25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 16 EKİM 2006 PAZARTESİ 4 HALKIN KURTULUŞ PARTİSİ HABERLER HAKKÂRİ 2000’Lİ YILLARDA ERDAL ATABEK Kıvılcımlı törenle anıldı İstanbul Haber Servisi Halkın Kurtuluş Partisi, Türkiye devrimci hareketinin önderlerinden Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın ölümünün 35. yıldönümü nedeniyle anma etkinliği düzenledi. Partinin Genel Başkanı Nurullah Ankut, dava arkadaşı Kıvılcımlı’nın emperyalizme başkaldırmış, onurlu yaşam için ömrünün 22.5 yılını cezaevlerinde geçirmiş, antiemperyalist ve ulusalcı bir dava adamı olduğunu belirtti. Ankut, ABD’nin Ortadoğu’daki politikalarını eleştirerek “Irak’ta katledilen 650 bin sivil, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir parçasıydı. Şimdi sırada Türkiye var” dedi. AKP’nin Türkiye’yi dışa bağımlı hale getirdiğini ifade eden Ankut, “Zenginfakir arasındaki gelir dağılımı giderek artıyor, yeni politikalarla emekçiler üzerine yük bindiriliyor” dedi. Bir er şehit oldu ANKARA (AA) Hakkâri’de yol kontrolünde görevli bir er, dur ihtarına uymayarak kaçan araçtan açılan ateş sonucu şehit oldu. Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesinden yapılan açıklamada, önceki gece saat 23.50 sıralarında Hakkâri Derecik’te icra edilen yol kontrolü esnasında dur ihtarına uymayarak kaçmaya çalışan araçtan açılan ateş sonucu, Piyade Er Şuayip Çalışkan’ın şehit olduğu bildirildi. Ateş açılan aracın arazide bulunduğu belirtilen açıklamada, teröristlerin yakalanması için arama faaliyetine devam edildiği kaydedildi. Ödül... Ödül almak. Ödüllenmek. Ödüllendirilmek. Başkaları tarafından değerinin bilinmesi. Başkaları tarafından kabul görmek. Kendini –sonunda kanıtlamış olmak. Bütün bunlar bir insanın “kendini tanımak’’, “kendi değerinin onaylanması”, “kendi dışından da niteliklerinin görülmesi” olarak çok önemlidir kuşkusuz. Kendimize ilişkin özdeğer, özsaygı, özgüven oluşumunun yapıtaşlarını oluşturur. Ama özgüvenin bütününü burada aramak sağlıksız bir durumu anlatır. “Onay bağımlılığı” ise olgunlaşmamış kişiliklerin hastalıklı bir davranışı sayılır. Öğretmenin gözünde bir kabul görebilmek için yaltaklanan öğrenci. Anne babasının bir beğenisine kavuşabilmek için kendi kişiliğinden vazgeçen bir çocuk. Efendisinin en küçük ilgisine nail olabilmek için yalvaran köle. Bunların hepsi de “ödül ve ceza psikolojisi”nin içinde yaşanır. Hem de dikkat bile çekmeden, her gün, her yerde yaşanır. Ödüller ve cezalar, bir insanın en küçük yaşlarından başlayarak gelişiminde özel bir önem taşır. Orhan Pamuk için de Nobel ödülünü almak elbette çok önemlidir. Nobel ödülü, verildiği her dalda giderek artan bir önem kazanmıştır. Nobel Edebiyat Ödülü, bir yazara sadece yapıtları için değil, baskılara karşı çıkan tavrı, baskı altında olduğu halde buna karşı çıkma cesareti için de verilmektedir. Orhan Pamuk da dış kamuoyunda bu özellikleriyle dikkat çekmiş olmalıdır. Elbette Nobel Edebiyat Ödülü bir yazar için de, onun ülkesi için de önemlidir. Ama bir “ödül bağımlısı”nın tutkusuyla havalara sıçramanın ayrı anlamları olmalı. Orhan Pamuk, bir imza gününde birlikte olmanın tanıklığıyla da, bende hep “samimi, girişken, konuşkan, alçakgönüllü, düşüncelerini, duygularını dışa vuran” bir izlenim uyandırmıştır. Kitaplarını, Cevdet Bey ve Oğulları dışında çok beğenerek okuyamadım. Ama elbette bu öznel bir değerlendirmedir ve onun edebi değerini belirtemez. Bu her okur gibi benim de hakkım olan bir değerlendirmedir. Ancak bu ödülün verilişinde siyasal etkilerin ağırlıklı yeri de açıkça görülüyor olmalıdır. Orhan Pamuk, Ermeni ve Kürt katliamlarına ilişkin sözleriyle hem resmi tutuma muhalif tavrını açıklamış hem de Avrupa kamuoylarının görüşlerine paralel bir tutum göstermiştir. Orhan Pamuk, bu tutumu, bu tavrı Nobel ödülünü almasını kolaylaştırmak için yapmıştır diyemem. Her yazarın istediğini söyleyip yazmak hakkı vardır. Orhan Pamuk yanlış şeyler konuşup yazarsa bizim de bunlara “yanlıştır” deme hakkımız vardır. Elbette onu mahkemelere götürmek de yanlıştı, herkes için de yanlıştır. Düşünce özgürlüğünün önündeki bütün engeller kaldırılmalıdır. Aslında Orhan Pamuk’a verilen ödül ile Fransa’nın Ermeni soykırımı kararları nitelik açısından birbirini tamamlamaktadır. Bunu nasıl değerlendireceği ise ödül alan yazarın hakkıdır ve sorumluluğudur. 1964 yılında Jean Paul Sartre, kendisine verilen Nobel ödülünü kabul etmediği zaman kendi hakkını ve sorumluluğunu farklı yorumlamıştı. Bu ödülün Türk edebiyatına değil, Orhan Pamuk kimliğine verildiği kanısındayım. Onu “içimizden biri” değil, “dışımızdan biri” olarak görüyorum. Elbette ki bir yazarın “istediği yerde durma” hakkı vardır. Benim ödüllerim Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya, Yaşar Kemal’e, Aziz Nesin’e, Server Tanilli’ye, Ataol Behramoğlu’na verilmiştir. Ülkem de bu “ödüle aç”, “başarıya susuz” tavrını değerlendirmelidir. Dışardan gelen her şeyi baş tacı yapıp, içerdeki her şeyi fark etmez görünmenin de bir açıklaması vardır elbette. Doğru bir özdeyiştir: “Sen kendini küçük görmeden kimse seni küçük göremez.” email:erdalatak@gmail.com erdalatak@superonline.com www.erdalatabek.com Şehit teğmen toprağa verildi Hakkâri’nin Çukurca ilçesinde PKK’lilerce döşenen mayına basarak şehit olan Piyade Teğmen Ömer Azak memleketi Çorum’da gözyaşları içinde toprağa verildi. Azak’ın cenazesi dün Sungurlu Devlet Hastanesi’nden alındıktan sonra Ulu Cami’ye götürüldü. Burada kılınan cenaze namazının ardından şehit Azak için bir tören de ilçe merkezinde düzenlendi. Cenaze törenine Çorum Valisi Hüseyin Poroy, Garnizon Komutanı Jandarma Albay Ufuk Tuncer, CHP Çorum Milletvekili Feridun Ayvazoğlu, AKP Milletvekili Agâh Kafkas ile çok sayıda vatandaş katıldı. (AA) Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener’le dün akşam Habertürk’te Melih Meriç’in hazırladığı “Basın Kulübü”ndeydik. AKP’nin kurucularından ve İslamcı hareketin geleneksel kanadından siyasete atılan Şener, son aylardaki değişik söylemleriyle, ciddi bir değişim geçirdiği mesajları veriyordu. İnsanlar değişir, düşünceler değişir, buna hiçbir itirazım yok. İnsanlar değiştiklerini içlerine sindirirlerse ve güven verirlerse bu değişim inandırıcı hale gelir. Abdüllatif Şener’le üç saat boyunca enine boyuna konuştuk. Kafamdaki sorulara net cevaplar almış değilim. Örneğin hükümetin “demokrat” kanadından, Milliyet gazetesinden Serpil Yılmaz’ın ifadesiyle “hükümetin sol vicdanı”ndan Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesine ilişkin net bir eleştiri duymadım. Kanun iyiymiş de uygulamada sorun varmış türünden bir cevap verdi. Bunun üzerine neden AKP döneminde daha çok düşünce özgürlüğüne ilişkin dava açıldığını sorduk. Bunun da bir cevabı yoktu. Her şey zaman içinde çözülecekti. Şener’e Sütçüler Kaymakamı’nı sordum. Hani Orhan Pamuk’un kitaplarını toplatıp imha etmek için genelge yayım AKP’nin Sürtünme Katsayısı layan kaymakam var ya, onu sordum. Çünkü o kaymakam daha sonra çok sorunlu bölgenin sorunlu ilçelerinden Dicle’ye atanmıştı. Bunu biliyor muydu? Hayır bilmiyordu, açıklaması var mıydı? Hayır yoktu. Duyarlı olan yörelere duyarlı bürokratların atanması önemli değil miydi? Sütçüler Kaymakamı’nı İçişleri Bakanı acaba hangi ihtiyaçla Dicle ilçesine atamıştı? Bunlara cevap bulabildiğimi söyleyemem. ??? Mehmet Ağar’ın Güneydoğu’da gezi sırasında söylediği sözler ve ardından ortaya çıkan polemik konusunda da Abdüllatif Şener’in ne dediğini pek anladığımı söyleyemem. Sonuç olarak Mehmet Ağar, güvenlik sorununun ötesinde bu konuda siyasetin yapması gereken şeyler olduğuna dikkat çekti. Bölge gençlerinin bir kesiminin dağa çıkmaları yerine ovada siyaset yapmaya yönlendirilmelerinin yollarını aramak konusunda açılımlardan söz etti. Ardından Genelkurmay Başkanı ile bir polemik başladı. Abdüllatif Şener’in bu konuda söyledikleri genel bazı sözleri tekrar etmekten ibaretti. Mehmet Ağar’ın başlattığı tartışma, bir arayışın ifadesiydi. AKP son dönemde bu konuda dikkate değer bir açılım ortaya koyamadı. Şimdi sorunu ABD ile konuşarak çözeceklermiş gibi bir izlenim veriyorlar. Halbuki sorunun çözümünü içeride görmeyen bir siyasi yaklaşımın başarılı olmadığına defalarca tanık olduk. Şener’in hakkını yemeyelim. Vatan’dan Mehmet Tezkan’ın bir sorusu üzerine cevap verirken, “Kuzey Irak’a 16 kez Türk ordusu harekât düzenledi. Eğer sorun Kandil Dağı’nda çözülseydi, bu operasyonlardan sonra çözülebilirdi” diyor ve bir gerçeğe dikkat çekiyordu. ??? Bakan içinde bulundukları ruh halini şu örnekle anlattı: Bir yurttaş bana başvuruda bulunup bir teker sistemi icat ettiğini söyledi. Ben işin uzmanı değilim diyerek konunun uzmanını çağırdım. Adam icat ettiği lastikle bir arabanın 450 kilometrelik bir hızla aynı yakıtla gidebileceğini söylüyordu. Uzman ise, şöyle bir tespit yaptı. Evet bu sistemle bu araba 450 kilometre gider, ancak yerde değil havada gider. Çünkü bu arabayı yerde kullandığınızda sürtünme katsayısı devreye girer ve hız bir anda 5060 kilometreye düşer. Bizi eleştiren aydınlarımız da sürtünme katsayısını hiç hesap etmiyorlar. Teorik olarak birçok şeyi düşünüp yapmak istiyorsunuz ama pratikte bunu uygulamaya kalktığınızda sürtünme katsayısı devreye giriyor. Yani bakan birçok şeyi yapamadıkları ama bunun gerekçeleri olduğunu bize kabul ettirmek istiyordu. Ben de kendisine şunları söyledim: TCK 301. maddeden davalar açılmaya, saldırılar sürdürülmeye devam ediyor. Sizin sürtünme katsayınız yüzünden biz bunlardan vaz mı geçeceğiz? Sütçüler Kaymakamı’nı Dicle’ye gönderen anlayışı içimize mi sindireceğiz? Biz yanlışlara karşı sizin gerekçelerinizi hesaba katmadan eleştirmeye devam edeceğiz. Bakan bunun üzerine haklısınız dedi. Siz aydınlar haklısınız, aydınların bu tür kısıtlamalarla düşünmemesi gerektiğine inanıyorum. Na yazık ki siyaset bize sürtünme katyasını hesap etmemiz gerektiğini öğretiyor. İrtica konusunda da belirsizlik dikkat çekiyordu. İşte AKP’nin sorunu da burada başlıyordu... CUMHURİYET 04 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle