20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 18 EKİM 2006 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Sosyal Devlet ve Prof. Dr. Cahit Talas Prof. Dr. Talas, hoca olarak verdiği derslerle ve yayımladığı çok sayıda kitapla bugün toplumsal yaşamın değişik alanlarında görev yapan pek çok insanın yetişmesine çok önemli katkılar sağlamıştır. Özellikle, Toplumsal Ekonomi, Toplumsal Siyaset ve İktisadi Sistemler gibi konulara ilişkin yapıtları, ilgililerin öncelikle başvurma gereğini duydukları temel nitelikte kaynaklar olarak işlevlerini sürdürmektedir. ğını söylemek yanlış olmaz. Cahit Talas’ın uğraş alanının toplumdaki temel çelişkinin odağında yer alması, çoğu zaman egemen bakış açısının örgülediği duvarlarla karşılaşmasını zorunlu kılmıştır. Bu konudaki olaylardan ilki Cenevre’de doktora öğrencisiyken başına gelmiştir. Hocanın sonradan anlattığına göre o zamanki başkonsolos “bu çocuklar işçi konularıyla çok ilgileniyorlar, sosyalist oluyorlar” diye durumu hükümete yansıtmış. Bu ilk deneyim kazasız atlatılmış. Sonrakiler çok daha ciddi boyutlarda olmuştur. Bu türden iş kazası diyebileceğimiz olayların bir diğeri, 12 Mart 1971’de cereyan etmiş, hocayla birlikte hepimizi derinden yaralamıştır. Hocamız ile o dönemin başbakanı Nihat Erim’in yakından tanışıklıkları vardı. Hoca, sanıyorum başımıza bir şeyler gelmesini önlemek için yatıştırıcı olmak amacıyla, Nihat Erim’in olumlu bazı işler yapacağını umduğunu bana söylemişti. Bunları söylemesinden kısa bir süre sonra Cahit hoca gözaltına alındı. Faik Türün’ün kardeşi olan o zamanki Merkez Komutanı Tevfik Türün’ün çok tatsız muamelelerine uğradığını anlatırken hüzünlenirdi. Kendisi gibi yurtsever bir Atatürkçüye bu nasıl yapılabilirdi! İçine sindiremiyordu. 12 Eylül rejimi ve YÖK, hocayı, bizim kürsüyü Sosyal Politika bölümüne dönüştürerek içeriğini zenginleştirip büyüttüğümüz bir sırada yakaladı. Cahit hocanın öncülüğünde geliştirilen yeni bölüm modeli, sonradan YÖK tarafından Türkiye ölçeğinde yaygınlaştırıldı. Ancak, YÖK’ün o zamanki yönetimi, neoliberal ideoloji doğrultusundaki sosyal devlet karşıtı bakış açısı dolayısıyla “sosyal politika” isminden rahatsız olmuş; bu ismin yerine Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri ismini koymuştu. Bu değişikliği olumlu bulmadığını söyleyen Cahit Talas hoca, bir canlı tanığın sonradan anlattıklarına göre, Prof. Doğramacı’nın sert tepkisiyle karşılaşmıştır. 12 Eylül rejiminin ve YÖK’ün yaptıkları bununla da kalmadı. Talas hoca bölüm başkanlığından alındı. Yerine gelen kişi, hocanın kitaplarının okutulmasını yasaklamaya yeltendi. Talas hoca için üniversite ortamı, dayanılır olmaktan çıkmıştı. Bu arada, hocanın bölümünün bir mensubu olarak 1402 sayılı Yasa’ya dayanılarak hiçbir gerekçe gösterilmeden benim de görevime son verildi. Hoca, daha sonraki bir söyleşisinde bugünleri anlatırken şunları söyler: “Alpaslan’ın uzaklaştırılması her bakımdan bardağı taşırdı. Ertesi gün, yahut bir iki gün içinde ben de emekliliğimi istedim…” Öğrencileri olarak, Cahit Talas hocaya çok şey borçluyuz. Onu sonsuzluğa uzanan yolculuğuna uğurlarken bize verdiklerine layık olmak, başlıca sorumluluğumuzdur. PENCERE Ramazan Hoş Gelmedi... Başbakan Recep Tayyip Erdoğan arabasında bir yaşamsal tehlike geçirdi; otomobilinin camları kırılarak hastaneye kaldırıldı, çok şükür olayı atlattı... Geçmiş olsun!.. İlk açıklamalarda diyorlar ki: Aşırı yorgunluk, şeker düşmesi, oruçlu olması, krize girmesi, filan, filan... ? Tablo ilginç!.. Başbakan’ın olayını bir yana bırakarak önce yaşadığımız topluma bir göz atmakta yarar var... Geçenlerde bir dostum dedi ki: Bu yıl ramazan ayı olağanüstü bir biçimde yaşanıyor. Bizim bildiğimiz ramazan ibadet ayıdır, insanlar nefislerini terbiye etmek için bu süreçten yararlanırlar. Fakir fukaraya dönük destekler gösterişsiz yöntemlerle yapılır. Hele ramazanın politika için kullanılması, amacından saptırılması demektir. Oruç tutanların toplum yaşamında egemenleşerek oruç tutmayanlara baskı oluşturulması, Müslümanlığa yakışmayan bir tutumdur... Tümcesini bitirdikten sonra dostum olayın inceliğini vurguladı: Gerçek bir Müslüman niyetli olduğunu dışa vurmaz. Barışın, efendiliğin, hoşgörünün, sevginin ağır bastığı ramazanda çatışmalar, husumetler, hırslar rafa kaldırılır... Bir soluk aldıktan sonra da nefes nefese lafını sürdürdü: Oysa ne görüyoruz?.. İftar her yanda bir gösteriye dönüştürülüyor; lokantalarda, otellerde tıklım tıklım iftar sofraları gösteriş yemekleri gibi sergileniyor; siyaset manevralarına alet ediliyor; oruç nefsini terbiye etmek amacından uzaklaşıyor; tıka basa yemeklerin manzaralarıyla dopdolu televizyonlardan iftarın pazarlanması, doğal sayılıyor... Dostum teşhisini de koydu: Bunlar ramazanı ramazanlıktan çıkardılar!.. Çok doluydu dostum, daha konuşacaktı; ama, ben lafını kestim: Ramazanı, dini siyasete alet etmek için bir araca dönüştürdüler, desene!.. ? Türkiye’nin bir yanı alabildiğine zengin... Bir yanı alabildiğine yoksul... Bu coğrafya üzerinde “vur patlasın çal oynasın” felsefesine dayanan bir ramazan anlayışını ne Allah kabul eder, ne Hazreti Peygamber.. ? Başbakan Tayyip Erdoğan da “dini vecibeleri”ni yerine getirirken önce yönettiği Türkiye’yi düşünmek zorundadır... Tuttuğu oruç beynine vuracak kadar Başbakan’ı etkiliyorsa, tutulması caiz değildir... 70 milyonluk ülkenin Başbakanı önce akıl, ruh ve beden sağlığını düşünmek zorundadır. Evet, “Ramazan geldi hoş geldi” güzel bir tekerlemedir... Ramazanı kendi kutsal koşulları içinde hoşgörü çerçevesinde titizlikle koruyabilirsek ne mutlu bize... Edebî Küreselleşme NOBEL ve Pamuk tartışması bitmedi, bitmeyecek. Bitmemeli de. Çünkü, konunun derinliklerinde Türkiye’ye, daha doğrusu Türkiye gibi ‘‘gelişmekte olan’’ birçok topluma ilişkin bir sorun yatıyor. Onun deşilmesi, tanımlanması ve doğru bir temele oturtulması gerekiyor. Konu, şu günlerde ön plana çıkmış olan ‘‘Nobel ödüllerinde dış politika hesapları’’ ve bu hesaplar uğruna ‘‘Pamuk’un kullanılışı’’ değil. Hatta, sorun Pamuk romanlarının edebî değeriyle de bire bir ilgili sayılmaz. oruna asıl doğru yaklaşımı şimdiye kadar en iyi Ergin Yıldızoğlu ortaya koydu. Cumhuriyet’in 17 Ağustos günlü Kitap ekinde yayımlanan düzeyli bir yazısı, Pamuk’un 28 Temmuz 2006 günü ‘‘International Herald Tribune’’de çıkan ‘‘Kimin İçin Yazıyorum?’’ başlıklı denemesine ilişkindi. ‘‘Dünyada en çok tanınan’’ Türk romancısının kendi etkinliğine ilişkin bakış açısı Yıldızoğlu’nu düş kırıklığına uğramıştı. Çünkü, gazetedeki yazıyı irdelediğinde şu sonuca varmıştı: ‘‘Pamuk, kendi ulusal sınırlarını, ülkesindeki ulusalcı çoğunluğu oluşturan okuyucu kitlesini çoktan aşmış olduğuna inanıyor (‘Kitaplarım 40’tan fazla dile çevrildi’). Bu nedenle de dünyada (ama bu daha çok Batı oluyor ister istemez) kendisini okuyan bir azınlık için yazıyor.’’ Yıldızoğlu, daha sonra, ‘‘Sizi bilmem ama, ben bu azınlığın oluşturduğu tüketici kitlesinin içerideki ulusalcı ve de Türk lirası cinsinden harcama yapan çoğunluğun tüketim kapasitesinden çok daha geniş bir pazar oluşturduğundan da şüphelenmiyor değilim’’ diye eklemiş ama, sonuçta ‘‘Sakın yazar Nobel’e giden yolun buradan geçtiğine inanıyor olmasın’’ diye sormuş olsa bile derindeki genel sorun bu denli ticarete indirgenecek kadar da basit değil herhalde. ıldızoğlu, çevre ülkeleri uluslararası egemen sermayenin bakış açısına göre şekillendirdiğini söylediği ve aralarına Pamuk’u da kattığı ‘‘estetik yöneticiler’’i yazıdaki şu sözlerle belki daha iyi anlatmış oluyordu: ‘‘Bu estetik yöneticiler kendilerini ve toplumlarını egemen sermayenin projesiyle, getirdiği estetik biçimlerle, değerlerle uyuşmayan, bu yüzden direniş zemini oluşturabilecek her şeyi kötülüyor, geri ve modernite öncesi, ilkel olarak yargılıyor, yerlerine egemen sermayenin imajlar dünyasından topladıkları parçalarla oluşturdukları ‘aslı olmayan’ taklitleri koymaya çalışıyorlar.’’ ‘‘Cevdet Bey ve Oğulları’’ndaki Jön Türk tiplemesiyle başlayan karikatürümsü çizgileri ve Ahmet Taner Kışlalı’nın Pamuk romanlarında bulduğu ‘‘Kemalizm karşıtı İkinci Cumhuriyetçi dokundurmalar’’ı anımsayınca, bu yargıya hak vermeden durabilir misiniz? Ama ne yazık ki, kendi toplumunu Batılı gözlüklerle eleştirip ulusal çıkarlarımıza ters düşen Batılı çözümlere sarılmak, birçoğumuza musallat olan bir hastalık değil midir? Pamuk örneği, belki de, küreselleşme rüzgârında yuvarlanışımızın bu trajik yönünü temsil ettiği için ibret vericidir. Prof. Dr. Alpaslan IŞIKLI osyal devletin ülkemizdeki gelişme ve gerileme süreci nazara alındığında, Prof. Dr. Cahit Talas’ın yaşam çizgisi ile bazı paralellikler taşıdığı görülür. Ülkemizde sosyal devlet kurumlarının ve kazanımlarının yoğun bir çözülme dönemine sokuldukları içinde yaşadığımız dönemde, geçen 14 Ekim günü Prof. Talas hocayı yitirmiş bulunuyoruz. Talas hocanın akademik ve toplumsal yaşamdaki sosyal devlet ilkeleri ve amaçları yönündeki etkinliğinin belirginlik kazanması da ülkemizde sosyal devletçi adımların hız ve önem kazandığı 1960’ı izleyen dönemde gerçekleşmiştir. Prof. Dr. Cahit Talas 1917’de Trabzon’da orta halli bir ailenin bireyi olarak doğdu. İlkokulu ve ortaokulu Ordu’da okumuş, lise öğrenimini Trabzon’da tamamlamıştır. 1935 yılında o zamanki adıyla Mülkiye’ye girmiş, Mülkiye öğrenimini tam da Atatürk’ün sonsuzluğa göçtüğü 1938 yılında tamamlamıştır. Cahit hocanın yaşamı boyunca eksik olmayan Atatürkçü heyecanının kaynağını o yıllardaki edinimlerinde aramak yanlış olmaz. Yükseköğrenimini bitirdikten sonra İsviçre’ye giden Prof. Dr. Talas’ın, Cenevre Üniversitesi’nde Türkiye’de Çalışma İlişkileri Mevzuatı konusunda sunduğu doktora tezi kabul edilmiş ve Fransızca olarak yayımlanmıştır. Yurda dönünce, zorunlu hizmet bağlantısı nedeniyle Maliye Bakanlığı’na giren Prof. Dr. Cahit Talas kısa bir süre sonra yeni kurulan Çalışma Bakanlığı’na geçmiştir. Böylece asıl ilgi duyduğu alanda çalışma fırsatı doğmuştur. Daha sonra, akademik kariyeri seçen Prof. Dr. Talas, 1953 yılında mezun olduğu SBF’ye doçent olarak girdi. SBF’de uzunca bir süre İçtimai İktisat dersini okuttu. Bu ders daha sonra 60’lı yıllarda Sosyal Politika ve İş Hukuku kürsüsüne dönüştü. Böylece, İstanbul’da Prof. Gerhard Kesler’in öncülüğünde temelleri atılmış bulunan akademik yapılanmaya koşut bir gelişme, Ankara Üniversitesi bünyesinde de gerçekleştirilmiş oldu. SBF’de 1958’de profesörlüğe yükselen Prof. Dr. Talas, 60’lı yılların başında iki dönem aynı fakültenin dekanlık görevini de yürüttü. Talas hoca, 196061 yıllarında 27 Mayıs hükümetlerinde Çalışma Bakanlığı yaptı. Bu dönemde, sosyal politika alanında bazı önem S S Y li adımların gerçekleştirilmesine önemli katkılar sağladığını görüyoruz. Onun pek de uzun sürmeyen Çalışma Bakanlığı döneminde gerçekleştirilen başarılardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz: 27 Mayıs sonrasının ilk kararlarından birisi olarak, başta Türkİş olmak üzere, sendikal örgütlerin uluslararası örgütlere üye olmalarını engelleyen yasaklar kaldırıldı. Kapatılmış olan pek çok sendika ve birliğin açılmasına olanak tanındı. Bugün henüz çekince konulmadan onaylanması sağlanamamış olan Avrupa Sosyal Şartı’nı 1961 yılında Torino’da Avrupa Konseyi’nin diğer üyelerinin temsilcileri arasında Türkiye adına imzalayan da Cahit Talas olmuştur. Ayrıca, gerek 1961 Anayasası’nın sosyal haklarla ilgili maddelerini, gerekse 1963 yılında yürürlüğe giren Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt yasalarını biçimlendiren birikimin oluşumunda da Talas hocanın önemli katkıları vardır. 1961’de Cahit hocaya TİP’in kurucularından sendikacı Avni Erakalın tarafından TİP’in genel başkanlığı önerilmişti. SODEP’le SHP ile birlikteliği oldu. Ne var ki hiçbir parti ile yoğun ve sürekli ilişki içinde olmadı. Ancak, her zaman emekten ve ezilenden yana bir arayış içinde olmuştur. Emekliliğinden sonra ise Milli Birlikçi dostu Suphi Karaman’ın da içinde yer aldığı İP’nin üyesi oldu. Hoca, ayrıca, 196166 yıllarında Merkez Bankası İdare Meclisi üyeliğinde de bulundu. Bununla birlikte, Prof. Dr. Talas’ın kendisi için öncelikli seçimi hocalık olmuştur. 1961 yılında seçimlerin yapılması üzerine bakanlık döneminin sona ermesiyle birlikte, Talas hoca, SBF’deki görevine dönmüştür. Prof. Dr. Talas, hoca olarak verdiği derslerle ve yayımladığı çok sayıda kitapla bugün toplumsal yaşamın değişik alanlarında görev yapan pek çok insanın yetişmesine çok önemli katkılar sağlamıştır. Özellikle, Toplumsal Ekonomi, Toplumsal Siyaset ve İktisadi Sistemler gibi konulara ilişkin yapıtları, ilgililerin öncelikle başvurma gereğini duydukları temel nitelikte kaynaklar olarak işlevlerini sürdürmektedir. Dostoyevski, Gogol’ün ünlü Palto isimli eserini kastederek “Biz hepimiz Gogol’ün paltosundan çıktık” dermiş. Bu anlamda, günümüzde sosyal politika alanındaki pek çok bilim adamının ve uygulamacının Cahit Talas’ın “İçtimai İktisat”ından çıktı AB Müktesebatının Esiri Türkiye Gönenç ÜNALDI T ürkiyeAB ilişkileri ele alınırken öncelikle bir egemenlik sorunundan bahsetmek gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti şimdiden yargı alanında AB’nin idaresindedir. Oysa tabi olduğu yasal düzenlemelere müdahale hakkı yoktur. Yani Türkiye parçası olmadığı bir sistemin elindeki uzaktan kumandayla yargılanmakta ve cezalandırılmaktadır. Daha şimdiden AB otoriteleri Türkiye’nin içişlerine müdahaleyi alışkanlık haline getirmişlerdir. Örneğin yargı bağımsızlığını dillerinden düşürmeyen Avrupalıların baskısıyla yakın geçmişte eski DEP’li milletvekilleri cezaevinden salıverilmiştir. dış ticaret açığına ve aşırı borçlanmaya sebep olmakta, bu da hedeflenen “işsizliğin makul bir düzeye çekilmesi”ne ve “ekonomik istikrarın sağlanması”na giden süreçleri tam tersine çevirmektedir. KOOPC’DEN BAYRAM GEZİSİ 2006 Yılı Kültür Gezisi3 YENİCEBARTINAMASRASAFRANBOLU 25262728 Ekim 2006 günleri 3 gece 4 gündüz Konaklama, sabah kahvaltıları, rehberlik hizmetleri kişi başına 150.YTL. Dışişleri AB’ye göre Türkiye, Kıbrıs’ta işgalcidir ve KKTC bir korsan devlettir. Dolayısıyla Türkiye’nin AB ile bütünleşmesi KKTC’yi inkâr ile mümkündür. Ermeni meselesi de artık iyice can sıkmaya başlayan bir iftira kampanyasına dönüşmüştür. Türk karşıtı ırkçı kin, kendini bu noktada göstermekte ve AB’ye üyelik şartı olarak sözde soykırımın kabulü ülkemize sunulmaktadır. Bunların yanında Türkiye’ye olası bir üyelikte bile serbest dolaşım hakkının verilmeyeceği açıkça söylenmektedir. Bu, daha önce hiçbir adaya uygulanmayan bir düzenlemedir. AB, kendi felsefesini kendi inkâr etmektedir. AB, kendi kurallarına uymaktan acizdir. Claus Offe’ye göre “AB eğer kendisine üyelik için müracaat etse demokratik yapılanma kriterleri bakımından aday bile olamaz”. AB kendi yalanı içinde boğulmaktadır. TürkiyeAB ilişkilerinde hiçbir şey “yazıldığı gibi okunmamaktadır”. Kendi kriterlerine uymayan AB, Türkiye’yi sınavdan geçirmektedir. Yapılacak şey “bentleri yıkıp nehir yatağında kendi yolumuzu bulmaktır”. Türkiye için en doğru karar, sınav kâğıdını yırtıp atmaktır. Gezi İzlencesi 25 Ekim Çarşamba İstanbul’dan kalkış ve Yenice’de konaklama, 26 Ekim Perşembe BartınAmasra gezisi Yenice’de konaklama, 27 Ekim Cuma Yenice ve çevre gezisi Yenice’de konaklama, 28 Ekim Cumartesi Safranbolu gezisi ve İstanbul’a dönüş NOT: Sabah kahvaltıları dışındaki öğünlerin yemek giderleri katılımcılara aittir. Yerimiz kısıtlı olduğundan rezervasyon yaptırılması zorunludur. Hareket Saati; 25 Ekim Çarşamba, Saat 09.30, İncirli Çarşı (Boyner) Mağazasi önü Saat 10.00 Taksim AKM önü Saat 10.30 Kadıköy Evlendirme Dairesi yanı Daha geniş bilgi için lütfen aşağıdaki numaraları arayınız. Tel: (0 212) 291 89 82 83 / 0 532 325 85 90 eposta: koop c?yahoo.com Terör Bugüne kadar AB düzenlemelerinden en çok cumhuriyet rejimi karşıtlarının ve terör yanlısı bölücülerin faydalanması düşündürücüdür. Son yıllarda yapılan yasal düzenlemeler adeta PKK sempatizanlarına ve örgüte cesaret vermektedir. Avrupa Parlamentosu hâlâ PKK’ye açık destek veren kararlar almakta, Türk devletini Güneydoğu’da işgalci olarak göstermeye çalışmaktadır. KADIKÖY 7. İCRA MÜDÜRLÜĞÜ DOSYA NO: 2006/1084 Tal. Bir borçtan dolayı hacizli ve aşağıda cins miktar ve kıymetleri yazılı mal satışa çıkartılmıştır. Karar gereğince satışın; Moda otoparkı Kadıköy adresinde açık artırma ile yapılmasına, Citroen C3 furıo, 2006 model, 1.4 HDI gümüş gri renkli, 34 DS 6260 plakalı hususi oto Muhammen Bedeli : 20.000,00 YTL Birinci satışın 03.11.2006 Cuma 12:00 12:10 arasında yapılmasına, Satış günü muhammen kıymetin %60’nı karşılaması varsa rüçhanlı alacaklıların alacağını karşılaması halinde en çok artırana satışın yapılmasına böyle bir bedelle istekli çıkmaması halinde satışın ikinci güne ertelenmesine ikinci satışın 08.11.2006 08.11.2006 12:00 12:10 arasında yapılmasına, Şu kadar ki; vasıtaların tahmin edilen kiymetlerinin % 40’ını bulmasının ve satış isteyenin alacağına rühçanlı alacakların alacağı toplamından fazla olması ve bundan başka paraya çevirme masraflarının geçmesinin şart olduğunun mahcuzların satış bedelinin üzerinden % X KDV’nin ihale alıcısından alınmasına ayrıca damga vergisinin teslim masrafının alıcısına ait olacağının aynından doğan birikmiş vergi borçlarının satış bedelinden ödeneceğinin OGS, Tellaliye harcının ve Trafik para cezasının ihale alıcısından alınacağının, masrafı verildiğinde PTT ile suretinin gönderileceğinin bilinmesi, daha fazla bilgi almak isteyenlerin yukarıda yazılı dosya numarası ile dairemize başvurmaları ilan olunur. 10.10.2006 (Basın: 50178) MENKUL AÇIK ARTIRMA İLANI Gümrük birliği Bir diğer temel sorun gümrük birliğidir. Birlik, rekabetçiliği arttırıp Türk sanayisine özgüven kazandırırken inanılmaz bir dış ticaret açığı verilmesine sebep olmaktadır. Erol Manisalı’nın tespitlerine göre 19962002 arası altı yıllık dönemde bu açık 50 milyar doların üzerindedir. Ankara Ticaret Odası’na göreyse 19962004 arası dönemde bu açık 100 milyar dolara yaklaşmıştır. “Pazarın genişlemesi”, “istikrar” ve “kaliteli üretimtüketim” sloganlarıyla parlatılan gümrük birliği, bugün CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle