25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
16 ŞUBAT 2006 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr UYGARLIKLARIN İZİNDE... OKTAY EKİNCİ AHMET CEMAL 15 ODAK NOKTASI Bir Ölümün Fısıldadıkları... Bir olayın fısıldadıklarını tam olarak kavrayabilmek, bazen uzun zaman alabiliyor. Hele bu olay bir ölüm ise, yani geride kalanlar için böyle düşünebilenler için! başlı başına sınav niteliğini taşıyan bir olaysa, fısıltılara daha bir dikkat kesilerek kulak vermek gerekiyor. Anlık doğal tepkiler, hıçkırık sesleri, yakınmalar değil çok daha derinde yatan fısıltılar. Oylum Karakaş’ın, geçen yılın ekim ayı sonlarında vefat eden annesi Saide Hanımefendi’nin ölümünün bana fısıldadıklarını hiç unutmamıştım. Tıpkı, onu ölümünden birkaç gün önce, İtalyan Hastanesi’nde ziyarete gittiğimiz o geceyi hiç unutmayışım gibi. Günlerden yanılmıyorsam cumaydı, her cuma akşamı konservatuvarda yaptığımız gönüllü seminer çalışmalarından birini tamamlamıştık. Oylum’un sınıf arkadaşları: ‘‘Biz doğru hastaneye, Oylum’un annesini ziyarete gidiyoruz, çünkü ağırlaşmış!’’ dediler. Altı yıl kadar önce, o günden bu yana ‘Yaşlı dostum’ diye andığım annemin Eskişehir’de, Anadolu Üniversitesi’nin Mavi Hastane’sinin bir odasında akşam vakti ölümünden bu yana, son günlerini yaşamakta olan kimseyi ziyarete gitmemiştim. Gidememiştim. Sahne, anılarımda çok canlıydı. Ama o akşam, ani bir kararla öğrencilerime: ‘‘Ben de sizinle geliyorum!’’ demiştim. Bunu, Oylum’a borçlu olduğumu hissetmiştim. Çünkü o, annesinin ölüme uzanan yolculuğunun son günlerine kadar, derslerime ve Cuma toplantılarımıza gelmeyi hemen hiç aksatmamıştı. Kendini hayatta belki de kendisi için en değerli varlığı kaybetmeye hazırlama gibi, insanı başkaca her şeyi dışlamaya sürüklemesi doğal olan bir yükümlülüğün yanı sıra, sanat eğitimini de olabildiğince aksatmamaya, bundan böyle yaşamda ona ihanet etmeyecek tek varlık olan sanatın kalbini kırmamaya özen gösteren Oylum o akşam, acısına birkaç saat için ortak olabilmeyi, ölmekte olan annesinin yanında elini tutabilmeyi ona borçluydum. ??? Beni hemen annesinin odasına götürdü. Saide Hanımefendi’nin bilinci yerindeydi. Sanırım acı çekiyordu; ama hareketsiz yattığı o hastane odasında, konuklarını köşkünün girişinde karşılayan bir eski zaman hanımefendisinden hiçbir farkı yoktu. ‘‘Hoş geldiniz!’’ dedi. ‘‘Nasılsınız efendim?’’ soruma karşılık, bana kendi yakınmalarıyla değil, ama beklemediğim sözcüklerle karşılık verdi: ‘‘Bu süre boyunca hocası olarak kızıma göstermiş olduğunuz anlayıştan dolayı size çok teşekkür ederim!’’ Annesinin başında uzunca bir zamandır gece gündüz bekleyen Oylum’un derslere gelemediği oluyordu. Bazıları gibi, sevgilileriyle vakit geçirmek için değil; ya da dönemlik resmi ‘gelmeme haklarını’ kullanmak için değil; dizi peşinde koştuğu için de değil; annesinin son nöbetini tutmak için gelemeyen bir Oylum, ve onun hocasına bundan ötürü teşekkür eden, soyluların soylusu annesi... Geleneksel anlamında değil, fakat bir karakter özelliği olarak kafamı hep kurcalamış olan bir kavram: Soyluluk. Ve bu özelliği ta ölümün eşiğine kadar koruyabilmenin eşsizliği. Bir ölme sürecinin fısıldadıkları. Oylum, konservatuvarın tiyatro bölümünde benim üçüncü sınıf öğrencim. Daha önce aynı konservatuvarın viyolonsel bölümünü bitirmiş. Şimdi hızla tiyatro eğitiminin sonuna doğru yol almakta. Çok kişisel değerlendirmeme göre, böyle giderse geleceğin büyük oyuncularından biri olacak. Tutkularını, acılarını, mutluluklarını, bir oyun karakterini o anda oluşturan ne varsa, yüzüne bir harita gibi işleyebilen biri. Daha önceki deneyimlerimden biliyorum: Oylum gibilerinden sıradan sanatçı çıkmaz; ya yitip giderler ya da gerçekten büyük sanatçı olurlar. Bugüne kadar, okul provalarında onu her seyredişimde ondan bir Hedda Gabler’i ya da bir Blanche Dubois’yı seyretmeyi düşledim. Kim bilir, belki de o hastane gecesinde, kendimi biraz da, bir önseziyle, geleceğin bir büyük sanatçısına şimdiden duymaya başladığım saygı nedeniyle borçlu hissetmişimdir! eposta: acem20?hotmail.com ahmetcemal?superonline.com Vali Alaaddin Yüksel’in önderliğindeki ‘kültür envanteri’ çalışması 8. ciltle birlikte tamamlandı Antalya’nın ‘artık’ belleği ‘var’ ‘‘Kültürel mirasımızın korunması için yasal düzenlemelerin zorunluluğu bir gerçektir. Ancak korumanın diğer bir önemli ayağının da bu mirasımızın ‘ne’ler olduğunun bilinmesi ve bu bilginin yayımlanması olduğu da bir gerçektir...’’ Antalya Valisi Alaaddin Yüksel, tamamı 8 ciltten oluşan ‘‘Antalya Kültür Envanteri’’nin tanıtım yazısındaki bu sözlerinde de ‘‘alçakgönüllü’’... Çünkü uygarlık tarihimizin ‘‘belleği’’nde ‘‘ne’’lerin olduğunu saptamak, korumanın ‘‘diğer’’ ayağı değil, ‘‘temel koşulu’’... Geçmişimizi yaratan ‘‘tarihsel aklın ürünlerini’’ eksiksiz belgelemek ve artık ‘‘gözden ırak’’ kalmamaları için toplumla da paylaşmak, kültürel mirasa karşı duyarlılığın en anlamlı ‘‘içtenlik’’ göstergesidir... Denebilir ki bu amacı taşıyan kültür envanterleri, uygarlık kazanımlarımızın geleceğe de aktarılmasında, yasalardan daha etkin bir ‘‘güvence’’yi oluştururlar. Çünkü belgelenmiş kazanımları kimse ‘‘yok’’ sayamaz; ‘‘Göremedik’’ ya da ‘‘Gözden kaçtı’’ diyemez... Bu nedenle Antalya’nın bin yıllara dayalı antik ve tarihsel tüm ‘‘yaşanmışlık kanıtları’’ artık güvencede... Vali Yüksel’in bu çok özel hizmetinin değeri de kuşaktan kuşağa şükranla anılacak... Bu kapsamlı ‘‘envantere geçen’’ tüm uygarlık tanıkları, geleceği de kimlikli kılmanın temel kaynaklarını oluşturacak... ‘Tarihi kentler’in rüzgârıyla... ‘Mimarlık ve kentsel planlama’ KORUMANIN BİLİMSEL GÜVENCESİ Çağlar boyunca Akdeniz Bölgemizi uygarlıkların merkezi yapan akıl ve yaratıcılık ürünleri, Antalya Kültür Envanteri’nde her türlü teknik, tarihsel, yasal ve imar durumlarına ait bilgilerle birlikte yer alıyor. ir süredir sorguluyoruz: ‘Mimarlık’ ile ‘kent planlaması’nı birbirlerinden ‘tümüyle’ ayıran eğitim sistemi Türkiye’ye uygun mudur? Bu köşeciğe gelen ‘görüşler’ sürüyor: B ‘Asıl sorumlu mimarlardır’ Prof. Dr. Cengiz ERUZUN MSGSÜ Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü ürkiye’de ilk örgün mimarlık eğitimi 1883 yılında ‘‘Sanayii Nefise Mektebi Âlisi’’ (1927’de Güzel Sanatlar Akademisi) ile başlamıştır. YTÜ’de ise 1942’de, İTÜ’de 1944’te ve ODTÜ’de 1956’da mimarlık eğitimi başlatılmıştır. Bu süreçte, mimarlık eğitimi içindeki güçlü şehircilik programlarıyla yetiştirilen mimarların yaptıkları şehir planlamaları da kendi içinde tutarlı olmuştur. Ancak ilk defa ODTÜ’de mimarlık dışında lisans seviyesinde eğitim veren ‘‘Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’’ kuruldu. Bu uygulama, ‘‘mimar ve şehirciyi birbirinden ayıran’’ sonuçlara neden oldu. Gerçi mimarlık eğitimi içindeki şehircilik programlarının kentlerdeki büyüme ve değişim hızı içinde yetersiz kaldığı da bir gerçektir. Ancak mimarisiz şehircilik eğitimi yerine, bunu giderecek yeni çözümler beklenirken 1980’den sonra diğer üniversiteler de ODTÜ sistemini benimsemişlerdir. Mimarlık fakültelerinden, ‘‘mimar olmadan’’ şehir ve bölge planlama bölümü diplomasına sahip olan şehirciler, giderek mimarları öylesine dışlamışlardır ki şehircilik karnesi olan mimar kökenli plancıları, hatta kendilerine şehircilik nosyonu kazandıran mimar hocalarını bile odalarına kaydetmemişlerdir. Oysa üniversitelerde, mimarlık ve şehircilik programlarının ‘‘birlikte’’ yürütüldüğü bir dönemden sonra mimarlık ve şehircilik öğrencilerinin birbirine gereksinim duyacağı bir nosyon kazandırılabilirdi. Ya da önce mimarlık eğitimi verilir, sonra uzmanlık eğitimiyle ‘‘şehirci mimar’’ olunabilirdi. Bunun için geç kalınmış değildir. Çünkü şehircilik bölümlerinin üst düzey hocaları ve yöneticileri henüz mimar kökenlidir. Asıl sorun, bu hocaların eğitimden çekilmesinden sonra başlayacaktır. Ülkemizin kültürel hazinelerini belgelemek (tescil), sadece Kültür Bakanlığı’na değil, ‘‘tüm ulusal kurumlar’’a ait anayasal bir görev... Bunda öncelikli sorumluluğun ise ‘‘mirasın bulunduğu yer’’lerdeki ka mu yönetimlerinde olduğu, Cumhuriyetin o kültür sevdalısı devrimci yıllarından bu yana belki de ilk kez Sadettin Tantan döneminde İçişleri Bakanlığı genelgelerinde yer almıştı... Tarihi Kentler Birliği’nin 2000 yılındaki kuruluşuyla birlikte kentsel miras için ‘‘belediye’’ler kolları sıvarken ‘‘il düzeyinde kültür envanterleri’’ni de valiliklerin üstlenmesi benimsenmişti... İşte o ‘‘rüzgâr’’la birlikte Antalya, Kastamonu, Amasya, İzmir, Hatay, İstanbul, Edirne, Afyon gibi illerde de valilerin önderliğinde kültür, turizm ve müze müdürlükleri ile koruma kurulları, üniversiteler ve Mimarlar Odası birimleriyle işbirliği içinde çalışmalar başlatıldı. Şimdi Antalya, bu ‘‘seferberlik’’ içindeki en başarılı çalışmalardan birini kotarmış olmanın gururunu taşıyor... Yaklaşık 4 yılda tamamlanan envanter kapsamında, ilin tüm yörelerindeki tarihsel ve kültürel değerler, ‘‘eksiksiz’’ denebilecek bir titizlikle belgelenmiş durumda. Bunlar hakkındaki temel bilgiler ve Anadolu’nun uygarlıklar zenginliği içindeki ‘‘özgün konumları’’ da önemli ayrıntılarıyla birlikte ulusa, insanlığa ve T gelecek kuşaklara armağan ediliyor. Antik ve anıtsal yapıların yanı sıra sivil mimarlık örneklerinin de ayrı ayrı sayfalardaki fotoğraflı bilgi tablolarında, dönemleri, sanatsal nitelikleri, dahası tapu kayıtları ve imar bilgileri bile var. Bu heyecan verici sayfalarda gezinenler, arkeolojik alanlardaki kazı ve araştırmaların sonuçlarını da izleyebiliyorlar... Zarif bir kutu içinde sırasıyla ‘‘Antalya merkez’’, ‘‘Alanya, ManavgatSerik’’, ‘‘Kaş’’, ‘‘Kale’’, ‘‘AksekiİbradıGündoğmuşGazipaşa’’, ‘‘KorkuteliElmalı’’ ve ‘‘KemerKumlucaFinike’’ kitaplarından olu şan envanteri yayına hazırlayanlar mimar Mücella Uyar, şehir plancısı Melike Gül, mimar Utku Oğuz, harita teknikeri Mustafa Kanat, peyzaj mimarı Gökhan Benzet ve mimar Hülya Keskinkılıç... Vali Yardımcısı H. Necdet Özeroğlu ile Antalya Koruma Kurulu Müdürü Bülent Baykal da eşgüdümü üstlenmişler. Vali Yüksel’in şu sözleri ise envanterdeki bu başarının ardında yatan ‘‘içtenlik’’i yansıtıyor: ‘‘Tarih insanlığın ortak belleğidir. Antalya Kültür Envanteri, bundan böyle tarihimizi daha fazla yitirmemize de bilimsel bir engel oluşturacaktır...’’ Y Memet Fuat ödülleri sahiplerini buluyor... Kültür Servisi 19 Aralık 2002 tarihinde yitirdiğimiz usta yazar Memet Fuat’ın anısına düzenlenen ‘‘Memet Fuat Eleştiri/İnceleme, Deneme, Yayıncılık Ödülleri’’nin ikincisi yarın İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin Dolapdere Kampusu’nda düzenlenecek bir törenle sahiplerine verilecek. ‘Eleştiri/İnceleme’ dalında Mehmet Yaşın’ın ‘‘Diller ve Kültürler Arası Bir Edebiyat İncelemesi, Kıbrıs Şiiri Antolojisi MÖ 9.MS 20 yy.’’ ve deneme dalında Güven Turan’ın ‘‘Süregelen’’ yapıtları ödüle değer görüldü. Memet Fuat Yayıncılık Ödülü’nün ise edebiyat ve kültür alanında özenli, ilkeli tutumları doğrultusundaki yayınlarından dolayı Dost Kitabevi Yayınları’na verilmesi seçici kurul tarafından uygun görüldü. Bu yıl 5 bin YTL tutarındaki Eleştiri/İnceleme Ödülü, Bilgi Üniversitesi Yayınları ARIN DOLAPDERE KAMPUSU’NDA tarafından ve gene 5 bin YTL tutarındaki Deneme Ödülü de Adam Yayınları tarafından karşılandı. Yayıncılık Ödülü ise bir heykelcikle değerlendirilecek. Tüm ödüllerin heykelciği Bihrat Mavitan tarafından tasarlandı. Yarın Bilgi Üniversitesi’nde Memet Fuat’ın 80. yaşgünü nedeniyle bir anma toplantısı da yapılacak. 18.30’da Kenan Bengü’nün açılış konuşmasıyla başlayacak olan etkinlik Ceren Necipoğlu’nun vereceği arp dinletisi ile devam edecek. Ardından ‘‘Memet Fuat 80 Yaşında’’ başlıklı belgesel film gösterilecek. ‘‘Memet Fuat Genç Yazarları Nasıl Desteklerdi?’’ başlıklı panelin konuşmacıları Süreyya Berfe, Egemen Berköz, Füruzan, küçük İskender ve Latife Tekin. Etkinliğe katılmak isteyenler için 18.00’de Taksim AKM önünden servis kalkmakta. (0 212 329 26 50) Sabancı Gösteri Merkezi’nde 1 Mart’ta Feridun Düzağaç konseri, (sağda), 25 Mart’ta ise ‘Kedi ile Palyaço’ adlı oyun izleyicilerle buluşacak (solda). Tiyatrodan konsere... Sabancı Üniversitesi Gösteri Merkezi, İstanbulluları mart ayında birbirinden renkli etkinliklerle buluşturacak Kültür Servisi Sabancı Üniversitesi Gösteri Merkezi, mart ayında da İstanbullu sanatseverleri en seçkin tiyatro oyunları ve konserlerle buluşturmaya devam ediyor. Bu kapsamda; 1 Mart saat 20.00’de Feridun Düzağaç, 2 Mart saat 20.00’de İncesaz, 9 Mart saat 20.00’de Güldencaz, 15 Mart saat 20.00’de Badem’in konserleri yer alacak. 21 Mart saat 20.00’de şef Cem Mansur yönetiminde Akbank Oda Orkestrası’nın vereceği ‘Ustalar ve Çıraklar’ başlıklı konserin solisti, viyolonsel sanatçısı Natalie Clein. Seferad Topluluğu 28 Mart saat 20.00’de müzikseverlerin karşısında olacak. Mart ayının son müzik etkinliği İstanbul Filarmoni Oda Orkestrası’nın 30 Mart saat 20.00’de düzenlediği İspanyol Gecesi olacak. Dostlar Tiyatrosu 7 Mart saat 20.00’de ‘Aymazoğlu ile Kundakçılar’ı sahneleyecek. Max Frisch’in yazdığı oyunda Genco Erkal, Meral Çetinkaya, Erdem Akakçe oynuyor. ‘Ördek Muhabbetleri’ 14 Mart 20.00’de Akbank Sanat Prodüksiyon Tiyatrosu, David Mamet’in yazdığı ‘Ördek Muhabbetleri’ adlı oyunu tiyatroseverlerle buluşturuyor. 22 Mart 20.00’de Ortaoyuncular, en son 1986 yılında oynadıkları ve büyük beğeni toplayan Kiralık Oyun’la Sabancı Gösteri Merkezi’nin konuğu olacak. Ferhan Şensoy’un yazıp yönettiği ‘Kenef Penceresinden Denizi Gören Güldürü’ altbaşlığıyla sahnelenen oyunda Şensoy’un yanı sıra Okan Bayülgen, Özgü Namal, Rasim Öztekin, Nesrin Tokyay, Ali Çatalbaş gibi usta isimler rol alıyor. 25 Mart saat 11.00’de TÜYAP Çocuk Tiyatrosu ücretsiz olarak ‘Kedi ile Palyaço’ adlı oyunu sahneliyor. Bilet fiyatları tam 7 YTL, öğrenci ve grup indirimi 4 YTL olarak belirlendi. (0216 444 15 55) CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle