13 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 27 MART 2006 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Çankaya ve Türban Türban, dinin emri altına alınan aklın, ‘‘ulema’’nın ‘‘şeriat süzgecinden süzdüğü’’ bilimin ‘‘koçbaşı’’ gibidir. Koç ile erkek, türban ile hanım simgelenirse de, Çankaya yolunda, türbanın erkeği, koçun hanımı simgelediği göz ardı edilmemek gerekir. Sistemin önemi DEMEK Kİ, şimdiki Cumhurbaşkanı’nın yerine başka biri, örneğin AKP’ce seçilmiş bir kişi o mevkide oturuyor olsaymış, Türkiye çoktan ‘‘ılımlı İslam cumhuriyeti’’ olup çıkacakmış. Merkez Bankası başkanlığı için Köşk’e gönderilen üç adayın da geri çevrilecek nitelikte olması, iktidarın kadrolaşıp Cumhuriyeti bir an önce bütün mevzileriyle ele geçirme telaşını göstermiyor mu? Cumhurbaşkanı, herhalde o adayları ‘‘eşlerinin başı örtülü’’ diye geri çevirmedi. Türban, artık bir simge; gerisindeki zihniyetin, Cumhuriyetle inatlaşma ısrarının, İslamcı yaklaşımı devletin her kademesinde egemen kılma direnişinin dışa vurmuş belirtisi. Belki, gönderilen adaylar arasında eşlerinin başı örtülü olmayanlar da vardır. Ama, öyle anlaşılıyor ki, Çankaya’nın her zaman olduğu gibi titizlikle yaptığı inceleme, adaylardan üçünün de belirli bir kadrolaşma hamlesinin fedaileri olarak ileri sürüldüğünü göstermiş olmalı. Belki, yoğun mitralyöz ateşine karşı, siperlerden çıkıp hücuma geçirilen ilk saftaki askerler gibi. Vurulacakları biline biline. Hiç değilse karşıdakilerin kurşununu tüketmek için. ??? on aylarda uygulanan taktik az çok buna benziyor: Eldeki bütün ‘‘kuvve’’yi, dalga dalga, Cumhuriyetçi mevzilere doğru hücuma kaldırmak. Vurulanlar, yani veto yiyenler de olsa, onların açığa çıkmış ve saklı tuttukları kimliklerini belli etmiş olmalarına bile aldırmadan, yaralananlara, kayıplara fazla üzülmeden Cumhuriyete çullanışa ara vermemek, savunucuları bezdirmek, en azından geri çekilmeye, mevzi kaybetmeye zorlamak. ??? lbet, yılmamalı. Sonuna kadar direnmek gerekiyor. çullanışa karşı, kimilerine ‘‘aksi’’ görünme pahasına tek başına direnişinin ardından, belli iç ve dış hesaplar için ‘‘hasretle’’ beklenen ‘‘ılımlı İslam cumhuriyeti’’nin kapılarını açacak kişiyi oraya getirmek uğruna her şey yapılacak. O zaman, konuyu basit bir kişilik sorunu olarak görmeyip sistemin bütünü üzerinde derinliğine düşünmenin vakti geldi demektir. ‘‘Cumhurbaşkanını halk seçsin’’ düşüncesinden farklı bir şey bu. Çünkü, devlet başkanını halka seçtirme düşüncesi, savunucularından da belli olduğu gibi, ‘‘Halk, çoğunlukla tutucudur; öyle birini seçer’’ türünden bir varsayımın ürünü. Zaten, o düşünce bu değişiklikle de sınırlı kalmaz. Sorun, bunun çok ötesinde, ‘‘her ahval ve şerait’’te Kemalist Cumhuriyeti koruyacak, bunun için gerekli kuralları getirip sağlam güç dengelerini kuracak bir anayasa sistemini yeniden oluşturma sorunudur. Çünkü bu gidiş, tehlikeli olasılıklarla dolu. Muzaffer İlhan ERDOST Türkiye İnsan Hakları Kurumu Yönetim Kurulu Üyesi üleyman Demirel, Radikal’in (Murat Yetkin’in), ‘‘hanımının başı türbanlı olan bir vatandaşın cumhurbaşkanı olup olamayacağı’’ sorusunu yanıtlarken, ‘‘Bunu engelleyen bir yasa yok!’’ demiş. Gazetede (Radikal, 19 Şubat 2006), bu bölüm, ‘‘Türbana engel yasa yok’’ başlığı altında verilmiş. Bir yıl kadar önce ise Süleyman Demirel, bir televizyon programında, üniversite öğrencilerinin ‘‘türban’’la ilgili sorularını yanıtlarken, türbanın arkasında tarikat ve cemaatlerin bulunduğunu duyumsatarak, amacın siyasi olduğunu söylemişti. Şimdi, türbanın, Çankaya için yasal bir engel olmadığını söylerken, Çankaya’yı, ‘‘şeyh ülislam’’ın makamı gibi görmeye mi başladı diye düşünmekten kendimizi alamadık. Türbanın arkasında tarikat ve cemaatlerin, önünde siyasal amaçların olduğunu herkes bildiğine göre soru şöyle sorulmak gerekir: Tarikatlar ve cemaatler kendi inançsal kisveleriyle Çankaya’ya çıkabilirler mi? Şu soru da yanıtlanmak gerekir: Bir hanım, eşinin bağlandığı tarikat ya da cemaatin simgesi olan bir kisveyle Çankaya’ya çıkıyorsa, bu kisve, hanımın kisvesi mi sayılmak gerekir, yoksa eşinin bağlı olduğu tarikatın simgesi mi sayılmak gerekir? Anımsayalım: Tayyip Erdoğan, başbakan olduktan sonra ilk namazını Nakşibendi şeyhinin adını taşıyan ‘‘Mehmed Zahid Kotku’’ Camisi’nde kılmıştı. Kıbrıs’ta Nakşibendi şeyhini, Amerika’da Nakşibendi şeyhini ve geçenlerde Konya’ya gittiğinde Nakşibendi şeyhini ziyaret etmiş olmasının tarikat bağı açısından bize duyumsattığı hiçbir şey yok mu? Çünkü, burada, ‘‘müstakbel’’ Çankaya yolcusunun bağlı olduğu tarikatın simge S S E Unutulmamalı ki, Çankaya’daki gidicidir. Onun bu sinin, hanımının kisvesinde temsil edildiği açıktır. Bu nedenledir ki, Çankaya yolcusunun hanımının türbanını, yurttaş olarak ‘‘cumhurbaşkanı’’ seçilme koşulları arasında değil, dinsel kisve ve simgelerle ilgili yasalar arasında aramak gerekir. ‘‘Bazı Kisvelerin Giyilmeyeceğine Dair Kanunun Tatbik Suretini Gösterir Nizamname’’de (18 Şubat 1935, Nizamname No: 2 / 1958) şunları okuyoruz: ‘‘Madde 1 Herhangi din ve mezhepte olurlarsa olsunlar mensup oldukları din ve mezheplerin usul ve teamüllerine göre mabed ve ayinlerde ruhani kisve taşımakla mükellef olanlar (...) ancak mabed ve ayinlerde ruhani kisve taşımaya mezun addolunurlar. ‘‘Madde 2 Her din ve mezhebin ruhanilerini ayırdetmek için kabul edilen her türlü kisve, alamet ve işaret ruhani kıyafet addolunur. ‘‘Madde 3 Mabedler her din ibadetine mahsus ve usule muvafık olarak tecessüs etmiş olan kapalı mahallerdir. ‘‘Madde 5 İzcilik ve sporculuk gibi topluluklar ve cemiyet ve kulüp gibi heyetlerce bugün kullanılmakta olan (...) kıyafet, alamet ve levazımın... ‘A) Türk inkılabına, rejimine ve vahdetine (birliğine) muhalif bir ciheti olmaması’ şarttır. ‘‘Madde 8 Mektep ve başka bilgi müesseselerine devam edenlerin bir kıyafet, alamet ve levazım kullanmalarına lüzum görüldüğü takdirde tip tayini (...) yapılır. Bu gibi mektep ve müesseseler için kabul olunacak alametleri bu mektep ve müesseselerden mezun olanlar da taşıyabilirler.’’ Yasa açık: Hangi din ve mezhepten olursa olsun, ancak bu din ve mezhebin usul ve teamüllerine göre mabet ve ayinlerde ruha ni kisve taşımakla yükümlü olanların bu kisveleri taşıyacağı belirlenmiştir. Din ve mezhep dışı ‘‘kıyafet, alamet ve levazımın’’, ‘‘Türk inkılabına, rejimine ve vahdetine muhalif bir ciheti olmaması’’ koşulu getirilmiştir. ‘‘Tarikat’’lara gelince, (13 Kanunuevvel 1341/1925 gün ve 677 No’lu) kanun, tarikatları yasaklamıştır ve ‘‘Bilumum tarikatlarla şeyhlik (...) bu unvan ve sıfatlara ait hizmet ifa ve kisve iktisası memnudur’’. Bu yasa, yürürlüktedir. Çankaya, özellikle ‘‘hukuk devleti’’ni simgeler. Çankaya’yı ‘‘Çankaya’’ yapan devrim yasalarını paspas yaparak Çankaya’ya yürümek, demokratik hukuk devletinin temel ilkesiyle çelişir; çünkü, bu, yukarıya aldığımız yasa maddesindeki ‘‘rejim’’in gaspı anlamına gelir. Türban ise genel anlamıyla başörtüsü değildir; tartışma konusu olmasının nedeni de, başörtüsü olma özelliğinden kaynaklanmamaktadır. Tarikattan olanları ve tarikatları ayırt etmek anlamında ‘‘ruhani kıyafet’’ sayılmak gerekir. Ruhani kıyafet sayılmaması durumunda, her tarikat ve her cemaat tarafından ayrı ayrı belirlenmiş, tarikat ve cemaatlerin simgesel kıyafetidir. Bu anlamda da, yasadaki söylemiyle ‘‘Türk inkılabına, rejimine ve vahdetine (birliğine)’’ aykırı kıyafetlerdir. Yasada yer alan ‘‘vahdet’’e özel bir önem verdiğimizi belirtelim. Türban sorununun, imamhatip sorunuyla bütünleşmiş bir sorun olduğu, türbanla toplumsal alanda olduğu gibi, devletin tüm alanlarında imamhatibin egemen duruma getirilmesi amaçlandığı biliniyor. Bu nedenle belirtelim, geçenlerde, Başkent Üniversitesi’nde bir televizyondan yayımlanan söyleşisinde, öğrencilerin imamhatiple ilgili sorusunu yanıtlarken Demirel, yüzde 99.9’u Müslüman olan bir ülke olan Türkiye’de, bu okulların din öğreten okullar olduğunu söyledi. Oysa, imamhatip okulları, meslek okullarıdır, din öğreten okullar değil, din adamı yetiştiren okullardır. Buna bir diyeceğimiz yok. Ama Demirel, ülkenin tüm nüfusunun din adamı olması gerektiğini söyler gibi soruna yaklaşmakta, halkın yüzde 99.9’unun Müslüman olduğunu birçok yerde yinelemektedir. Ne var ki, yüzde 2030 arasında olduğu ifade edilen Alevilerin, Müslüman sayılsalar da, kendilerini Müslüman saysalar da, imamhatip okullarına gitmedikleri biliniyor. Üstelik, imam hatip okulları açılan yörelerde, var olan AleviSünni farklılığını ilkin öğrenciler arasında derinleştirerek, giderek toplumsal ölçekte ayrımcılığa dönüştürerek, AleviSünni düşmanlığının yolunu açan okullar olduğu da biliniyor. 12 Eylül öncesi, Malatya’da, Sıvas’ta, K. Maraş’ta, Çorum’da yaşadığımız acı olayları unutacak mıyız yoksa? Bu, ‘‘vahdet/birlik’’ açısından sorunun negatif boyutudur. Bir başka nedeni, aklın ve bilimin, dinin buyruğu altına alınmasıdır. Çünkü, imamhatiplilerin üniversitelere alınmasında direnilmesinin esas nedeni, aklın, bilimin, bilimsel düşüncenin, dinin denetimi ve buyruğu altına alınmasını sağlamaktır. Saidi Nursi’nin öğretisine koşut olarak, imam hatip okulları, aklın, bilimin, bilimsel düşüncenin ve maddi felsefenin, anarşizme, ateizme ve komünizme götürdüğü anlayışını benimseyerek, aklın, bilimin ve felsefenin dinin emrinde ve hizmetinde eğitimini temel almıştır. Saidi Nursi öğretisinde olduğu gibi, imam hatip okullarında fizik, kimya gibi ‘‘fen bilimleri’’ yanında, sosyoloji, antropoloji gibi ‘‘beşeri bilimler’’in, ‘‘sömürge’’ bilimleri oldukları ileri sürülerek, bunların ‘‘ulema’’ tarafından ‘‘şeriat süzgecinden süzdürülerek’’ alınması benimsenmiştir. Kısacası, üniversiteye taşıyacakları ‘‘bilim’’, dinin emrinde ve şeriat süzgecinden süzülerek alınacak bilim olacaktır. Türban, dinin emri altına alınan aklın, ‘‘ulema’’nın ‘‘şeriat süzgecinden süzdüğü’’ bilimin ‘‘koçbaşı’’ gibidir. Koç ile erkek, türban ile hanım simgelenirse de, Çankaya yolunda, türbanın erkeği, koçun hanımı simgelediği göz ardı edilmemek gerekir. CUMHURİYET’TEN OKURLARA İBRAHİM YILDIZ Şemdinli’den Merkez Bankası’na... Yaklaşık 20 gündür gündeme damgasını vuran Şemdinli iddianamesi, geçen hafta içinde de Ankara’da sıcak saatlerin yaşanmasına neden oldu. Genelkurmay Başkanlığı’ndan yapılan açıklamada Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Yaşar Büyükanıt’a yönelik iddianamenin ‘belli’ çevrelerin telkiniyle kaleme alındığı belirtilirken Van Savcısı Ferhat Sarıkaya’ya da ciddi hukuki eleştiriler yöneltildi. İddianameyi, ‘siyasi içerikli’, ‘TSK’nin terörle mücadele azim ve kararlılığını zayıflatmaya yönelik’ diye değerlendiren Genelkurmay, haksız ve maksatlı suçlamalar karşısında da anayasal sorumluluğu olanların tavır almasını istedi. Genelkurmay’ın ‘anayasal sorumlular’ ifadesinin altındaki isim ise Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dan başkası değildi. İktidar, bu açıklama karşısında kısa bir şaşkınlık yaşarken başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, partililere yaptığı, ‘polemiğe girmeyin’ uyarısı, olayın derinliğini ortaya koydu. Bu gelişmelerin 24 saat sonrasında iddianamenin, Başbakan Erdoğan’ın yakın çevresindeki bir üst düzey bürokratın güdümünde yazdırıldığı iddiası Ankara kulislerinde geniş yankı buldu. Bu iddiayı ‘Yazdırıldı mı?’ manşetiyle ilk gündeme taşıyan da Cumhuriyet oldu. ??? CHP lideri Deniz Baykal’ın iddianamenin arkasında başka odakların bulunduğunu gündeme taşıyıp ‘Devletin kurumları kuşatıldı’ açıklaması da Şemdinli olayındaki önemli bir noktaydı. Başbakan’ın, Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt’ı konutunda ağırlaması ise iddianamenin en ilginç kilometre taşıydı. Bu sürpriz görüşmede Büyükanıt’ın Başbakan’a Şemdinli iddianamesi hazırlanırken bazı bürokratların savcıyla yaptığı telefon görüşmelerinin kayıtlarını dinlettirdiğinin öne sürülmesi, hükümet kanadında panik havası yarattı. ??? Ülke içindeki dengelerle oynamayı ‘âdet’ haline getiren AKP’nin, Merkez Bankası Başkanlığı konusundaki ilginç tavrı, haftanın önemli konu başlıklarından biriydi. İktidarca Merkez Bankası Başkanlığı’na getirileceği söylenen Erdem Başçı’nın adının Cumhurbaşkanlığı’na bildirilmediğinin ortaya çıkması, kafalarda soru işaretleri yarattı. Başbakan’ın, eşi türbanlı olan Başçı’yı Merkez Bankası’na atadığı yolundaki iddiaları yalanlamaması da önemli bir gelişmeydi. Hükümetin, Köşk’e Başçı’nın yerine Albaraka Türk Genel Müdürü Adnan Büyükdeniz’i önermesi, Cumhurbaşkanlığı’nın da bu ismi veto etmesi sanıyoruz önümüzdeki hafta içinde de gündemdeki yerini koruyacak. ??? AKP’nin Kamu Personeli Seçme Sınavı’nı (KPSS) devre dışı bırakıp sözleşmeli personele yönelmesi de kadrolaşmanın en önemli halkası olarak haftaya damgasını vurdu. Emine Kaplan’ın haberinde özellikle Milli Eğitim Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı’ndaki atama skandalına dikkat çekildi. ??? Haftanın gündeme damgasını vuran son gelişmesi ise ABD Genelkurmay Başkanı Pace’nin Ankara’ya yaptığı ziyaretti. Önce Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’le görüşen ABD’li komutan, daha sonra da Başbakan Erdoğan’la bir araya geldi. Görüşmelerde Erdoğan’ın Kerkük ve PKK konusunu gündeme getirdiği, Özkök’ün ise ‘‘Terör besleyeni vurur” vurgusunu yaptığı öğrenildi. Pace ve ABD Senatosu Savunma Komisyonu Heyeti’ne, Başbakanlık’ta alt düzey karşılama yapılması ise gözlerden kaçmadı. Bir süredir ABD yönetiminin, AKP iktidarına karşı olumsuz tutumunun dikkat çekici noktaya geldiğinin altını çizelim. ??? Spor dünyasında geçen haftanın en çok konuşulan gelişmeleriyse kupadaki GalatasarayFenerbahçe derbisi ile Galatasaray’daki başkanlık seçimiydi. Kupa çeyrek finalinin rövanşını kazanan ev sahibi ekip olurken turu Fenerbahçe geçti. Ancak bu maçta futboldan çok sahaya atılan binlerce su bardağı gündeme damgasını vurdu. Galatasaray’daki başkanlık seçiminde ise gelenekçilerle yenilikçiler çekişti ve Adnan Polat’ın desteğini alan Özhan Canaydın, 3. kez başkanlığa seçildi. İyi haftalar... CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle