18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 27 ŞUBAT 2005 PAZAR OLAYLAR VE GORUŞLER EVET/HAYIR OKTAY AKBAL Günümüzde Don Kişot Olmak! "Her umudun dibine kadar indikten sonra aklın verdiği tek gerçek sonuç şudur. Her şey bir hiçtir; ün, aşk, mutluluk, bunların biribile vardeğildir. Öy- leyse blz herhangi bir konuda düşüncemizi belir- tirken herşeyden önce kendimizi aldatmakzorun- dayız. Bir şeyin var olduğuna inanmak bir düş ku- rup ona sonradan tapmak, ona küfretmek, onuyü- celtmek ya da yerle bir etmek için.., Demek kihe- pimiz birer Don Kişot'uz. Üstelik Don Kişot'tan daha da bağışlanmaz bir durumdayız. Çünkü dev diye gözümüzde büyüttüğümüz şeylerin gerçek- te birer değirmen olduğunu biliyoruz, ama yine de onları birer dev gibi görmek için direniyoruz." Alfred de Vigny 1830'larda böyle yazmış gün- cesine. llginç belgelerdirgünceler... özellikle yazar- larınki... Aradan elli, yüzyıl geçtikten sonra büsbü- tün değer kazanır bu notlar. Çocukluğundan beri hemen hemen sürekli günce tutmuş bir insan ola- rak bilirim bunu. Kişi kendini satırlarda bulur, tanır. Kimi kez "Bu ben miyim, ben demek bu kadarakıl- sızdım!" diye acı acı düşünür. Kendisi için, çevre- sindekiler için yargılara varır. Vakit ne kadar geç- miş de olsa, yıllar sonra aklının başına gelmesi önemli bir kazanç sayılmasa da... "Her şey bir hiçtir" diyor Vigny. Kim bilir hangi yaşam tokatını yemiş, hangi yanılgının ezikliğini duymuş. Ne mutluluk, ne aşk, ne dostluk, ne ün gerçekten var olamaz gibi gelmiş bir anda ona! Son- ra geçmiştir bu duygusu... Belki birkaç gün sonra yeni bir aşktan, taze bir dostluktan, ünün eşsiz gu- rurundansözaçmıştırgüncesindelKısacasıyaşa- mın hergünü ayrı birzaman sürecidir. Her gün bir başka gündür, dememişler boşuna. Her şey hiçtir, dediğimizyıkılmaanlarımız, günlerimizçoktur, ama nice şeyin de dünyalara değer olduğunu kabullen- diğimiz anlarımız, günlerimiz de az değildir. Vigny'nin bu yazdıklarında doğru olan bir şey var. O da, hepimizin birer Don Kişot olduğu... Da- ha da doğrusu, Don Kişot'u da geride bıraktığımız, ondan da bağışlanmaz olduğumuz... Don Kişot yeldeğirmenlerini birer dev gibi görür. Şanso Pan- za, "Bunlar değirmendir efendimiz, dev değildir" der. Oysa Don Kişot, şövalyelik düşlerinin içinde gerçek sanır değirmenlerin devliğini! Çeker mızra- ğını, dörtnala sürer atını. Çaresiz, Şanso da eşe- ğiyle koşaryanı başında. Dikkat edin, gerçekleri bi- len Şanso, düşüncesinin doğruluğu üzerinde diren- mezfazla, karşı koymaz, engellemez efendisini. Bı- rakırinadının akışınaonu, hattayanındadayeralır. Sonundayeldeğirmeninin kanadınatakılan, hava- larafırlayan Don Kişot'tur Şanso değil!.. Gerçekçi Şanso son dakikada yalnız bırakıverir düşlerin tut- kunu efendisini... Evet, Don Kişot gerçekten inanır kafasında kur- duğu, geliştirdiği düşe. Onu bağışlamakgerekir, an- lamak, hoş görmek, gerekirse karşı çıkmak, önle- mek, durdurmak, engellemek... Çok diretirse "git cezanı çek" deyip bir kenardan seyretmek acıklı se- rüvenini!.. Ama Vigny, gözümüzde büyüttüğümüz şeylerin gerçekte ne olduklarını biliyoruz, yine de kendimizi aldatıyoruz, bu yüzden biz bağışlanmaz yaratıklarız, diyor. Kim bu görüşü haksız, yanlış bu- labilir? Bir bakın çevrenize, hatta kendinize, anlar- sınız... Vigny'nin dediklerinin ne denli doğru oldu- ğunu... Fikret de "Putunu kendi yapar kendi tapar" de- miş. Insanoğlu böyle işte! Bir düşü gerçek saya- cak, onu büyütecek, tapacak, yıkacak, küfredecek, yakacak... Sürekli uğraşacak, sürekli savaşacak kendisiyle. Başkaları sandığı da kendisidir, kurdu- ğu bir düştür. Yüzyıllar öncesi de böyle, bugün de... Insanoğlu düş ardında, avunma, kendini ya- nıltma ardında koşar durur hep... Oysa bir bakışta, birdokunuşta anlıyoruz kim kim- dir, ne nedir? Işimize mi gelmiyor, hoşumuza mı git- miyor bu katı gerçekçilik! Şu adarn denendi işe ya- ramadı, şu iş çıkmaz, şu yol batak, şu yöntem sa- kat, şu kafa anlayışsız, şu inanış çağdışı, biliyoruz, yazıyoruz, söylüyoruz, yine de şu nedenle, bu ne- denle, ne olduğunu bildiğimiz şeyleri bambaşkaşey- ler gibi görmeye, göstermeye çalışıyoruz! Hepimiz birer Don Kişot'uz, hem de günümüz- de Don Kişot'luğun gülünç bir şey olduğunu bilen birer Don Kişot... HAYRABOLU ASLİYE HUKUK MAHKEMESt'NDEN (AİLE MAHKEMESİSIFATIYLA) Esas no: 2204/232 Davacı Metin Karol'ıın davalı Rabiha Karol aleyhi- ne Mahkememizde açmış olduğu boşanma davasının ara karan gereğince; Açık adresi tespit edilemedığı için kendisine dava dilekçesi tebliğ edilemeyen davalı Rabiha Karol'a hakkında boşanma davası açıldığı ve duruşma günü olan 16.03.2005 günü saat 09.00'da Mahkememizde hazır olmadiğı veya kendisıni vekille temsil ettirmediği takdirde yokluğunda yargılama ya- pılacağı ve karar verileceği teblıgat ycrine geçerli ol- mak üzere tebliğ olunur. 03.02.2005 Basın: 5274 Kavramlarla Düşünmek Kavramsal düşünnıenin temeli, sağlam tanımlara dayanır. Toplumlar, bireylerinin kavramsal düşünecek yolda eğitilmesiyle gelişir. Böyle olmadı mı, her değişim sürecinde, toplumda kavram karmaşalan başlar. Örneğin nerdeyse iki yüz yıldır "demokrasi", "laiklik", "insan haklan" kavramları tartışılıyor ülkemizde. Ne yazık ki, bugün bile ortak bir kavram anlayışında uzlaşma sağlanabilmiş değildir. Adnan BİNYAZAR A li Püsküllüoğlu'nun Türkçe Söz- lük'ünün 5. basımı bu kez Doğaıı Kıtap'ta (tstanbul Ekim 2004,1919 8.), "Türkiye Türkçesinin En Bü- yükSözlüğü" alt başhğıyla yayım- landı. Sözlüğün bu alt başlıkla sunulmasını, onun derin inancına, önemli sözlükler hazırlayarak dilimize verdiği büyük emeğe bağlıyorum. Püs- küllüoğlu, "Türkçenin,bugünküTürkiyeTürk- çesiyle en gelişnüş çağınıyaşadığına inanıyorum. Yine de onun, yetertt bir olgunluğa erdigini söy- leyemeyiz. Onu yetküüeştirmek, geliştirmek zo- nıııclayız.P»u,omıkııll:ııiiUibiyleıi',\~azîtıtıra,<^nı- lara,bilimcileredüşer. Sözlükçttnün göreviyse, bu gelişmeyisaptamakür" dıyor. Püsküllüoğlu, yıl- lar tutan çalışmalarıyla "saptama" görevini ye- rine getirmiştir. Bunun somut örneği, her baskı- smda daha da geliştigini görüp masamızın üs- tüne koyduğumuz Tûrkçe Sözlük'tür. Sözlükte gelişmişliğin ölçüsü nedir? Bir sözlük; kapsadığı sözcüklerle, bu sözcük- lerden oluşanterim ve deyimlerinanlanılannıyan- sıtmasıyla değer kazanır. Püsküllüoğlu, her ye- m basımında, halk ağzındaki sözcüklerle, ar- goyla, terimlerle, deyimlerle sözlüğünün anlam alanını genişletiyor. Bu arada Batı dillerinden Türkçeye girip yaygınlaşan sözcük ve deyimle- ri de görmezden gelmiyor. Bir yenilik olarak da, "özelbileşikeylem" niteliğindeki eylemlere, ey- lemlerin bütün biçimlerine, belirteçlere, ikileme- lere de yer vermiş bu sözlüğünde. Böylece, "Türkçenin son on beş yılınınelden geldiğince ek- siksizbirsözlüğünü" oluşturmuştur. Bunun ya- nında, sözlükte sözcük tanımlannın tutarlılığı, sözcüklerin somut-soyut, gerçek-mecaz anlam- lılannın, bıleşik yapılannın yer almış olması sözlüğü kapsamh kılmaya yetiyor. Sözcükler, insan beyninde düşünsel oluşum- larla üremiş kavramlann adıdır. Yaratılan araç ge- reçlere verilen adlar, bir tasarlamanın, yargı yü- rütmenin, yorumlamanın sonucudur. Kavramlar, beynin yaratım süreçlerinden geçerek oluşur. Düşünce tarihi üzerinde çalışan bilginler, gerçek anlamda gelişimin, insan beyninın soyutlama evresinde gerçekleştiğini savunurlar. Orneğin anlaşma hareketlerle, mimiklerle, ses bıçımle- meleriyle de sağlanırken düşünme, dilin kav- ram oluşturma evresınin ürünüdür. Sözlükler, bu gelişmeyi yansıttığı ölçüde değerlidir. Söz- lükçülüğün ılk kıtapları sayılabilecek Dide- rot'nun, Voltaire'ın sözlükleri, öbür büyük söz- lükler ünlerini bu nitelıklerine borçludurlar. Bu bağlamda, madde başı sözcüklerden en yan an- lamlara, sözcük tanımlannın açıkhğı, anlaşılır- lığı sözlüğe ayn bir değer kazandınr. Gelişmiş bir sözlük, sözcük tanımlannın dü- şünsel açılımlara elverişli yoğunlukta olmasrn- dan anlaşılır. Tanım, kavramlann, içerdigi anla- ma odak noktası olabilecek yoğunlukta saptan- masıdır. Bir sözcük iyi tanrmlanmışsa düşünce- yi yoğunlaştınr, duygulan derinleştirir. İyi bir ta- nımlama, dilin günlük anlaşma aracı olarak kul- lanımınm ötesinde anlamlar çağnştınr, kavram- lan boyutlandırıp, düşünmede kişinin inandın- cı sonuçlara varmasını sağlar. Tanım, seçenek- li düşünce üretiminin başlangıç noktasıdır; dü- şünceyi dondurmaz, açar. Tanımlama durağan- hğa da gelmez. Sözlükçü, gelişmeleri izleyerek bunu yaptığı tanıma aktarmalıdır. Yüz yıl önce- sının "medya", "kan", "atom'', "uzay", "mad- de" vb. tanımlannın bir sözlükte olduğu gibi kalması, o sözlüğün sağlamlığına kuşku düşü- rür. Bu yönden, sözlükçü bir tür sözcük izleyi- cisi, sözcük avcısıdır; üzerinde çalıştığı her söz- cüğü yeniden yaratıyormuşçasına özenli olma- hdır. Her sözcüğü gelişmeler ışığında görür, gir- mesi gerekeni sözlüğüne alır, çıkanlması gere- keni de çıkanr. Kavramsal düşünmenin temeli, sağlam tanım- lara dayanır. Toplumlar, bireylerinin kavramsal düşünecek yolda eğitilmesiyle gelişir. Böyle ol- madı mı, her değışim sürecinde, toplumda kav- ram karmaşalan başlar. Örneğin nerdeyse iki yüz yıldır "demokrasi", "laikük'', "insan hak- lan" kavramlan tartışılıyor ülkemizde. Ne ya- zık ki, bugün bile ortak bir kavram anlayışında uzlaşma sağlanabilmiş değildir. Ulus olmanın baş koşulunu dilin varlığma bağlayan, dili yabancı sözcüklerle doldurmanın dili yitirmek, dili yitirmenin ulusu yitirmek ol- duğunu belirten Püsküllüoğlu, modaya uyup, sözlüğünü yabancı sözcüklerle doldurmuyor; sözlükte bulunması zorunlu olan sözcükleri ta- nımlarken bunu "Türkçe düşünme" ışığında gerçekleştiriyor. Kimileri bu ayıklamayı dili yok- sullaştırmak yönünde yorumlasa da; "eleştiri" kavramının oluşmadığı dönemlerde onun yeri- ni tutan "aksiilamer sözcüğünün çağdaş bir sözlükte bulunmaması gerektiğini yeğleyerek onu sözlüğunden çıkanyor. Püsküllüoğlu, şim- di de kullanımdan düşmemiş olan "tenkid"ı, "tenkit'' yazımıyla koysa da, onun yerine, bü- tün türev ve kullanımlanyla Türkçe olan "eleş- tiri''yi temel alıyor, tanımlan ondan yola çıka- rak yapıyor. Sözlük, bilgilerin ilk denetlenip danışıldığı yerdir, düşünsel kavramlarrn temel kitabıdır. İyi bır sözlükte yanıltıcı, saptıncı tammlara yer ve- rilmez. Sözlükçü, kişisel kanılaruıa dayanarak tanım yapamaz. Sözlüğün temel özelliği nes- nelliktir. Son günlerde gazetelere de yansıdığı gibi, laıkliğin "dlnsbdik" diye tanımlanması, sözlük hazırlama işine koyulanların ne gibi so- rumluluklar taşıması gerektiğinin ölçüsüdür. Halkın dinli-dinsiz, laik-anti laik, Sünni- Alevi diye birbirinden kopanlmak istendiği dönemler- de bu sorumluluk daha da artmaktadır. Anado- lu düşüncesinin gerçek yaratıcısı sayılması ge- reken Alevi kültürünün, Islamlıkla tam örtüşme- yen törelennden dolayı saptınlarak yorumlan- ması, çağdışı kafalann ürünüdür. Sözlük, ideolo- jinin değil, bilginin aracıdır. Her sözlük bir söz- cük müzesi olduğu ölçüde çağdaş kavramlann da sergilendiği bilgı uçlandır. Bu bağlamda, söz- lüğün bir yüzü eski'de, uzantılan yeni zamanlar- da olduğundan, bu dengenin de iyi tutturulma- sı gerekir. Sözlüklerin inandıncılığı, onu hazır- layanın deneyimlerine, dil bilincine, dili işleme yöntemine de bağlıdır. Ali Püsküllüoğlu dilin için- de pişen bir şairdir. Şıir, dili damıtu:. Aynca, sözlükçülük ınanç, sabır, özenli çalışma işidir. Püsküllüoğlu Türk- çeye sonsuz inancı, sabırlı ve özenli çalışma yöntemiyle, -burnunda soluk ahnasıru kolaylaş- trracak iki plastik boru-, nerdeyse yirmi yıldır bilgisayannın başından kalkmamıştır. Bunca ça- basına karşın, sözlükte madde başı ve madde ıçi olarak sözcük sayısının yakjaşık 90.000'e ulaş- tığını belirtiyor. Öte yandan, Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Şükrii Halûk Akalın, Oktay Ekşi ile Doğan I lı/l;m a Türkçe'nin Temel SözVarüğı çalışma- lannı anlanrken, -henüz ortada olmayan- bu söz- lükte 600.000 sözcüğün yer alacağını söyleye- rek, orada Türkçedeki kavramlan, deyimleri bu- labileceğimızı muştuluyor (Hürriyet, 20 Ekim 2004). Atatürk'ün kurduğu Türk Dil Kuru- mu'nun Türkçe Sözlük'ünde tanımlan Osman- lıcalaştırmaktan başka bır iş yapmayan kişilerin oluşturduğu bir Kurum, daha yazım sorununu çözmeden bu düzeyi nasıl tutturacak; doğrusu, merak konusudur bu. AB-AB Diye Diye., Av. Münir GÖKER îstanbul Bamsu AB Komis Başk. Yrd. Tevfik Fikret'in ünlü şiirindeki " Kaının diye, kanun diye kanun te- pelendi" dizesi, sanki günümüzde AB'ye giriş logosu... Bilen bilmeyen herkes o kadar kelam etti ki bu ko- nuda, sonunda şairin dediği gibi AB diyediye AB' yi tepeleyecek duruma geleceğiz. Olayın mutiağında bir kı- şi olarak, biz de kıyısmdan köşesrn- den biraz bu konuya bulaşalım de- dik. öncelikle sormak gerekir? Kim istiyor bu denli ihtirasla AB'ye gir- meyi... Kütahya'daki şeker pancan üreticisi mi? Eminönü'nde kaşı gö- zü kararmış Spagetti Western film- lerindeki figüranlara benzer seyyar satıcılar mı? Ülkenin şu anda çok önemli döviz girdisini sağlayan Ke- mer'deki butik sahipleri mi? İki li- san ve Amerikan mastırlı ve 1.200 YTL bordroya mahkûm genç işsiz- ler mi? Yoksa gereğinde tava ve ten- cereye oy veren, seçim ve demok- rasi şenlıklerinde arabesk sanatçıla- ra göğüslerini açan necip Türk hal- kı mı? Bence hiçbirisi değil.. çünkü kimsenin umurunda değil AB ve öbürleri. Herkes yaruıı nasıl kurta- racağınınkaygısında... Kurtlar sof- rasında yaşamanın ne denli zor ol- duğunu anlamış kişi kendisine AB'nin ne vereceğini, kendisinden ne götüreceğini, ucu açık bekleme- nin ne olduğunu, Kopenhag ölçüt- lerini (kriterlerini) falan düşünemez. Buna ayıracak ne vakti ne de dü- şüncesi yeterlidir. Kendi küçük dün- yasında, televolelerinin sağladığı düşler tarlasında koşmaktadır. Yani karşı görüş olarak, eğer AB'ye gı- rersek, üniversiteye giremeyen genç- lerimize hemen turrukelerin açılaca- ğı, vicdan özgürlüğü diyerek sıkma başlı kızlanmıza bu alanda sınırsız özgürlük tanınacağı, Güneydoğu'da- ki vatandaşlarımızın AB'li olursak tüm etnikve ekonomik sorunların çö- züleceği, işsizlere işbulunacağı, ad- liyedeki hâkimlerin Vlvaldi çalan salonlarda günde üç dosya ile duruş- ma yapacağı, sağlık sorunlannın çö- züleceği düşünülüyorsa... Hemen söyleyeyim büyük ve tarihsel bir ya- nılgı içindeyiz... Yıllardır evinde pi- yano bulundurmamış halkımız he- men viyolonsel çalmaya başlaya- maz. Çalsa da Vivaldi yerine kendi arabeskini yeğler. O halde bu ödünler (tavizler) ne- den? Neden buteslimiyetçttık... Kal- dı ki bu konuda siyasi, ekonomik ve kültürel bütün uyum yasalan çıka- rılmış, önemli ödünler verilmiştir. Sıı-rALî uğruna Türk halkı kendisi- ne çokdar gelen bir redingot givme- ye zorlanmaktadır. Siyasal reform alanında ifade öz- gürlüğünün Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi'nin 10. maddesi doğ- rultusunda Yeni TürkCeza Yasası çı- karılmış, idam cezası kaldınlmış, Dernekler, Vakıflar Kanunu, Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile Polis Vazi- fe ve Selahiyetleri Yasalan AB norm- lanna uygun olarak revize edilmiş- tir. Yabancı Dil Eğitimi ve Öğreti- mi ile Farklı Dil ve Lehçelerin Öğ- renilmesi Hakkındaki Kanun ile Kürtçe yayınlara izin verilmiştir. 4050 sayılı Rekabet Yasası çıkarıl- mıştır. O rekabet yasası ki değme AB iilkcsiııcc bik lüks ve postmodern bir yasa olarak yorumlanmaktadır. Bü- tün iş âlemi bu yasadan ve uygulan- masından tedirgindir. Mahkeme ka- ran olmadan bir firmaya trilyonluk cezalar kesilmektedir. Ne uğruna bu ödünler verilmektedır? AB 'ye gire- lim diye.. Hem de ne zaman, nasıl, nerede?.. Ucu açık bir bckleme... Yine AB normlan uğruna şeker, tü- tün ve pancar yasalan çıkarılmış, yasalann uygulanması ile bu konu- daki üretime önemli kısıtlamalar ge- tirilmiştir. Kütahya'daki pancar üre- ticisi istediği kadar pancar ekeme- mektedir. AB ülkeleri zaten zor du- rumda olan tarım politikamıza ege- men olacaklardır. Tanm politikamrz Kopenhag ölçütlerine göre biçim- lendirilecektir. İnsanımızuı çağdaş dizayna ka- vuşması içinAB ölçütlerine gercksi- niı ıı vaı-dır. Aı tık TEM otoyolunda sarmısak satumayacaknr. Bayram- larda kan gölü görüntüleri medya- ya yansımayacaknr. Kırmızı ışıklar- da geçttmeyecektir. Derin devlet bi- raz sığlaşhnlacakiır. Trafığe bir çö- züm bulunacaktır. Adliye Hukuk'la uğraşacaktır. Bunlar kabul edikbi- lecek düzenlemeler.. Ancak tanm politikasının böyle bir ölçüte gerek- sinimi yoktur. AB, insanımızın ge- lişmesini istemektedir. Ne ekip bi- çeceğimiz konusunda bizi rahat ve özgür bırakmahdır AB... Televole medyasıbu gjrişe büyük alkış tutmak- tadır. Ne uğruna: AB diye, AB diye Türk halkınm tepesine bir yumruk mu inecektir. yoksa güvercinler mi konacaktır.. bu henüz belli değildir. Yenilenme, reform, çağdaşhk mut- laka... Ama mutlaka gereklidir... Düşlerinde Baudelaire(Bodler) oku- yan ve sürekli klasik müzık dinle- yenbırkişi olarak aksini düşünemem. Kesinlikle çağdaşlık ve AB norm- lan.. Kesinlikle çokseslilik.. Ama ne uğnına.. hangi ödünler verilerek? Bunu iyi düşünmeliyiz. Medyada bu konuda yazan Esfendar Kork- maz,ErolManisah,KorkutBoratav, Erol Ertuğrul ve hatta Reha Muh- tar gibi yazarlara da biraz kulak ver- meliyiz. Somut olayda AB'nin kısa vadede verecek nakit parası olma- dığını, giriş süreci olan 10-15 yılda köpriilerin altından çok sulann aka- cağını, Çin, Türki Cumhuriyetleri, Japonya gibi başka seçenekleri de- ğerlendirirsek, bu ucu açık bekleme- nin çok da önemli olmadığını düşün- memiz gerekecektir. AB dışındaki başka seçenekleri, Uzakdoğu'yu, Çin'i, Türki Cumhunyetleri'ni ve hatta Japonya'yı düşünmeliyiz. Do- ğal kaynaklara sahip Rusya'yı anla- malıyız... Amaille de AB'li olacak- sak onurlu ve teslimiyetsiz bir giriş yapmahyız. Shakespeare'in (Şekspir) dizele- rindcki gibi "Dünya"dan vazgeç- mek değil, ama kör inada karşı akıl- cı bir düşünceyle yaklaşmahyız. PENCERE Abidin Dino'nun Son Kitabı... Bir köşe yazarına çok kitap gelir, tümünü oku- mak olanaksız; ama, hepsine en azından bir göz atarım; romana öyküye hevesle eğilirim... Ne var ki çoktan beri bu alanda umduğumu bu- lamıyorum. Dergilerde yakınmalar okuyorum, 'edebiyat bi- zi bıraktı' diyorlar; bilmem ki biz mi edebiyatı bı- raktık?.. Beni saran, şaşırtan, bağlayan bir kitaba çok- tan beri rastlamamıştım... Ancak Abidin Dino'nun son kitabı çarptı beni... Adı: "Ölüm mü? Ne buluşl" (Sel Yayıncılık) Abidin hastanelerde geçen ölüm yolculuğunu ya- zıya dökmüş... Hayatla ölümün kaynaşıp durulaşması; duygu- lann akıl kapsamında gözenekleşip yüreğe işleme- si; en ağır hastalığın sanatçı yorumunda mizahi- leşmesi; hastanelerde, ameliyat odalarında, kori- dolarda zamanın tiktaklannı sayarken Güzin'e dö- nük aşkın romanını yazmak, ancak Abidin Dino'ya özgü bir edebiyat olabilirdi... • Ne diyor Abidin?.. "Ortalık karanlık. Pencerenin dışı mürekkep ma- visi." "Iğnesiz elimle biraz resim çizdim, iyi geldi." "Radyografi odası sanki uzay yolculanna göre donatılmış. Sırtüstü yatarken beni yıldızlara mı fırlatacaklar?" "Kimi zaman bu hastalıktan kurtulmam bir iğ- ne deliğinden geçmemden daha zor gibime ge- liyor." "ölüm birkaç kez elimden kurtuldu kaçtı, bo- şuna saklanıyor, nasıl olsa onu yakalarım. Şunun şurasında ne kaldı ki!" "Ortalık sessiz. Evde daha tedirgindim. Bura- ya gelince hiçbir şey umurumda değil, Güzin'in eksikliğinden başka." "Saat20'de haberler. Yugoslavya deliımiş. Ateş- kes'i dinleyen yok, insanlar insanları sevmiyor. öldürme kolaylıkları. Hertarafta kan lekeleri. Şir- ret çocuk oyunları, beşikten öldürme oyunları. ölüm kültürü. Bir de şaşıyoruz katillere. Ne de- miş Shakespeare. Hepimiz katiliz." "Yağmur yağmış, ortalık biraz karanlık." "Ellerim kurudu, bir çınar yaprağı misali." "ölümü sakın adam yerine koymayın, yoksa kendini bir şey sanabilir." "Doğduğum gün çoktan ölmüştüm. öldüğüm gün çoktan doğmuştum." "Televizyondan gördüm, Lübnan'da bir cena- zede ölünün yakınları göbek atıyordu. Ağlamak- taniyi." "ölüm mû? Ne buluşl" • Netuhaf çelişki!.. Abidin'in ölüm güncesinde edebiyatın tadını, yaşayan biri olarak damağımda duyumsadım... Türkçenin güzelliğine kullanılan dilin sadeliğin- de varmak bir mutluluk... İnsan ilişkilerinin değeri Abidin Dino'nun vurgu- ladığı gibi en yakınından başlayıp hastane emek- çisine dek paylaşıldığı zaman ortak yazgımızın an- lamı vurgulanıyor... Ve kitaptan çıkan en iyi sonuç: "ölümü sakın adam yerine koymayın!.." Adamlar, daha doğru deyişle insanlar ölür; ölüm adam olmadığı için ölmez. KARS CUMOK ÇAĞRISI "BENt TÜRK HEKÎMLERlNE EMANET EDİN" Mustafa Kemal'in bu sözünün anlamını hissedemeyen doktorlarımızın ve onların hastalannın durumu ne olacak? llimizdeki sağlık sorunları ve doktorlarımızın tutumu. 27 Şubat 2005 Pazar Saat: 15.00 BU BÎNA YIKILIRSA HEPİMİZ ALT1NDA KALIRIZ GELİN BİNAMIZI AYAKTA TUTALIM SEN GELMEZSEN BİR EKSİĞİZ Yer : Eylül Pastanesı Tarih : 27 Şubat 2005 Pazar Saat: 15.00 lletişim Bilgi : Kadır lşık 0535 445 13 21-0474 212 10 43 www.cumok.org 5. ZEMİN KAPLAMA MALZEMELERİ SEKTÖR FUARI Sağttk kurolu^lortndct, otefierefe, «§ifim kurumlarında, spor tesislerinde, korturtarda, ofislerde, ma^jzalardo, rabrikdarda> tüm mekanlarda kulbnılan zemin kaplama malzemelerî bo fuarda. Bugönlerde bir zemin matzemesi dacaksanız ö bu fuar» görmelisiniz! 10-13 MART 200; Ücretsiz fuar davetiyesi içi. www.xeminonline.net www.parkeonline.net www.holtonline.net Yeşilköy-lstanbul AçıJış: 11.00 Kapantş: 20.00 BUYUK İŞ FUARI BÜYÜK PRESTIJ FUARI SEMPOZYUMLAR (Katılım Ücretsizdir) 10 Mart Perşembe - Endüstriyel Zeminler 11 MartCuma - PVC Zemin Kaplamaları 1 2 Mart Cumartesi - Parke 1 3 Mart Pazar - Halı •jm/KaHb, /< Mnatl oarke şiltesi, kontrfmık, <f, tnern^m esm 3^ kompoz ıreldûkifma bah, kilimt çocos, ipoxy, manyezH mzlı Jjeerm ¥ kir gereçf&ri, zemin vnk ir pal^ cöm parke, p|| nkapt /arı, difyçtrdan duvi imih kapfarrialan (kauç in kaptamüfan, BB i ağgfmamâ&prıizm korumı -bakı dönyamn en kaiiteli ü
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle