25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 16 EKİM 2006 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Soykırım Dayatması !.. Bugün Türk ulusuna soykırım dayatmasında bulunanlar, tarihte en büyük soykırım örneklerini yaratmış olanlardır!.. Ve ellerinden hâlâ kan damlamaktadır!.. Hödüklük TÜRKÇENİN ne eşi benzeri bulunmaz sıfatlarındandır şu “hödük” sözcüğü. Tınısıyla, yankısıyla, ses çağrışımlarıyla. “Kütük” gibi. Hem kabalığı, nezaketsizliği, görgüsüzlüğü anlatır, hem de taş kafalılığı, anlayış kıtlığını, densizliği. Bazen şıp diye oturur anlatmak istediğiniz kişinin kalıbına; bazen de yumuşak, ince görüntülerle örtülmek istenen bir “münasebetsiz”liği aklınıza getirir. evresi, yetişme tarzı, görgü eksikliği yüzünden kabalık eden insanın hödüklüğünü anlayışla karşılarsınız ve hatta bu sıfatı onun için kullanmak bile istemezsiniz de, kibar görüntüler gerisinde işlenen hödüklüğü sezdiğinizde ister istemez o söz çıkar ağzınızdan. Kimilerinin hödüklüğü biraz “genetik”tir; yüzyıllar öncesinde kavim olarak yaşanmış yarıvahşi dönemlerin kalıntısıdır. İyi eğitimle, kuşaktan kuşağa gitgide incelmiş yaşam biçimleriyle üstü örtülür ama, bazı durumlarda bir bakarsınız kabuğunu yırtıp çıkıverir ortaya. On, onbir yüzyıl önceleri Kuzey Avrupa’nın yaban ormanlarından kopup Akdeniz ve Yakındoğu uygarlıklarının üstüne çullanan, hayvan postuna bürünmüş, saçı sakalı birbirine karışmış İskandinavyalıların, bütün o Vizigotların, Ostrogotların, Vikinglerin falan ahfadı öyledir; çok da içtikleri ve çabuk kızdıkları için ara sıra eski yabanlıkları çıkıverir meydana; saldırgan, küstah, tacizci olurlar. Yine de anlayışla karşılamak gerekir; ellerinde değildir, genlerinde vardır. ma daha az kolay anlaşılır olanı, en ince işlere soyunan ve en kibar tavırlarını asla kaybetmeyenlerinin zaman zaman sergilediği hödüklüklerdir. Orhan Pamuk’a Nobel Ödülü’nü tam şu sırada verenlerin işlediği hödüklük bu türden galiba. Zeynep Oral’ın deyişiyle “edebiyata baş koyduğu için, yeteneğinden, duyarlığından, disiplinli çalışmasından, birikimlerinden, kimliğinden, kişiliğinden ödün vermediği için” bu ödüle layık görülen kişiyi doğru dürüst onurlandırmak üzere bir yıl daha bekleyemezler miydi? Avrupa Parlamentosu’ndaki soykırım işgüzarlığıyla Fransız meclisindeki son ahmaklık yüzünden ortalık birbirine girerken ve o kişinin bilgi eksikliğiyle ettiği bir çift söz böyle bir densizlik ortamında yeniden ısıtılıp gündeme getirilirken, ödülü alanın duyabileceği gurura, kendi toplumunun da gönül rahatlığıyla paylaşabileceği bir sevince böyle bir gölge düşürmeye ne hakları vardı? Üstelik, ödül sahibinin ülkesindeki genel bilgisizlik ve farklı düşünceler konusundaki hoyratlık havasının dağılmasıyla birlikte o bir çift söz de belleklerden silinmek üzereyken... Zaman zaman çeşitli nedenlerle tartışılan bu büyük ve onur verici ödül, üzerine hödükçe düşürülen siyasal gölge yüzünden daha da tartışmalı duruma sokulmuş olmadı mı? O.Doğu SİLÂHÇIOĞLU Ç S oykırım suçu işleyen ulusların tüm yaptıklarının unutturulmaya çalışıldığı bir dünyada, Türk ulusu için soykırım dayatması yıllardır gündemde!.. Fransız Parlamentosu’nca kabul edilen, hukuksal ve siyasal tabanlı “Ermeni soykırımı savlarına karşı çıkanların cezalandırılmasına ilişkin yasa tasarısı” bunun son örneği!.. Halbuki bilim insanları, Birinci Dünya Savaşı’nda Anadolu’da yaşananların, hukuksal ve siyasal zeminlerde değil, tarihsel bir zeminde bilimsel yöntemlerle incelenebilecek olaylar olduğunu belirtmekteler... Aslında tüm belgeler, Anadolu’da bir Ermeni soykırımının değil Rusya, İngiltere ve Fransa desteğinde Ermenilerce yaratılmış bir Türk soykırımının olduğunu ortaya koymakta!.. Bu üç devlet geçmişte Ermeni eylemcilerinin yanında yer almışlar!.. Bu gün ise neden oldukları Türk soykırımının sorumluluğundan kurtulmak istemekte, başka sorumlu aramaktalar!.. Geçmişte olup bitenler, savaş koşullarında tebaası olan bir grubun ihanetini engellemek durumunda kalan Osmanlı hükümetinin önlem almasından; Ermeni saldırıları karşısında korunma arayışında olan Türklerin meşru müdafaasından ve vatan toprağını savunan Türk askerinin görev ifasından başka bir şey değil!.. Eğer ortaya çıkmış sonuçlardan sorumlu tutulacak olanlar varsa, onlar bu sonuca neden olan Ermeniler ve Ermenileri Türklere karşı eylemlere sürükleyenlerdir!.. (*) Lozan görüşmeleri sırasında soykırım savlarını gündeme getiren İngiliz Başbakanı Lord Curzon’a İnönü tarafından verilen; “Türk milletinin elleri bilhassa temizdir” yanıtı çok anlamlıdır!.. Ne gariptir ki bugün Türk ulusuna soykırım dayatmasında bulunanlar, tarihte en büyük soykırım örneklerini yaratmış olanlardır!.. Ve ellerinden hâlâ kan damlamaktadır!.. Tarih ve gerçekler A Türkler ve Anadolu Dinsel ve kültürel nedenlerle Batı dünyası için vazgeçilmez bir değer olan Anadolu’nun, Türklerin elinden geri alınması, bir kısım Batı toplumları için yüzyıllardır değişmeyen amaç olmuş!.. Aynı amaç bu gün de yaşatılmakta!.. Yaygın bir nefreti içeren Türk karşıtlığı, bazı toplumlarda genetik özellik haline gelmiş!.. Batılı gözüyle Türk resmi, gerçeklerle hiç bağdaşmayan insafsız ölçülerle çizilmiş!.. İngiliz başbakanlarından William Edwart Gladstone, Türklere ilişkin nefret dolu bu genel yargıyı 1882’de şu sözlerle BAKIRKÖY 3. SULH HUKUK MAHKEMESİ ESAS NO : 2006/776 KARAR NO: 2006/1161 İLAN METNİ : Kayseri, Y.Fenese, Kütük Sıra No 93/142, cilt 8/3, 71 sayfada nüfusa kayıtlı Mevlüt ve Zekiye’den olma 1337 d.lu ARİFE KARADÖL’ün rahatsızlığı nedeniyle hacir altına alınarak kısıtlanmasına, kendisine Ayhan ve Beyhan’dan olma 1973 d.lu torunu MUSTAFA UĞUR GÜRHAN’ın vasi olarak tayinine karar verilmiştir. İlan olunur. (Basın: 50057) özetlemiş: “Türkler insanlığın insan olmayan numuneleridir. Medeniyetimizin bekası için onları Asya steplerine geri sürmeli veya Anadolu’da yok etmeliyiz… Türklerin yaptıkları kötülükler, yalnızca bir suretle ortadan kaldırılabilir; kendileri yok olmakla...” Bu genel yargının temel kaynağı, “Haçlı düşüncesi” ya da “Hıristiyan değerlerine bağlılık”tır… Latin, Roma ve Grek kültürü ile şekillenen Hıristiyanlık, Anadolu’yu kendi kültür değerleri arasında görür. Anadolu’nun bu değerlere göre şekillendirilmesi yüzyıllardır değişmeyen bir hedeftir!.. Atilla, Cengiz Han ve Sultan Süleyman’la simgeleştirilen; Hun Türkleri, Türk Moğollar ve Osmanlı’yla özdeşleştirilen 1500 yıllık zorlu sürecin dürtüsüyle Avrupa bugün Türkiye Cumhuriyeti’ni karşısına almış, hatta Türkiye’nin ulus tümlüğüne ve ülke bütünlüğüne yönelmiştir!.. Avrupa’da ki yaygın kanıya göre, Türkler Avrupalı değildir. Avrupa’nın tarihine, coğrafyasına ve kültürüne ait değillerdir; Asya’ya ait bir kavimdirler ve de Avrupa’nın ortak ve paylaşılan değerlerinin dışındadırlar!.. Bu düşünceyi İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Salisbury 1911’de şöyle dile getirmiş: “Barbar millet!.. Türkler daima Türk kalacaklar, hiçbir zaman Avrupalılaşmayacaklardır.” Yüzyıllardır Anadolu’yu Türklerden arındırmayı düşleyenlerin bu yoldaki adımlarından biri asılsız “soykırım savları”dır. Amaç; Anadolu’nun paylaşılmasını sağlayacak uluslararası bir siyasal ortam yaratmaktır. Türkler ile Batı dünyası arasında bir “doku uyuşmazlığı”nın bulunduğu bilinmeyen bir gerçek değildir. Bu uyuşmazlık makul bir düzeye gelinceye kadar ya da Türkiye kendi varlığına yönelik her türlü saldırıdan etkilenmeyecek ölçüde güçlü hale gelinceye kadar siyasal amaçlı girişimler her zaman var olacaktır. Bugün Fransa’nın yaptığını yarın bir başka ülke yapacaktır. Uzun soluklu bu mücadele devam edecektir… Türkiye bugün bu mücadelede, içinde bulunduğu iç siyasal açmazların güçlüğü nedeniyle sonuç alamamaktadır!... Türkiye’nin karşı girişimleri yetersiz kalmaktadır!.. İçerideki ve dışardaki Türkiye Cumhuriyeti karşıtları ise beraberlik içinde koşmakta, siyasal çözüm çıkışlarıyla Sevr’in öngördüğü haritayı masaya koymaktadırlar… Gelinen nokta Fransız Parlamentosu’nun kabul ettiği yasa tasarısı karşısında Başbakanlık’ın yaptığı açıklama, Türkiye’de ulusal bilinç noksanlığının ne boyutta olduğunu gösteren bir örnek oluşturmuştur. “Bizim böyle bir haksızlığı ne kabul etmemiz ne de buna tahammül göstermemiz asla söz konusu değildir.” ifadesiyle Türkiye, Fransa karşısında haksızlığa uğramış mağdur bir ülke konumuna sokulmuştur!.. Tarihte bir dönem Türklerin himayesiyle varlık sürdürebilen bir ülkeye verilen yanıtta; kararlılık yerine yılgınlık egemen olmuştur!.. Türkiye bugün Batı’yla olan siyasal ilişkilerinde iğreti bir zeminde hareket etmekte, uluslararası ortamda ulusal nitelikli bir duruş sergileyememektedir. Çünkü Türkiye’yi; “Ulusalcılık adına bu ülkede paranoya üretiliyor” diyen ulusalcılık karşıtları yönetmektedir!.. “Atatürk ilke ve devrimleri” karşıdevrimle korumasız bırakılmış; “Kemalizm”in “tam bağımsızlık” ve “sömürgecilik karşıtlığı” ilkelerinden uzaklaşılmıştır!.. Bugün gelinen noktada, Türkiye “Genç Cumhuriyet Dönemi”ndeki güçlü ve saygın konumunu yitirmiştir!.. Türkiye bu noktadan nasıl geri dönebilecektir?.. Uluslararası ortamda giderek yoğunlaşan saldırılar karşısında ulus tümlüğünü, ülke bütünlüğünü nasıl koruyabilecektir?.. Laik, demokratik rejimini nasıl sürdürebilecektir?.. Bulunduğumuz coğrafyadaki sorunlara yakın çevreden değil, uzak çevreden bakmak gerekir!.. Önce dünyayı görmek, küreselleşmeyi algılamak; oradan Ortadoğu’ya uzanmak; bölgede olan biteni kavramak ve nihayet; yeni sınırların gündeme geldiği Ortadoğu’da Türkiye için belirlenen konumu anlamak gerekir!.. AB ve ABD’nin gün yüzüne çıkan amacı, ilk aşamada “İsrailKürdistanErmenistanGürcistan” eksenini oluşturmak ve bu eksen üzerinde yer alan Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu Kürdistan ve Ermenistan arasında paylaştırmaktır. İkinci aşamada ise Türkiye’nin geri kalanını Sevr’e göre ayrıştırmaktır!.. AB ve ABD bu amaçları doğrultusunda belirlenmiş hedeflere doğru adım adım yaklaşmaktadır!.. Türkiye yakın tehditlerle uğraştırılırken uzak tehditleri algılayamaz hale sokulmaktadır!.. (Türkiye’de bunu görebilenler ise bir kısım çevrelerce, vehim ya da paranoya sahipleri olarak tanımlanmaktadır.) Tüm bunlar sistemli çabalarla sürdürülen belli bir planın parçalarıdır. Amaç; “AB süreci” ile başlayan, “Büyük Ortadoğu” ve “ılımlı İslam” la ivme kazanan, “siyasal İslam” la zemin bulan ve nihayet “bölücü/ayrılıkçı hareket”le tamamlanan bir ortamda dayatma politikalarıyla sonuca ulaşmaktır. Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri, tüm dayatma politikalarına, ulusal hak ve çıkarlarımızı gözeten devlet politikaları/ulusal politikalarla karşı koymak zorundadır!.. Türkiye’nin karşısındaki devletler, ulusal çıkarlarına uygun olarak hareket etmektedirler!.. Türkiye ise, ulusalcı olmayan bir siyasal iradenin elinde, belli bir sona doğru hızla sürüklenmektedir!.. (*)Doğu Silâhçıoğlu, “Kuşatılmış Türkiye”, Günizi Yayıncılık, 2005 ANKARA 2. AİLE MAHKEMESİ’NDEN İLAN ESAS NO :2006/27 Davacı SATILMIŞ ÖZBEK vekili Av.Barış Orhonlu tarafından davalı GÖNÜL ÖZBEK aleyhine açılan Boşanma davasının yapılan yargılamasında verilen ara kararı uyarınca; Davalı GÖNÜL ÖZBEK’in KARAKUYU KÖYÜ GÜRÜN SİVAS adresine çıkartılan tebligatların tebliğ edilemediği ve adresleri de zabıtaca yapılan araştırmada tespit edilemediğinden adı geçen şahsın duruşma günü olan 23/11/2006 tarihi saat 11.05 da tüm delilleri ile birlikte mahkememizde hazır bulunması veya kendisini bir vekille temsil ettirmesi aksi takdirde yokluğunuzda devam edileceği ve karar verileceği HUMK. 509 ve 510 maddesi uyarınca tebliğ yerine kaim olmak üzere ilanen tebliğ olunur.05.10.2006 (Basın: 49997) CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle