25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 27 MART 2006 PAZARTESİ 10 DIŞ BASIN HÜSEYİN BAŞ ABD Dışişleri Bakanlığı’nın yayımladığı insan hakları raporunu kimse ciddiye almıyor DEĞİŞEN DÜNYADAN Çuvaldızı önce kendine batır ? ABD Dışişleri Bakanlığı’nın yıllık insan hakları raporunda 190 ülkenin bu alandaki durumu inceleniyor, eksikleri eleştiriliyor. Ancak rapora birçok çevre kuşkuyla yaklaşıyor. Çünkü rapor ABD’nin insan hakları karnesini içermiyor. Ve, dünya herkese insan hakkı dersi veren süpergücün Ebu Garib ve Guantanamo’da yaptıklarını unutmuyor. WILLIAM FISHER Fransa’da Karmaşa Sürüyor Fransa’da olaylar durulmuyor. Önce küçük ama önemli bir ayrıntı: Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac geçen perşembe akşamı Avrupa Birliği’nin 25 yöneticisinin katılımıyla başlayan çalışma toplantısında, bu tür toplantılarda Fransızca, Almanca ve İngilizcenin geçerli olmasına karşın, ‘patronların patronu’ ErnestAntoine Seillierre’in konuşmasını, Fransızca yerine İngilizce yapmasına tepki göstererek toplantıyı terk etmiş. Patronların patronu konuşmasında İngilizceyi tercih etmesini, bizzat kendi ifadesiyle, İngilizceyi ‘iş dili’ olarak görmesine bağlıyor. Patronların patronunun bu davranışıyla vurgulamak istediği asıl önemli nokta ise Avrupa parababalarının, on yılı aşkın bir süredir ayağını sürüyen Avrupa ve Fransız sosyal korumacılığına küresel piyasacı Anglosakson ultraliberalizmini yeğlediklerini vurgulamak. Başkan Chirac’ın tepkisinin, ‘patronların patronunun’ bu yöndeki görüşlerine karşı çıkmasının ise Fransız diline sahip çıkma endişesinden öte anlamı yok. Çünkü Fransa’da piyasa ekonomisinin baştacı edilerek vahşi kapitalizme, geniş halk kitlelerinin sosyal kazanımlarının köküne kibrit suyu ekmesinin yolunu açanın bizzat Jacques Chirac ve partisi olduğu kimsenin saklısı değil. ??? Nitekim, bir hafta önce Avrupa Konseyi Başkanı Jose Manuel Barosso’nun, bir toplantıda Avrupa’nın Kuzey ülkelerinin ‘esnek korumacılığı’ ile neoliberalizm arasında bir çekişmenin yaşandığından söz etmesi boşuna değil. Başkana göre ‘güvenlikli esneklik’te buluşmak en salim yol. Yani ‘sosyal korumacılıkla ultraliberal esnekliğin’ birlikte yaşaması. Bir mucize! Öyle bir mucize ki, daha başlangıçta kimin kimi yiyip bitireceği şimdiden belli. Başbakan Villepin’in gençlere iş yaratma bahanesiyle onları yırtıcı patronların ağzına atan ‘ilk iş sözleşmesi’ni bu çerçevede görmek gerekiyor. Villepin, Başkan Chirac’ın da desteğiyle, milyonlarca insanı sokağa döken yasayı geri çekmeye niyetli olmadığını, sendikalarla yaptığı toplantıda bir kez daha ortaya koymuş görünüyor. Öğrenci örgütleriyle görüşme çağrısı saptırması ise bizzat öğrenciler tarafından reddedildi. Başbakan gençlerin geleceğini patronların ağzına atmaya kararlı; bunun, yani iğreti, güvenceden yoksun iş sunumunun, gençlerin ardından, çalışan kesimin tümünü tehdit ettiği kuşkuları da cabası. Parababalarının düşü bu. Ama sosyal dayanışma Avrupa’sını ultraliberal piyasacıların egemenliğine teslim etmeyi amaçlayan ‘anayasaya’ hayır diyen Fransız halkının sosyal kazanımlarını koruma refleksini de yabana atmamak gerek. En azından bu konuda kolay teslim olmayacakları söylenebilir. Ama işin ilginç yanı, Villepin’in sendikalarla göstermelik toplantısı ardından işadamlarının başbakana, iş yasasında direnmesini desteklediklerini yinelerken, aynı zamanda sayısız ayrıcalıkları yetmiyormuş gibi ‘şirketlerinin’ sağlığı konusunda ağlaşmalarıdır. Oysa üç beş gün önce ortaya konulan veriler, ‘küreselleşen ekonomide sosyal hakların talanı, emeğin iğretilenmesi ve işçi ücretlerinin baskı altında tutulmasının’ büyük grupların devasa ölçüde semirmesine yaradığını göstermektedir. Nitekim büyük şirketlerin boy gösterdiği ünlü Fransız borsası Cac 40’ın verilerine göre, aralarında Arcelor, Credit Agricole, Danone (yüzde 226,1), EDF, France Telecom, L’Oreal, Lagardere, Michelin, Suez, Veolia, Total, kârlarını büyük ölçüde arttırmışlardır. Bu yüzden ağlaşacak yerde zil takıp oynamaları gerekir. Ama nerde?.. Gözleri hep daha fazlasındadır. ??? Diğer taraftan, onca zenginleşmeye karşın Fransa’da işsizlikle birlikte yoksulluk da dur durak bilmeden artmaktadır. 2003 yılında dört milyona yakın insan yoksulluk sınırı altında yaşamaktadır. Fransa bugün, her zamankinden fazla ‘sosyal kırılma’ tehlikesiyle karşı karşıyadır. Peki Başbakan Villepin, neredeyse her kesimin yoğun muhalefetine karşın şu gençlere iş yasasında neden inatla direnmektedir? Sendikalarla yaptığı toplantı sırasında düzenlenen gösterilere, ilk kez ünlü 68 olaylarını anımsatan ‘yakıp yıkmaların’ karışması bir rastlantı mıdır, yoksa tıpkı 68 olaylarındaki gibi harekete gölge düşürülmesi mi amaçlanmaktadır? Sorunun yanıtı evetse, Fransa, bir kez daha bir ‘deja vu’ sendromu ile karşı karşıya demektir ki bu, Chirac ve takımının, tıpkı seleflerinin yaptığı gibi ‘halka korku salıp’ oyları toplamaktan başka çaresi kalmadığı anlamına gelmektedir. Fransız halkının bu zokayı birkaç kez yutmuş olması, içinde bulunduğu sosyal çıkmaz düşünüldüğünde, bir kez daha yutması uzak bir olasılıktır. D ış politika, yasal haklar ve insan hakları konularındaki otoritelerin, geçen hafta yayımlanan ABD Dışişleri Bakanlığı’nın yıllık insan hakları raporunun saygınlığı ve geçerliliği konusunda ciddi kuşkuları var. Birleşmiş Milletler’in Cenevre’deki Uluslararası Hukuk Komisyonu ve Lahey’deki Adalet Divanı’nda çalışan savcı Noah S. Leavitt’in söyledikleri çok tipik şeyler: ‘‘Acı gerçek, Bush yönetiminin tek taraflı tutumu ve işkence konusunda uluslararası yasaları ihlal etmiş olması nedeniyle dünyanın insan hakları konusunda ABD’yi ciddiye almamasıdır.’’ Aslında rapora göz atan uzmanlar doğruluğu konusunda hata, gerçek dışı unsurlar bulamadı. Ancak sorun ABD’nin terorizmle savaşına olan bağlılığının bu ülkenin insan hakları konusunda konuşma yetkisini elinden alıp almadığıydı. ABD Bilgi Dairesi’nden emekli olan Patricia Kushlis, yıllık insan hakları raporunun bir zamanlar ABD’de politika üretenler olduğu kadar dünya için de gerçek bir kaynak, veri olduğunu söylüyor. Kushlish konuya ilişkin olarak Inter Press Hizmetleri’ne (IPS) şu görüşleri aktarıyor: Dışişleri Bakanlığı, raporunda ABD’nin insan hakları notundan bahsetmiyor olabilir ama savaşın yıldönümü olan 20 Mart’ta dünyanın dört bir yanında sokağa dökülen binlerce kişi süpergücün insan hakkı ihlallerine son vermesini istedi. Filipinler’in başkenti Manila’da ABD Büyükelçiliği önünde toplanan göstericiler Bush’a ‘Kaç çocuk öldürdün’ diye sorarken Los Angeles’taki savaş karşıtları ülkelerinin Irak’taki birliklerini çekmesi yönünde çağrıda bulundu. (AP) ‘‘Bush yönetimi bizim kendi yasalarımızı evlere yasaya aykırı şekilde dinleme cihazı yerleştirmek gibi ihlallerle ayaklar altına alırken bu bir utançtan başka ne olabilir? Bir de kendini hâlâ demokrasi, özgürlük ve hürriyetin savunucusu olarak görmeye, tanıtmaya devam ediyor.’’ İsminin açıklanmasını istemeyen bir Mısırlı ise yine IPS’ye şunları söylüyor: ‘‘Biz demirperde olmadan da güvenilecek, iyi bir yönetimin nasıl olacağına dair kendi liderlerimize örnek gösterilecek, sırtımızı yaslayabileceğimiz bir liderin varlığına alışmıştık. Bu ABD’ydi. Ancak artık yok. Şimdi ABD’nin motive ettiği tek grup, yenilgiye uğratmak üzere savaştığı grup: Aşırı İslamcı Müslümanlar.’’ 190 ülkenin karnesi 8 Mart’ta Washington’da yayımlanan rapor, 190 ülkede insan haklarının bulunduğu ya da geldiği noktayı irdeliyor. Raporda ABD’nin önemli Arap müttefiklerinin insan hakları karnesi zayıflarla ve sorunlarla dolu. Irak’ın insan hakları karnesinin ise ülkede yaşamı tüm boyutlarıyla etkileyen direnişçiler ve terorizm yüzünden iyileşmediği savunuluyor. Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice raporu açıklarken şunları söyledi: ‘‘Bir ülkenin kendi yurttaşlarına nasıl davrandığı, komşularına nasıl davranacağının önemli bir göstergesidir. Demokratik yönetime sahip olmak için artan istek, demokrasinin, insan haklarının en sağlam garantörü olduğunun anlaşıldığının kanıtıdır.’’ Georgetown Üniversitesi’ndeki Çağdaş Arap Bilimleri Merkezi profesörlerinden Samir Şihata ise şunları söylüyor: ‘‘ABD insan hakları ve hukukun işleyişi konusunda büyük ölçüde saygınlığını yitirmiştir. Ben, Müslüman dünyada veya Ortadoğu’da dışişleri bakanlığının raporunu ciddiye alan birileri olduğunu hiç sanmıyorum. Zaten insanlar dünyada insan hakkı ve hukukun üstünlüğü kavramlarını hiçe sayan bir ülkenin hazırladığı raporu neden ciddiye alsınlar ki? Herkes Ebu Garib’den yansıyan vahşi manzaraları anımsıyor ve kimse Guantanamo’yu unutmadı. Özel likle de Ortadoğu’da.’’ John F. Kennedy yönetiminde üst düzey memurluk yapmış, Kuzey Carolina Üniversitesi profesörlerinden Jack N. Behram da benzeri bir görüşü dile getiriyor: Otokratları örnek aldı ‘‘ABD insan hakları alanındaki liderliğini kaybetti. Washington muhalifi olan köktenci İslamcılara karşı köktenci dini görüşleri kullandı politikasında. İşkence yaptı, masum insanları öldürdü. Bunların hepsi otokratik ve şeytani imparatorlukların uyguladığı yöntemler ve ABD yönetimi bunları örnek aldı.’’ Dini çevrelerin mensupları da ABD’nin insan hakları alanındaki otoritesini sorguluyor. Teoloji profesörü George Husinger şu görüşü savunuyor: ‘‘ABD’nin bir zamanlar insan hakları alanında elinde tuttuğu ahlaki anlamdaki otoriteyi kaybetmesi çok trajik. Bizim uluslararası hukuka bağlılığımızı göstermemizden daha gerekli bir şey olamaz dünyada.’’ Bazı yorumcular, raporun eksik ol duğunu da tartıştı. Önce İnsan Hakları Grubu’nun direktörü Neil Hicks raporda yer verilmeyen ‘‘kör noktalar’’dan söz ediyor. Bazı devletlerin, insanları işkence riskiyle karşı karşıya oldukları ülkelere göndermelerinin bahsedilmemesinden. Ayrıca dışişleri bakanlığının raporu ABD’nin politika ve uygulamalarını içermiyor. Hicks, bu nedenle birçok hükümetin insan hakları konusunda eleştirildiklerinde ABD’yi göstererek ‘‘Onlar da aynı şeyleri yapıyorlar’’ diye kendilerini savunduklarını vurguluyor. Bazı hükümetlerden de ABD’nin otoritesini hiçe sayarak bakanlığın raporuna yönelik eleştiriler geldi. Çin’de devletin kontrolünde olan People’s Daily Online ABD’yi insan hakları yargıcı rolüne soyunmakla suçladı. Yazıda şöyle denildi: ‘‘ABD Dışişleri Bakanlığı 190 ülke ve bölgede insan hakları karnelerine işaret ediyor. Bunlara Çin de dahil. Ancak ABD’nin sergilediği ağır insan hakkı ihlalleri konusunda sessiz kalıyor.’’ (Jordan Times, Ürdün, 21 Mart) İran’ın devreye girmesi Irak’ın yararına olur HASAN HANİZADE Evlilik kelepçesi İngiliz hükümeti Güney Asyalı genç kızlara zorla evlilik yaptırılmasını engellemek için kolları sıvadı. Ülkedeki azınlık grupları arasında önemli yer tutan Hintli, Pakistanlı ve Bangladeşlilerin kızlarını küçük yaşta, istemedikleri kişilerle evlendirdiğini gören yetkililer bu zorlamanın kötü sonuçlarını ortadan kaldırmak amacıyla yardım hattı kurdu. İstedikleri kişiler yerine ailelerinin seçtiğiyle evlenmeye zorlanan kızların intihar ettiğini veya töre cinayetine kurban gittiğini vurgulayan yetkililer “Zorlanıyorlar’’ sloganıyla bastırdıkları afişlerle yardım hattının adres ve telefonunu duyurdu.Ve, genç kızlara “Seçme hakkınız var’’ mesajını verdi. (AFP) A BD’nin Irak Büyükelçisi Zalmay Halilzad yakın geçmişte İranlı yetkililere bir mesaj göndererek Irak konusunda İranABD görüşmelerinin başlamasını is Komşuları kızdırabilir tedi. Bazı kaynaklar Afganistan doğumlu büyükelçinin İranlı yetkilileTabii İran’ın ABD’yle işbirliği yapre bu isteğini Farsça bir mektupla tığını gören komşu Arap ülkelerin ilettiğini iddia etti. de hoşuna gitmeyecek bu yakınlaşSonrasında Irak İslam Devrimi ma.İran’ın komşularıyla arası açılaYüksek Konseyi lideri Seyit Abdül bilir. İki senaryo da ABD’nin işine Aziz el Hakim Iran’ın Irak’ta istikra yarar. Bunları savunanların unutmarın sağlanması için yapılacak görüş ması gereken bir şey var. O da, ulusmelere katılmasını istedi. İran ve lararası ilişkiler ve siyasette hiçbir keABD arasında bu konuda yapılacak sin doğrunun bulunmadığıdır. Geçgörüşmelerin bir zararı olacak gibi gö mişte düşman olan birçok ülke bazı rünmese de ABD’nin bu ülkeden ne konularda düşmanlıklarını bir kenaden yardım istediği merak konusu. ra bırakmışlardır. ABD’nin Vietnam İran, insani nedenve Japonya’yla ilişkilerden ötürü Irak’ın ? Tahran yönetimi lerinde olduğu gibi. içinde bulunduğu kriz bölge siyaseti bölgedeki etkin İran’ın ortamından çıkması üzerinde hatırı sayılır için bu görüşme iste gücünü kullanarak bir etkisi var. Bu etki ğini kabul etti. Tahran komşusu Irak’ta bir birçok krizi çözmeye yönetimi, ABD’li büfelaket yaşanmasını yetebilir. Tahran yöyükelçiyle görüşmek netimi manevi gücüönleyebilir. için bir delegasyon gönü kullanarak Irak’ta revlendireceğini açıkciddi anlamda bir güladı. Tabii böyle bir isteğin, ABD’nin venlik sorunuyla karşı karşıya olan İran’ın nükleer programı nedeniyle ABD’ye ve dolayısıyla Irak halkına bu ülke üzerindeki baskısını had saf yardım edebilir. Ve komşusunda yahaya çıkardığı bir döneme denk gel şanacak bir felaketi önleyebilir. mesi ilginç. Bazı ABD’li yetkililer elYapılması planlanan İranABD gölerinde somut veri olmamasına rağ rüşmeleri ya meyvesini verir ve men sürekli Irak’taki istikrarsızlık İran’ın uluslararası ilişkilerinde yeve güvensizlik ortamının arkasında ni bir sayfa açılmış olur. Ya da göİran’ın olduğunu savundular. Her se rüşmeler meyve vermez. Bu durumferinde de ellerinde kanıt olmadığın da iki ülkenin de kaybedeceği bir şey dan, İran’ı suçladıkları için özür di yok. Ancak görüşme talebinde bululemek zorunda kaldılar. narak ilk adımı atan ABD’nin yola Bazı gözlemciler ABD’nin İran’a nasıl sinyallerle devam edeceğini iyi görüşme için sinyal göndermesinin incelemeliyiz. Çünkü önyargılı bir ardında hem bölgesel hem de ulusal yaklaşım ya da sorumsuzca yapılan hesapları olduğuna dikkat çekiyor. yorumlar görüşmeleri olumsuz etkiBazıları bir adım ileri giderek bu sin leyebilir. Ve, bu durumun Irak halyalin ABD’nin bir tuzağı olduğunu kına büyük zararı olur. iddia ediyor. ABD’nin, nükleer programı BM Güvenlik Konseyi’nde gö(Tehran Times, İran, 24 Mart) rüşülen Tahran’ın kendisiyle Irak’taki teröristlerin kökünü kurutmak için işbirliği yaptığı havası estirerek İran’ı terörist saldırıların hedefi yapmak istediğini savunuyorlar. Fransa’da bu kez de orta sınıf ayaklandı NAIMA BOUTELDJA G eçen cumartesi günü 1.5 milyon kişi Fransa sokaklarına dökülerek Dominique Villepin’in sallanan hükümetini protesto etti. Haftalardır süren muhalif öğrenci hareketinin ve buna emniyet güçlerinin göz yaşartıcı bombayla verdiği karşılığın tetiklediği protesto gösterileri 1968 Mayıs’ını anımsattı. Fransa’nın üniversiteleri yine olayların merkezinde. 84 eğitim kurumunun 64’ü karışmış durumda, onları sayıları her geçen gün artan liseler izliyor. Geçmişte de olduğu gibi sahnede kızgın öğrenciler, savaşa susamış polisler ve kamuoyu desteği olmayan bir hükümet var. Ve şimdi de geçmişte olduğu gibi sendika hareketinin bir genel grev çağrısı yapma tehlikesiyle karşı karşıyayız. Çünkü işçiler de hükümet karşıtı protesto gösterilerine destek veriyorlar. Geçmiş ve bugün arasındaki karşılaştırmalar burada sona ermeli. Bugünkü patlamalar daha komplike ve sonuçları belirsiz. Geçen ilkbaharda Avrupa Anayasası’nın kabulü için düzenlenen referanduma ‘‘hayır’’ yanıtının çıkması ve banliyölerde geçen kasımda çıkan çatışmaları göz önünde bulundurursak son yaşananlar, Thatcher projesini örnek alıp ileri götürmeye çalışan elite ve Fransa’nın ‘‘otoriter piyasa toplumu’’ oluşuna karşı beliren tepkinin göstergesi. Son olayları ateşleyen, iş sözleşmesine yeni düzenlemeler getiren, kısa adı “CPE” olan yeni iş yasası oldu. Bu yeni yasa, işverene, 26 yaşın altındaki çalışanlarını ilk iki yıllarında hiçbir neden göstermeden işten çıkarma yetkisi veriyor. Hükümete göre bu yasa, kronikleşen işsizlikle mücadele etmek için şart. Hükümetin savına karşı çıkan çok sayıda ekonomist var. Paris’in say gıdeğer Ekonomi ve Sosyal Araştırma Enstitüsü’nden Michel Husson, ‘‘Esneklik adı altında işverene tanınan hakların uzun vadeli istihdamın önünü açacağının bir kanıtı yok’’ diyor. Yasayı ve hükümeti protesto edenler, bu yasayla Fransa’nın bir kesiminde ‘‘esnek çalışma sömürüsü’’ modelinin yerleştirilmesinin önünü açtığını savunuyor. İçerideki ve dışarıdakiler Sosyolog François Dubet’nin de açıkladığı gibi, durum, iş güvencesinin olmamasından daha derin bir soruna işaret ediyor. Fransa toplumundaki yaygın kanı, toplumun ‘‘içinde’’ olanları maaşları iyi olmasa da toplumun ‘‘dışında’’ olanlardan, özellikle banliyölerde de yaşayanlardan ayıran uçurumun son 20 yılda derinleştiği yönünde. Orta sınıfa mensup öğrenciler mezun olunca iki tara fı ayıran çizginin yanlış tarafında kendilerini bulma korkusuyla yaşıyorlar. Bu nedenle bugünlerdeki ‘‘anti CPE’’ hareketi orta sınıfların hareketidir. Kasımdaki isyan, çizginin yanlış tarafında kendini bulan ve bu duruma artık katlanamayan banliyölerin yoksul sınıfının hareketiydi. Villepin kendini köşeye sıkıştırdı. Bir anket Fransızların yüzde 68’inin yeni iş yasasının iptalini istediğini ortaya koyuyor. Hükümetin iki seçeneği var. Ya yasadan direkt vazgeçecekler ya da şimdilik yollarına devam edip yasanın anayasaya aykırı olduğunu savunarak iptal ettirmesi için anayasa konseyini kullanacaklar. Hangi yol seçilirse seçilsinVillepin geri adım attığı an biter. Görünen o ki toplumdaki iç çatışmalar sürecek. Köklü bir siyasi yönetim değişikliği ise çok uzakta görünüyor. Ülkenin dört bir yanında sokağa dökülen öğrenciler Lille’deki göstericilerin taşıdığı tabutun içine yazdığı gibi “Villepin bizim ölümümüzü is(The Guardian, İngiltere, 22 Mart) tiyor” diye haykırıyor. (AP) CUMHURİYET 10 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle