27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
6 MART 2006 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ ekonomi?cumhuriyet.com.tr MASAK’a göre, 9 yılda 2 katrilyon 331.7 trilyon lira aklandı. Bu rakam, buzdağının görünen yüzü 13 ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK ‘Kara para’ya battık ? Maliye Bakanlığı Mali Suçları Araştırma Kurulu’nun çalışması, sadece dava konusu olan kara para miktarının bile vahim boyutlarda olduğunu gösterdi. Kara para en çok uyuşturucu ticaretinden geliyor. ANKARA (AA) Maliye Bakanlığı Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) tarafından yapılan bir araştırma, Türkiye’nin kara para cenneti olduğunu ortaya koydu. Sadece dava konusu olan ve 1997 başından beri aklandığı belirlenen kara para 2 katrilyon 331 trilyon 709.9 milyar lira (2 milyar 331 milyon YTL). Bu rakam, Tarım Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı bütçesinin neredeyse yarısına, İçişleri Bakanlığı bütçesinin ise 2.5 katına denk düşüyor. Saptanabilen kara para miktarının sadece buzdağının görünen yüzü olduğu düşünülürse sorunun boyutları daha iyi ortaya çıkıyor. MASAK, faaliyete geçtiği 17 Şubat 1997 tarihinden 2006 yılı başına kadar olan dönemde yapılan çalışmaları, bir faaliyet raporu ile ortaya koydu. Yaklaşık 9 yıllık bu süreçte, dava konusu olan 172 dosyada, 1 katrilyon 305 trilyon 568 milyar lira kara para aklandığı saptandı. Aynı şekilde 710 milyon 423 bin 309 dolar, 17 milyon 163 bin 694 Avro ve 43 milyon 877 bin 309 Alman Markı ile çeşitli tutarlarda İngiliz Sterlini, Hollanda Florini, Fransa Frangı ve Belçika Frangı da aklamaya konu edildi. Bu süreçte, 28’i mesken, 2’si dükkân, 19’u arsa, 3’ü de tarla olmak üzere 52 taşınmaz, 22 bin 210 metre karelik bir zeytinlik, 22 bin 379 metre karelik bir bağ ve 55 araç da kara para aklama aracı oldu. Hangi Güç: Piyasa mı, Siyasa mı? Ekonomiyi yöneten ve ekonomi politikasını yapanlar bu güçlerini kendi kişisel çıkarları için kullanırlarsa ne olur? Ortalık karışır; piyasa gücünün yerini siyasa, yani, siyaset alır. Piyasa gücü, her şeyin fiyatının, satıcı ve alıcıların serbest kararlarıyla saptanmasıdır. Yalnız ürünlerin ve hizmetlerin fiyatı değil, faiz, ücret ve döviz kuru gibi fiyatlar da piyasa koşullarınca oluşmalıdır; kamu ihale ve satın almaları ve özelleştirmelerde de fiyat, kural olarak, piyasa gücüyle belirlenmelidir. Bu süreci en iyi okuyan, daha doğrusu anlayan; hesabını en doğru yapan kişi ya da ortaklık kazanır; yapamayan da kaybeder. Herkes, elde edilen fazladan katkısı kadar pay alır. Katkıyı da kişisel beceri belirler. Kapitalizmin, özeti budur. Devletin görevi bu sürecin saydam ve eşitlik içinde işlemesini güvence altına almaktır. Piyasa gücü görüşü, kendi içinde de tekelci ve yarı tekelci oluşumları engelleyemediği için gerçekleşemeyen bir düş sayılır. Ayrıca, bu anlayışın toplumsal boyutu yoktur; emeğiyle geçinenlerin, özellikle de ‘‘hiçbir şeyi olmayanların durumunu’’ sorgulamaz; ‘‘veri’’ alır. Kendi eksikleri ve bu nedenle de eleştirisi ve giderek reddedilmesi bir tarafa, bugün, ülkenin ekonomisi piyasa kurallarına göre işleyemiyor. Bunun nedeni, hükümet edenlerin güçlerini kişisel çıkar elde etmek için kullanmalarıdır. Siyasetçilerin ekonomiyi özel çıkar amaçlı kullandıkları, her gün ve giderek ağırlaşan oranda, değişik yönleriyle yaşanmaktadır. Örnekler çok. Meclis geçen hafta bir siyasetçinin devlete olan 11 trilyon liralık borcunun affını sağladı. İsimleri piyasa işlemlerine karışan milletvekillerinin ‘‘dokunulmazlıklarına dokunulmuyor’’. Kamu İhale Yasası’nda, yapılacak işin birilerine verilmesini kolaylaştırmak amacıyla sürekli olarak değişiklikler yapılıyor. Siyasetçiye yakınlık ‘‘fazladan kazanca’’ dönüştürülüyor; siyasetçilerin, eş, çocuk, hısımakraba gibi yakınları, bu yakınlığın gücü ile ekonomik faaliyette bulunuyor. Siyasetçiyi ‘‘destekleyenler’’ de öyle. Bunlara, özel vergi indirimleri ya da gizli satışlar gibi, olağanüstü kolaylıklar sağlanıyor. Bununla da bitmiyor. Mal ve hizmet satın alan devlet kuruluşlarının yöneticileri, iktidardaki siyasetçinin yakınlarını kollamak zorunda kalıyor. Kimi özel kuruluş ve kişiler de, siyasal güce yakın olanlarla iş yapmak zorunda bırakılıyor; yok olmaktan kurtulmanın, ya da yaşamasını sağlamanın ilacı sayıyor. Siyasal gücün bu yolla piyasa gücünün yerini alması, kapitalist düzenin, yarışmacı karakterini tamamıyla yok ediyor. Kapitalizmin kutsal sözünün, ‘‘girişimciliğin’’ yerini siyasetçiye yakınlık alıyor; ‘‘başarıyı’’ o sağlıyor. ??? Piyasa gücünün yerini siyasal gücün alması, bu ülke kapitalizminin bir türlü kurtulamadığı hastalığıdır. Hastalığa, her şeyden önce ülkenin var olan gerçek kapitalistleri ve onların kuvvetli savunucuları karşı çıkmalıdır. Çünkü hastalık toplumsal yapıyı yıkıma sürüklüyor; ahlakın buharlaşmasına neden oluyor, sonuçta, siyasal ve ekonomik çöküntülere yani ağır bunalımlara da analık ediyor. yakupkepenek06@hotmail.com SUÇ DUYURUSUNDA BULUNULDU Erbakan adı kara para soruşturmasında Ekonomi Servisi Aralarında eski Saadet Partisi (SP) Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ın kardeşi Kemalettin Erbakan ve kızı Zeynep Baykoç’un da bulunduğu 4 kişi hakkında kara para akladıkları iddiasıyla, Mali Suçları Araştırma Kurulu’na (MASAK) suç duyurusunda bulunuldu. Söz konusu kişiler, Bayındırbank’la birleşmeden önce Kentbank’a mevduat olarak yatırdıkları 23.6 milyon dolar ve 3.4 milyon Avro’nun kendilerine ödenmesini talep etmişlerdi. Bunun üzerine Bayındırbank Teftiş Kurulu, müfettiş görevlendirdi ve para hareketlerini inceledi. İnceleme sonucunda para hareketlerinin, kara para aklama şüphesi yarattığı ve suç duyurusunda bulunulması gerekliliği ortaya çıktı. İnceleme sonuçlarına göre, söz konusu para yurtdışında çok sayıda hesaba dağıtıldı, şifreli off shore hesaplarına aktarıldı, denetim mekanizması dışındaki yurtdışı bankalara havaleler yapıldı. Müfettiş raporunda, ‘‘bazı siyasi şahıslara’’ ödemeler yapıldığı da belirtiliyor. Uyuşturucu ön planda Suçlarda, ilk sırada uyuşturucu madde ticareti geldi. Aklama suçu duyurularının yüzde 41’ini uyuşturucu madde ticareti oluşturdu. Uyuşturucu madde ticaretini, yüzde 16.6’lık oran ile kaçakçılık suçları, yüzde 13.5 ile nitelikli dolandırıcılık ve iflas, yüzde 12.1 ile de evrakta sahtekârlık izledi. SPIDLA: Avrupa’nın en büyük kiraz ihracatçısı Alara Tarım’ın Yönetim Kurulu Başkanı Taner: Türkiye kayıt dışını bitirmeli ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) İstihdam, sosyal işler ve eşit fırsatlardan sorumlu Avrupa Komisyonu Üyesi Vladimir Spidla, Türkiye’nin işyeri ve sosyal güvence ile ilgili yapacağı iyileştirmelerin ancak kayıt dışı ekonomiyi kayıt altına almasıyla etkili olabileceğini söyledi. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), Hilton Oteli’nde, ‘‘Üçlü Yapıda Sosyal Diyalog ve Kayıt Dışı İstihdam Konferansı’’ düzenledi. Konferansta konuşan Spidla, AB müzakere sürecinin uzun bir zaman öngörmesinin, reformların hızını etkilememesi gerektiğini söyledi. ‘‘Türkiye’nin işyeri ve sosyal güvenceyle lgili kaliteye yönelik yapacağı tüm iyileştirmeler, ancak kayıt dışı ekonomiyi, kayıt altına almasıyla etkili olabilir’’ diyen Spidla, Avrupa Sosyal Modeli’nin, ekonomik ve sosyal ilerlemelerin eşzamanlı yapılmasını esas aldığını kaydetti. Türkiye dünyanın meyve bahçesi olur Avrupa’nın en büyük kiraz ihracatçısı olan Alara Tarım’ın Başkanı Taner, en büyük meyve üreticileri olan İngiltere, Fransa ve İtalya gibi ülkelerin meyveciliğe eskisi gibi yoğunlaşmadıklarına dikkat çekerek Türkiye’nin bu boşluğu doldurabileceğini anlattı. MURAT GÜLDEREN Avrupa’nın en büyük kiraz ihracatçısı olan Alara Tarım, şimdi de bodur meyve fidanlarıyla atakta. Avrupa’dan patentli olarak getirdiği Eurogap sertifikalı bodur fidanlarla üretim yapan Alara Fidancılık’ın Yönetim Kurulu Başkanı Yavuz Taner, Avrupa’nın en büyük meyve üreticileri İngiltere, Fransa ve İtalya gibi ülkelerin gerek maliyet yüksekliği gerekse su sıkıntıları nedeniyle meyveciliğe eskisi gibi yoğunlaşmadıklarına dikkat çekti. Taner, ‘‘Türkiye, sahip olduğu iklimi, verimli toprakları ve su kaynakları iyi değerlendirildiğinde ‘dünyanın meyve bahçesi’ olur’’ diyor. Başkan Taner, elma, incir, Trabzon hurması, Japon eriği, kiraz, nektarin, nar ve kayısı ile bine yakın fidan çeşidi üreterek yaklaşık 1.5 milyon adet fidan yetiştirdiklerini belirtti. Alara, iç pazarda 12 binden fazla üreticiyle de sözleşmeli işbirliği yapıyor. Dönüm başına yaklaşık 2 bin dolar getiri sağladığı üretici MERKEZ BANKASI KURLARI Klasik üretime oranla dört katı daha fazla verim alınan bodur fidan üçüncü yılda dekar başına 400 kilo meyve verirken klasik üretimden 8. yılda en fazla 300 kilo verim alınabiliyor. Avrupa’dan Güney Afrika’ya kadar toplam 20 ülkeye ihracat yapan Alara Fidancılık’ın Yönetim Kurulu Başkanı Yavuz Taner, toplam 6 bin dekarlık bir alanda bodur meyve üretimi yaptıklarını söyledi. 6 MART 2006 EFEKTİF ALIŞ SATIŞ 1,2955 1,3047 0,96028 0,97686 0,20869 0,21035 1,5575 1,5684 2,2716 2,2885 0,99420 1,0036 0,16381 0,16601 1,1395 1,1533 4,3352 4,5261 0,19393 0,19583 0,34413 0,34997 1,1074 1,1232 0,26903 0,28283 20 ülkeye ihracat lerine satış garantisi de veren Alara, dikiminden bakımına kadar her türlü eğitim desteğini de sunuyor. Bugün sekiz ayrı bölgede toplam 6 bin dekarlık bir alanda bodur meyve üretimi yapan Alara, Avrupa taleplerine yetişebilmek için Arjantin’de satın aldığı 400 dönümlük arazi dışında şimdi de ABD’nin farklı bir bölgesinde yer arayışına girdi. İhracat odaklı üretim yapan Alara, geçen yıl gerçekleştirdiği 7 bin ton kiraz ihracı ile 29 milyon dolar gelir elde ederek dünyanın en büyük kiraz ihracatçısı konumuna da oturmuş oldu. Bodur fidan yetiştirmenin zahmetsiz olduğunu söyleyen Taner, fidanların bahçelerde olduğu gibi balkonda saksılarda da yetiştirilebileceğinin altını çiziyor. Bodur ağaçlar klasik ağaçlara göre dört kat daha verimli. Bodur fidanlardan 3. yılda 400 kilo meyve alınabiliyor. DÖVİZ CİNSİ ALIŞ SATIŞ 1 ABD Doları 1,2964 1,3027 1 Avustralya Doları 0,96472 0,97103 1 Danimarka Kronu 0,20884 0,20987 1 Avro 1,5586 1,5661 1 İngiliz Sterlini 2,2732 2,2851 1 İsviçre Frangı 0,99569 1,0021 1 İsveç Kronu 0,16392 0,16563 1 Kanada Doları 1,1437 1,1489 1 Kuveyt Dinarı 4,4012 4,4592 1 Norveç Kronu 0,19407 0,19538 1 Sud. Arb. Riyali 0,34673 0,34736 100 Japon Yeni 1,1115 1,1189 1 Yeni İsrail Şekeli DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ Geçen hafta dikkatimi çeken ve yeni bir kitap, dünya ekonomisinde sistemsel düzeyde kırılma riskinin artmaya devam ettiğine ilişkin inancımı güçlendirdi. Wall Street Journal’a göre mali piyasaların en büyük isimleri New York Federal Reserve Bank’ta bir toplantı yapmışlar. Barry C. Lynn’in kitabı, End of Line: The Rise and coming fall of global corporations, ‘‘küreselleşmenin’’ başını çeken büyük şirketlerin örgütlenmelerinin nasıl bir kriz ortamı oluşturduklarını ayrıntılı bir biçimde gösteriyor. / ERGİN YILDIZOĞLU LONDRA erginy?tr.net Meğerse ‘‘herkes’’ belli elektronik parçaları depremin olduğu yerde kurulmuş bir grup şirketten alıyormuş. 1980’lerde GM’un başına getirilen Ignacio Lopez, şirketi krizden çıkarmak için işçi üretkenliğini arttırmaya yatırım yapmak yerine, önce, tedarik sistemini çeşitlendirerek küreselleştirmiş, sonra da en ucuz yerden tedarike ağırlık vererek yeniden merkezileştirmeye başlamış. Diğer otomotiv şirketleri de aynı yolu izlediğinden, 1990’larda ortaya çok karmaşık, çok katmanlı tedarik zincirinin sonundaki üreticiyle baştakiler arasında, ilk anda çok verimli görünen, ama gerçekte çok kırılgan, esneklikten yoksun bir yapı ortaya çıkmış. Böylece, tedarik zincirinin içindeki en ufak bir siyasi istikrarsızlık ya da bir doğal felaket vb. ile oluşan yerel bir şokun etkisiyle felç olabilecek bir sistem oluşmuş. Lynn, bu en başarılı şirketlerin örneğin Dell’in, aslında üretim yapmadıklarını, esas işlerinin tedarik zincirini yönetmek olduğunu, bunların ulusal ekonomiye katkıda bulunmadığını, aksine ekonomiden aldığını yazıyor. Böylece, büyük şirketler ülkelerini terk ederek küresel tedarik sistemlerine dayanmaya başlarken (küreselleşme), ülke içinde sosyal güvenlik sistemleri, iş olanakları, ücret düzeyi olumsuz etkileniyor; tasarruf, tüketim kapasitesi düşüyor, bu açık ABD’de olduğu gibi hızla genişleyen, türevlerle çeşitlenen kredi piyasasıyla destekleniyor, her şey birbirine karışarak başı sonu belirsiz bir riskler zinciri oluşuyor. Lynn, bu dışa bağımlılıktan demokrasi de zarar görüyor, bir gün, örneğin Çin’de başlayan bir demokratik hareketi, tedarik zinciri kırılmasın diye, Çin yönetimiyle birlikte bastırmaya kalkabiliriz diyor. Lynn, antropologların, aşırı uzmanlaşmış toplumların dış şoklar karşısında çökme risklerinin yüksek olduğunu saptadıklarını anımsatıyor. Kendi gereksinimlerini kendileri karşılayan toplumlar ise daha dayanıklı oluyormuş. Daha Fazla Karmaşık Daha Fazla Kırılgan... cisi rapor toplam faiz ve kredi türevlerinin 1995’ten bu yana baş döndürücü bir hızla artarak, 17.7 milyar dolardan, 2000’de 63 milyar dolara, 2004’te de 1.8 trilyon dolara ulaştığını gösteriyor. En büyük kaygı konusu olan ‘‘sentetiklerin’’ toplam hacmi de 2000 yılında 200 miyar doların altındayken, 2004 yılında 1.5 trilyon doları geçmiş. Wessel’in makalesinde dile getirdiği sorunlar ise spekülasyon hummasının, açgözlülüğün, piyasaları nasıl çığırından çıkardığını çok güzel gösteriyor. Sorunların başında bilinemezlik faktörü var: Bu ‘‘sentetik türevlerin’’ işlemleri çoğu kez telefon veya faksla yapılıyor, daha karmaşık, ayrıntılı konfirmasyonla tamamlanmadan kalıyor. Örneğin bir yatırım bankası elinde 18 bin adet belgelenmemiş işlem olduğunu söylemiş Wessel’e. Bugün, konfirmasyon bekleme süresi 30 günü aşmış işlemlerin sayısı 97 bine ulaşmış. Wessel’in haberini, kendi deneyim ve bilgileriyle de birleştirerek yorumlayan mali analist Ed MacCarthy, ‘‘Eğer ortada söylendiği gibi ortalama 57 bin belirsiz işlem varsa, riskin hacmi de 5.7 trilyon dolara ulaşabilecek demektir’’ dedikten sonra ekliyor, ‘‘eğer bugün, kredi kalitesi ki gerçekte çoğunlukla şüpheli kredilere dayanıyor çökecek olsa ABD’nin GSMH’sinin 5060 misline eşit bir büyüklükle karşılaşırız, gel de çık işin içinden...’’ (Prudentbear.com, 22.02.06). Wessel de işlemlerin yüzde 40’ının konfirmasyonunun hâlâ elektronik olarak yapılmadığına, ‘‘sentetikler için’’ merkezileşmiş bir takas sisteminin yokluğuna işaret ederek sorunun çüzülmeden durduğunu vurguluyor. MacCarthy de ‘‘aslında sorunun onun da dünya ekonomisine sıçraması kaçınılmaz. Yolun sonu ‘‘14 Aile’’nin toplantısı küresel mali sistemin bugün izlemekte olduğu yolda daha fazla devam etmesinin olanaksızlığını gösteriyor. Barry C. Lynn’in kitabıysa, 1980’lerden bu yana oluşan küresel sanayi sisteminin de artık ‘‘yolun sonuna geldiğini’’ gösteriyor. Büyük şirketler için çıkarılan Global Business bülteninin eski editörü Lynn, bildiğimiz küreselleşme karşıtlarından değil. Onun işçi haklarını, sendikaları, yoksulluğu filan düşündüğü yok; esas olarak ‘‘ulusal güvenlikle’’ ilgileniyor. General Motors, General Electric, Ford, Hewlet Packard, Dell, Cisco System, Wall Mart gibi şirketler, üretimden ziyade, mal ve hizmet girdilerinin, ucuz işgücüne dayalı bölgelerden getirtilmesine (outsourcing) dayanan tedarik sistemlerinin (tedarik zincirinin) yönetimine dayalı bir verimlilik arayışına yönelmişler. Bu yöneliş (küreselleşme) aşırı uzmanlaşmış, aşırı karmaşık, aslında çok kırılgan yapıların ortaya çıkmasına neden olmuş. Hikâyesine elektronik sektöründe küresel tedarik zincirini, bir günde kopma noktasına getiren, o yıl elektronik sektöründeki büyümenin beklenenin yüzde 7 altında kalmasına yol açan 1999 Tayvan depremiyle başlıyor. Deprem olunca şirketler, örneğin bilgisayar ‘‘üreticisi’’ Dell, HP montaj için gerekli bazı parçaların tedarikinin birdenbire kesildiğini görmüşler. Dell görevlileri gerçekte hangi parçayı nereden aldıklarının, tedarik zincirinin, bilgisine tam olarak sahip olmadıklarını fark etmişler. Bir aile toplantısı Geçen eylülde ‘‘sentetik kredi türevleri’’ adlı, yeni bir yatırım enstrümanından söz etmiş, bunun yaratmaya başladığı risklere işaret etmiştim. Aradan geçen dönemde bu riskler öyle bir düzeye ulaşmış ki, New York Federal Reserve Bank, Wall Street borsasının, ‘‘14 Aile’’ olarak da bilinen en büyük yatırım bankalarıyla ‘‘sentetik kredi türevlerinin’’ yarattığı riskleri konuşmak üzere 16 Şubat’ta bir toplantı gerçekleştirmiş (16.02.06). WSJ’den Wessel’in yazısında ‘‘Web adresi’’ verilen bir rapora (Crrigan Report) ve FED’e yazılmış bir mektuba giderek, bu ‘‘14 Aile’’nin kimlerden oluştuğunu öğrenince de aklıma, 1990’ların ortasında bir ara su yüzüne çıkan ve bir daha hiçbir yerde rastlamadığım bir tablo geldi. Tablo, 10 ABD bankasının kredi piyasasındaki toplam payının yüzde 80’e ulaştığını gösteriyordu (The Economist, 11.12.1997). FED’e yazılmış mektubun altındaki imzalarla, The Economist’in tablosundaki isimler neredeyse aynıydı. Öyleyse bu ‘‘aile toplantısı’’, aslında küresel piyasaların kaderiyle ilgiliydi. Söz konusu toplantının gündemindeki sorunlar riskin boyutlarını ortaya koyuyor. Birin (AP) gerçek hacmini bilmiyoruz, karşımızda, bugüne kadar görülmemiş çok başlılıkta bir mali dışkı var...’’ diyor. Söz konusu 14 Aile’nin temizlemek durumunda olduğu miktar, açıklandığına göre en azından 12 trilyon dolar. Bu temizlik eğer başlarsa, kredi hacminin daralması kredi maliyetlerinin artması, bunun da ABD’deki ekonomik büyümeyi vurması, CUMHURİYET 13 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle