25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 24 ARALIK 2006 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ARADA BİR ZEKİ ARIKAN Galileo Olmak Atatürkçü düşünce sisteminin karşılığı olan Kemalizm, Galileo’nun 400 yıl önce başlattığı bilimsel düşünce sistemine, aydınlanmacılığa ve çağdaşlığa “tekabül eder”. Bunun tersini söylemek, bilgisizlikten kaynaklanmıyorsa karşıdevrimciliğin sözcülüğüne soyunmaktır. PENCERE ni arayışlara yol açar ve bu arayışlar, 1839’da Tanzimat Fermanı’yla sonuçlanır. Ardından I. ve II. Meşrutiyet yönetimleri gelir. Böylece Osmanlı, derin uykudan uyanma işaretleri vermeye başlar. Ancak az sayıda aydının çabaları sonuç vermez, Batı’nın 300 yıl önce ortaya koyduğu bilimsel devrimin ürünü olan Aydınlanma Devrimi ve endüstri devriminden uzak kalan Osmanlı, sonunda yıkılma noktasına gelir. Mahmut Esat Bozkurt’u Anarken Kurtuluş Savaşı ve Türk devrimi, genç fakat inançlı bir kadronun eseridir. Kuşadalı Mahmut Esat Bozkurt (18921943) bu kadro içinde seçkin bir yer tutar. İzmir İdadisi’nden sonra İstanbul Hukuk Mektebi’ni bitiren ve İsviçre’de yeniden hukuk öğrenimi gören Mahmut Esat, kesin olarak Lozan’da kaldırılan kapitülasyonların bir daha geri gelmemesi için yaşamı boyunca savaşmıştır. Mahmut Esat, Cumhuriyet devrimi Türk hukuk devriminin Atatürk’ten sonra gelen en büyük öncüsüdür. Mahmut Esat diyor ki: “Yapılacak yegâne iş, iyi şerhleri bulunan hazır ve iyi bir kodu almak ve tam olarak onu çevirmektir. İsviçre kodu iyi koddur, ben onu aktarmaya çalışacağım.” Avrupa’da Roma hukukunun, Cermen hukukunun ve doğal haklar anlayışının en başarılı bir bileşkesi olduğu için bu yasa kabul edilmiştir. Mahmut Esat’ın kaleminden çıkan ve bir hukuk anıtı olan yasa gerekçesi, bu kabulün hangi amaca yönelik olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu yasanın yayımlandığı gün Türk ulusu temelsiz inançlardan kurtulmuş olacaktır. O gün eski bir uygarlığın kapılarının kapandığı, çağdaş uygarlığa girildiği gün olacaktır. 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe giren Medeni Kanun ile cinsiyet, din ve soy ayrımı gözetmeksizin bütün vatandaşlara medeni haklardan yararlanmada ve bunları kullanmada tam bir eşitlik sağlanmıştır. Laik hukuka geçiş, ulusal bağımsızlığın vazgeçilmez koşuludur. Mahmut Esat, laik sistemin en büyük savunucularından biridir. Ona göre, dinlerin hükümleri, esasları değişmez. Oysa dünya işleri her gün, her an değişmektedir. Yeldeğirmeni gibi dönen yaşamı, değişmeyen din kurallarına bağlamak nasıl olanaklı olabilir? Sonra dinin esaslarını herkes aynı biçimde anlamaz. Dinin dünya işlerine karıştırıldığı yerlerde devlet başkanları din şöyle diyor, böyle emrediyor diye halkı diledikleri gibi yönlendirirler ve dini bir baskı öğesi olarak kullanırlar. Mahmut Esat diyor ki: “Türkiye inkılap yaptı, hamle yaptı. Dini manevi sahaya, gerçek sahasına çekti. Laik olmaksızın bizim için milli bir siyaset izlemek mümkün değildir. Laik Türkiye Cumhuriyeti’nde herkes istediği dinde kalabilir. Burada vicdan hürriyeti her memleketten daha fazladır ve mutlaktır.” İşte Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda, Türkiye’nin çağdaş bir ülke haline gelmesinde harcı olan bu büyük insanın, bugün de geçerli olan dünya görüşü budur. Böyle bir dünya görüşü, acaba geriye mi dönüktür? Mahmut Esat, Kemalizmi sistemleştiren ve onun dayandığı temel ilkeleri derli toplu açıklayan düşün adamıdır. Türk devrimi tarih derslerinde yıllarca Kemalizmi anlattı ve yorumladı. Son olarak Atatürk ihtilalini yazdı. Mahmut Esat, XX. yüzyıl dünya siyaset ve ekonomisine egemen olan akımları da derinlemesine inceledi. Ona göre, XVIII. yüzyılın verimi olan liberalizm, yorgun ve ihtiyardır. İsmi var, cismi yok bir anka kuşudur. Faşist sistemin en büyük hastalığı papaya, krala, orduya fazla dayanmasıdır. Bir çeşit sıkıyönetimdir. Onun emperyalist niteliğinden ötürü çökeceğini söyler. Nazizmi, daha doğrusu nasyonal sosyalizmi de “Hitler” diktatoryası olarak gören Mahmut Esat, onun içeride ırkçı, dışarıda emperyalist bir politika izlemesini eleştirmektedir. Komünizm ise gerilemektir. Sakat yanı, bireysel girişimi kabul etmemesidir. O da çökecektir. 1930’lu yıllarda dile getirilen bu görüşler, şüphesiz yüksek bir öngörünün eseridir. Mahmut Esat Bozkurt’u, ölümünün 63. yıldönümünde (21 Aralık 1943) bir kez daha minnet ve saygıyla anıyoruz. Dayak Salgını Bir Yaşam Biçimi... Dayak cennetten mi çıkmıştır?.. Soruya yanıt vermek zor!.. Ama “Dayak cennetten çıkmadır” özdeyişini azımsamak da kolay değil... Edebiyatı sevenlerin okumaya doyamadığı Anton Çehov dayakla yetişmiş... Nasıl?.. ? Anton Çehov’un dedesi köle imiş... 19’uncu yüzyıl Rusyası, Avrupa’dan çok ama çok geridedir... Kölelik düzeni o dönemde Avrupa’da tarihe karışmış... Çarlık yönetiminde ise geçerli... Efendi Rusya’da kölesini istediği gibi döver... Bu, bir haktır... Toprak sahibi efendi, Çehov’un dedesini kıyasıya dövüyor... Çehov’un dedesi, oğlu Pol Egoroviç’i dövüyor... Pol Egoroviç de oğlu Anton Çehov’u dövüyor... Dayak hem bir hak... Hem terbiye aracı.. ? Baba Pol Egoroviç hem aşırı sofu, hem acımasızmış, daha beş yaşına bile basmayan oğlu Anton’u ‘eğitmek için’ sık sık dövmeye girişince, araya anne giriyor... Egoroviç kadına diyor ki: “ Ben de böyle yetiştim, görüyorsun ki yediğim dayaklar hiç de boşa gitmemiş!..” Demek ki dünya edebiyatının sayılı kalemlerinden Çehov dayakla büyümüş... Çehov anılarında yazıyor: “Büyüklerimizden bize neler geçmedi ki!.. Ne sinirler, ne huylar...” ? Dayak, günümüz Türkiye’sinde geçerli yaygın modadır; medyada her gün dayak üstüne haberler gırla... Çocuğunu döveceksin... Nişanlını döveceksin... Karını döveceksin... Karını yalnız dövmekle de kalmayacaksın, tesettüre mahkum edeceksin; çarşaf, peçe, başörtüsü, türban; Allah ne verdiyse... İslamda kadına “dayak hakkı”nın Kuran’dan kaynaklandığını ileri sürenler az değil... Nisa Suresi’nden: “ Serkeşlik etmelerinden endişelendiğiniz kadınlara öğüt verin, yataklarında onları yalnız bırakın, nihayet dövün!..” ? Peki, “vurduğun yerde gül biter...” Kadını dövmek, kökeni din kültürüne dayanan bir eylem... Bu işin içinden nasıl çıkılır?.. Türkiye gibi ‘mazi’nin mirası iliklerine işlemiş bir toplumda ‘şiddet’ eğitimin bir aracı olmaktan tasfiye edilebilir mi?.. Doğrusu çok güç!.. Eski adıyla ‘mazi’ yeni adıyla “geçmiş” günümüze dişlerini geçirmiş, bırakmıyor... ? Eski bir özdeyişe göre “istisnalar kaideyi bozmaz”... Anton Çehov’un dayakla eğitilmiş olması da ancak bir ‘istisna’yı sergiliyor; toprak kölesinin torunu Çehov ‘müstesna’ bir örnek... Yaşayışımızdan bir an önce dayağı tasfiye etmeliyiz; çünkü dayak yalnız hayatımızın ayıbı değil, geleceğimizin gericilik yatırımı... Türkiye bugün dayak salgınına tutulmuş bir hasta gibi... Bu hastalıktan bir gün önce kurtulmalıyız. İsa EŞME * Prof. Dr. YÖK Başkanvekili S on günlerde kendini Galileo’ya benzetenler türemeye başladı. Bazı çevrelere yaranmak adına, bilimsel temelden yoksun, ortak ulusal değerlere saldırı yapanlar toplumsal bir tepki ile karşılaştığında, “Galileo da doğruları söylediği için sorgulanmıştı” diyebilmektedirler. Belli ki bu kişiler Galileo’yu tanımamaktadır. Galileo kimdir? Neyin kavgasını vermiştir? Hangi doğrular için ne zaman ve nasıl yargılanmıştır? Galileo Galilei, 1564’te İtalya’nın Pisa şehrinde doğdu, ilköğrenimini Floransa’da tamamladıktan sonra 1581’de Pisa Üniversitesi’nde tıp öğrenimine başladı. Ancak yoksulluğu nedeniyle okulu bırakmak zorunda kaldı. Daha sonra matematiğe ilgi duyan Galileo, bu konudaki çalışmaları ile 1589’da profesör unvanını aldı. Bilimsel devrim Galileo’yu ve onun insanlık tarihine katkılarını daha iyi değerlendirebilmek için tarih şeridini biraz geriye sarmak gerekir. İnsanlık tarihinin son 500 yılı gözden geçirildiğinde, bugünün bilim, teknoloji ve uygarlık düzeyine ulaşılmasında, 16. asrın ortalarında gerçekleşen bilimsel devrimin belirleyici olduğu görülür. Aklın ürünü olan bilimsel devrimin, 1543’te, EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Yazarımız tatil nedeniyle yazılarına bir süre ara vermiştir. Nicalous Copernicus’un “Gök Cisimlerinin Dönüşleri Üzerine” adlı astronomi eseri ile başladığı kabul edilir. Copernicus, kiliseyle çatışma endişesiyle gözlemlerini açıkça söyleyebilecek kadar cesur değildi. Bu nedenle devrimin ortaya çıkmasını sağlayan ve bunda en büyük payı olan bilim adamı, Copernicus’tan sonra gelen Galileo’dur. Gözlem ve deneyleri sonucunda Güneş Sistemi ile ilgili elde ettiği bulguların, kilisenin kabulleri ile örtüşmemesi nedeniyle Galileo büyük mücadele vermiştir. Onun bu kapsamda kilise mensuplarına verdiği şu yanıt, daha sonra gündeme gelecek olan aydınlanma devriminin gerekçesi niteliğindedir: “Bana göre doğaya ilişkin kanılarımızın doğruluğunu göstermek için kutsal kitaptaki ayetleri zorlayıcı bir biçimde kullanmak akla uygun bir yöntem değildir. Çünkü duyularımızın bize sunduğu kanıtlar veya başka bazı kanıtlamalar ile sonradan bunların tersi ortaya çıkabilir. İnsanın anlama gücüne kim sınır koyabilir? Dünyada bilinebilecek her şeyin halen bilinmekte olduğuna bizi kim inandırabilir?” * Bu sözler, kiliseyi öfkelendirir. Kilise, Dünya’nın sabit ve evrenin merkezi olduğunu kabul ederken Galileo, gözle me dayalı bulguları doğrultusunda, evrenin merkezinin Güneş olduğunu ve Dünya’nın sabit olmayıp Güneş etrafında döndüğünü söyler. Kiliseninkilerle örtüşmeyen bu görüşleri nedeniyle, 22 Haziran 1633 günü, Roma Engizisyon Mahkemesi’nde yargılanır. Bazı kaynaklar, gördüğü işkence karşısında Galileo’nun, ulaştığı bilimsel gerçekleri ifade etmede ödün vermek zorunda kaldığını, ancak sorgulanma sırasında mırıldanarak “Dünya yine de dönüyor” dediğini yazar. Galileo bu mücadelesiyle bilimsel devrimin öncüleri arasına girer. Bilimsel devrimin öncüleri, bilime dayalı çalışmalarıyla, bağnaz din adamları ile olan mücadelelerinde önemli gelişmeler sağlarlar. Bu gelişmeler karşısında kilise geri adım atmak zorunda kalır. Bu devrim, 1751’de Aydınlanma Devrimini ve hemen ardından (1759) endüstri devrimini başlatır. Bilimsel anlayışın kiliseye karşı üstünlüğü, bilimsel buluşların ivmesini arttırır. Bilimin teknolojiyi, teknolojinin de bilimi ve endüstriyi geliştirmesi ile Batı giderek güçlenir. Umut ışığı Tam umutların sönmek üzere olduğu bir anda, 19 Mayıs 1919’da Samsun’da bir umut ışığı parlar. Bu ışık, tüm Anadolu’ya yayılarak, zaferle sonuçlanacak kurtuluş savaşı hazırlığını başlatır. Büyük Önder, kurtuluş savaşı zaferinden sonra hedeflerini gerçekleştirmeye başlar. Asıl hedef Anadolu aydınlanmasıdır. Cumhuriyetin ilanı ve bundan 4 ay sonra gerçekleştirilen Öğretim Birliği Yasası, Aydınlanma Devriminin ilk adımlarıdır. İlk 10 yılda gerçekleştirilen devrimler, 16. yüzyılda Galileo ile başlayan ve sonuç alınması birkaç asır süren aklın özgürleşmesi mücadelesinin bir ürünüdür. Bu ürüne kavuşulması, Batı’da olduğu gibi halkın yüzyıllarca süren mücadelesiyle değil, bir devrimle, Cumhuriyetin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ve arkadaşlarının uzağı görme vizyonu ve bundaki kararlılıkları ile yaşama geçirilmiştir. Özellikle son 5060 yılda devrimlerin giderek artan oranda yara almış olmasına karşın Türkiye Cumhuriyeti bugün, laik ve çağdaş yapısı ile, demokrasisi ve bilimde üstünlüğüyle bulunduğu coğrafyada her alanda tartışmasız bir üstünlüğe sahiptir. Bu gerçeği göremeyenler, “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi” olduklarını sananlardır. Böyleleri ne derlerse desinler, Atatürkçü düşünce sisteminin karşılığı olan Kemalizm, Galileo’nun 400 yıl önce başlattığı bilimsel düşünce sistemine, aydınlanmacılığa ve çağdaşlığa “tekabül eder”. Bunun tersini söylemek, bilgisizlikten kaynaklanmıyorsa karşıdevrimciliğin sözcülüğüne soyunmaktır. Yönlerini ortaçağa dönen ve kendilerini Galileo’ya benzetenler, önce bilimsel devrimin öncüsü Galileo Galilei’yi, sonra da Cumhuriyet aydınlanmasını iyi öğrenmelidirler. (*) William Bixy, Newton’ Evreni, TÜBİTAK Popüler Bilim Yayınları, 1997 Bağnaz anlayış Batı’daki bu gelişmelere karşılık Osmanlı’da tersine bir gelişme olur. 16. yüzyılın sonlarına kadar Batı’dan birçok alanda üstün olan ve bilimle sorun yaşamayan Osmanlı yönetimi, daha sonra Kadızadeliler anlayışının etki alanına girer. Bu bağnaz anlayışın öne çıkmasıyla müspet bilimlerle uğraşmak günah sayılır. Bunun sonucunda, 1590’da, Saray İmamı Kürdizade ve Şeyhülislam Ahmet Şemsettin’in telkinleriyle III. Murat zamanında Takiyuddin Efendi tarafından İstanbul’da yaptırılan ve döneminde Avrupa’nın en önemli araştırma merkezlerinden olan rasathane yıktırılır. Özgür düşünceye kapalı, doğayı gözlem ve akılla algılama anlayışını, yani bilimsel düşünce ve yaklaşım biçimini dışlayan yönetim, bilim ve teknoloji ürünü olan savaş araçlarını geliştirmede Batı’nın gerisinde kalır. Teknolojide üstünlüğü yitiren Osmanlı’da yenilgiler başlar. Bu durum ye IĞDIR İCRA MÜDÜRLÜĞÜ TAVZİH İLANI Dosya Nosu: 2006/533 Talimat 62306 Basın numarası ile 17/12/2006 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan ilanımızın SATIŞ ŞARTLARI bölümünün 1. maddesi sehven; “1. satış: 19/01/2007 cuma günü 17 ada 1565 parsel kayıtlı 22640 yüzölçümlü arsa ile ilgili taşınmaz 11.0011. 15 saatleri arasında ihale açık artırma suretiyle yapılacaktır. “ olarak yayınlanmış olup; doğrusu; “1. satış: 19/01/2007 cuma günü 17 ada 1565 parsel kayıtlı 22640 yüzölçümlü arsa ile ilgili taşınmaz 11. 0011. 15 saatleri arasında ihale açık artırma suretiyle IĞDIR ADLİYE BİNASI GİRİŞ KAPISI ÖNÜNDE yapılacaktır. “ Düzeltilerek ilan olunur. Basın: 63897 CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle