25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 1 EKİM 2006 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI dishab?cumhuriyet.com.tr Akvaryumdaki Kübalı çocuklar... ağlantısızlar Zirvesi’nin uzun final gecesinin ardından son kez gittiğimiz basın merkezinden ayrılıp Havana merkeze doğru yürümeye başladığımızda aklımızda Kübalı ailelerle bir pazar geçirmek gibi bir fikir yoktu elbette. Ancak, büyükelçiliklerin bulunduğu yer olarak bilinen Miramar’da, bir süre hedefsiz bir şekilde ilerledikten sonra sahil tarafında karşımıza çıkan Küba Ulusal Akvaryumu’nu görünce biraz merak ve biraz da yorgunluğun sonucu bir ‘‘coşku’’ ile tereddütsüz buraya yöneldik. Daha önce Uluslararası Turizm Fuarı programı çerçevesinde çeşitli su hayvanlarının bulunduğu ve eğitimli yunuslarla denizaslanlarının gösterilerinin sergilendiği bu tesiste bulunmuştum. Ancak önceki ziyaretimiz sırasında burada önemli bir eksik vardı: Kübalı ziyaretçiler... ve bunun gerçekten ne kadar önemli bir ‘‘eksik’’ olduğunu o pazar günü anladım. Evet, eğitimli yunus ve B denizaslanlarının gösterisi, gerçekten hayli ilginç. Bu hayvanlara büyük bir hayranlık ve sevgi duymanızı sağlayacak kadar etkileyici. Ancak, onları izleyen ve izlediği gösteriye heyecanını hiç dizginlemeksizin tepki veren Kübalı anne babalarla en az ebeveyni kadar ‘‘katılımcı’’ çocuklar benim için gösterinin olmazsa olmaz bir parçasını oluşturuyordu. Hele, sürekli çevreye ‘‘Bu Kübalılar nasıl insanlar? Sosyalist bir ülkenin vatandaşı olmak nasıl bir şey?’’ diye bakan biri için elbette yunusların maharetlerinden daha merak uyandırıcıydı. Kübalılar yunus ve denizaslanı gösterilerini seyretti, ben Kübalıları... Parktan içeri girdiğimiz andan itibaren ‘‘cıvıl cıvıl’’ tabir edilebilecek bir kalabalığın içine düştük. Aileler büyük bir itinayla hazırlanıp bir bayram yerine gelirmişçesine süslenip püslenmişlerdi. Ama en önemlisi çocuklar... Çocuklar, bayram da değil; sanki HAVANA GAMZE ERBİL bir yarışmaya katılmak için orada bulunuyordu. Üstlerindeki giysilerde ne bir marka ne de başka bir ‘‘gösteriş’’ izi bulunuyordu; hatta büyük bölümünden akan yoksulluğu açıkça gözleyebiliyordunuz. Ama hepsi tertemiz, ütülü ve büyük bir özenle seçilmiş giysiler içinde; saçları taranmış ve kızlar da bin bir çeşit süsle bezenmiş haldeydi. Hepsi de parkta satılan çikolatalı kurabiye paketleri ellerinde çevreye gülücükler dağıtıyor ve çoğu zaman bağrışıyorlardı. Yunusların gösterisini büyük bir merakla izledik. Gösterinin sunucusu sürekli onların neler yapacağını ve bizden ne beklediklerini hatırlatıyordu. Bir aşamada, bir küçük gönüllü çağrıldı ve bir akıllı yunus küçük Kübalının içine yerleştiği şişme botun ipini çekerek ona büyük havuzda bir tur attırdı. Ufaklığın gözlerine dehşet olarak yansıyan heyecanı ise tüm izleyicileri kahkahaya boğdu; hiçbir tehlikesi olmadığından gülüp geçtik. Bu kısa turun keyfini çıkaramamasına üzüldük. Ama asıl büyük şamata denizaslanlarının gösteri havuzuna geçtiğimizde başladı. Yunuslardan farklı olarak son derece ‘‘bireysel’’ nitelikleriyle şov yapan, hatta isimleri Mori ve Viki olan iki denizaslanının gösterisi ve izleyicilerin bu gösteriye dahil olma biçimi seyrine doyulmaz bir eğlenti oluşturdu. Mori ve Viki için tribünler ikiye bölündü ve Mori’nin marifetlerini sergilemesinin ardından Mori’ciler, Viki’ninkinin ardından Viki’ciler olarak desteğimizi gösterdik. Aslında buna destek gösterisinden çok, serbest ve kolektif bir eğlenme hali demek daha doğru olacak. Maç tribününden farkı, hiçbir ‘‘kavga’’ ya da ‘‘olay çıkma’’ ihtimalinin bulunmamasıydı. Bütün bu coşkudan korkarak ağlayan çocukların yanında, bu coşku dalgasının tepesine, daha tepesine çıkmak için zıplayarak üst basamaklara tırmanan anne ve babasının ‘‘daha yüksek’’ yerlerine konuşlanmaya çalışan onlarca çocuk vardı... Mori’nin şarkısının ardından onu taklit etmek üzere havuz kenarına çağrılan çocukların çıkardığı sesler, tribünden gelen kahkaha seliyle örtülüyordu. İyi ki de örtülüyordu; çünkü denizaslanlarının ‘‘şarkı söylemesi’’ ne kadar felaketse, Kübalı bir çocuğun onu taklit etmesinin de bir o kadar felaket olduğunu söyleyebilirim. Gülmekten ve bağırmaktan yorulduğumuz günün sonunda parktan ayrılırken onlar hâlâ gülmeye ve bağırmaya devam ediyordu. Acaba bu sosyalist bir ülkenin vatandaşı olmakla mı ilgiliydi? Kosova’da tarihin yaprakları... sküp’ten Kosova sınırına doğru yol alıyoruz. Aspir’in kullandığı minibüs yarım saatte sınıra ulaşıyor, gönüllü rehberimiz Doktor Mümin Sarper pasaportlarımızı görevlilere veriyor. Sınır kapılarında aşikâr olduğumuz asık suratlar bu kez gülümsüyor. Kısa bir sürede sınırı geçiyoruz. Pasaportumun sayfalarını çeviriyorum, vize kısmına vurulan damgayı buluyorum: ‘‘UNMIK...’’ Uzun haliyle, ‘‘Birleşmiş Milletler Kosova Geçici Misyonu...’’ 1990’larda Balkanlar’ın en kanlı savaşlarından birini yaşayan Kosova, 1999’da NATO’nun bölgeye askeri müdahalesinin ardından 7 yıldır bu coğrafyada büyük bir belirsizlik yaşıyor. Hukuken Sırbistan’a, fiilen Birleşmiş Milletler’e bağlı, güvenliği ise Kosova Barış Gücü (KFOR) yani NATO sağlıyor. Kosova’nın nihai statüsüne ilişkin görüşmeler hâlâ sürüyor. Priştine ‘‘bağımsızlık’’ diyor, Belgrad ‘‘olmaz’’ diyor. Bir başka deyişle Arnavutlar özgürlük diyor; Sırplar ise ‘‘Bana bağlı kalın...’’ diyor. Batılı ülkeler sorunun 2006 sonuna kadar çözüleceğini söylüyor. Ne var ki bölgede derin görüş ayrılıkları bulunuyor. Batılı ülkelerin ümidi iyi niyetten öteye gitmiyor. İsterseniz ‘‘derin görüş’’ ayrılıklarını şöyle bir kenara bırakalım, Priştine’ye, sonrasında ise Prizren’e uzanalım... Kosova’yı günübirlik ziyaret ettiğimiz tarih 15 Eylül... Yol boyunca yoğun güvenlik önlemleri gözümüze çarpıyor. Bunun nedenini gazetecilik damarımız tutup biraz araştırınca öğreniyoruz. Bizim Kosova’ya ayak bastığımız saatlerde Kosova İçişleri Bakanı Fatmir Recebi’nin aracı, altına yerleştirilen patlayıcıyla havaya uçuruluyor. Recebi’nin patlama anında evinde olduğunu, saldırıda ölen olmadığı bilgisini alıyoruz. Saldırının, Sırp ve Arnavut yetkililerin Kosova’nın yukarıdaki satırlarda bahsettiğimiz statüsüne dair Viyana’da yapılacak yeni görüşmelerden birkaç saat önce düzenlenmesi bölgenin hâlâ sancılı bir süreci yaşadığının açık bir göstergesi olarak karşımıza dikiliveriyor. Kosova’da bir milyon 800 bin kişi yaşıyor. Bunların 1.5 milyonunu Kosovalı Arnavutlar oluşturuyor. Geri kalanını ise Sırplar ve Türkler oluşturuyor. Priştine’deki ilk durağımız Sultan 1. Murat’ın türbesine giderken KOSOVA yol bir anda kesiliyor. KFOR ve BM araçlarının sıkı korumasındaki bir konvoy önümüzden hızla geçiyor. AYKUT Türkiye’den KÜÇÜKKAYA kanıksamadığımız bir manzara... Priştine’ye 10 dakika mesafedeki türbeye geldiğimizde bizi sollayan konvoyun çoktan türbeye geldiğini görüyoruz. Ve konvoyun Türk heyeti, korumalar arasındaki kişinin de Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun olduğunu. Bakan Coşkun da günübirlik ziyarete geliyor, Priştine’nin 50 kilometre güneyinde bulunan Suvareka’daki lastik fabrikasını satın alan Özerler Holding’in ‘‘Newko Balkan’’ adlı üretim tesisinin açılışını yapıyor. Türk bakanın katıldığı törenle fabrikanın açılışında Kuran okunuyor. Törene katılan Kosovalı işadamları, Osmanlı döneminden sonra Kosova’da ilk kez bir fabrikanın Kuran okutularak açıldığı bilgisini veriyorlar. Şaşırıyorum!.. Coşkun’u takibi bırakıyoruz, yenilenen türbeye yöneliyoruz. Tarihin yaprakları çok eskiyi gösteriyor, 1389’u... Türbenin içinde Osmanlı’nın Sırplarla yaptığı Kosova muharebelerinin detayları anlatılıyor. Türbe, 617 yıl önce savaş meydanında ölen 1. Murat’ın Kosova ovasında bıçaklandığı yere kurulu... Priştine’de geziyoruz, insanların yüzünde kirli savaşın yıkımını görüyorum. Yüzler donuk bakıyor, binalar ise kasvetli. Hava da sıcak mı sıcak... Kendimizi Prizren’e atıyoruz. Nehrin üstüne kurulu tarihi taşköprüden geçiyoruz. Kendimizi küçük bir Anadolu kasabasında buluyoruz bir anda. Yüzler biraz daha güleç. 1615’te yapılan Sinan Paşa Camii tüm ihtişamıyla duruyor. Hemen tepesinde de bir kilise. Tepedeki yıkık dökük görüntüler savaşın izlerini gösteriyor. Ara sokaklarda geziyoruz. Çağdaş giyimli gençler sokakları doldurmuş, hafta sonuna hazırlanıyor. Bir caminin onarıldığını görüyorum. Cami çevresindeki bazı insanlar bana bir anda İsmailağa cemaatini anımsatıyor. Kendi kendime ‘‘Burada da ibadet yerlerini tarikatlar mı ele geçirmiş’’ diye soruyorum. İtiraf etmeliyim kısa ziyaretimde bu sorunun yanıtını bulamıyorum. Prizren’deki Türk taburunun önünden geçerken hava kararıyordu. Üsküp’e dönüş yolunda ise Bakan Coşkun ile Kosova Başkanı Fatmir Seydiu arasındaki diyalog aklıma takılıyor. Coşkun, Kosova’nın nihai statüsünün halkın iradesi doğrultusunda çözülmesini istediklerini söyledikten sonra Kosova’da Türkçenin resmi dil olarak kullanımıyla ilgili Kosova Parlamentosu’ndan çıkan ‘‘ret’’ kararını bir talihsizlik olarak değerlendiriyor. Seydiu ise ‘‘ret’’ kararını Kosova Parlamentosu’nun ‘‘demokratik bir hareketi olarak’’ yorumluyor. Kosova’da yaşanan kısa bir diyalog ülkemizin dünyayı kavramakta ve etüt etmekte geri kaldığını mı gösteriyor? Ne dersiniz... Ü Dünyanın ilk hayal maratonu ‘‘Hayal etmek’’ yasaklandı diye hayalleri okumaya okumuştuk haberi. John başlayacaklar. Hayaller Lennon’un efsaneleşmiş şarkısı hoparlörlerle tüm kentte ‘‘Imagine’’ İngiltere’nin dinlenebilecek. Okunan güneybatısındaki Devon hayaller adliye binasının bölgesinde bir Anglikan kilise tavanına asılacak. Radyo, okulunun yıl sonu konseri için televizyon ve gazeteler bu hazırlanan şarkı listesinden maraton happening’ini çıkarılmıştı. Okul yöneticileri, izleyecek. 8 Ekim saat 08.00’de ‘‘Imagine’’in kamuya açık hayal okuma etkinliği ve hayal yerlerde söylenmesinin uygun postanesi sona erecek. olmadığını savunmuşlardı. Organizatörler, hayalleri Aslında ne kadar da insancıl bir etkinlik sonrası da saklama şarkı Imagine: ‘‘hayal et sözü veriyorlar. Bu hayalleri ara cennetin olmadığını/denersen sıra politikacılara anımsatmak kolaydır/cehennem yok için. Etkinliğin başladığı 1 altımızda/üstümüzde ise/sadece Temmuz’dan bu yana 7’den gökyüzü/tüm insanların/bugün 70’e tüm Anverslilerin web için yaşadığını/ hayal et/hayal et sitesi, email ve posta ile ülkelerin olmadığını/o kadar gönderdiği 1500’den fazla zor değil bu/uğruna öldürecek hayalden 661 tanesi ya da/ölecek bir şey yok/ve din www.droomdestad.be de yok tabii/tüm sitesindeki ‘‘hayal defteri’’nden insanların/barış içinde okunabiliyor. Hayaller arasında yaşadığını/ hayal et/hayalci ‘‘insanların birbirine daha diyebilirsin bana/oysa yalnız hoşgörülü davrandığı, ırkçılığın değilim ben/umarım bir gün sen olmadığı, daha çok yeşil alanın de/katılırsın bize/ve bir bütün bulunduğu, daha temiz, daha olur dünya/hayal et malın sosyal, bisikletlilere ve yayalara mülkün/olmadığını/ merak daha uygun yolların yapıldığı, ediyorum/yapabilir misin/ne işsizlik sorununun çözüldüğü’’ açlık var ne bir kent isteği ön plana çıkıyor. açgözlülük/insanların hepsi Irkçı partinin birinci konumda kardeş/tüm insanların/tüm bulunduğu bu kentte dünyayı paylaştığını’’. ‘‘Göçmensiz bir Flaman Belçika’da henüz hayal etmek bölgesi’’ hayal edenlere de yasaklanmadı. rastlanıyor doğal Hayal etmeyi olarak. 12 yaşındaki BRÜKSEL teşvik edenler, Hatice ise hatta dünyanın ilk ‘‘Pakistan’a hayal maratonunu dönmeyi’’ düşlüyor. düzenleyenler var ‘‘Bir gülücük ver, bir Belçika’da. 8 gülücük geri al, bu Ekim’de yapılacak kadar basit’’, ‘‘Bir ERDİNÇ olan yerel seçimler dostça gülüş veya UTKU öncesi kent başla selamlama çok sakinlerinin kentini şey ifade ediyor’’, sahiplenmesi, yaşama ‘‘Fırına adım atan herkes bir iyi katılmasını teşvik etmek günler dese’’ gibi hayaller amacıyla Belçika’nın ikinci insanın içini burkuyor. Sadece büyük şehri olan Anvers’te yakınında yaşadığı cadde ile yaşayanlar kentle ilgili düşlerini ilgili ayrıntılı hayal kuranlar da ‘‘Kenti düşle’’ adı altındaki var. Caddenin trafiğe kapatılıp etkinlik kapsamında kaleme daha sakin hale gelmesini, bu alıyorlar. ‘‘Droom de stad’’ caddede bisikletliler için özel (Kenti düşle, hayal et!) önlemler alınmasını, yayaların tiyatrocuların ağırlıklı olduğu rahatça yürüyebilmesini, hoş ve sosyal kurumların da içinde dükkânların bulunmasını ve bulunduğu ‘‘yurttaşların kent caddesinin temiz ve dostça bir yaşamı ve politikada etkin cadde olmasını istiyor örneğin olarak yer almasını isteyen’’ bir Frieda. Evinin arkasındaki grup tarafından başlatılmış bir büyük eski binanın kültür girişim. Tiyatro gruplarından merkezi yapılmasını hayal edip, sendikalara, vakıflardan dini burada ne tür etkinlikler kuruluşlara, gazetelerden kültür yapılması gerektiğini merkezlerine farklı kuruluşlar uzun uzun listeleyene de destekliyor bu girişimi. Kültür rastlanıyor. Anvers’in projesi olarak gerçekleştirilen ‘‘Çocuk ve aile dostu bu etkinlik aslında bir ‘‘halka bir kent olmasını’’ düşleyen danışma, görüşünü alma anne, ‘‘Güneşli ve gülen eylemi’’. Anverslilerin yüzlerin olduğu bir Anvers’’ Anvers’le ilgili olarak neler hayal eden 25 yaşındaki Sofie hayal ettiklerini ve kenti dikkatimi çekti. ‘‘Diğer 2017’de kendileri ve başkaları insanlara dostça davrananlara için nasıl gördüklerini vergi indirimi’’ de ilginç derlemeye çalışıyor. Hayal, bir hayallerden. ‘‘hayalci kelime de olabiliyor sayfalarca diyebilirsin bana/oysa yalnız bir karalama ya da resim, her değilim ben/umarım bir gün sen şey geçerli. Etkinlik de/katılırsın bize/ve bir bütün kapsamında Anvers’teki eski olur dünya’’ derken yalnız adliye binası geçici bir değilsin John Lennon. postaneye çevrildi. Burada Anvers’te binlerce insan sana hayaller toplanıyor. Hayalleri ekatıldı. ‘‘Tüm insanların barış postayla, postayla ya da elden içinde yaşadığını ve tüm ulaştırabiliyor katılımcılar. 6 insanların tüm dünyayı Ekim’de saat 08.00’de ünlü ve paylaştığını’’ düşleyenlerin sıradan Anversliler eski adliye sayısı artıyor. binasında gönderilen binlerce erdincutku@binfikir.be Şangsane Filipinler’i vurdu Filipinler’i vuran Şangsane tayfunu en az 61 kişinin ölümüne yol açtı. Son 10 yıldır Filipinler’i vuran en şiddetli tayfun olan Şangsane başkent Manila ve Bicol bölgesinin iç kesimlerinde büyük hasara yol açtı. Saatte hızı 150 kilometreye kadar çıkan fırtına nedeniy le su ve elektrik kesildi, ulaşımda büyük sorunlar yaşandı. Yıkılan ağaçlar tren seferlerini aksattı. Şangsane, bu yıl ülkeyi vuran 10. fırtına oldu. Ölümlerin genellikle boğulmalar, toprak kaymaları, ağaçların ve büyük ilan tahtalarının şiddetli rüzgârın etkisiyle yıkılması sonucu meydana geldiği kaydedildi. Filipinler’i önceki gün terk eden fırtına, dün de Vietnam’ı etkisine aldı. (Fotoğraf: AP) Sinemamızın Kerem’i Barselona’da sahneledi, fotoğraf sergisi açtı, otlarımı tarayınca buldum. Kerem Ayan’la 1995 Mart’ında tanışmışım. çevirmenlik yaptı. Artık uzun aralıklarla görüşüyorduk, beklenmedik yerlerde O sıralar Paris Üniversitesi Sinema karşıma çıkıyordu. Kerem bu kez Bölümü öğrencisiydi. İnce, uzun ve Barselona’dan arzı endam etti. Bir hareketli silueti, zarif jestleriyle daha dünya ilkine imza atmıştı... Geçen uzaktan herkesin dikkatini çeken bir Cannes Film Festivali’nin (Mayıs 2006) görünümü vardı. İlk bakışta biraz uluslararası mekânlarından birinde, dev ‘‘snob’’ izlenimi bırakan konuşma stili, sarı bir afişte, ayağı film şeridiyle aslında edindiği aile terbiyesinin köklülüğünün, ona has dışa vurumuydu. bağlanmış bir beyaz güvercinin kanatlarının altında ‘‘2. Politik Sinema Yakından tanıyınca özünde ne denli Festivali, Barselona 26 Eylül 1 Ekim’’ saygılı ve alçakgönüllü olduğunu yazıyordu. Yanında da festival görmüştüm. Kerem’in sinema aşkı, yönetmeni Kerem Ayan ismi geçiyordu. Yıldız Teknik Üniversitesi Makina Mühendisliği’ni son sınıfta terk ettirecek Angaje ve siyasal duyarlıklı filmler son yıllarda tekrar yükselişe geçmişti. kadar kuvvetliydi. Fakat onun rüyası Dünyanın en tanınmış alternatif milyonlarca genç gibi sinema oyuncusu küreselleşmeci veya daha sınırlı bir kesim gibi hareketi ATTAC’ın yönetmen, senaryo yazarı, vb. PARİS Paris’te 4.’sünü ve olmak değildi. Boyalı basında boy Brüksel’de 7.’sini gösterebilmek için 19 yaşında düzenlediği Sinema manken, 21 yaşında şarkıcı, 23 Buluşmaları, New yaşında ‘‘artizlik’’ kariyeri York’ta 17, Cenevre’de yarışmasına girmek niyeti hiç 4 senedir yapılan İnsan yoktu. Halbuki Saint Joseph UĞUR Hakları Filmleri Lisesi’nde edindiği sağlam temel HÜKÜM Festivali veya Venedik, eğitimi, gelecek vaat eden İstanbul TÜRSAK yükseköğrenimi, genel kültür düzeyi, çevresi ona kolayca konforlu bir gibi festivaller dahilinde bölüm veya tematik biçimde, ya da Cannes’da bu yıl yaşamın kapılarını açabilir, fiziği ve olduğu gibi büyük ödüllerle politika, kişiliğiyle Yeşilçam’da sorunsuz şansını sinema gündeminin baş köşesine deneyebilirdi. Ancak o zorlu yolu seçti. oturmuştu. Yine de göğsümüzü gere Çok yönlü, geniş ufuklu gerçek bir gere söyleyelim, ‘‘Kimse şimdiye kadar ‘‘Sinema insanı’’ olacaktı. Dar Kerem gibi ‘damardan’ bir politik filmler olanaklarla geldiği Paris’te hem çalıştı, hem de Ecole Superieure de Realisation şenliği düzenlemeye cesaret edememişti’’. Audiovisuelle (ESRA) okulunu ve Paris Avrupa’nın şu sıralar her anlamda en dinamik ülkesi İspanya, her bağlamda en Diderot Üniversitesi Sinema renkli ve hareketli kenti, ayrılıkçı Bölümü’nü bitirdi. Gerek Uluslararası pardon aykırı Katalonya merkezi Fransız Kamu Radyosu (RFI) Barselona böylesi bir girişim için ideal yayınlarında işbirliği yaptığımız 1995 bir diyardı. Kerem ve iki dostunun 2001 yıllarında, gerek bu sürenin tutkusuyla geçen yıl ilki 28 Eylül 2 öncesinde veya sonrasında sinema Ekim arasında gerçekleşen festivalde 33 dünyasıyla haşır neşirdi. Senelerce, film gösterilmiş, bir büyük ödülle bir başta Cannes Film Festivali’nin halk ödülü verilmişti. 5 kişilik jüriye organizasyon komitesi veya festival Litvanyalı yönetmen Sharunas Bartas sırasında Türk filmleri standı olmak başkanlık ederken, ünlü İspanyol yazar üzere, Monaco, İstanbul gibi bir dizi Lucia Etxebarria ve yapımcı Isona festivalin düzenlenmesinden hayata Passola Fransız La Rochelle Festivali geçirilmesine her aşamada katkıda yöneticisi Prune Engler ve Türk bulundu. Kısa metrajlı film çekti, oyun N sinemacı Yeşim Ustaoğlu, Kerem’in başarısına destek ve ortak oluyorlardı... 2. Festival’de gösterim günleri ve mekânları, film sayısı, paralel bölümler çoğaldığı gibi destek de artıyordu. Resmi yarışmada 7 film, bu sene yarışmaya dahil edilen Kısa Filmler’de 17, yarışma dışında ise 26 kısa metrajlı 4 ayrı mekânda gösterilecek. Geçen yıl Fransa’nın onur konuğu olduğu ‘Ülke Sineması’ bölümünde bu sene Polonya var. Hem de Agnieszka Holland, Krzysztof Kieslowski, Jerzy Skolimovski, Andrzej Wajda, Krzysztof Zanussi gibi ustaların 15 filmiyle. Zanussi usta aynı zamanda jüri başkanı. Yeni bir bölüm, Ustaya Saygı’nın konuğuysa bir zamanların olay yönetmeni Macar Istvan Szabo ve 6 filmi. Dünyanın Görüntüleri başlıklı bölüme de 10 özel siyasi film seçilmiş... ‘‘Peki, bu değirmen nasıl döner?’’ dediğinizi duyar gibi oluyorum. Büyükanneden kalan bir dairenin fiyatı, lüks bir Amerikan cipine dahi bedel değil. Ama genç bir Türk’e hülyasını gerçekleştirip şimdilik dünyada bir ilki yaratma olanağını sağlamış. Kartacalı efsanevi Kral Anibal’in babası Barcinho Hamilcar Barco de Carthage’ın MÖ 3. yüzyılda kurduğu rivayet edilen bu güzelim kenti, V. yüzyılda Vizigotlar, VIII. yüzyılda da Araplar fethetmiş. Kerem’in miras parası ilk yılın konuklarını ağırlamaya bile yetmez. Ancak birkaç aydır İstanbul Sinema Festivali’nin de yönetmen yardımcılığı görevini üstlenen Kerem’in ateşi, ilk barutu gören Barsenola belediyesi, birkaç sponsor medya kuruluşu ve şirketi ve ayrıca örneğin Barselona Fransız Enstitüsü’nü fitillemeye yetmiş. İki yılı kurtarmışlar. Ama sonrası... Büyük Türk kurultayları, Fetih kutlamalarında uyuklayan ‘‘Kültürcük’’ ilgililerine değil sözümüz. Çağrımız, Türkiye’nin Aydınlık geleceğine hâlâ inanan varsa, onlara: ‘‘Sinemamızın, sinemanın Kerem’ine bir kulak verin. O, daha işin başındayız, diyor...’’ (www.cinemapolitic.com) ugur.hukum@gmail.com CUMHURİYET 10 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle