18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 25 ŞUBAT 2006 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Küresel Kimlik İnsanlık Günümüzde de neoliberalizm diye tanımlanan sömürü düzeni, çıkarlarını korumak için sermayenin etkinliğini küreselleştirirken bilimsel gerçekleri dışlayıp ulusal devletlerde yapay ayrımcılıklar yaratmakta, yakın zamanlara kadar sorunsuz yaşayan insanları, bilimsel dayanağı olmayan nitelemelerle, birbirlerine düşman topluluklar haline getirmektedir. PENCERE Komşuda Pişer, Bize de Düşer mi?.. İnançta akıl yoktur.. Mantık yoktur.. Eğer inançta akıl ve mantık olsaydı, yeryüzünde farklı iman kalmazdı.. Bilimdeki gibi tüm insanlığın paylaştığı yasalar çıkardı ortaya... ? Irak’ta Şiilerin en kutsal mekânlarından biri olan Samarra’daki ‘‘Askeriye Türbesi’’ne düzenlenen saldırı ‘‘On İki İmam’’ı da güncel çatışmanın içine katınca iş çığrından çıktı... SünniŞii savaşına yönelik fitil ateşlenmiş oldu... Oysa ülke Hıristiyanlığın ‘‘Evangelist Neocon’’ları tarafından işgal altında... İslam ne buyurur?.. Düşman işgali sürerken mezhep kavgasına girişip dindaşını öldüren Müslüman cehennemde cayır cayır yanmaz mı?.. ? Tarih Baba ne diyor: Hıristiyan, inancını dünya işlerinden ve devlet yönetiminden ‘Aydınlanma Devrimi’yle tasfiye ederek akıl ve bilime öncelik verdikten sonra Müslümanı parmağında oynatmaya başladı. Irak’ta yaşanan ne?.. Arap uluslaşamadı!.. İslamla bu dünyanın devlet umurunu çözmeye çalışan mümin, inancını vicdanına gömüp aklını başına toplamadan perişan olacak, hep yenilgiye uğrayacaktır. ? Gerçek, kanlı meydanda da en çarpıcı boyutlarıyla salınırken Türkiye’de laik Cumhuriyeti tasfiye ederek yerine (ılımlı mı, radikal mi, her neyse) İslam devleti modelini ikame etmeye çalışmak her tür söyleyişiyle yurda, vatana, ülkeye, insana, yurttaşa, vatandaşa ne büyük ihanettir!.. Böylesine bir uygarlık dışı siyaseti, fikri ve mazrufu, demokrasi zarfına sarıp sarmalayarak yutturmaya çalışmak kendi kendimize hayatımıza kasdetmekten başka bir şey değildir. ? Türkler zaten Müslümandır.. Türklerin Müslümanlaşması için ne politikaya gerek var, ne ‘‘Ilımlı İslam Devleti Modeli’’ni kurmaya, ne Başbakan eşinin tesettürüne, ne laikliğin yıkılmasına, ne Hamas terörüne göz kırpmaya ne de Amerika’ya yuvalanmış Fethullah Gülen’in İslamda Hazreti İsa damarını açmaya çalışmasına... ? Irak önümüzde, komşumuzda, yanı başımızda kanlı bir ibretlik ders... Ulusça aklımızı başımıza toplayalım!.. Uluslaşamamak IRAK dramı kadar öğretici bir başka ders bulmak zordur: Küreselleşme, demokrasi, insan hakları, etnik kimliğe saygı gibi kavramları kullanarak hükmünü yürüten ‘‘yeni emperyalizm’’in bir ülkeyi ne duruma sokabildiğini gösteren bir facia yaşanmakta o eski topraklarda. İngilizAmerikan ortaklığının petrol hırsıyla başlatıp Bağdat Müzesi’ni talan etmekle taçlandırdığı ‘‘özgürlük savaşı’’, Batı dünyası için utanç verici bir tablo yarattı. Üstelik, ‘‘kitle imha silahları depolamak’’ ve ‘‘11 Eylül teröristlerini desteklemek’’ gibi iki koca yalana dayandırılarak yürütülmüş bir savaştı bu. Ama, aynı derste yeni emperyalizmin gerçek yüzünü sergilemekten de öteye bir yan var ki, o da ‘‘uluslaşma’’yı tamamlamamış olmanın ne gibi sonuçlara yol açabildiğini açıkça göstermesi. Türkiye için önemli olan bu. addam’ın kişiliğine ve rejimine bir yığın kusur bulunabilir ama, herhalde otoriter yöntemlerle de olsa gerçekleştirilmeye çalışılan şu hedefin doğruluğu kolay kolay tartışma konusu yapılamaz: Irak coğrafyasında bir ulus yaratmak. O coğrafyanın sınırlarını üzerinde yaşayan insanlar çizmemişti. Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında, SykesPicot anlaşması başta olmak üzere, İngiliz ve Fransız emperyalizmlerinin çeşitli pazarlıklarıyla oluşmuş bir coğrafyaydı bu. Osmanlı sonrasının mandacılık paylaşımında Irak’ı İngilizler aldı, Suriye Fransızlara kaldı. Arkasından, gerçek kurtuluş savaşları yaşanmaksızın oluşan ‘‘bağımsız’’ devletlerin başına geçenler, çeşitli mezhep ve etnik kökenden oluşmuş toplumları yönetmek zorundaydılar. ‘‘Ulus’’ kavramına tutunmaktan başka çareleri kalmamıştı. Ayrıca, peş peşe gelen Baas darbeleri, onları bir yanda Sünnileri Şiilerin, öbür yanda da Şiileri Sünnilerin yöneticisi durumuna sokmuştu. Uluslaşma, bu çelişkiden çıkışın da çaresiydi. Amerikan istilası, çok daha uzun zamana yayılması gereken böyle bir ‘‘uluslaştırma’’ sürecini henüz çok erken aşamasındayken kesmiş sayılır. Direnişteki dağınıklığın temel nedeni de bu zaten. aha da acıklı olan, işgalcilerin bu durumdan hınzırca yararlanmayı seçmeleridir: Kuzeyi kendileriyle işbirliği yapan Kürtlere, güneyi Şiilere ayıran istilacılar uluslaşmanın çekirdeği olabilecek Sünni Araplara da ülkenin ortalarını uygun görerek, bir bakıma, oralarda üç ayrı devlet oluşumunun tohumlarını ekmiş olmaktaydılar. Kuşkusuz, emperyalizmin klasik silahıyla karşı karşıyayız: Böl ve yönet. Şimdiden, ‘‘Amerikalılar giderse burası cehenneme döner’’ diyen Iraklılar var. Irak’ta olanlara baktıkça, Sevr haritasından silkinerek kurulmuş bir cumhuriyette ‘‘uluslaşma’’ sürecini ne pahasına olursa olsun tamamlamanın ve ne küreselleşmeci öğütlere, ne de AB’ci dayatmalara kulak asmamanın gereğini daha iyi anlıyor insan. Prof. Dr. Abidin KUMBASAR ‘‘Vatanım ruyi zemin, milletim nevi beşer’’ (*) Tevfik Fikret K S D alıntıları Afrika’da Tugen bölgesindeki araştırmalarda bulunduğu için o yörenin dilinde ‘‘Tugenli ilk insan’’ anlamına gelen ‘‘Orrorin Tugensis’’ diye adlandırılan atalarımızın yaşadığı çağdan beri altı milyon yıla yakın bir süre geçtiği biliniyor. O dönemden bugüne kadar geçen evrim süreci içinde insan soyu, mutasyonlar ve çevre koşullarına uyumla, birçok aşamadan geçerek günümüz toplumlarının bireylerini oluşturmuşlardır. Ulaşım ve iletişim olanaklarının elvermediği dönemlerde birbirlerinden ayrı yaşayan insan toplulukları sadece kendi çevrelerine göre koşullanmış ve karşılaştıkları diğer insanları farklı kabul ederek yapay ayrılıklar oluşturmuşlardır. Bu yanılgıyla, insanlara yapay kimlikler dayatarak ayrıma tutma alışkanlığının altında, bireyin doğuştan gelen ve değişmeyecek olan özelliklerle dünyaya geldiği saplantısı yatmaktadır. Oysaki ırksal, etnik, ulusal ya da inanç nitelikli ayrımcılıklar ussal ve bilimsel dayanağı olmayan dayatmalardır. Bu gerçek, yapılan bilimsel çatışmalarla, insan genetiğinin ‘‘genom’’ olarak adlandırılan şifresi çözülerek kanıtlanmıştır. Artık bireyi kendi özbenliği yapan öğelerin, bireyin taşıdığı genlerin verdiği özelliklerle (genotip) bulunduğu toplum ve çevrenin oluşturduğu etkilerin (fenotip) bileşimi olduğu bilinmektedir. Ayrımcılık güderek sömürü düzeninden çıkar sağlayanların bilimsel verileri görmezlikten gelmeleri bu doğa gerçeklerini değiştiremez. Tarih sürecinde defalarca kanıtlandığı gibi, bilimsel gerçekler dayattığı zaman her türlü direnme ve yadsıma boşuna zaman kaybından başka bir sonuç vermez. Bu nedenle, iletişim ve ulaşımın görece küçülttüğü ve her türlü ilişkinin giderek daha da yoğunlaştığı yerkürede insanlar arasındaki yapay farklılıkların zamanla kaybolması ve benzerliklerin çoğalmasıyla ‘‘küresel insan’’ kimliğinin benimsenmesi karşı konulamaz bir olgudur. Çağdaş düşünceli aydınların benimsedikleri ‘‘küresel insan’’ kimliği bilincine ulaşmak kolay olmamıştır. Tarihin akışı içinde, yerleşik düzene geçilmesini sağlayan tarım devriminden beri, sömüren ve sömürülenler hep var olmuş, kölelik olgusu ayrımcılığın ilk somut örneği olarak binlerce yıl sürdürülmüştür. Sokrat’tan beri gerçekçi bilginlerce ‘‘Kendini tanı’’ (Nosce teipsum) çağrısı yapılan insan soyunun, özbenliğine yönelerek yapay farklılıkları gidermesi gerekirken, düzenden çıkarı olanların dayattıkları ayrımcılıklarla güçsüzler dışlanıp aşağılanarak emeklerinin sömürülmesine göz yumulmuştur. Ekonomik güç sahipleri hiçbir dönemde kendilerini destekleyen işbirlikçiler bulmakta güçlük çekmemişlerdir. Aristoteles bile, ‘‘Alt türler doğuştan köledir, onlar için en iyi olan da bir efendinin hâkimiyeti altında olmaktır; kölelerden yararlanmak, evcil hayvanlardan yararlanmaktan pek farklı değildir...’’ diyerek sömürücü düzene destek olmuştur. Günümüzde de neoliberalizm diye tanımlanan sömürü düzeni, çıkarlarını korumak için sermayenin etkinliğini küreselleştirirken bilimsel gerçekleri dışlayıp ulusal devletlerde yapay ayrımcılıklar yaratmakta, yakın zamanlara kadar sorunsuz yaşayan insanları, bilimsel dayanağı olmayan nitelemelerle, birbirlerine düşman topluluklar haline getirmektedir. Son dönemde ülkemizin sözde siyasetçileri de bilimsel gerçeklerden uzak bir tutum içinde, sömürücü güçlerin dayattığı ayrımcı uygulamalara ortam ha zırlamaktadırlar. Hiçbir bilimsel gerçeğe dayanmayan alt kimliküst kimlik tartışmaları bunun kanıtı olup demagoji olmaktan öte bir anlam taşımadan insanlara dayatılmaya çalışılan us dışı nitelemelerdir. Konu gerçekçi açıdan değerlendirilirse tüm insanlar gibi yurdumuz insanlarının içindeki istek de öncelikle bulunduğu çevrede yadırganmayıp Latince deyimde belirtildiği gibi, ‘‘Unus ex multis’’ (çoğunluktan biri) olduğunun kabullenilmesidir. Mutlaka ve en küçük ödün verilmeden saygı gösterilmesi gereken şey, insanların inançları, renkleri, sayısal önemleri ne olursa olsun, kadın, erkek, çocuk, bütün insanların onurudur. Jeremy Bentham’ın (17481832) iki yüzyıla yakın zaman önce belirttiği gibi, ‘‘Hiçbir haksızlık küçük, hiçbir insan önemsiz değildir’’. Toplumdaki herkes, var olan uygarlıktan dışlanmış olduğu duygusuna kapılmadan, kendine özgü niteliklere saygı duyulduğunu algılamalı, geçmişine özlem duymadan ortak geleceğe umutla bakmalıdır. Bilimsel verilere göre de yerküre, hiçbir özel ırka, hiçbir özel ulusa ya da inanç zümresine değil, doğa ile uyum içinde yaşamayı sürdürebilecek tüm insanlara ait olduğu zaman var olarak kalabilir. Bütün değerlerin kaynağı olan doğa ile değerleri üreten emeği talan etmek ve sömürmek, giderek sayıları artan bireysel ve kitlesel başkaldırılara neden olarak anarşinin de küreselleşmesiyle sonuçlanmıştır. Sömürücü güçlerin tekeller kurarak koşullandırmaya ve denetim altına almaya çalıştıkları medyada, gerçekleri yansıtan yürekli insanların çabaları, gelecek için tek umut kaynağı olarak görülmektedir. İnsanlar, tüm doğa değerlerinin sosyal adalet ilkelerine uygun ve emeğe saygılı olarak, tüm insanlığın yararı için kullanıldığı zaman herkesin mutlu olacağına inanırlarsa hiçbir yapay ayrımcılığa gerek bırakmayan ‘‘küresel insan’’ kimliğine ulaşılacaktır. (*) Bugünkü dilimizle: ‘‘Vatanım yeryüzü, ulusum insan soyu’’ CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle