Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 9EKİM200SPAZAR
10 P A Z A R Y A Z I L Â R I [email protected]
Bir garip havaalanı yolcusu
/
nsana kendisinin aslında bir ülkeye değil
de dünyaya ait olduğunu hissettiren
yegâne yerler belki de havaalanlan.
Dünya vatandaşlığının ortak arenası. Ortak
simge ise ellerdeki valizler. Sınırlann
ortadan kalktığı, her renkten, her
sıruftan insanı geçici süreyle konuk eden me
kânlar... Aslında birbirlerine benzerler,
dünya markalamun pınltılı vitrüılerde
birbirleri ile yanştığı, duvarlan, panolan cep
telefonu, araba firmalan ile seyahat
acentelerinin reklamlan ile donanmış bu
alanlar. Uçaklann iniş ve kalkış anonslan
içinde kimileri birbirleri ile sohbet eder, kimi
bilgisayannı açar ve çahşır, kimi okur, kimi
ise oturduğu koltukta, firsat bulduğunda
birkaç koltuğu kaplayacak şekilde uzanarak
uyuklar... Uykulan hafiftir havaalanı
insanlannın. Kolladıklan el bagajları,
kaçınlmaması gereken uçak saati ile
yapabildikleri ancak kısa süreli kestirmeler
olur. Kimilerinin önünde daha bekleyecek
uzun saatler vardır. Kimisi uçağını
kaçırmamak için koşar... Hoş dostluklar da
kurulur kimi zaman. Bir daha asla
görmeyeceğin dünyanı çok farklı köşesinden
biri ile saatlerce sohbet edip belki de
yaşamını sıkıntılanru anlatırsın. Ardından
birinin gitme vakti gelir. Vedalaşırsınız.
Isimlerinizi bile öğrenmezsiniz birbirinizin.
Gerek yoktur, çünkü sohbet orada
noktalanmıştır. Havaalanlan yalnızca
yolculara ait mekânlar değil kuşkusuz.
Yığınla insanın da ekmek kapısı.
Aktarma yapıp Milano
havaalanında uçağımı beklerken
fark ettim onu. Adını bilmiyorum.
Ama sonradan düşündüm ve
Kibritçi Kız masalmdaki kızı
anımsayarak "Kibritçi K E " dedim
ona. O, bir havaalanının temizlik
görevlisi. Ensesinde topladığı
siyah saçlan, hafif çekik gözleri
üe Doğulu izlenimi veriyor ilk bakışta. Ama
sanınm melez. 3O'lu yaşlannda. Elinde bir
firça ile büyük bir vitrinin camlannı siliyor.
Irili ufaklı göz alıcı renklerde ve son derece
pahalı çanta ve valizlerin durduğu vitrinin
neon ışıklan kadının yüzünü daha da
soluklaştınyor. Yanı başında kocaman
MİLANO
ÖZLEMYÜZAK
tekerlekli ve raflı çalışma tezgâhı duruyor.
Bir merdiven, birkaç büyük siyah çöp
torbası, temizlik tozlan ve sıvılan, bezler...
Kadın temizliğini yaparken dükkândan içeri
insanlar girip çıkıyor, çantalan inceliyor,
fiyat soruyor, kimi yalnızca bakıp çıkıyor,
kimisi beğendiği bir tanesini seçip
sardınyor. Kadın temizliğini yaparken boş
gözlerle de onlan izliyor. Vitrinin
ardındaki zengin dünya ile
arasındaki camı temizlemek
kirden pislikten anndırmak onun
görevi. Işini uzun uzun ve sabırla
yapıyor... Neyse uzatmayalım,
sonunda temizlendi bütün camlar,
aletlerini bezlerini topladı ve
uzaklaştı. Ben de yeniden
kitabıma gömüldüm. Aradan biraz
zaman geçti. Yeniden başımı kaldırdığımda
onu gördüm. Koyu mavi çalışma kıyafetini
üzerinden çıkarmış, siyah uzunca bir etek ve
bordo renkli bir bluz giymiş, elinde büyük
bir çanta yolcu koltuklannda oturuyordu bu
kez. Ve yine dalgm gözlerle... Gözlerini
uçağa biniş kapısına dikmiş, öylece sessiz
uzun süre oturdu. Kimi zaman derin bir
hüzün kapladı yüzünü, kimi zaman keyifli
bir hayalin aksi. Yaşanmış amlarla
yaşanmamışlıklar arasındaki derin çizgide
salımyordu belli ki iç dünyası. Bilmem,
belki de ben öyle olduğunu düşündüm.
3O'lu yaşlarmdaki bu melez genç kadının
dünyasını öğrenmek istedim. Asla
gelmeyecek birini mi bekliyordu
usanmadan? Ya da bir daha asla
dönemeyeceği bir yere, belki doğduğu
topraklara, belki insanlan göçe zorlandığı
için boşaltılan köyüne sanki birkaç dakika
sonra karşısında duran kapıdan geçip
uçağa binerek ulaşmayı mı hayal ediyordu?
Kim bilir belki de hiçbiri değildi ve ben
uzun saatlerden beri havaalarunda
beklemenin yarattığı duygusallıkla tüm
bunlan kurup kadını izliyordum. Bir
noktadan sonra bakışlan gerçeğe geri
döndü.. Yolculan seyrerti bir süre.
Sonra, kalktı, personel kapısından çıktı
ve yoluna gitti. Kadımn aynlması ile ben de
irkildim. Ardından cep telefonum çaldı.
Işte sonunda aramışh...
Kıraathanelerin
düşünceye
katkılan...'Tf ıraathaneler yüzyıla
§C yakın bir süre
A. JL. îstanbul ayduılan için
kaçuıılmaz buluşma yeriydi.
Edebiyatçılar, düşünürler,
gazeteciler, yayıncılar ve
onlara yalun olmak isteyen
gençler, günün belli saatlerini
Beyoğlu'nun, Tepebaşı'run,
Babıâli'nin ve Divanyolu'nun
kıraathanelerinde geçirirlerdi.
Tepebaşı'na damgasuıı vuran
KanuniesasiKıraathanesi ile
özellikle 1930'lu, 19401ı
yıllarda Istanbul'un tüm
yazar ve kitapçüannın her
gün bir araya geldiği, Ankara
Caddesi'ndeki Meserret
Kıraathanesi 20-25 yıl
öncesine kadar ayakta
kalmayı başarrruşlardı.
Buralarda buluşan aydın
kişiler, gazeteciler, yayıncılar,
gazeteleri ve edebiyat
dergilerini okur, birbirleriyle
sohbet eder, tartışır, düşünce
değiş tokuşu yaparlardı.
Peyami Safa, Reşat Nuri,
Saİâh Birsel, Sait Faik, Orhan
Kemal, Fikret Otyam, Yaşar
KemaL Meserret'in sürekli
müşterilerindendi. Çağdaş
bilginin üretildiği,
düşüncenın geliştiği,
düşünürün yetiştiği
kıraathanelerin sosyokültürel
işlevi kaçınılmazdı.
Şimdi hiçbiri kalmadı.
Ellili yıllardan
başlayarak,
insanlann iskambil
oynayıp dedikodu
yaptığı, vakit
öldürdüğü, bağıra
çağıra futbol maçı
seyrettiği mahalle
kahvelerinin
sayısı artarken
kıraathane kültürü giderek
yok edildi! Kahvenin ne
olduğunu bizden öğrenen
Avrupa'da ise kıraathaneler
giderek geliştirildi, korundu,
acı dolu savaş yıllanndan
sonra tekrar canlandınldı.
Üç Orta Avrupa kenti
Budapeşte, Viyana ve
Prag'a uğrayanlar, eski
monarşinin bu merkezlerinde
kıraathanelerin eskisi gibi
hâlâ yaşadığını görecektir.
Keyfine düşkün insanlar,
yazarlar, sanatçılar,
işadamlan yine sabah
kahvaltılannı, öğle
yemeklerini, piyano müziği
eşliğinde akşamüstü çaylannı
burada alıyor. Yüksek tavanlı
geniş salonlann rahat
koltuklarına kurulup, iş
görüşmeleri yapıyorlar, kitap
okuyorlar, mektup yazıyorlar.
Yan salonlarda bilardo
oynanıyor. Budapeşte'de
Gerbaud, Cafe Centrel,
Viyana'da Cafe Mozart,
Dehmel, Schwarzenberg,
Central ne ise, Prag'da da
Arco, Louvre, Slavia odur.
Viyana'da Arthur Schnitzkr,
Stefan Zvreig, Franz VV'erfel
günlerinin önemli bölümünü
kahvelerde geçirirdi. Stefan
Zweig için gençliğinde
saatler geçirdiğı, dostlan ile
PRAC
AHMETARPAD
söyleştiği kent kahvehaneleri,
bir "okuT olmuştu.
Komünizmden kurtulduktan
sonra yeniden açılan Prag
kahvehanelerinde yaptığınız
bir gezintide bu Moldau
kentinde de bir Cafe
Arco'nun, bir Cafe
Louvre'un düşünce ve
edebiyat dünyasını ne kadar
etkilemiş olduğunu
hissediyorsunuz. Hele
Arco'nun melankolik
loşlugunda hâlâ 1910'lu,
1920'li yıllan yaşıyorsunuz.
Gözleriniz Franz Kafka'yı,
Max Brod'u, Egon Kisch'ı,
Franz VVerfel'i anyor. Orta
Avrupa'nuı iki savaş
arasuıdaki bu ünlü
edebiyatçılan, sanki o anda
kapıdan içeri girecekler...
Kent merkezindeki geniş
Narodnı Caddesi'nde
yürüyüp, Moldau kıyısındaki
Devlet Tiyatrosu'na doğru
uzanırken Cafe Louvre'a
uğramamak olmaz.
Tarihi bir yapının birinci
katındaki kahvehaneye çıkan
geniş merdivenin yüksek
duvarlan renkli mermer
kaplı. Önce bir bilardo
salonu, yanında bir lokanta,
ön tarafta da dar ve uzun
kahvehane. Tavan yüksek,
pencereler de. Yer şarap
kırmızısı. Sağ tarafta uzun
büfe, solda,
pencere kenannda
beyaz örtülü
masalar. Her şey
eskisi gibi. 19O2'de
kapılannı açan,
özellikle iki
savaş arasında üst
sınıf Praglılann,
filozoflann,
akademisyenlerin, ünlü
sanatçılann ve hali-vakti
yerinde hanımlann da
uğradığı Cafe Lou\Te,
günümüzde geçmişi
anımsahyor. Brod-Kafka
ikilisinin de sık sık
düzenlenen edebiyat
toplantılanna katıldığı kahve,
1992'den bu yana yine eski
şıklığına dönmüş. Narodni
Caddesi'nde yolunuza
devam edip, nehir kıyısına
vardığınızda sağ köşede Cafe
Slavia'nın geniş salonlan
sizi davet ediyor. Nazik ve
dikkatli garsonlann getirdiği
içkinizi yudumlarken
kocaman pencerelerden
ağır ağır akan Moldau'yu,
üzerinde dolaşan gezinti
gemilerini, Karl Köprüsü'nü,
karşı kıyının yemyeşil
yamaçlannı ve kente
hâkim kaleyi, dev St. Veit
Katedrali'ni seyrediyorsunuz.
Karşınızdaki tarihi tiyatronun
küf yeşili çatısı renk
değiştiriyor. Her yönden
gelen kırmızı tramvaylar
yine her yöne uzaklaşıyor,
otomobiller Lejyonlar
Köprüsü'nü dolduruyor.
Barmaya hazırlanan güneş,
Prag'ı altın rengine
büründürüyor.
www.ahmet-arpad.de
Mayınlara hayırl Uluslararası Engeüiler örgütü. dün Paris'te kara mayınlannı protes-
to etti. BastiDe Meydanı'nda düzenlenen eyleme kaüLan yüzlerce kişi,
fiıiatüklan ayakkabdaria bir piramit oluşturdu. Binlerce ayakkabıdan
oluşan piramit, kara mavınlan yüzünden ölen ya da sakat kalan insanlan simgeliyor. Uluslararası Engelliler ör-
gütü, kara mayuüanuın bütün dünyada yasaklanması için yıllardır büyük çaba harcıyor. (Fotoğraf: REUTERS)
Bizim okulda Rita oldu Meltem
/ ^ Ç\ Eylül Çarşamba gecesi saat
J Ak 21.30'da ahşveriş için
^ \J markete giderken tenha
olacağını düşünerek seviniyordum
ama bir sürprizle karşılaştım. Market
ahşılmadık şekilde doluydu; beni
şaşırtan bir başka şey de suyun
tamamen bitmiş olmasıydı.
(Market dediğim 3 M'li Migros
büyüklüğünde.) Perşembe günü
durumu anladım. Rita kasurgası
5 şiddetindeydi ve yazuı yüzmeye
gittiğimiz Galveston'a geliyordu.
Teksas'ın en büyük şehri olan
Houston'ı da vuracak olan
Rita'nm etkisinin bizim
okulda da görülmesi
bekleniyordu. (Okulun
bulunduğu College Station
Houston'uı 150km.
kuzeybatısında). Bu
yüzden herkes hafta sonu
için su ve yiyecek
stoklamaya başlamıştı.
Hatta iş arkadaşlanmın
anlattıklanna göre insanlar,
su ve konserve alabilmek
için bayağı saldırgan olmuştu.
Böyle bir durumda kalacağuıız asla
aklınıza gelmiyor ve olanlan tam
olarak ka\Tayabilmek için biraz
zaman gerekiyor. Katrina'nın
yarattığı felaket ve yol açtığı maddi
zarar (ironik bir biçimde Irak savaşına
giden paraya eşit!) daha
belleklerde taze. Rita'nın vuracağı Te
ksas'ın güneyinden ve hatta
TEKSAS
ADALET
BARIŞGÜNERSEL
Houston'dan insanlar kaçmaya
başlamıştı bile. Bize Rita'nın etkisi
olarak sadece (!) 1 şiddetinde bir fırtı
na gelecekti. Bu da yoğun firtına, sel
ve 120 km. hızla esen rüzgâr demek.
1 şiddetindeki fırtınalar ortalama 9 yıl
da bir oluşabiliyor. Kategori 4, 77
yılda bir olabiliyor; Kategori 5 için
ise bir ortalama yok. Bu da büyük
ihtimalle üç-dört gün evde kapalı
kahnak demek. Peki ya kalınan ev?
Hele benim oturduğum ev gibi eski,
ahşap evler ki zıplasan sallanıyor.
Ya arabalar? Acaba üniversitede
kütüphaneye mi sığınsak?
Bu arada, haberlerde
Houston'dan 2 milyona
yakm insanın akın ettiğini
görüyorum. Yüz binlerce
kişi yollarda perişan.
Yoğun benzin alınundan
benzin tükendi...
İnsanlar, arabalanna
yükledikleri en değerli
eşyalanyla yollarda kalıyor.
Saatte 1 kilometre ilerleyebiliyorlar.
Sonuçta arabayla 1 saat 15 dakikada
gelinen yol 12 saatte kat edildi.
Sadece üniversitemize sığınan
kişi sayısı 8 binden fazlaydı.
Bölgedeki tüm okul ve üniversiteler
cuma günü tatil edildi. Çoğu öğrenci,
ailesinin yanına kaçtı, yakınlarda
oturanlar ailesinin kaçmasına
yardımcı olmaya gitti. Arabalar
korunsun diye üniversıtemizin pahalı
otoparklan bedava açıldı, herkes
arabasını oraya bıraktı. Cuma tekrar
bir kaç markete gittim -hiçbir yerde
suyok! O kadar tuhaftı ki boş raflann
resimlerini çekenler vardı. Fakat
neyse ki cuma günü Rita kategori
5'ten 4'e düştü. Cumartesi sabahına
kadar kategori 1 'e inmiş ve rotası
doğuya yönelmişti, yani bizden daha
da uzaklaşmıştı. Galveston'un
kuzeydoğusuna, New Orleans'ın
batısına, ve Louisiana'nuı bazı
bölgelerine yöneldi. Sonuçta College
Station'da kalanlann korkusu
boşunaydı... Cumartesi hava parçalı
bulutlu ve sert rüzgârlıydı, sadece o
kadar. Tabii her yer boştu, dükkânlar
kapalı, herkes evde. Ne pazar ne de
pazartesi bir damla yağmur yağdı,
hatta aşın sıcak bir ha\a dalgası
geldi ve ısıyı 43 dereceye çıkardı.
Böyle bir maceradan sonra akılda
kalan şey, Houston'dan kaçmaya
çalışanlann hali. Trafığin
yoğunluğuna rağmen bazı şeritlerin
kapalı oluşu, doğru dürüst bir
boşaltma planı olmayışı... Bütün
bunlar nedeniyle hükümete eleştiri
yağıyor. 11 Eylül'ün üzerinden tam
4 sene geçmiş ve korunma için
binlerce dolar harcanmış olmasuıa
rağmen önceden bilinen bir felaket
karşısında Houston gibi bir
metropolün durumu içler acısıydı.
Demek ki bir şehirde ani bir terör
saldınsı olsa, kim bilir "kurtulan"
insanlann hali ne olur?!
gunersel a hotmaiLcom
Soros,
Çin'in hangi
kapısından
sığar?
7
az ayına henüz girmeden medya
köşelerinde gözüme çarpmıştı. Pekin'de
"Gay ve Lezbiyen Film Festivali" varmış...
Bildiğiniz üzere Çin hâlâ pek tanınmadığı için,
buralarda acayip baskıcı bir rejim var sanılıyor.
Bizim memleket ya da Almanya ya da ABD
neyse, burası da öyle; farkı fark etmek zor! Ama,
her ülkenin de kendi kurallan var. Mesela, ölüm
cezası ABD de var Çin'de de!.. Beri yandan bu
yazının içeriği Çin, ABD ya da gay ve lezbiyen
de değil nitekim. Ama bir yerde "gay" ve
"kzbiyen" varsa (sözüm meclisten dışan)
"oralarda bir yerlerde Ban'nın parmağı vanhr"
diye düşünmekte haksız mıydun? Şimdi bunu
görelim: Bu fihn festivalini düzenleyenlerden
biri olan bir "metroseksüel" hanımla buluştum.
Bana festival hakkmda ve Çinli gay ve
lezbiyenler hakkmda bilgi aktardı. Beni diğer
bir organizatörle tanıştu-dı. O bir "gay" ıdi.
Sorduğum sorular onu gerdi. Batı'dan (!) gelen
bir gazeteciye ters davranamıyordu ama konumu
itibanyla yiğitliğe de pek bir "şey" süremiyordu.
Çünkü o artık "aşmış" biriydi ve "gay"lüc falan
gibi konulan sonradan görmüş biri gibi görünen
"ben" ile konuşmaktan haz almıyordu. Halbuki
ben ona son derece insani davTamyordum.
Nihayetinde stresli bir ruh haliyle beni yamtladı;
yok hükümete (Çin hükümeti) karşıymış, yok
toplum içerisinde baskı görmüşmüş ama şimdi
kendisini kabul ettirmiş, falanlar filanlar.
Söyledikleri bildik şeylerdi. Daha önce iki yıl
yaptığım film festival organizasyonluğu
deneyimimin bana öğrettiğı bir şey varsa,
o da bu işlerin parasız olamayacağıydı ve bu
karşımdaki bu tiplerde paranın "p"si bile yoktu.
"Parayı nereden buldunuz" diye soruverdim.
Parayı kendilerine veren kışiyle beni
görüştürebileceğini, beni yakında arayabileceğini
söyledi metroseksüel hanım. "Aman" dedim
içimden "Soros çıkarburadan"... Telefonlar
açıldı, randevular alındı vs. Sonunda son derece
"insan" bir kişiyle buluştum. Gerçekten çok
içten ve beyefendi biri. Yaşı 40'larda ama en
fazla 32-33 gösteriyor. Kendisini anlattı: Babası
ile zamanında kavga edermiş, babası
komünistmiş ama o özgürlük düşkünüymüş.
Söyledi, anlattı, sordum yamtladı. Nitekim
gencin elinde bir de koz var, o da "Kültür
Devrimi". Onu anlattı bana birkaç kere. Beri
yandan şimdiki hükümet bile Kültür De\Tİmi'ni
eleştü-diğinden ötürii, onun bana karşı sunduğu
koltuğunun altuıdaki
"Kültür Devrimi" ister
istemez havada kalıyor.
ABD'de (haliyle) okumuş.
Burslar almış, gitmiş
gelmiş, aynca hâlâ gidip
geliyormuş. tngiltere,
ABD onun için komşu
kapısı... Kendi kurduğu
sivil toplum kuruluşu,
AIDS'ten giriş yapıyor olaya. AIDS'in gay ve
lezbiyenlerle bağlantısı var (yani bana anlattığını
özetleyerek veriyorum, yanlış anlamalara mahal
ohnayalım). O nedenle başında olduğu sivil
toplum kuruluşunun özel ilgi alanı; AIDS, gay
ve lezbiyenler. Toplantılar, etkinlikler, vesaireler.
"Ne yapsam da parayı nerden bulduğunu
sorsam" diye düşünürken, daha henüz
konuşmanm başmda bana kendiliğinden
yumurtlayıverdi: Parayı George Soros'un
vakfından alıyormuş. "Eh" dedim içimden.
"bundan sonraki konuşnıalanmız geyiğe doğru
gider artik." Siz de yazımın bundan sonrasını
okumasanız da olur... Soros, bundan yıllar önce
Çin'deydi. Tiananmen olaylanmn görühneyen
baş kahramanı! Soros bakıyor ve o ara Çin'in
gidişatını beğenmiyor. Kollan sıvayıp, dernegini
Pekin'de kuruyor ve bir de hükümet karşıtı kişiyi
başa geçiriyor. Neyse ki Çin Komünist Partisi
farkma vanyor da Soros'u avenesi ile birlikte
dehleyiveriyor Çin'den. Ama birkaç hafta sonra
da bildik Tiananmen olaylan pathyor; tanklar
vesaireler, ölenler kalanlar. -Tiananmen olaylan
hâlâ dünya medyasının ana konulanndan biridir
ve AB bu nedenle Çin'e silah ambargosu
uygulamaktadır. Çin onca görüşmelere rağmen
AB'nin koyduğu silah ambargosunu
kaldıramadı. Nihayetinde Soros, tam teşekküllü
olmasa da Çin'de bir nebze de olsa başanya
ulaşmış oldu. Zaten Tiananmen olaylan Soros'un
acemilik devrine denk gehnişti. Ustalık
döneminde neler yaphklanm yakm dünya
tarihinde gördünüz; Gürcistan, Ukrayna vs...
Şimdi, gördüğünüz üzere Soros yıllar sonra yine
Çin'de ve parmağını da sokmuş durumda, "gay"e
"lezbiyen"e yardım ederek işinin başma tekrar
geçmiş. Şimdi size "George Soros'un Çin'e
tekrar döndüğünü dünya medyasında ilk olarak
ben bu saürlaria söylemiş otdum" dersem bana
inanır mısuıız? Inanmazsuuz! Ister üıanm ister
inanmayın valla, Cumhuriyet gazetesinin şu
pazar yazısının, şu Pekin makalesinin, şu son
paragrafından dünyaya ilan edilir: George Soros
Çin'de! "Orada koca AP'si, Reuters'i AFP'si
varken bu bilgrye ulaşm bunu dünyaya
geçmek sana mı düştü?" de diyebilirsiniz...
"E, zaten onlar bunu neden geçsin ki" derim ben
de, hatta biraz da ukalaca bır tarzda... Benimle
kafa bulup "Aman da aman, Çin hükümetini de
geçtin yani" demeyin; Çin hükümeti yoğun,
kapılan pencereleri açmakla meşguller. Reuters'i
falan da o kapı ve pencerelerin boyutuna
bakıyor; "Büyük mü, küçük mü? Sağiam mı?
tçeri girflmeye kaDalsa kaç kişi girer?" vs. vs...
leventuhıcer(a hotmaiLcom
PEKİN
LEVENTULUÇER