25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 18 MART 2006 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Çanakkale 1915’e Sahip Çıkabilmek...IIProf. A. Mete TUNCOKU Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi nstitüye dönüştürülünce kendi bütçesi, kadroları ve öbür maddi olanaklara sahip olabilecek böyle bir kurum çok daha etkili çalışabilecektir. Gene yapılacak bir yasal düzenlemeyle bu enstitünün Genelkurmay Başkanlığı Askeri Tarih ve Stratejik Etütler Başkanlığı (ATASE) ve Çanakkale Boğaz Komutanlığı’yla birlikte çalışmasına olanak sağlayacak organik bir idari yapı oluşturulmalıdır. Başka bir deyişle Çanakkale Savaşları tarihi, tüm yönleriyle askeri kurumlar ve üniversitenin yapacağı işbirliğiyle araştırılıp incelenmelidir. Aslında Avustralya Savaş Tarihi Kurumu, Yeni Zelanda Vaiouru Askeri Müzesi, Londra Kraliyet Savaş Müzesi benzeri kuruluşlar, böyle bir işbirliğinin en güzel ve çarpıcı örnekleridir. Merkez, enstitüye dönüşür ve önerilen işbirliği gerçekleştirilebilirse şu etkinlikler yapılabilecektir: Belgelik: Ülkemizde Çanakkale Savaşları tarihiyle ilgili belgelik (arşiv) malzemeleri; ATASE, Başbakanlık, Milli Savunma Bakanlığı, Milli Kütüphane, Dışişleri Bakanlığı, Deniz Müzesi, Askeri Müze gibi farklı il ve kurumlar bünyesinde bulunmaktadır. Aynı şekilde yurtdışında çok farklı ülke arşivmüze ve kitaplıklarında bulunan birincil nitelikteki yabancı araştırma malzemeleri de bura PENCERE Unakıtan RTE’den Üstün mü?.. Bu köşede bir iki kez konuya iliştim; ama, söylentiyle gerçeğin salatasını karıştıran tartışma durmuyor... RTE, Unakıtan’a ilişemez.. Neden?.. Tarikatcemaat ayağında Unakıtan’ın ağırlığı RTE’nin üstündedir... Yok canım!.. ? Kimi de diyor ki: Oğlum, Unakıtan Bakan olmak için sakalını kestirdi... Ne olmuş?.. Sakal makal deyip geçme!.. Senin bu işlere aklın ermez!.. O sakal erbabınca okunmuştu... Bizim zamanımızda sakal deyince akla Bedri Rahmi’nin şiiri gelirdi: ‘‘Herifçioğlu Saint Michel’de koyuvermiş sakalı.. Ne yapsın ‘Bizim Köyü’ nitsin Mahmut Makalı...’’ Kim derdi ki tarikat ile cemaat düzeni Türkiye’de egemenleşip iktidar hiyerarşisine el altından posta koyacak?.. ? Peki, bu tarikatcemaat denilen iş İslamın neresinde?.. İsa takvimine göre ilk vahiy Müslümanlık adına 610 yılında Hazreti Muhammet’e nazil oldu; daha ortalıkta tarikat marikat yoktu... İlk tarikatlar 9’uncu yüzyılın başına doğru ortaya çıktı, Peygamber’in ölümünden neredeyse üç yüzyıl sonra... Anadolu’da Bektaşilik, Mevlevilik gibi felsefesi ve kültürü olan tarikatlar bir tarihsel anlam taşırlar... Peki, bugün ortalıkta dolaşan cavalacicoz hocaların siyasetticaretkoltukparaüçkâğıt üzerine oluşturdukları tarikat ve cemaatler Müslümanlığın yüzkarası değil midir?.. AKP’yi kafakola alıp kullanarak laikliği kemiren örgütler bunlar... ? Dinin ticarette ve siyasette kullanılması, vicdan yerine cüzdanları şişirmesi düpedüz İslama küfür sayılmalıdır... Ama bugün dilden dile dolaşan tevatür açık seçik bir kuşkuyu dile getiriyor: RTE, Unakıtan’a gözünün üstünde kaşın var diyemez... Niçin?.. Çünkü tarikatcemaat ayağında Unakıtan daha ağırlıklı... Doğru mu?.. ? Eski bir deyiş var: ‘‘ Şüyuu vukuundan beterdir...’’ Söylenti dilden dile yayılıyor, gerçek mi değil mi artık önemi yok!.. Takıyyecilik, dincilik, tarikatçılık, cemaatçilik ülke politikasında ağır basıyor... Bugün laik Türkiye Cumhuriyeti’nin Bakanları için tek tek soruluyor: Fethullahçı mı?.. Artık Fethullahçı olsa ya da olmasa ne yazar?.. Nusret Dirilir mi? WINSTON CHURCHILL, 1923’te, yani Cihan Harbi’nin bitişinden beş yıl sonra, şunları yazmıştı: ‘‘Bugün dünya denizlerinde görevli beş bini aşkın harp gemisinden hiçbiri Nusret ve döktüğü mayınlar kadar savaşın gidişini ve düşmanın geleceğini etkileyici bir başarı gösterememiştir.’’ Churchill, Cihan Harbi’nde Bahriye Nazırı’ydı. Çanakkale’nin, asker çıkararak değil, donanmayla geçilmesini ve İstanbul’un denizden dövülerek teslim alınmasını isteyen oydu. 18 Mart 1915, onun bu tasarımını yıkan gündür. Tasarım, başarıya da ulaşabilirdi. Nusret’in mayınları olmasaydı, bu hesabın gerçekleşmesine ramak kalmıştı. 18 Mart’ın öğle sonrasında tabyaların cephanesi tükenmeye yüz tutmuştu. Sabahtan beri süren mermi düellosunda Fransızların Gaulois ve İngilizlerin Agamemnon gemileri ağır yara alıp saf dışı edilmişti ama armadanın zırhlıları hâlâ kıyıyı dövmekteydiler. Dönüm noktası, saat 14’e doğru, Fransız zırhlısı Bouvet’nin mayına çarpıp 639 kişilik mürettebatla birlikte batışıdır. Türk askerinin moralini düzelten de bu oldu ve ağır ateş altında, Irresistible, Vengeance gibi dehşet verici adlar taşıyan zırhlılar da yaralanıp geri döndüler. Ama, asıl bozgun, Inflexible ve Ocean gemilerinin Bouvet gibi aynı yerde mayına çarpıp savaşamaz duruma düşmeleriydi. Saat 17’ye geldiğinde, o muazzam donanmanın geri çekilişi başlamıştı. n gün önce, gece sabaha karşı yağmurlu ve puslu Kepez koyunun durgun sularına mayın bırakan Nusret, 40 metre boyunda küçük bir gemiydi. Düşman, geçiş rotasında olmadığı halde, dalgasız denizde isabetli atış için herhalde orayı seçer diye düşünülmüştü. Düşünce, geminin komutanı Yüzbaşı Tophaneli İsmail Hakkı Bey’le Alman mayın uzmanı Yarbay Geehl’in olmalı. Onlar, artık yok. Ama, saklayabilseydik Nusret bugün de olabilir ve olay onun önünde kutlanırdı. O da yok. Gemilerin anılarıyla birlikte yaşatılması gerektiğine inanmayanlar onu önce taşıma işinden para kazanmak isteyen birine satmışlar, o da biçimini değiştirip kıçtan bacalı acayip bir ‘‘koster’’e çevirmiş ve bu kadir bilmezlik yaşlı geminin Mersin limanında batmasıyla sonuçlanmıştı. onradan yüzdürüldü. Aslına dönüştürmek için Deniz Kuvvetleri’nin ve Dirvana ailesinin katkısıyla ciddi bir ‘‘restorasyon’’a geçilmek üzereydi ki, o hayali de Gölcük depremi yıktı. Şimdi, Çanakkale’deki gibi, Tarsus’ta da belediyece yaptırılan bir benzeri var; orada, denizden uzakta. Atatürk’ün Bandırma’sı, maket olarak bir Samsun parkında nasıl kupkuru duruyorsa, öyle. Unutulmaz gemileri canlı tutmayı bilmediğimiz gibi, hiç değilse maketlerini suda yüzdürerek onları birazcık diriltmiş olabileceğimizi düşünemeyecek kadar da denize ve gemilere yabancıyız galiba. E da toparlanmalıdır. Kütüphane: Çanakkale Savaşları’yla ilgili Türkçe ve yabancı dillerde yayımlanmış bilimsel nitelikteki tüm kitaplar sağlanmalı, geniş bir kütüphane oluşturulmalıdır. Müze: Ne yazık ki, Çanakkale Savaşları’yla ilgili çok değerli eserler giderek yol olmakta ya da yabancı ülkelere götürülmektedir. Bu eserler toplanmalı ve enstitü müzesinde onarılıp korunarak çağdaş bir müzecilik anlayışıyla sergilenmelidir. Her yıl ulusal sempozyum, kongre ve konferans gibi etkinliklerin yanı sıra; 5’li ve 10’lu yıllarda çok geniş kapsamlı uluslararası toplantılar düzenlenmelidir. Yayın yapmak: Şu anda AÇASAM’ın çıkarmakta olduğu Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı daha geliştirilip Türkçe ve İngilizce olarak yayımlanabilir. Kültür Sanat Etkinlikleri: Artık Çanakkale Savaşları’nı, uluslararası barış için bir vesile olarak da görmek ve öyle de anlatmak zamanı gelmiştir. Bu amaçla enstitü her yıl, barış temalarını işleyen uluslararası resim sergileri, konserler ve folklor etkinlikleri düzenleyebilir. Böylece, yüz binlerce Türk ve yabancının kanınacanına mal olan bu savaşlar, kalıcı bir ulusaluluslararası barışın gerçekleşmesine katkıda bulunabilir. Ulu Önder Atatürk bunu 1934’te dile getirdiği, ‘‘Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar, burada bir dost vatanın toprağındasınız, huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar, gözyaşlarınızı dindiriniz, evlatlarınız bizim bağrımızdadır, huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır’’ veciz sözlerliyle ve en güzel bir şekilde yapabildiyse, bizim bunu 91 sene sonra daha kolay ve güzel bir şekilde yapmamız gerekir. Sonuç: Kısa başlıklar altında toparlamaya çalıştığımız gelişmeler açıkça göstermektedir ki, Çanakkale 1915’e, gecikmeden sahip çıkmamız zorunludur. Bunun yolu da, ÜniversiteGenelkurmay ve ilgili bakanlıklar arasında gerçekleşecek çok etkin bir işbirliğidir. Aksi takdirde Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Park alanı, özde sadece ekonomik çıkar amaçlı bazı çevrelerin elinde hızla yozlaşacaktır. Gelin bu gidişi elbirliği ile önleyelim ve Osmanlı’nın son, Cumhuriyet’in ilk zafer kalesi olan Çanakkale 1915’i birlikte kurtaralım. Aslında bu, kendilerine bugünümüzü borçlu olduğumuz Çanakkale şehitlerimize olan temel borcumuzdur. Gerçek ve çağdaş ulusalcılık da bu değil midir? O Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmeleri... Av. Hulusi METİN at Karşılığı İnşaat Sözleşmeleri’nin uygulanmasından doğan toplumsal sorunlar üzerinde ivedilikle durulmalıdır. Tersi durumda giderek büyüyen bu sorunlar, kamunun gündemine taşınamayacak, bireysel sorun ve sonuçlarmış gibi kanıksanmaya devam edecektir. Yürürlükteki Borçlar Yasası’nın 355371. maddeleri arasında düzenlenmiş olan Eser Sözleşmesi (istisna akdi) kapsamındaki Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmeleri; daha kuruluş aşamasından itibaren kamuyu ilgilendiren, ilgilendirmesi gereken sözleşmelerdir. İnşaat ruhsatı verilmesinden, inşaat süresince işçi ve çevre güvenliğinin sağlanmasına ve denetlenmesine, çevre düzenine, trafik akışına, sonunda (deprem, sel K S baskını, yangın, sığınak, otopark, su, elektrik, asansör, doğalgaz vb. mevzuatın öngördüğü koşullara uygun olmasıyla) oturma izni (iskân) verilmesine kadar birçok aşamada kamu hukuku ve kuruluşları, kamu adına sözleşmenin bir anlamda tarafı ve denetleyicisidir (doğrusu, olmaları gerekir). Sözleşmenin yanları (arsa sahibi ile yüklenici) arasında doğan uyuşmazlıklar, sorunun bir bölümüdür ve yazımızın kapsamı dışındadır. Üzerinde durmak istediğimiz asıl konu; sözleşmenin kuruluşunun ve sözleşmeden doğan uyuşmazlıkların kamusal sonuçlarıdır. Evet, mülkiyet anayasal bir haktır. Ancak bu hak, kamu yararına aykırı olarak kullanılamaz. Evet Borçlar Yasası’nda sözleş me özgürlüğü öngörülmüştür. Ve evet demokratik hukuk devletinde yurttaş, mülkiyet hakkını yasalar çerçevesinde özgürce kullanabilir. Fakat bu özgürlüğün de bir sınırı vardır. Vardır da denetleyen yoktur! Üzerinde yapı yapılacak arsanın imar durumuyla, anakent ve ilçe belediyeleri arasındaki plan uygulamalarıyla, bilimsel yöntemle ve kamusal yarar dikkate alınarak arsa üretmek yerine ‘‘rant’’ hırsıyla başlayan daha ilk adımda görüldüğü gibi, yalnızca arsa sahibi ve yüklenici değil, kamu adına kamu kurum ve kuruluşları da sözleşmenin ‘‘tarafsız’’ tarafıdır (olması gerekir). Uygulamadan, daha doğrusu uygulamadan doğan sözleşmesel sorunlar, iç ilişkide (sözleşenler arasında) yanların birbirlerinden beklentilerinin çoğu zaman bir hukukçu gözetiminde saptan mamasından; dış ilişkide ise mevzuatın yetersizliğinden çok; kamu görevlilerinin ‘‘görev bilincinden!’’ kaynaklanmaktadır. Sözleşmenin yer aldığı Borçlar Yasası’nın, 1926’dan beri yürürlükte ve uygulanıyor olması; yasanın yaşamla ne denli uyumlu olduğunu göstermektedir. Ancak buna karşın sözleşmenin uygulanması kamusal sorunlara yol açıyorsa, bunun bir nedeni ‘‘uygulamanın’’ siyasal boyutuysa, öteki de yasaların yeterince bilinmemesi, ya da kasten uygulanmamasıdır! Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmeleri’ne, sözleşme yapılabilmesi için, zorunlu bir önkoşul getirecek, sözleşmeyi kentsel bütünlük içinde denetleyecek ve kentsel tasarımı ve kamu yararını gözetecek ek yasal düzenlemeler yapılmalı, var olan yasalar da titizlikle uygulanmalıdır. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle