19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
1 4 TEMMUZ 2005 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA ÎNCELEME Futbol, milyon dolarlık bacaklarla afyonlaştınlıp örtülü siyaseteparavan kıhnıyor; ulusal değerler fiyatlandınlıyor SiyasetveticaretpaslaşmasıProf. Dr. TOLGA YARMAN Feyjye Mektepleri Vakfi Işık Üniversitesi u yazıda; değinildiğıne hemen hiç rastlamadı- ğım bir konuyu; bilhassa şu son, Türkiye ku- pası için karşı karşıya gelen iki büyük takımı- | mızın yaptıklan maç çerçevesinde çizılmek istenen "Ayağa kalkmış Türkiye'' tablosu, ke- za maç sonrası, birbirleriyle yok "Biz size beş çektik", yok "Aal biz size şu tarihte alü çek- miştik" dıye ekranlarda, acayip bır el ense edebiyatı üe sözüm ona şakalaşan, medyanın, sakallı bıyıkh koca koca aydınlan olarak nam eylemiş taifesi- nin çizdikleri afallatıcı resim itibanyla, okurla paylaş- mayı diliyorum. Milan'la Liverpool arasında yeni olarak, Istanbul'da oynanan "kupa maçı" ise ne denli fiyakalı bir maç olmuş olursa olsun, son toplamda, burada dikkate getireceğim kaygılan, hele bu takımla- ruı holiganlannın Istanbul sokaklannda tanık olduğu- muz, herhalde ruhbilimciler ile toplum psikologlan açısından benzersiz bir laboratm-ar görünümünde olan fanatizmalannı izleyince, korkanm, iyice pekiştiriyor. ELLİ YIL ÖNCE... 1951 'de, altı yaşmda bir çocuk olarak, Galatasa- ray Lısesı'nın, Ortaköy'deki ılkokuluna yatılı olarak başlamamla beraber... Hele o günün, ad- lan ülkemizin de stnırlannı aşmaya koyulmuş, bir kısmı esasen lisemızden ağabeylerimiz olan futbolcularuıı; revirimizın arkasındakı minik sahamıza idman yapmaya geldik- lerinde izlemeye başladıktan sonra... Onlarla, başta da onlann taşıdıklan, güzel okulumun ana bmasınm Bo- ğaz sulanna bakan alnında olduğu kadar, benim lacivert ceketimin göğsünde, keza briyantınle taran- mış saçlanmın üstüne, hafıf yana, hafif de arkaya yatırarak gıydiğim kepimin önünde, yer alan... Bizle- rin, kıpkırmızı bır "G" ve altm sansı bır "S" üe sımgelediğımız, san-kırmızı formayla özdeşlik kurmam bir oluverdiydı. Pazar- lan, o zamanlar, şimdikı büyük televizyonlar kadar kocaman rad- yodan, Galatasaray'ın maçlannı soluğum kesilerek dinler; kaleci Turgay Şeren'm kurtardığı gollere, sanki onunla beraber, heyecanla uzanır; kalemize giren gollere, san- ki onunla beraber hüzünlenırdim. Metin Oktay'ın, karşı kaleye attığı gollere, onunla yan yanaymışım gi- bi, ışıltılar içinde sevinir, kaçırdığı gollere ise onunla berabermişımcesi- ne burulurdum. Takımı, belki ezber- den sayamazdım, ama oyuncular san- ki bizim ailenin büyük çocuklanydı. Sevgili Turgay Şeren de işte, neticede biz ilkokul 1 'deyken bizden bir yıldız ka- dar uzakta olmakla beraber, "lise son a- nıFta, yani 12. sınıftaydı zaten... Mahalle arkadaşım, üç yıl kadar önce toprağa verdiği- miz, tersane emekçisi biricik Mehmet AK Er- nas, Fenerbahçeliydi. Mahallede, çocuklar ola- rak kurduğumuz bir takımımız \-ardi. Ben kale- ciydim, Mehmet Alı santrfor; bayağı iyi top oynar- dı. Onunla içtiğimiz su ayn gitmezdi. Ama o Fener- bahçeliydi. ben Galatasaraylıydım. Galatasaray yenil- diği zaman benim ağzımı bıçak açmazdı; Fenerbahçe yenildiği zaman, onun ağzını... Galatasaray-Fener- bahçe karşı karşıya oynayıp da Galatasaray kaybet- mişse o beni kızdınrdı; F.Bahçe kaybetmişse ben onu kızdırırdım. TARAFTARLIKTAN ÇIKTIM îlkokuldaki ön yıllarda, pazar günü benim için zaten bir cehennem azabı sayılırdı. Pazartesi günü, çünkü bir hafta boyunca gecelerimin geçeceği, uzaktaki yatı- lı okuluma gideceğim gündü. Ustüne üstlük bir de Galatasaray yenilmişse "banko pazar azabına" bir de yenilgi işkencesi eklenirdi. Bu duyguyu içimden at- mam için birkaç yüa ihtiyacım oldu. Oyle sanıyorum ki ilkokulu bitirmeden, çocuksu ve illetli bir "takun taraftariığmdan" çıktun. Evet, hele amatör bir takım sevgisı ve bilüıci, kuşkusuz hoştu. Ama ilerideki yıl- larda daha da belırgınleşecek şekhyle, teknik direktö- ründen oyuncusuna. tüm özneleri, neresi daha cazipse oradan oraya, başka başka takımlara koşturan, içinde bir korkuluk bile olmayan, soyut, bomboş bir forma ile salt bir renk fetişizmine kapılıp... Bugün benim ta- kımımda olarak attığı golleTİe ayağa firlayacağım, ya- nnlarda ise karşıt bir takıma kaçmış olarak benim ta- kımımın kalesine atacağı gollerden dolayı yas tutaca- ğım milyon dolarlık bacaklann afyonlu hipnozunda devinmek, herhalde pek hoş ohnasa gerekti. Ilkokul- dan sonra Beyoğlu'ndaki lisemize gittiğimizde de... Yanda Beyoğİu Hamamı ile, yan yana dizihniş değişik değışik evlerdeki cilveli kızlara bakan okulumuzun "top sahasmda", buraya zaman zaman idmana gelen "Şampiyon Galatasaray"ı izlemekten büyük keyif al- dığımı; takımla, hemen bütün arkadaşlanm gibi, ken- dimi o zamanlar hâlâ daha bir miktar özdeşleştiregit- mekte olduğumu saklamayacağım. Şu var ki Galata- saray Kulübü, bızun biricüc ocağımız, lisemizin bir parçası olarak doğmuş... Böylesibirçerçevede başbir örnek olarak Turgay Şeren, Galatasaray dışında hıçbrr takımın formasını, aynı bir çizgide, baş diğer bir ör- nek olarak Lefter Küçükandonyadis. Fenerbahçe dı- şında hiçbir takımın formasını. zınhar giymiyorlar... Profesyonelliklerine rağmen kendüerine sunulan ne ise, sanki onunla yetinmeye çok çok amade, özde ger- çek birer amatörler... Hemen bütün takımlara, onlann oyunculanna hâkım ruh, bu... Takımlan, çalıştıncıla- nndan oyunculanna, "profesyonel kimlikleri'' ile göre- biliyor ve ona göre tavır gehştu-ebılıyordum. B'azı firmalar, milli simgelerimizi ve milli duygulanmızı kullanıyoriar ve buna bir biçimde muhakkak "dur" denilmeli. Amatör ve banşçıl ruh dev firmalann esas olarak umurunda değil. Onlar için önemii olan satışlan arttıracak olması. Dev firmalann kendi aralanndaki ticaret savaşlan... Gençliğin, hipnoza gelmiş olarak, milyon dolarlık servetlere konmasına yaradığı üç beş sporcunun marifetlerini izlemekten ibaret bir "spor histerisine" mahkûm olmaktan çıkanlması gerekliliği, sağlıklı bir bakış biçiminin yapılanması açısından öne çıkıyor. Taraftar gözünüaçsın!ugün durum, iyice üst bir düzlemde olarak, artık çok belir- gin. Ama nedense çok ilginçtir, hâlâ daha hemen hiç konu- şulmuyor. Bir takımın teknik direktörü, dediğim gıbi, bakı- yorsunuz, bır sonrakı sezon, bir başka takımı çahştırmak üzere, yüklü meblağlarla transfer edilmiş. Bir as oyuncu, o takım senin, bu takım benim derken, yurtiçinde yurtdışın- da dolanıp duruyor... Tabii çok büyük paralar ediniyor... Aynca bunda, bernm açrmdan yadırganacak bir veçhe yok. Ne var ki işte takımlan, bir önceki evrede ondan gol yiyin- ce üzülen taraftarlar, bu sefer, kendi takımlannda yer ahr almaz ona, sanki doğduğundan bu yana kendi takımlannın forması ile yatıp kalkmakta imiş gibi, acayip alkış tutu- yor... Ya da tersi, bir önceki sezon bağırlanna bastıklan, yere göğe sığdıramadıklan oyuncu, bir bakıyorsunuz bu kez rakip bır takımın santrforu olmuş; takımlannın bu kez ondan yediği gollere üzülüp duruyorlar. Amatörlükten eser yok... Olması gerekiyor demiyorum... Ama taraftarlar, ha bire, içlerinde kimler oynarsa oynasın, oyunculann göğüs- lerinde, şortlannda kirrun reklamı yer alırsa alsuı, soyut formalara ve onlann renklerine kilitlenmiş bir vaziyette, kendilerinden geçmeye devam ediyorlar. Maç, hele güzel bir maç izlemenin, taraftar olmanın, günlük gailelerden sıynlmak amacıyla stadyumlara kaçıp buralarda boşalma- nın ya da güzel bir maçı televizyondan, hatta radyodan iz- lemenin elbette hoş yanlan var. Spor etkinlikleri bizi birbi- rimize yaklaştırmanın, iki kelam olsun yarenlik yapmanın, öndeki bir aracı... Aidiyet geliştirmek de abartılara savrul- maktan kaçınılabiliyorsa, hoş tabii... En üst bir aidiyet mil- li takımda simgelenen ulusal aidiyet... Ulusal dayanışma ruhunu canlandırdığında, elbette ne hoş... Ama milyonlan mıknatıslayan söz konusu süreçlerin arka- suıda, yalnız Türkiye "de değil. dünyanın hemen her yerin- de, son toplamda "örtülü siyaset ve gayet profesyonel ticaret odaklannın" bulunduğunu görmemiz, gayet yerinde ola- caktır. Şimdilerde hemen bütün stadyumlann altlan, yanla- n, boy boy alışveriş merkezleri halıne gelmiş durumda. Es- kilerdeki, seyyar köftecilerin, lahmacunculann, minik tur- şuculann, ne denlı albenih olursa olsun yine de en koca- manı yanm metrekarelik tezgâha sığışmış minik işportacı- lann yerini şimdi, üst düzeyde örgütlü ticaret ve menfaat odaklan alrnış bulunuyor. Alsın, bunda bir olumsuzluk yok. Nedir ki taraftar da biraz gözünü açsm ve görsün bu- nu. Böylesi bir çerçevede, bilhassa gençliğin, hipnoza gel- miş olarak, milyon dolarlık servetlere konmasına yaradığı üç beş sporcunun marifetlerini izlemekten ibaret bir "spor histerisine'" mahkûm olmaktan çıkanlması gerekliliği, sağ- lıklı bir bakış biçiminin yapılanması açısından öne çıkıyor. Yoksulluğun had safhaya tırmanmış olmasıyla birlikte, ku- lüplerin, bir kumanya, bir de biletle donanmış, haldur hul- dur oradan oraya dolaştınldığı malum, bındinlmış müfre- zelerine ılişkin dram bır tarafa... O ya da bu, bir çift rengin mıknatıs oltasına gelen bilhassa genç kitle açısından önemii olan, kulüp kodamanlannın figüranı gibi, haba- bam, kör kör parmağım gözüne, kocaman kocaman alışve- riş merkezlerinin odağı özelliğine gitgide daha çok getiri- len stadyumlara tıkıluıca, muti holiganlar olarak, avaz çık- tığı kadar bağınp boşalmak değil esas olan, düzenli ve dengeli bir hayat için, sporu, beden ve ruh sağlığının vaz- geçiunez bir aracı sayan çagdaş yaklaşunlaraı gereklerini var edebilmektir. UTBOL VE REKLAM Ulusal değerler kullanılıyor ğ ürkiye olarak, ön aldığımız birkaç yıl mL önceki Dünya Kupası sürerken bir bakı- m yoruz, bizde de oldukça ıyı satan, okya- m nus aşın bir meşrubat fırması, reklamla- ^ / nnda "milli takımımızın resmi içeceği" olduğunu ileri sürerek satış arttırmayı hedefliyor. Bu fırmanın, kendi memleketlisi rakibi ise o da bizde yine oldukça iyi satan, tenekesinın renkleri "kırmızı beyaz" olan ürü- nünün reklamlannda. "lar-mı-zı, be-)"az, en bü-yuk, Tür-ld- ye" diye bağıran tn- bün tezahüratı motifı ile satış art- tırmayı hedefliyor. Bu beni, he- le içinde, ürün tanıtma ve pazar- lamaya dönük derin bir saygı içuıde ıfade edıyorum, çift yanlı olarak üzüyor. Birincisi, burada söz konusu fırmalar, bence had- lenni çok aşarak milli simgele- rimizi ve milli duygulanmızı (ıs- tısmar ediyorlar demeyece- ğim ama) kullanıyorlar ve buna bir biçimde mu- hakkak "dur" denilmesi gerekiyor. tkıncısı, işte esas, buna tav olabilecek, süreç içinde öyle ya da böyle, "taraftar" olarak mıknatıslanmış, kalıplanrruş, bir bakıma korumasız, mil- yonlarvarortada... Bir diğer husus ise Dünya Kupası'run da, ticaret odaklanna dönük, gayet iştahla kurgulanmış bir mekanizma olarak gündeme geliyor olması... Meşrubat fırmasırnn derdi değil ki "Türk \lilli Takunı'nın resmi içeceği" ounak ya da ohna- mak; daha çok satış yapmak onun derdı. Rakip öteki fırma- nın da hiç derdı değil "Türki- ye'nin en bü-yük" olması ya da olmaması; onun derdi de daha çok satış yapmak... Dünya Kupa- sı'nın yansıtması özlenecek ulusla- rarası amatör ve banşçıl ruh da kim- senin esas olarak umurunda değil; o zemirün satışlan arttuacak ohnası; işte esas bu önemlisi... De\ firmalann kendi aralanndaki ticaret savaşlan... Onlarla yı- ğınlar arasında neredeyse kimse fark etme- den tasarlanıp sahnelenen müthiş psikolojik harpler... Güçler eğer bir bütünse, "savun- ma", "savunma sanayü" derken, fiıli silah üretimi alanındaki mesai ve nihaı ürünlerin; sözünü ettiğim ticaret savaşlan ve psikolojik harplerin yanuıda, herhalde, buzdağunn su üstünde görünen kısmından ibaret kaldığını görmemiz gayet yerinde olacaktır. Sporun esas amacı f ocuklanmız, bu-aknı koca bir yaşam boyunca sürüklenecek obnayı bir ta- rafa, keşke olabilse, daha ilkokulu bi- tirmeden "fanatik" olmaktan çıkabil- meli; ortadaki gayet profesyonel odaklann ne olduğunu idrak etmede yeterli desteği ve eğitimi alabümeli- dirler. Son bir söz de paha biçümez ba- caklar, şampiyonlar için söylemek istiyo- rum. Onlardan birçoğu, sahalardan, min- derlerden, havuzlardan aynldıktan kısa bir süre sonra, bir bakıyorsunuz göbeklenme- ye koyulmuşlar; boyunlar şişip omuzlann üzerine göçmeye başlamış; sporu sanki hiç yapmamışçasına unutmaya başlamış- lar. Gerçekten çok yazık; çünkü spor esas olarak zirveye çıktıktan sonra, onu unut- mak için ohnamalı; bütün bir yaşamı daha dengeli, daha güçlü geçirmek üzere yapıl- malı. Bazılanmız, bedensel üstünlükleri dolayısıyla sporu paraya, evet, çevirebile- ceklerdir; ama onu eğer bir yaşam biçimi- ne dönüştürmede bir acz sergiliyorlarsa, bunda da kökte ciddi bir eğitim ve kültür anzası var demektir. Spor, gitgide daha yaygm kitlelerin, kendimizi geliştirmenin ötesinde dinlendirmenin, onarmanın, ye- nilemenin bir aracı olmada yol kat ettikçe, herhalde tribünlerdeki kalabalıklar ve te- zahüratlar ufak ufak azalacaktır; milyon dolarlık bacaklann fiyatlan da düşecek- tir... Olsun!.. Dünyayı ne kadar berrak gö- rürsek yaşamı o kadar mutlu kılabüiriz...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle