14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 6 KASIM 2006 PAZARTESİ 10 DIŞ BASIN DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ ABD’deki 7 Kasım seçimi ve Noel arasında ‘büyük bir şeyler’ olacağı yönünde işaretler artıyor Üçüncü ve son perde İran... WILLIAM S. LIND Dünyanın Bütün İşçileri... Ekim ayının son haftasında Avusturya’nın başkenti Viyana’da 150 ülkenin 360 işçi sendikasını temsil eden 1500 delege küreselleşmeye karşı mücadele etmek için yeni bir Uluslararası Sendikalar Konfederasyonunun kurulması kararı aldılar. 26 Ekim’de Cumhuriyet’in ekonomi sayfasında yer alan bu önemli olay, dünyanın hemen her yerinde büyük yankı uyandırmasına, konuyla ilgili yoğun tartışmaları ateşlemesine karşın, ne yazık ki, ülkemizde hak ettiği ilgiyi görememiştir. 190 milyon sendikalı işçinin, küreselleşmeyle ivme kazanan, Avrupa ve gezegenin hemen tümüne egemen olma hedefine kilitlenmiş uluslararası sermaye güçlerine karşı emekçilerin sosyal kazanımlarının korunmasında çok daha etkin bir mücadele için bir çatı altında toplanmalarının, son yılların en önemli olayları arasında yer aldığından kuşku yok. Aslında son yirmi yıldan bu yana işçinin, emekçinin, işsizin, yoksulun sorunları, bu sorunların tümünün eskiye oranla çok daha vahim durumda olmalarına karşın toplumda yankı bulmakta zorlandığı gözden kaçmamaktadır. Gerçek şu ki, dünyada olduğu gibi ülkemizde de emekçi kesimi halkın sosyal kazanımlarının korunmasında, bu haklara sahip çıkmasında eskisi kadar etkili olamamaktadır. Bunda neoliberal sermayenin küreselleşen dünyada yeni baskı araçlarıyla donatılmasının rolü olduğundan kuşku yok. Bu yüzden emekçilerin de, küreselleşen neoliberal sermayeye karşı yeni koşullarda daha etkin bir mücadele için, aralarındaki derin görüş ayrılıklarını aşarak yeni birlikteliklere, yeni yapılanmalara ihtiyaç duyması doğaldır. Viyana’daki gelişmeler, sanırız, bu yaşamsal gereksinmelerden kaynaklanmaktadır. ??? Sendikaların uluslararası plandaki birlikteliğiyle ilgili yapılanmanın gerçekleşmesinden yüz kırk yıl sonra gelen yeni birliktelik, önce günümüze kadar varlıklarını sürdüren iki büyük demokrat eğilimli Hür Sendikalar Konfederasyonu’dur (CISL); diğeri ise 30 milyon üyeli ve Hıristiyan demokrat eğilimli Dünya Emek Konfederasyonu. Eski sosyal demokrat konfederasyonunun genel sekreteri Guy Ryder’in önemle altını çizdiği gibi ‘yeni birliktelik rakip sendikal yapıların birleşmesinden çok’ yeni sendikal enternasyonalizmin son yirmi yılda iyice gemi azıya alan kapitalizme karşı daha etkin mücadele vermesini hedeflemektedir. Ayrıca yeni birlikteliğin, ulusal ölçekte sendikaların aralarındaki görüş ayrılıklarını aşarak uluslararası neoliberal sermaye güçlerine ve onlarla işbirliği içinde olan çevrelerle mücadelenin asgari müştereğinde buluşmaları olasılığını arttırması da büyük bir olasılık olarak görülmektedir. Paul Folzon’un L. ‘Humanite’de yazdığı gibi (31 Ekim 2006) ilk hedef, sermayenin serbest dolaşımı sayesinde şirketler, kendi yasalarını dayatan, emekçileri rekabet durumuna düşürerek en basit sosyal hakları bile ortadan kaldırtan büyük sermayenin bu ‘gözü kara’ gidişinin engellenmesidir. İkinci hedef emekçilerin gezegenin her yerinde sendikalara girme haklarına saygı duyulmasının sağlanmasıdır. Sosyal hakların gaspı, sendikalaşmanın engellenmesi birbirine bağlı olgulardır. Emekçiler küreselleşmenin giderek artan tehdidi altındadır. Dünya Emek Konfederasyonu Genel Sekreteri Willy This’e göre ise “Neoliberaller için en iyi sendika, olmayan sendikadır”. Emekçiler bütün cephelerde saldırılarla karşı karşıyadır. İş güvensizliği, kırılganlık, gerçeklerle ilgisiz sözde ekonomik kalkınma, esneklik, delokalizasyon bu tehditler arasındadır. Yeni Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (CSI), insan emeğinin sermayeden çok daha üstün değerde olduğunu ilan etmekle işe koyulmuştur. Hedefler ise açıktır: Küreselleşmenin kadın ve erkek emekçilerin, işsizlerin, yoksulların yararına işlemesi için köklü değişiklikler sağlamaktır. Bunun için de ekonomik ve sosyal alanlarda sürdürülebilir bir kalkınmanın sağlanması, emekçilerin temel haklarının garanti altına alınması, kitlesel yoksulluğun sonlandırılması, gelirlerin eşitlikçi bir biçimde dağılımına destek verilmesi gerekmektedir. Ancak, gezegen ölçeğinde bir sendikalar birlikteliğinin, henüz tam olarak gerçekleştiği söylenemez. Komünist partilere bağlı Dünya Sendikalar Federasyonu, Sovyetler Birliği’nin çöküşünden bu yana büyük kayıplara uğramasına karşın, yine de 248 sendika ve 42 milyon emekçiyi temsil etmektedir. Özellikle Latin Amerika’da güçlü olan bu federasyonla yeni konfederasyon arasında oldukça derin anlaşmazlıkların varlığı kimsenin saklısı değildir... Federasyon, yeni birlikteliği ‘kapitalizme ödün vermekle’ suçlamaktadır. Ne var ki, iki önemli birlik arasında uzlaşmanın kapıları bütünüyle kapanmış değildir. Çok sayıda sendikacıya göre, ‘hem çoğulcu olmak, hem de dünya sendikalizminin önemli bir bölümüne kapıları kapalı tutmak’, her şeyden çok vahşi sermayenin elini güçlendirmekten öte anlam taşımaz. B ush yönetimi ulusal trajedinin üçüncü ve son perdesini her an oynamaya başlayabilir. Seçim ve Noel arasında “büyük bir şey” olacağı yönünde giderek artan işaretler bulunuyor. Bu, uzun zamandır planlanan İran saldırısı olabilir. İran’a saldırı karadan bir işgal olmayacak. Ruritanya’yı bile işgal edecek askerimiz yok. İran’a saldırı, ABD ya da İsrail güçlerinin hava ve füze akını şeklinde olacak. Eğer İsrail saldırırsa, nükleer silah kullanılması olasılığı bulunuyor. Ama İsrail pis işleri ABD’nin yapmasını yeğler ve İsrail genellikle istediğini alır, en azından Washington’da. Bu saldırı upuzun aptallıklar zincirine bir halka daha ekleyecek olsa da Bush yönetimini durdurmak zor. Fransız Bourbonları gibi, Bush yönetimi her şeyi unutuyor ve hiçbir şey öğrenmiyor. Koşullara uyum sağlamamaktan gurur duyuyor. Politika ülkeden önce gelir 7 Kasım seçimlerinde Demokratlar Kongre’de çoğunluk sağlayabilseler bile, bu hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Ulusal bir felaketi önleyemeyecekleri gibi Cumhuriyetçilerin bir savaş daha başlatıp hepsinin Irak’a tek bir yönden, Kuveyt ve kaybetmelerini seyredecekler. Çünkü, güneydeki diğer Körfez limanlarından politika ülkeden önce gelir. İsrail ile gelmesinden kaynaklanıyor. Bu ikmal hattı bozuşmayı da göze alamazlar. İran’la kesilirse, güçlerimiz Irak’tan çıkmak için yaşanacak bir savaşın sonuçlarının çoğu gereken malzemeden özellikle de yakıttan kolayca öngörülebilir. Petrolün varili, eğer yoksun kalabilir. Amerikan ordularının bulabilirsek tabii, en az 200 dolara çıkar. yakıt gereksinimi dev boyutlarda ve Irak’ta Benzin sıkıntısı, 1973 ve 1979’daki benzin çok büyük petrol rezervleri olsa da işlenmiş kuyruklarını geri getirecek. Avrupalılarla petrol ürünlerinde sıkıntı yaşanıyor. İran’a ittifaklarımız kırılma noktasına gelecek. saldıracak olursak güneyden gelen ikmal Bush’un yakın çevresinin dışındakiler hatlarımız iki şekilde bütün bunları kolayca kesilebilir. Birincisi, büyük görebiliyorlar. Ama olasılıkla genel bir Şii benim korkum, şu anda BD yakında İran’a ayaklanması ve elbette Irak’ta konuşlu olan saldırabilir. Operasyonu İran’ın Devrim Muhafızları orduyu kaybetme tarafından desteklenen, tehlikesini kimsenin İsrail gerçekleştirirse aralarında Mehdi Ordusu öngöremiyor olması. Bu nükleer silahlar ve Bedir Tugayları’nın da tehlikeden önceki kullanılabilir. bulunduğu Şii milisler yazılarımda da söz tarafından. İkincisi, İran etmiştim ama şimdi daha ordusunun birlikleri ayrıntılı biçimde ele almak Irak’a girer, ikmal hatlarımızı keser ve bizi istiyorum çünkü bu senaryo çok yakında Bağdat ve çevresinde kuşatır. Washington gerçek olabilir. İkinci Irak savaşından çok bunu önlemek için hava gücüne güveniyor önce The American Conservative’de ama kötü hava koşulları bu gücü büyük yayımlanan yazımda, Irak’taki ölçüde etkisiz hale getirebilir. Ne yazık ki, konumumuzun başımıza en büyük askeri Washington’da ve ABD ordusunda bu felaketlerden birini, kuşatılmayı getireceği olasılık üzerinde düşünen hemen hemen uyarısında bulunmuştum. İran’la savaşacak olursak başımıza gelecek olan da tam budur. hiç kimse yok. Neden peki? Çünkü kendi propagandamızın kurbanı olduk. Tehlike, Amerikan ordusunun gereksinim ABD ordusu durmadan, “En büyük biziz! duyduğu her türlü malzemenin hemen Biz 1 numarayız! Bizi kimse yenemez! Bizimle kimse savaşamaz!” diyerek kendi kendine övgüler yağdırıyor. Saçmalık bu! Amerikan silahlı kuvvetleri iyi eğitilmiş, kaynakları bol olan İkinci Kuşak ordulardan. Hem Irak hem de Afganistan’da Dördüncü Kuşak ordularla savaşıp yeniliyorlar. ‘Yenilirsek dünya değişir’ ABD ordusu gözlemleyen, uyum sağlayabilen, karar verebilen ve Amerika’nın büyük, bürokrasiye boğulmuş askeri karargâhından daha hızlı hareket edebilen Üçüncü Kuşak düşmanlar tarafından da yenilgiye uğratılabilir. ABD ordusu strateji, savaş hileleri, şaşırtma ve önce davranmayla bozguna uğratılabilir. Yenilmez ordular batmaz gemiler gibidir. Birisi ya da bir şey batırana kadar batmazdırlar. ABD’nin Irak’taki ordusu Iraklı milisler, İran ordusu ya da her ikisinin bileşimine (en büyük olasılık bu) yenilecek olursa, dünya değişir. Bu bizim Adrianopolis’imiz, Rocroi’miz, Stalingrad’ımız olur. ABD gücünü ve saygınlığını tamamen yitirir. (Counterpunch internet sitesi, ABD, 31Ekim) İngilizceden çeviren: İrem Sağlamer A DOĞUDA YENİ DOSTLAR Karadeniz’de bir RusTürk kardeşliği MICHAEL THUMANN uslarla Türklerin en ahenkli görünüm arz ettikleri zaman, üçüncü bir taraf üzerine konuştukları zamandır; Batı üzerine, özellikle de ABD üzerine konuştukları zamanlar. Ruslar da Türkler de bölgedeki Amerikan projelerini son derece tehlikeli buluyor. ABD’nin Irak’taki Kürtleri desteklemesi Türklerin hoşuna gitmiyor; Gürcistan’ın pışpışlanması da Moskova’nın canını sıkıyor. Amerika’nın, demokrasiyi devrim ve rejim devirerek AvrasyaYakındoğu bölgesinde yayma düşüncesi, gerek Türkleri gerekse Rusları çok kızdırıyor. O nedenle zaten, Amerikalıları Karadeniz’den uzak tutmaya çalışıyorlar. Karadeniz Ekonomik İşbirliği gibi, Karadeniz’e kıyısı olan devletlerin birliğini Amerika’ya açmak istemiyorlar. NATO manevralarında ve NATO’nun Karadeniz’de de genişlemesinde iki başkent birbirini reddeden işaretler gönderiyorlar. Kendi aralarında eğitim yapıyor ve bunu da iyi bir Amerikancayla “Black Sea Harmony” diye adlandırıyorlar, ama Amerikalılar olmaksızın. Burada, Türk askeri Moskova’yla çok iyi anlaşıyor. Amerika’dan gelen demokrasi derslerinden, AB’den gelen ilerleme raporları ve verilen ürkiye ile notlardan, Ermeni Rusya’nın soykırımından ve tarihte eşine Ukrayna’daki Stalinist rastlanmamış suçlardan gına gelmiş düzeydeki bu durumda. Türk ordusu ve Kremlin’in liderlerinin yakınlaşması asıl endişesi, insan hakları Amerikan ve değil, ters çıkan azınlıkların Avrupa ülkelerini bölmemesini siyasetinin sağlayacak bir güçlü devlet. alanını Kremlin’de kimse daraltıyor. Kürtlerin haklarıyla ilgilenmiyor, Ankara’daki Genelkurmay’da da Çeçenlere karşı yürütülen temizlik harekâtına bir ilgi yok. Taraflar iyi anlaşıyor yani. Ahlaken dışlanmışların bu ekseni, siyasi veya askeri yeni bir birlik değil. Türkler NATO üyesi, AB ile üyelik pazarlığı yapıyorlar daha hâlâ. Ama ağırlık merkezlerinin yer değiştirdiğini saptamak olası. İki ülkenin, birbirine tarihte eşine rastlanmamış düzeydeki bu yakınlaşması Amerikan ve Avrupa siyasetinin alanını daraltıyor. R Taliban, NATO’ya karşın giderek silahlanıyor ve daha iyi örgütleniyor T Afganistan’da ‘Görevimiz Tehlike’ PIERRE ROUSSELIN D ikkatler Irak’taki berbat duruma yönelmişken uluslararası istikrar için bir o kadar önemli başka bir savaş unutuluyor: NATO’nun Taliban’ın Afganistan’da tekrar iktidara gelmesini engelleme çabaları. 11 Eylül 2001 saldırılarından birkaç hafta sonra başlayan bu savaş, gezegenin en gericileri arasında yer alan bu ortaçağ rejimine son verdi. Uluslararası topluluğun görüş birliğiyle başlatılan ve büyük destek alan bu savaşın başarıyla son bulması gerekiyordu. Afganistan’daki savaş henüz son bulmadığı gibi ne yazık ki çok kötü bir biçim aldı. NATO güçlerinin komutanı General David Richards, emrindeki 33 bin askerin hızlı sonuç almak için çok yetersiz olduğu gerekçesiyle yeni bir yardım çağrısı yaptı. Irak’tan destek geliyor Karzai hükümeti başkent dışında gücünü göstermeyi başaramadığından çatışmalar giderek yoğunlaşıyor. Taliban, Kâbil’i tehdit etmekten çok uzak, ancak giderek silahlanıyor ve daha iyi örgütleniyor. Irak’tan gelen cihat savaşçılarının yardımlarıyla daha karmaşık askeri operasyonlar düzenlemeyi başarıyorlar. Ülkenin güneyi ve güneydoğusu gerçek bir savaş alanına dönüştü. El Kaide müttefikleri, yeni yetkililerin söz verdikleri halde yardım etmedikleri bölgelerde giderek güç kazanıyor. Uyuşturucuyu kökünden kazımaya yönelik yanlış politika geliştirilmesi sonucu haşhaş üretimi tekrar başlayarak yolsuzluğa ve savaş ağalarının gücünün artmasına neden oldu. Bu siyasi başarısızlık bağlamında, NATO’nun komutayı devraldıktan sonra ABD’nin ülkede asker sayısını 8 bine düşürmesi hiç kuşkusuz çok yetersiz. Bu askeri güç, şimdi hayli büyük ve Irak kadar nüfusa sahip bir ülkede, 135 bin Amerikan askerinin başaramadığını; kargaşayı uzaklaştırarak barışı getirmeye çalışıyor. ‘EN BÜYÜK SORUN İŞSİZLİK’ Uyarıya kulak asılmadı Elindeki askeri gücün arttırılmasını talep etmeden önce İngiliz General David Richards Afganların “kalbini ve ruhunu kazanacak” bir politika geliştirilmesi konusunda öneride bulundu. General, bu yapılmadığı takdirde nüfusun çoğunun bir yıldan az bir süre içinde Taliban saflarına geçeceğini söyledi. Ama bu uyarıyı kimse dinlemedi. Afganistan’daki Batılı askeri gücün arttırılması kesinlikle gerekli.. ancak bu, Taliban’ı yenmek için yeterli değil. NATO, oradaki halk kurtuluş ve refahının yabancı askerlerin elinde olduğunu görürse kazanacak. Ancak bu noktadan çok uzaktayız. NATO Afganistan’da tarihinde ilk defa Kuzey Atlantik bölgesi dışında bir görevde bulunuyor. İyi niyetli bir destekle başlamış bir operasyonun tehlikeli bir göreve dönüşmesine izin vermenin sonuçları çok ağır olacak. Ermeni halkının derdi soykırım değil BAHADIR SELİM DİLEK Onların da söz hakkı var AB Komisyonu’nun petrol boru hatlarını Rusya’yı atlayarak Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırma isteği, Brüksel ile Washington’ın Ukrayna’nın bağımsızlığını sağlamlaştırma niyeti, Almanya’nın ocak ayında üstleneceği AB Konsey Başkanlığı sırasında Doğu Avrupa’nın ve Orta Asya’nın küçük halklarını daha güçlü bir biçimde Batı’ya bağlama arzusu... Buralarda hep Ruslar ile Türkler de konuşuyor. Onların da söz hakkı var. Eğer “Hayır!” deme konusunda anlaşırlarsa, Avrupalılar da Amerikalılar da Büyük Doğu ile ilgili planlarını kâğıt imha makinelerine atmak durumunda kalabilirler. (Die Zeit, Nr. 45, 2 Kasım) Almancadan çeviren: Osman Çutsay NATO askerlerinin öncelikle halkın kalbini kazanması gerekiyor. (Fotoğraf: AFP) (Le Figaro, Fransa, başyazı, 2 Kasım ) Fransızcadan çeviren: Elçin Poyrazlar ANKARA Ermeni halkının, Türkiye’nin sözde soykırımı tanıyıp tanımamasıyla ilgilenmediği ortaya çıktı. ABD yönetiminin Uluslararası Gelişme Ajansı (USAID) tarafından finanse edilen ve Gallup araştırma şirketi ile Ermeni Sosyoloji Birliği tarafından, 31 Temmuz 10 Ağustos 2006 tarihleri arasında ortaklaşa gerçekleştirilen kamuoyu araştırması, Ermeni gerçeğini gözler önüne serdi. Kamuoyu araştırmasına 18 yaşından büyük 1200 Ermenistan vatandaşı katıldı. Araştırma çerçevesinde Ermenilere, ‘‘Size göre Ermenistan’ın en büyük sorunu nedir?’’ sorusu yöneltildi. Bu sorunun yanıtı, Ermenilerin en büyük sorun olarak işsizliği gördüğünü ortaya koydu. Ermenilerin yüzde 40’ı, bu soruya yanıt olarak ‘‘işsizlik’’ derken ‘‘Türkiye’nin Ermeni soykırımını tanıması konusu en büyük sorundur’’ diyenlerin oranı yüzde 1’de kaldı. Araştırma sonuçlarına göre, Ermenilerin yüzde 40’ı işsizliği, yüzde 18’i ülkedeki ekonomik ve sosyal durumu, yüzde 13’ü Dağlık Karabağ anlaşmazlığını, yüzde 7’si ülkedeki ekonomik gelişme ritminin çok yavaş olmasını, yüzde 5’i demokrasi ve insan hakları durumunu, yüzde 4’ü yolsuzlukları, yüzde 2’si hükümetin izlediği dış politikayı ‘‘en büyük sorun’’ olarak yanıtladı. CUMHURİYET 10 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle