14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
6 KASIM 2006 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ ekonomi?cumhuriyet.com.tr TMMOB Makina Mühendisleri Odası’nın raporuna göre yaklaşık her 7 dakikada bir iş kazası oluyor 13 ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK İşçi ölümüne çalışıyor! Ekonomi Servisi TMMOB Makina Mühendisleri Odası’nın (MMO) ‘İş Sağlığı ve Güvenliği Raporu’na göre Türkiye’de yaklaşık her 7 dakikada bir iş kazası meydana geliyor. Her gün iki çalışan kazalarda hayatını kaybederken her 5.5 saatte, bir çalışan “sürekli iş göremez” şekilde sakat kalıyor. Kayıt dışı çalışanlar da göz önüne alındığında bu rakamların birkaç kat daha artacağına dikkat çekiliyor. Rapora göre Türkiye, iş kazalarında Avrupa birincisi ve dünya üçüncü Yaylalar, Valiler ve Küresel Isınma Geçen hafta, İngiltere’de küresel ısınma ile ilgili Stern raporunun kamuoyuna açıklandığı günlerde, bizde de bir kısım valiler ilginç görüşler açıklıyordu. ‘‘Dünyada turizmden kalkınmış ülke yoktur’’ diye kestirip atan Artvin Valisi, ‘‘Müslüman Türk kültürünün yaşandığı bir tek yaylalar var, onları da turizme mi açalım’’ diye soruyor. Bir ilin en üst düzey yöneticisinin, ilinin doğal güzelliklerini korumak istemesi doğaldır. Kendisini alamayıp, (ekonomik) kalkınma ile turizm sektörünün ilişkisinin ters olduğu konusunda kendince bir yargıya varması, tartışılır olsa da, anlaşılır bir şeydir. Bilindiği gibi kültür, bir toplumun yaşam biçimini oluşturan ve insan üretimi olan öğelerin bileşimidir. Artvin Valisi, yöneticisi olduğu ilin değişik ilçelerinde, örneğin deniz kıyısındaki Arhavi ile yaylaların Yusufeli’sinin yaşam biçimleri arasındaki büyük farklılığı anlamış olmalıdır. Vali, yaylaları tek bir kültüre indirgemeye çalışacağına, eğer doğal çevreyi korumak istiyorsa, söyleyeceği çok şey vardır. Vali, geçmişte, Murgul’daki bakır üretiminin doğaya verdiği zararlardan söz etmeli; günümüzde de ilin kıyı boyunun nasıl çöplüğe dönüştüğünü; yapılmakta olan ikili oto yolunun çevreye verdiği büyük zararı; dere içlerinin taş ve kum elde etmek için nasıl yağmalandığını anlatmalıydı. Bununla da yetinmemeli, çevrenin bu tür kötüye kullanımını engellemek amacıyla neler yapıldığı ya da yapılamıyorsa hangi engellerle, çıkar oyunlarıyla ve yasa tanımazlıklarla karşılaştığını da, ilin ve ülkenin kamuoyuna anlatabilmeliydi. Aslında Artvin tek örnek değil, pek çok ilde, yasal olarak halka ait olan kıyıların kullanımından orman yağmalarına, oradan tarihsel ve kültürel değerlere dek her alanda yasa yaptırımlar aşılarak yoğun bir yağmalamanın yaşanmakta olduğu çok açıktır. ??? Doğu Karadeniz yaylaları, bu yaz, yıllardır görülmedik bir kuraklık yaşadı; canlılar suya hasret kaldı; Fırtına Vadisi, bu yıl da, taş ve kum çıkaranların yağmalamasını yaşadı; dere boyunca yeşilin üzerini sarı bir toz tabakası kapladı; suyunun azalması, sermayenin hidrolik santral yapma açlığını azaltmadı. Orta Anadolu’da göller kurudu. Bunun tam karşıtı bir oluşum son günlerin yağışlarıdır; Anadolu insanı, yine on yıllardır yaşamadığı biçimde sellere karışıyor. Bu konuda ne hükümet ne de bilim çevrelerinden bir ses yükseliyor. Valinin yaylaları koruma konusunda görüşlerini açıkladığı günlerde, İngiliz hükümetinin hazırlattığı, 579 sayfalık Stern raporu yayımlandı. Rapora göre, yaklaşık 200 yıl öncesinin Sanayi Devrimi sonrasında, yerkürenin ısısı 0.5 derece artmıştır ve 2050 yılına kadar, eğer hemen önlem alınmazsa, bu artışın iki derecenin üzerine çıkabileceği kestirimi yapılmaktadır. Raporun bulgularına göre küresel ısınmanın ana nedeni, havadaki karbondioksit gazının miktarının artışıdır. Bu gazı çıkaran ya da yayan başlıca kaynaklar şunlardır: Kömürden enerji üretimi yüzde 24; arazi kullanımı (ormanların yok edilmesi) yüzde 18; ağırlığı kara taşıt araçları olmak üzere ulaştırma yakıtları yüzde 14; ve tarım ve sanayinin her biri yüzde 14’er. Küresel ısınma, bir taraftan kuraklık, diğer taraftan sellere dönüşen yağış nedeni oluyor; açlık ve hastalık artışlarına yol açıyor. Daha da önemlisi, küresel ısınmanın etkisi eşit değil, ‘‘en yoksul ülkeler ve bunların halkları’’ küresel ısınmadan ‘‘en erken ve en çok’’ etkileniyor. Oysa küreyi kirletenler zengin ülkelerdir. Ve, bizim vali ne der bilemem ama, küresel ısınma kültür seçimini zenginlerden yana yapıyor! ??? Türkiye ne yapıyor? Hükümet, yıllardır, TÜBİTAK’ın yönetimini, nesnel olarak felç etmiş bulunuyor; üniversiteler gerici kadrolaşmanın sancılarını yaşıyor; aynı kadrolaşma anlayışı kamu bürokrasisini resmen esir alıyor. [email protected] ? Türkiye’de her gün iki çalışan iş kazalarında hayatını kaybederken her 5.5 saatte, bir çalışan “sürekli iş göremez” şekilde sakat kalıyor. ‘İş Sağlığı ve Güvenliği Raporu’na göre, Türkiye iş kazalarında Avrupa birincisi ve dünya üçüncüsü. sü durumunda. MMO’nun hazırladığı raporda yasa, yönetmelik ve uygulamalarda yetersiz kalındığı belirtilerek “Gerek işveren kesimi, gerekse kamuda işveren konumundaki devlet, neoliberal ekonomik politikaların da etkisiyle konuya gereken özeni göstermemekte” denildi. Her 10.8 saatte bir çalışanın (her gün en az iki çalışan) hayatını kaybettiği vurgulanan rapora göre, yalnızca 2004 yılında 83 bin 830 iş kazasında 843 çalışan hayatını kaybetti. 1693 çalışan da sürekli iş göremez (sakat) durumuna geldi. 384 çalışanın ise “meslek hastalıkları”na yakalandığı kaydedildi. Bu iş kazaları sonucu toplam 1 milyon 977 günlük “geçici iş görmezlik” oluştu ve çalışanlar hastanelerde toplam 54 bin 220 gün geçirdi. Raporda birçok faktöre bağlı olan iş kazalarının önemli bir nedeni olarak iş sağlığı ve güvenliği konusunda eğitim almamış personele işbaşı yaptırılması olarak gösterilirken meslek hastalıklarında az görünen sayınınsa aldatıcı olduğuna dikkat çekildi. Raporda, “Bu iş kazaları ve meslek hastalıkları insan kayıplarının yanı sıra ülke ekonomisine her yıl trilyonlarca liraya mal olmaktadır” denildi. Raporda, Türkiye’de konuyla ilgili olarak yasal ve idari düzenlemelerin sağlıklı olarak gerçekleştirilemediği vurgulandı. Rapoorda, birtakım düzenlemelerle iş sağlığı ve güvenliği uygulamalarında “İş Güvenliği Mühendisliği” yerine, “İş Güvenliği Uzmanı” tanımı getirildiğine işaret edildi. Özelleştirme talana dönüştü Ekonomi Servisi Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) Ankara Şubesi Başkanı Ramazan Pektaş, 20 yılda Hazine borcunun özelleştirmelere rağmen 30 milyar dolardan 250 milyar dolara çıktığını belirterek “Özelleştirme yalanı talana dönüştü’’ dedi. EMO Ankara Şubesi Başkanı Ramazan Pektaş, Petrolİş Sendikası Ankara Şubesi, Enerji, Sanayi, Maden Kamu Emekçileri Sendikası Ankara 1 ve 2 No’lu şube başkanları ortak bir basın toplantısı düzenlediler. Pektaş, finans ve banka kuruluşlarından elektrik dağıtım şirketi değil, olsa olsa yeni hortum hikâyeleri, yeni beyaz enerji dosyaları, yeni karartma geceleri, Kepez ve Çukurova benzeri vurgunculukların çıkacağını vurguladı. Bu arada Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler de yaptıkları hesaplara göre, şu anda elektriğe herhangi bir zam olmayacağını iddia etti. Kaliteli ve yüksek fiyatlı lamba satışlarında gerileme yaşanıyor Türkiye bilinçli aydınlanmıyor ? Avrupa ülkelerinde bir ev içerisinde 78 ayrı aydınlatma noktası olduğu halde Türkiye’de tek aydınlatma noktası altında yemek yeniyor, televizyon seyrediliyor ve ders çalışılıyor. ŞEHRİBAN KIRAÇ Dev nakliye uçağına Türk imzası ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Türk Havacılık ve Sanayi AŞ (TAI), dünyanın en büyük nakliye uçaklarından A400M’nin üretim sürecine katılıyor. Kıtalararası uçuş özelliğine sahip uçaklardan Türkiye de 10 adet alacak. İlk uçak üretimi ise önümüzdeki yıl gerçekleştirilecek. 8 Avrupa ülkesinin üretimde yer aldığı ve TAI’nin ürettiği önorta gövdenin de yer aldığı 32 metre uzunluğundaki A400M, ana gövdesinin birleştirilmiş hali son üretim aşaması için İspanya’nın Sevilla kentine gönderildi. ‘‘C130 Hercules’’ ile ‘‘C160 Transall’’ uçaklarının yerini alacak olan A400M uçakları, yüksek seyir hızı ve kıtalararası menzili ile dünyanın en gelişmiş nakliye uçakları arasında gösterilirken, ilk uçağın 2007 yılında uçurulması planlanıyor. Kırılmaz, bu yıl Osram olarak 100. yıllarını kutladıklarını ve Türkiye’deki kutlamalarını “Parlak fikirler aydınlık sınıflardan çıkar” düşüncesiyle, bir sosyal sorumluluk projelesiyle bağdaştırdıklarını dile getirdi. Kırılmaz, “100 köy okulu sınıfını aydınlattık. ÇYDD’nin desteğiyle gerçekleştirdik. Önümüzdeki yıllarda da benzeri projeleri hayata geçirmek istiyoruz” diye konuştu. Türkiye’de , İş Bankası Kuleleri, Sultanahmet Camii, Formula 1 pisti ve Sabancı Üniversitesi Kampusu gibi önemli projelerin aydınlatılmasının Osram tarafından yapıldığına işaret eden Kırılmaz, önümüzdeki dönemde artı değer sağlayan ürünlere ağırlık vereceklerini açıkladı. 100. yılda 100 okul aydınlatıldı Dünyanın önemli lamba üreticilerinden olan Siemens’in ampul firması Osram’ın Türkiye Genel Müdürü Erol Kırılmaz, özellikle ekonomik krizlerden sonra kaliteli, fiyatı diğer lambalara göre yüksek olan lambaların satışlarında gerileme yaşandığını söyledi. Kırılmaz, ancak fiyat duyarlı tüketimden, kalite duyarlı tüketime doğru hızlı bir geçişin de söz konusu olduğunu dile getirdi. Kırılmaz, “Özellikle Kuzey Avrupa ülke lerinde, bir ev içerisinde 78 ayrı aydınlatma noktası olduğu halde, maalesef bizler, tek aydınlatma noktası altında hem yemek yiyoruz, hem televizyon seyrediyoruz, hem de ders çalışıyoruz. Türkiye’nin sıcak iklim kuşağında olmasından dolayı, genelde beyaz ve soğuk ışık renkleri tercih edilmekle birlikte; evde kullanılan mobilyalar, duvar renkleri, estetik beklentiler, sarı ve sıcak ışık renklerine de talep olmasını sağlıyor” dedi. Sosyal güvenlikte kara tablo / ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Ankara Ticaret Odası (ATO) tarafından hazırlanan sosyal güvenlik raporunda, sosyal güvenlik kurumlarının son 13 yılda 103 milyar YTL açık verdiği belirtilerek, ‘‘Bu kurumların, 103 milyar YTL ’lik açığını ka patmak için borçlanan devlete maliyeti, faiziyle birlikte 579 milyar YTL oldu’’ denildi. Son 13 yıllık dönemde SSK’nin 30.6 milyar YTL ’lik açığını kapatan devlet, bunun için 180.9 milyar YTL faiz ödedi ve SSK’nin devlete maliyeti 211.6 milyar YTL oldu. 1994’te sosyal güvenlik açıklarının GSMH’ye oranının yüzde 1.1 seviyesindeyken, 2000’li yıllarda yüzde 5’e kadar çıktığına yer verilen rapora göre oranın bu yıl yüzde 4, gelecek yıl ise yüzde 5’e ulaşarak rekor kırması öngörülüyor. D Ü N YA E K O N O M İ S İ N E B A K I Ş Yarın ABD’de Kongre seçimleri var. Demokratların, Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu ele geçirmeleri, Senato’da iskemle sayılarını artırmaları bekleniyor. Sonuçları tam olarak kestirmek zor, ama bir şey kesin, seçimlerden sonra karşımıza bir Büyük Ortadoğu Projesi daha gelecek… ERGİN YILDIZOĞLU LONDRA [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com kalan hesabı tamamlamak için İran’la ve Lübnan’la bir savaş olasılığı hâlâ yüksek. Seçim sonuçları ne olursa olsun gelecek iki yıl çok tehlikeli. Bir daha seçilmek zorunda olmayan devlet başkanları ve siyasetçiler, çok daha kolay risk alabilir! ABD Seçimleri ve IV. BOP Şiilerin etkisi artmaya başlamıştı. Bu gelişmeler İran’ı yüreklendiriyor, İsrail’de endişe yaratıyordu. İran nükleer programını hızlandırmaya başlayınca, tartışmalar İran’ı vurma, İran’ın misilleme kapasitesi üzerinde yoğunlaştı. Bu ister istemez Hizbullah’ın, resmin içindeki varlığının yeğinliğinin artmasına neden oldu. İsrail’in Lübnan’a saldırmasıyla birlikte, bu kez, “Yeni Ortadoğu Projesi” adıyla III. BOP karşımıza geldi. İsrail Hizbullah’ı temizleyecek, İran’ı vurmanın yolu açılacak, Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün gibi ABD uyduları, İran ve Şii etkisine karşı İsrail’le ittifak yapacaklardı. Hizbullah’ın direnişi, İsrail’in sivilleri sakınmayan saldırılarının yol açtığı can kaybı, göç ve yıkım, III. BOP’un da bir fantezi olduğunu ortaya koydu. Irak iyice kontrolden çıktı, Bush yönetimi halkının desteğini kaybetti, Bağdat’ta istikrar sağlayıp bunu yayma projesi de bizzat ABD’nin Irak komutanının deyişiyle başarıya ulaşamadı. Kuzey Kore nükleer deneme yapınca, Bush yönetiminin, dünyadaki gelişmeleri etkilemedeki yetersizliği gözler önüne serildi. Bu şaşkınlık içinde, İran biraz daha zaman kazandı. Irak’ta, artık Şiiler de savaşın içine çekilmişti, ABD’nin kayıpları hızla artıyor, Irak’ta durmak olanaksız hale geliyordu. Bush, VietnamIrak benzetmesini kabul etti. Sonra “Yoldan ayılmayacağız ama taktiklerde değişiklik olabilir” demek zorunda kaldı. Baskılar devam edince de, bir Beyaz Saray üst düzey görevlisi “yoldan ayrılamama” hiçbir zaman Bush’un politikası olmadı ki diyerek “kazı çevirmeye” çalıştı. Başlangıçta neoconları desteklemiş olan Alexader Haig, CNN’de Irak fiyaskosunun faturasını neoconlara çıkardı, hatta doğrudan, Perle ve Wolfowitz’i suçladı. Haig’in “U” dönüşünü, Cumhuriyetçilerle Demokratların “dış politika duayenleri” James Baker ve Lee Hamilton başkanlığında, Bush’un onayıyla (büyük olasılıkla kerhen), kurulan Irak Çaden güçlendirmekte kullanmak. Diğer bir deyişle, “yumuşak güç” stratejisine geri dönmek. Eğer ABD hegemonya restorasyonu (imparatorluk) projesinden vazgeçer, çok kutuplu dünya gerçeğini ve “güç transferi dönemine” girildiğini kabul ederse, bence, bu yeni projenin bir şansı olabilir. Ama leopar, postundaki lekeleri değiştirebilir mi? Hegemonyacı, ekonomik kültürel çekim gücü zayıfladıkça, giderek daha çok askeri gücüne dayanmadan yapabilir mi? IÇG, raporunu seçimlerden sonra açıklayacaktı. Ancak durumun aciliyetinden dolayı raporun ana hatlarını basına sızdırmaya başladı. Geçen hafta, Demokrat Parti’nin “potansiyel ve şahin” başkan adayı Hillary Clinton, bu ortamda, ilk kez kendi dış politikasını açıkladı (The Asia Times, 02/11). Clinton’in bu cesareti, yönetimin Irak politikasını “tam bir saçmalık” diyerek, sert bir dille eleştirmesi, “establishment”in, BakerHamilton planı ve bir IV. BOP projesi üzerinde anlaştığını gösteriyor. Yönetimin, “enternasyonalizmle tek yanlılık, idealizmle, realizm arasında sahte bir ikilem yarattığını” vurgulayıp “Artık hepimiz enternasyonalist ve realistiz” dedikten sonra, Clinton “üç temel bileşene dayanan kökten bir yön değişiminin gerektiğini” savundu: 1) Irak’ta bugünkü çıkmazın temel nedeni olan petrol gelirlerinin paylaşılması sorununu, herkesin pay almasına olanak verecek bir biçimde çözecek merkezi bir petrol vakfının kurulması; 2) Irak’ın toprak bütünlüğünü, egemenliğini garanti etmek, iç savaşı engellemek için İran ve Suriye dahil komşularının da katılacağı açık bir konferans toplamak; 3) Irak liderliğinin dikkatini yoğunlaştırmasına yardımcı olmak, ABD askerlerinin iki ateş arasında kalmasını engellemek için Irak’tan aşamalı olarak çekilmek. Bunlara ek olarak Clinton Afganistan’da NATO’ya daha çok destek vermek, Kuzey Kore’yle masaya oturmak gerektiğini düşünüyor. Kissinger de tam bu noktada devreye giriyor; Irak’tan çekilirken bir yenilgi, bozgun havasının oluşmasını engellemek için Bush yönetimini yönlendirmek, (aslında kazanıyorduk ama tüm suç …..) Woodward’ın kitabındaki iddialara göre, bu “büyük Makyavelist”e düşüyor. (The New Republic 01/11). IV BOP, “gerçekçi” görünüyor. Ancak, Suriye ve İran’ın destek verdiğini varsaysak bile, projenin önünde en azından üç engel var. Birincisi, ABD’nin bu projeyi yürütecek kadar yumuşak gücünün kaldığı şüpheli. İkincisi neoconlar, İran’a saldırmakta hâlâ kararlılar. Üçüncüsü, İsrail siyaseti sağa kaymaya, ABD’deki “yeni Irak” arayışlarını görmezden gelemeye (Haaretz, 02/11) devam ediyor. Hem, İsrail’e yeni riskler ve basınçlar getirecek, IV BOP’u engellemek hem de Lübnan’da yarım Bu olmadı öbürünü verelim... Bugüne kadar karşımıza üç BOP çıkarıldı. Birincisi, Kuzey Afrika’dan Afganistan’a kadar uzanıyor, önleyici vuruş rejim değişikliği taktiklerini içeriyordu; binlerce bomba düşecek ama binlerce demokrasi çiçeği açacaktı. Tek süper güç ABD böyle buyurmuştu, talandan pay almak için hizaya girmek gerekiyordu. Avrupa, bölge ülkeleri, en önemlisi de, Irak’taki direniş ve kaos ortamı, I. BOP’a taş koydu. Ardından, Avrupa’yı da katmaya çalışan, hatta bir de planı olan II. BOP çıktı. Bu proje artık Kuzey Afrika’yı kapsamıyor, rejim değişikliği yerine, iç dinamiklerden söz ediyordu. Ancak projenin, “planı” El Hayat (13/01/04) gazetesinde yayımlanınca erken doğum yaptı, Mısır’dan Suudi Arabistan’a kadar “yerel güçler” itiraz ettiler. Bu sırada Irak artık, Avrupa’nın bulaşmaya isteksiz olduğu bir bataklıktı. II. BOP da öldü. Ondan sonra “bir süre şimdi ne olacak” dönemi yaşandı, “uzmanlar”, “3M” (Molla, Media, Military) formülünü ortaya attılar, bizim de aktardığımız formül şöyle diyordu: Demokrasiyi unut, yerel dini ve askeri liderlerle anlaş, medyayı satın al, dönüşümü zamana yay. Ancak, Irak parçalanmaya, lışma Grubu’nu (IÇG) ve Woodward’ın son kitabında belgelediği, Kissinger’in Beyaz Saray ziyaretlerini bir araya koyunca, “establishment”in dış politikaya el koyduğunu, The New Republic’in editörü Ryan Lizza’nın deyişiyle, Baker’in, “herkesten daha geniş sorumluluk alanına sahip gölge dışişleri bakanı” (02/11) haline geldiğini, yeni bir Ortadoğu Projesi’nin de gündemde olduğunu gösteriyor. Haberi Hillary’den al Yeni projenin paradigması öncekilerden çok farklı. Amaç, ABD’yi Irak’tan bir yenilgi havası yaratmadan çıkartmak. Bu adımı, ABD’nin uluslararası ittifaklarıyla bağlarını yeni CUMHURİYET 13 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle