18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 15 AĞUSTOS 2005 PAZARTESİ HABERLER Prof. Dr. FatmagülBerktay, her sınıfin dini kendi çıkarlanna uygun olarak kullandığını söyledi IktidarınmeşruİaşmaaracıMEHMETAKKAYA Istanbul Ünıversitesi Sıyasal Bügiler Fakül- tesi Siyaset Bılimı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Fatmagül Berktay; dınleri, iktidarla- nn çok önemli meşrulaştırma araçlan olarak gördüğünü söyledi. Dınin bir ideolojik ışlevi oldugunu belirtenProf. Dr. Fatmagül Berktay, "Her sınıf. her iktidar dini kendi çıkarlanna uygun olarak kullanıyor" dedı. - Kurulu düzenler en eski çağlardan beri din iie ilişkflerini sürdürmeye özel bir önem >emorlar. Platon veArisroteles gibi düşünür- ler bile dinin teorisini yapıyor ve tektannh dinlerin önünü açryor. Dine bu ilgi neden? FATMAGÜL BERKTAY - Çünkü din her zaman var olan düzeni meşrulaştırmak için kullanılan en önemli ideolojik araçtır. Bunu en çok fark edenler, o büyük filozoflardı. Aristoteles, Platon. Yeni çağ'da da bunu en iyi Machiavelli fark etmıştir. Mesela Machiavelli dini hiç se\inediği halde dinin mutlaka hü- kümdar tarafindan kullanılmasını ister. Yanı prensın egemenliği, denetimi altuıda dinin mutlaka kullanılmasını ıster. Ve açıkça şunu söyler: Insanlann yönetılmek ıçin hem zor gü- cüyle korkmaya hem de din gücüyle korkma- ya ihtiyaçlan var diye düşünür. Bunun. bü- yük filozoflar da çok farkındalar. - Buna seküler din anlayışlan da dahil mi? - Elbette. Din, hakıkaten özellikle her to- taliterdevletin çok önemli bir parçasıdır. Bu dinin mutlaka katı olması gerekmiyor, bu se- küler din de olabılır. Sonuç olarak dinin çok müthiş bir ideolojik işlevi var. Ona karşı bir tutum aldığınız zaman, var olan düzenın çok önemli payandalanndan birıni sarsmış oluyor- sunuz, çivısını çıkarmış oluyorsunuz, tabiı bundan korkuyorlar. Ama bır yandan da Sok- rates, polısın tannlanna karşı geldı dıye de suçlanır. Şımdi burada da dının ne kadar po- litık bır kurum olduğunu görmek mümkün. Yanı iki türlü de, herkes dını kendi açısından kullanıyor ve din ile iktidar arasındaki bağ- lantı çok net görünüyor. DİNİN İDEOLOJİK İŞLEVİ - Burjuvazi ruhban sınıfinı ve dinsel ku- rumlan tasfiye etmedi mi? -ingılızveFransızdevnmlen: 1640,1648 ve 1789 devrimleri. Bu tanhlerden sonra bur- juvazi tek başına iktidar oldu. Peşinden de bü- tün halk suııflannı toparlayarak, onlara Ön- derhk ederek ıktıdan ele geçirdi. O zaman mo- narşiyle, aristokrasiyle olan ittifakını da boz- du. Filozoflar ayduılanma boyunca dine kar- şı muazzam bır karşı saldırı başlatmışlardı. Ama çok geçmeden Napolyon önce kendi ik- tidarını güçlendirmek için, güçlendirdikten sonra da yeniden kiliseyle ittifak yapmaktan hıç çekınmedı. - Yani ulus devietler dine karşı ildrcikh' bir tutum mu aldüar? -Öyle olduğu görülüyor. Işte bütün ulus dev- letler. bütün mutlak egemenJer dinin ne ka- dar önemli bir ideolojik meşrulaştırma aracı olduğunu, yani var olan düzeni konımak için, halkı elinde tutabilmek ıçin çok iyi farkında- lar. Bütün aydınlanmanın söylemını hatırla- yuı, yani Fransız fılozoflannın dine karşı söy- lemini. Bunlar Fransız Devrimi'ni hazırladı- lar ama devrim sonrası düzen yerine orurdu- ğu anda kilise ile ittifak geri geldi. Artık kı- lıse Napolyon'un denetimındeki kilisedir.. - Demek oluyor ki din ile siyaset arasında önemli bir organik ilişki var ve bu hep önem- liolmuşda. Peki sizcebu ilişkinin bugünkü du- rumu nedir. nasüdır? - Ben bugün de dinleri, iktidarlann çok önemli meşrulaştırma araçlan olarak düşü- nüyorum. Muazzam bir ideolojik ışlevı var dinin. Fakat özellikle 19. yüzyıldan itibaren, kiliselerin ya da örgütlü yerleşik dinlerin ye- nnı seküler dınleruı aldığını da hatırlamak ge- rekır. Yanı örneğın pozıtivizmin de bır tür se- küler din halınde ışlediğını ve mesela bır la- ikçilık ıdeolojisinin de böyle bir işlevinin ol- duğunu hatırlamak lazım. Bugün artık dini, sadece kıliseler ya da kurulu örgütlü dınler bağlamında değil, böyle bir çerçevede dü- şünmek gerekiyor. Tabiı bir de şu var: Her sı- nıf, her iktidar dini kendi çıkarlanna uygun olarak kullanıyor. PORTRE PROF DR. FATMAGÜL BERKTAY Din her zaman var olan düzeni meşrulaştırmak için kullanılan en önemli ideolojik araç. Bunu en çok fark edenler, o büyük filozoflardı. Aristoteles, Platon. Yeni çağda da bunu en iyi Machiavelli fark etmişti. Bütün ulus devletler, bütün mut- lak egemenler dinin ne kadar önemli bir ideolojik meşrulaştırma aracı olduğunun, yani var olan düzeni korumak için halkı elinde tutabilmek için çok iyi farkındalar. 18,19. yüzyıllardaki o ilerleme dis- kuru ve sonra da ilerlemeye du- yulan müthiş inanç 20. yüzyı- lın sonlarında hayal kınklığı- na dönüştü. Yani moder- nite halka vaat ettiği bir- çok sözü yerine getire- medi. Bu yüzden özel- likle 20. yüzyılın son dönemleri bütün dün- yada dinin bir yükseli- şine sahne oldu. D oktorasını Ankara Üniversitesi Siyasal Bügiler Fakultesi 'nde tamamlayan Prof. " Dr. Fatmagül Berktayjngiltere 'de York Vniversitesi'nden de Kadın Araştırmalan konusunda derece aldu Türkiye 'deki kadın hareketinde aktif olan yazar, 1994-95 yıl- lannda Türkiye 'yi BM, Avrupa Konseyi vb. uluslararası kuruluslarda temsil ettl Bu bağlamda Avrupa Konseyi Kadın-Erkek Eşitliği Uzmanlar Komitesi üyeliği, BM Pekin 4. Dünya Kadın Konferansı 'nda Türkiye temsilciliği görevlerinde bulundu. Türkiye Ekonomik ve Sosyal Tarih Vakfı kurucu üyesi, Association of European Hbmen Political Scientists ve Kadın Eser- leri Kütüphanesi Genel Kurul üyesi olan Fatmagül Berktay, halen Siyasal Bilgiler Fakultesi 'nde "Siyasal Düşünceler Tarihi", "Çağdaş Siyasal Teoriler", "Demokrasi Teorisi"; htanbul Cniversitesi Kadın Çaltşmaları Yüksek Lisans Prog- ramı 'nda da "Feminist Teoriler " derslerini vermektedir. Chevening, Fulbright ve Salz- burg Seminar burslanyla yurtdışında akademik çahşmalaryapan Berktay'ın yurtiçinde veyurtdışında yayımlanmış bir- çok makalesi ve kitabı bulunuyor. Bu yapıt- lar arasında Tek Tanrtlı Dinler Karşısında Kadın (Metis, 1996), kitabı Hbmen and Religion - A Comparative Perspective adıy- la Birleşik Amerika ve Kanada 'da (Black- Rose, 1998) yayımlandu Fatmagül Berk- tay 'ın son kitabı Tarihin Cinsiyeti adını tasıyor (Metis, 2003). 'Hayal JanJdığı dini yükseltti'- Türkrve'ye gelirsek, din-iktidar ilişkisini nasıl görüyorsunuz? - Türkiye 'ye geldığimizde bir yandan îs- lamcı fundamentalizm var. Tabiı bu büyük oranda düzenin payandası ama öte yandan ba- kıyoruz, seküler devlet de hiçbir zaman din dı- şı bır söylem, dine karşıt bir tavır ortaya koy- muyor. Ama bileceğiniz üzere. Türkiye'de de bır Diyanet tşleri devletin bir kurumu olarak var. Kendisi denetlemeye çalışıyor. Kendi de- netımindeki bır kurum olarak rutmaya çalışı- yor. Bu da tam bir tipik ulus devlet geleneği. Yani bütün devletlerde olduğu gibi o da sonuç olarak kendi sınırlan içinde, kendi denetimi ıçın- de rutmaya çalışıyor. Aynı zamanda bir de se- külerist söylem var. Ama o sekülerist söylem de sonuç olarak, dikkat ederseniz hani dine doğ- rudan saldrn yapmıyor. Yani dinin devletin denetimınde olmasını sa\"unuyor. - Gerek dünyada, konumuz açısından da Türkiye'de,dinin söytendiği gibidemokratiksis- teme zarar verme, İdtleleri bu denü manipüle etme potansiyeli var mı? - Bence var. Bunu özellikle modernleşme süreciyle bağlantılandınyorum. Modernleş- menin bir anlamda kayalara çarpması ya da mo- dernleşme gemisinin karaya oturması diyebi- lirimbuna. Çünkü 18.19. yüzyıllardaki o iler- leme diskuru ve sonra da ilerİemeye duyulan müthiş inanç 20. yüzyıluı sonlannda hayal kı- nklığına dönüştü. Yanı modenııte halka vaat ettiği birçok sözü yerine getıremedi. FUNDAMENTALİZM HER DINDE - Mesela ne vaat etti de gerçekleştiremedi? - Mesela daha özgür, daha güvenilir, daha eşitlikçi hayat ideali ve sürekli ilerleme ideali vardı. Yani bakıyorsunuz, teknoloji gelişiyor, ama aynı derecede insanlann yaşam kalitesi, etik değerleri vs. gelişmiyor. Bır de üstelık bu- rada birçok hayal kınklığı söz konusu. Bu yüz- den özellikle 20. yüzyılın son dönemleri bü- tün dünyada dinin bir yükselışıne sahne oldu. Gerçı bu tesadüf de değil. Aynca sadece Tür- kiye'de de değil. Baktığınızda, hele fundamen- Prof. Dr. Berktay, modernleşme gemisinin karaya oturmasıyla 20. yüzyılın son dönemlerinin, bütün dünyada dinin bir yükselişine sahne olduğunu söyledi. (Fotoğraflar: EVRİM KALINLIOĞLU) talızm, genelde Islama özgü görünüyor, hiç böy- le bir şey yok, dığer dınlerde de durum aynı. - Yani Hıristiyanhkta da YahudiKkte de?~ - Elbette, illa da Yahudılikte. Onda ınanıl- maz fundamentalist akımlar, ultra Ortodoks Ya- hudilik var. Hıristıyanlık için de, Amerika"da hepimiz görüyoruz. Bir fundamentalıst Hıns- tiyanlık neredeyse iktidar da denebılir. Her yerde dine bir geri dönüş ve yeniden bırtakım huzuru, mutluluğu drnde aramak bütün dün- yada gördüğümüz olgulardır. - Dine dönüş tarihsel gelişmeye aykın degil mi? Feodal yapılar tasfiye edildi Dolayısryla dinin dayanacağı bir sınıf bugün var mı ki? - Farklı bu- noktadan yanıtlamak ıstenm so- nınuzu. Bir kere bütün insanların tınsellık ıh- tiyaçlan vardır. Tinsellık ınsan olmanın bır parçasıdır. Uzun süre bu bu-az göz ardı edildi diye düşünüyorum. Bunun göz ardı edümesı bir tür savruîma olarak yeniden kurumlaşmış dinin yükselmesıne yol açtı. Sırf kurumlaş- mış din de değil, işte Doğu mıstik dınleri, ge- nel olarak mistisizmın yaygınlaşması tarot fal- lanna, yıldız fallanna herkesin bu kadar me- raklı ohnasını getırdi. Insanlann tinsellik ih- tiyaçlannı kurulu düzenler yanlış yönlendiri- yor. Ben elbette buna karşıyım. KURUMSALLAŞMIS PİN DAHA KÖTU - Ama bunlar kurumsallaşmış yapılar değiL hem de sorunun ekonomikboyurunu unutnıa- mak gerek. - Tabii kurumsallaşmış dın daha da beter. Bu kurumlar neredeyse her zaman var olan dü- zeni muhafaza etmenın en önemli araçlann- dan birisini oluşturur. Ama sız bu dünyada da- ha iyi koşullar yaratamadığınız zaman daya- nışma gibi, bu yanlış yönlenmeler her zaman olacaktrr. Dolayısıyla bızatıhi burjuvazının egemenliği aynı zamanda bunlan ortaya çıka- nyor. Ekonomik koşullarla ilgısi var elbette. Burjuvazi 18. yüzyılda kılıseye karşıydı falan. Ama kilisenin kendisine tümden karşı değil- di. Kendi amaçlan ıçin kullandığı sürece hiç- bir problem yok demektir. Aynca bizatıhi bu- gün kapitalizmin yarattığı yabancılaşma ve bü- tün her türlü habıs koşul, dınm ınsana zarar veren bir kurum olarak ortaya çıkmasına ve derinleşmesıne yol açıyor. IR NOKTASI /ORAL ÇALIŞLAR [email protected] Türkiye dışında acaba "aydın" ke- limesinin hakaret amacıyla kullanıldı- ğı başka bir ülke var mıdır? Başbakan Tayyip Erdoğan'la 12 kişilik bir grup- labuluşmamızın ardından "aydın"ke- limesi de tartışma masasına yatırıldı. öncelikle bu aydın tanımlaması ko- nusunda kendi aramızda nasıl bir ko- nuşma geçtiğini aktarmak istiyorum. Ahmet Hakan, Hürriyet'teki köşesin- de "Aydınlarkendilerine aydın denme- sini istemiyor" diye yazdı. Daha son- ra grubun sözcüsü Profesör Gençay Gürsoy, "Biz kendimizi aydın diye ta- nımlamıyorvz" dedi. Başbakan Tayyip Erdoğan da bu ifadeler üzerine bizim grubutanımlarken "düşünürler" deyi- mini kullanmayı tercih etti. • • • Gençay Gürsoy'un "Kendimizi ay- dın olarak tammlamıyoruz" demesi, bu topluluktaki insanlann kendilerini ta- nımlamasıyla ilgiliydi. Ben Başbakan'la görüşmeye gitmeden önce kendi ara- mızda yaptığımız görüşme sırasında kendimize "aydın "demeyelim şeklin- Aydın Sözcüğünü Hakaret Saymak de bir öneri getirmiştim. Olayın tartış- malı bir hale gelmesi, biraz da bu öne- ri üzerinden oluştu diye düşünüyo- rum. Yoksa bu topluluk bir aydın top- luluğu değildir, denmek istenmiyordu. Neyse bu konu üzerinden yapılan tar- tışma ve tanımlamalar zaman zaman üzerindekonuşulan "Kürtsorunu"r\ur\ bile ötesine geçti. Ertuğrul Özkök, "Ben onlara aydın diyorum" yazısıyla başka bir vurgu yapmayı tercih etti. Benim bugünkü ya- zımda üzerinde durmak istediğim ise, ülkemizdeki bazı kesimlerde oluşan aydın düşmanlığı. • • • Türkiye Işçi Partisi'nin 196O'lı yılla- rın başındaki ilk dönemlerinde, parti- nin kasabalardaki temsilcileri arasın- da çok sayıda küçük esnaf da yer alır- dı. Saat tamircisi, matbaacı, diş tek- nisyeni, arzuhalci gibi kasaba yaşamı- nın önemli unsurları olan bu türden io- sanların asıl özellikleri, okullardaoku- mayafazla imkân bulamamış, zeki ve dünya meseleleriyle ilgili olmalarıydı. İlk onlar arasında rastlamıştım ay- dın düşmanlığına. Içlerinden biri söz- lerine "kravatlı eşkıyalar" diye başlar- dı. Hedef aldığı, okumuş, okuyarak iş güç sahibi olmuş insanlardı. Türkiye Iş- çi Partisi'nin ana gövdesini, militan kadrosunu aydınlar oluştururdu. Bu- na rağmen parti içinde var olan bu ay- dın düşmanlığı garibime giderdi. • • • Aradan çok uzun yıllar geçti. Son dö- nemde bazı çevreler, demokrasiyi, öz- gürlükleri, eşitlik veadaleti savunan in- sanları suçlarken "entel" sözcüğünü kullanmaya başladılar. Entel'den, en- telektüel kastediliyordu. Entelektüel, bilgi birikimi, yetenek- leri nedeniyle kurulu düzene rtiraz eden, kurulu düzenle çatışan özelliğiyle ta- nınır. Sistemle çatışan aydınlar, bu tu- tumları nedeniyle sistemin etkisi altın- dakitoplumsal kesimlertarafindan da yadırganabilir. Entelektüel, aykırı ola- nın, farklı olanın, ötekinin sesi olarak da öne çıkar. • • • Bu ayn duruşun, toplumun tutucu kesimleri tarafindan zaman zaman tep- ki görmesi doğaldır. Bu ayn duruşun, ik- tidar sahipleri taraftndan özellikle geri ül- kelerde cezalandınlması da alışılmış bir durumdur. "Fnfe/"sözcüğünündeson yıllarda bazı çevreler tarafindan küçüm- senmesi ve hakaret amacıyla kulianıl- ması bu yüzden diye düşünüyorum. Farklı duruşa, itiraza, statükoya di- renmeye bazı çevrelerin kızması do- ğal. Onların aydınları hedef almaları dadoğal. Başka türiüsü düşünülemez bile. Dünyanın her yerinde aydınlar yüzyıllar boyunca, kurulu düzenin sa- vunuculan tarafindan suçlanmış, bas- kıiara uğratılmış, yok edilmişlerdir. • •• Dünyanın güneşin etrafındadöndü- ğünü söyleyen Galile'ye. iddialann- dan vazgeç diyen iktidar sahipleri onu iddiasından caydınrlar. Ancak sorgu- dan dışarı çıkarken "Ama dünya dö- nüyor" diyerek o yine içinde yaşadığı durumu ifade eder. Aydın sözcüğü dünyanın her yerin- de aynı zamanda tartışmalı bir sözcük- tür. Kime aydın denir, kime denmez, bunlar da çok göreceli kavramlardır. Türkiye'nin bütün bu tartışmalar için- deki farklılığı, yaratıcılığıdır. Biz Türkler, aydınları küçümsemek ve hakaret etmek amacıyla bir kulp bulan belki de dünyadaki tek milletiz. Bakıyorum,son zamanlarda bu yara- tıcılık daha geliştirildi. "Entel, dantel, mentel" gibi sözcükler de literatürü- müze yerleşti. • • • Elden ne gelebilir ki! Bir ülkenin ba- zı okuryazariarı farklı duruşu olan ay- dınları "entel" diye suçladıktan sonra, cahil ne yapsa yeridir. GÖRÜŞ NAZMİKAL Türkiye Asla Irak'a Gipmemelidir, Çünkü... Son aylardaterörtırmandı. Mayınlar döşeniyor, pusular kuruluyor. Genç vatan evlatlarının kimi şehit oluyor, kimi sakat kalıyor. Kentlerimizde PKK kaynaklı kapkaç olayları ya- şanıyor. Neden arttı bu tür olaylar? Terör neden zaman zaman artıyor, zaman zaman duraklıyor? Bazen düğmeye basılıyor, bazen parmak çeki- liyor. Düşünmeye değer sanırım. 12 Eylül 1980 öncesi sokakta 20 kişi ölüyordu. 13 Eylül'de birden kesildi. Neden? Yeni komutanlar, emniyet amirleri mi göreve gel- di. Askeri gücümüz mü çoğaldı. 13 Eylül'de gö- revde olan komutanlar 10 Eylül'de nerede idiler. Demek birileri Asiye'yi önce kötü yola düşürü- yor sonra kurtanyor. Türkiye'de yeni bir ekonomik modelin uygula- nabilmesi için bir darbe, darbeye de bir gerekçe gerekiyordu, terör bahane edildi ve "bizim çocuk- lar başarınca"C\) terör durdu. Terörün artık dünyayı, ülkeleri yönetmek, yön- lendirmek için bir strateji olduğunu kabul etmek zorundayız. Ikiz kuleler saldırısının Amerika tarafindan ger- çekleştirildiği tezleri, yaşanan olaylar, Amerikan çıkarlan doğrultusundagelişen ışgal olaylarını dü- şününce insana doğru gibi geliyor. Son aylarda tırmanan terörün arkasından Tür- kiye'nin Irak'a sınır ötesi bir operasyon yapması- nın gündeme gelmesi de çok düşündürücü. Mutlaka altında Amerika'nın ve Ingiltere'nin çı- karlan doğrultusunda gizli bir amaç vardır diye dü- şünüyorum. Belki bizim askerlerimizi, insanımızı öldüren in- sanlara ceza vermeyelim mi? Onları mı koruyorsunuz, diye düşünebilirsiniz. Ama böyle düşünmeden önce lütfen beni oku- maya devam edin. Güneydoğumuzda 20 yıldır bir terör yaşanıyor. Tüm dünya ülkeleri terörü lanetliyor arka çıka- mıyor. Halbuki çok iyi biliyoruz ki pek çok Batılı de- mokratik, hatta dostumuz, müttefikimiz ülkeler PKK olayını gizli gizli destekliyor. PKK'nin ve Batı'nın arzusu Güneydoğu'da ya- şanan terörü bir an önce terör statüsünden çıka- rarak savaş statüsüne dönüştürmek. Çünkü terör statüsünde kaldığı sürece uluslararası hukukagö- re masaya oturamıyor, açıktan destek bulunamı- yor. Geçmişte de Türk ordusu sınır ötesi harekâtlar yapıyordu, ama o zaman karşısında bir devlet yok- tu. Şimdi durum daha farklı. Demek istiyorum ki bizi Irak'a sokmak için tah- rik ediyorlar ve biz Irak'a girince harekâtı iki dev- let arasında savaş statüsüne sokacaklar ve ma- saya oturmayı talep edecekler. Masaya oturunca da gelsin istekler, sınır tespit- leri... Türkiye bu oyuna gelmemelidir. Bu oyunu bozacak yine Türk Genelkurmayı'dır. Türk askeri kendi hududunda beklemeli ve sız- malara engel olmalıdır. Sınır ötesi harekâtı bir onur meselesi yapmak, kahramanlık gösterilerine dönüştürmek diploma- tik alanda ülkemize zarar verecektir. Karşı tarafın oyununa gelmeyelim. Sonra pişman olmayalım. (1) 12 Eylül darbesinin başarılmasından hemen sonra Amerikan Başkanı "Bizim çocuklar başar- dı" demişti. nazmikal < yahoo.com OSMANLFDAN GÜNÜMÜZE Sahteciliğin tarihi yazıldı ANKARA (ANKA) - Ekonomik uçurumun bü\oidüğü dönemlerde giderek artan sahtecilik eylemlen, -OsmanüdanGünümüzeSahtecilik*' adıyla kitaplaştrnldı. Abant Izzet Baysal Üniver- sitesi IİBF öğretım üyelerinden Yrd. Doç. Dr. Fa- rukGüçKl sahtecüığın tarihsel geçmışinı, Osman- lı'dakı örneklennı. günümüzdeki yöntemleri ve bilınen \ergı kaçırma yöntemlennı bir kıtapta topladı. Yrd. Doç. Dr. Faruk Güçlü'nün "Osmanlı'dan GünümüzeSahtecilik1 * ısımli kitabı Teknoed Ya- yınlan tarafindan yayunlandı. Kitabuun bilimsel bır araştırma niteliğınde bulunmadığını behrten Güçlü, özellikle krız dönemlennde ekonomik nedenlere bağlı olarak yükselen sahteciük eylem- lerine dikkat çekmek amacıyla kitabı hazırladı- ğını belırttı. Kıtapta: tanhsel geçmişte sahteci- lik eylemlen, Osmanlı dönemınden ılgnıç sah- tekârlıklar, günümüzde uygulanan sahtecilik yön- temleri ve Türkiye'de saptanan 116 vergi kaçu"- ma \ öntemi ele alınarak basma yansıyan örnek- ler anımsatılıyor. Güçlü 'nün kıtabuıda, rüş\et ve sahtecilik olaylanndan bazılan şöyle anlatılıyor: "• 1909'da ölen Baba Tahır adlı gazeteci sahte nışan ve beraatler basarak Avrupa'ya satnuş ve potis tarafindan yakalannıca Padişah Abdülha- mit tarafindan İstanbul dışuıa sürülmüştür. • Halk şairi Dertlı (Geredelı) Çağa âyâru iken halktan topladığı\ergileri sahtebelgelerlezimme- tine geçirmiş ve bu nedenle görevinden azledilnuş- tir. • Sokullu Mehmet Paşa çok başanlı idi ama rüşvetsiz iş yapmazdL • 3. Murad rüşvet alan ilk padişah olarak bili- nir. Şemsi Paşa bir iş için kendisine 40 bin aran rüşvet vermiştir. Az hedhe veren bejierbeji ve san- cak bej leri azledilirdi. • Osmanlı Şeyh-ül Islamlanndan Cemaleddin Efendi, yeğeni Saıt Molla'nm evini 2 bin 250, eş- yasını bin 200 tngiliz lirasına sigorta ettirmiş ve 1922'de e\ kundaldanarak \akılnuştır. Sait Mol- ia sigorta parasmı alıp vurtdışına kaçmışür.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle