun çağdaş uygarlık seviyesine ulaşabilme çabasında eğitim ve kitap okuma alışkanlığının ne kadar önemli olduğu malumdur. Aydın Didim Gazi İlköğretim Okulu bünyesinde hayırsever işadamları tarafından bir kütüphane oluşturuldu. Kurulan bu kütüphaneye kitap temin etme görevini de biz öğretmenler seve seve üstlendik. Geleceğimiz olarak gördüğümüz öğrencilerimizi bilgili, eğitimli, çağdaş ve kitap okumayı seven birer insan olarak yetiştirebilmek için okul kütüphanesine kitap bulmak çabası içindeyiz. Bu çabada hedefe ulaşabilmek için herkesin desteğine ve yardımına ihtiyaç duymaktayız. Bu kampanyada okul kütüphanemize: LGS Hazırlık, öyküler, çocuk kitapları, ansiklopediler vb... kitap bağışlarınızı bekliyoruz. İletişim için: Gazi İlköğretim Okulu DİDİM / AYDIN Ulusal egemenlik kavramı KOŞULLAR Cumhuriyet, sayfalarını CUMOK’lara açtı. ‘‘Söz Okurun’’ sayfamızda yayın ilkelerimize uygun tüm haberlere, duyurulara, görüşlere ve eleştirilere yer veriyoruz. CUMOK’lar bu gazetenin gerçek sahibidirler; ülke yayın yaşamına yepyeni katkılarda bulunup ufuklar açacaklarına, ülkenin yerel ve genel sorunlarını yansıtmakta önemli işlevler üstleneceklerine inanıyoruz. ADD ve ÇYDD’nin var oluşlarını hızlandıracak iletişim ağının ‘‘Söz Okurun’’ sayfasında gerçekleşmesi de olanak kazanacaktır. 2000 vuruşu aşmayacak görüş ve eleştirilerinizi bekliyoruz. posta?cumhuriyet.com.tr Mektup Adresi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul. Tel: (0/212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0/212) 343 72 64 U lusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, Atatürk’ün ‘‘Egemenlik ulusundur’’ sözünde anlam kazanır. Gelişmiş toplumlarda egemenlik; bireyin, toplumun gücünü duyumsaması ve yaşamını buna göre düzenlemesi şeklinde gerçekleşir. İlk egemenlik, insanın toprağa yerleşmesiyle başlamış ve toplum geliştikçe, üretim ilişkileri çeşitlendikçe egemenlik de çeşitlenmiştir. Çağımızda, ilkel topluluklar dışındaki bütün toplumlarda farklı egemenlik ilişkileri gözlenir. İsveç’te egemen olan, parlamento olarak şekillenen halkın istencidir. ABD’de egemenlik, çoğunluğunu silah tekellerinin oluşturduğu bir düzine kadar çokuluslu şirketindir. İran’da egemen olan, ayetullahlardan oluşan bir ulema takımıdır. Suudi Arabistan’da, inancı kullanan bir aile yabancı koruyucularından aldığı güçle egemenliğini sürdürüyor. Osmanlı’da da durum farklı değildi. Atatürk, 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi’ni açarak düzeni değiştirmiş, egemenliği Osmanlı ailesinden alarak ulusa vermiştir. Ancak zamanla egemenlik ilişkileri şekillendi, farklılaştı. Şu anda egemenlik ulusun mudur, yoksa halkı yanıltarak erk sahibi olan bir takımerkinin mi? Seçmen, kendi çıkarlarıyla verdiği oy arasında ilişki kurabilecek bilinçten yoksun bırakılırsa istencini parlamentoya yansıtabilir mi? Bu sorulara yanıt verdikten sonra şimdi de şunu düşünelim: 23 Nisan’ın çocuklara bayram olarak armağan edilişi rastlantı değildir. Çünkü bir ulusun umudu çocuklarıdır. Yeryüzünde çocukların bayramı olan tek ülkenin Türkiye Cumhuriyeti oluşu bize kıvanç veriyor. Ancak Çocuk Bayramı’yla özdeşleşen ‘‘ulusal egemenlik’’ kavramını düşündükçe hüzünleniyoruz. Kabahat kimde? Aydın DİLMAÇ CUMHURİYET 06 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle