18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 9EKİM200SPAZAR 10 P A Z A R Y A Z I L Â R I [email protected] Bir garip havaalanı yolcusu / nsana kendisinin aslında bir ülkeye değil de dünyaya ait olduğunu hissettiren yegâne yerler belki de havaalanlan. Dünya vatandaşlığının ortak arenası. Ortak simge ise ellerdeki valizler. Sınırlann ortadan kalktığı, her renkten, her sıruftan insanı geçici süreyle konuk eden me kânlar... Aslında birbirlerine benzerler, dünya markalamun pınltılı vitrüılerde birbirleri ile yanştığı, duvarlan, panolan cep telefonu, araba firmalan ile seyahat acentelerinin reklamlan ile donanmış bu alanlar. Uçaklann iniş ve kalkış anonslan içinde kimileri birbirleri ile sohbet eder, kimi bilgisayannı açar ve çahşır, kimi okur, kimi ise oturduğu koltukta, firsat bulduğunda birkaç koltuğu kaplayacak şekilde uzanarak uyuklar... Uykulan hafiftir havaalanı insanlannın. Kolladıklan el bagajları, kaçınlmaması gereken uçak saati ile yapabildikleri ancak kısa süreli kestirmeler olur. Kimilerinin önünde daha bekleyecek uzun saatler vardır. Kimisi uçağını kaçırmamak için koşar... Hoş dostluklar da kurulur kimi zaman. Bir daha asla görmeyeceğin dünyanı çok farklı köşesinden biri ile saatlerce sohbet edip belki de yaşamını sıkıntılanru anlatırsın. Ardından birinin gitme vakti gelir. Vedalaşırsınız. Isimlerinizi bile öğrenmezsiniz birbirinizin. Gerek yoktur, çünkü sohbet orada noktalanmıştır. Havaalanlan yalnızca yolculara ait mekânlar değil kuşkusuz. Yığınla insanın da ekmek kapısı. Aktarma yapıp Milano havaalanında uçağımı beklerken fark ettim onu. Adını bilmiyorum. Ama sonradan düşündüm ve Kibritçi Kız masalmdaki kızı anımsayarak "Kibritçi K E " dedim ona. O, bir havaalanının temizlik görevlisi. Ensesinde topladığı siyah saçlan, hafif çekik gözleri üe Doğulu izlenimi veriyor ilk bakışta. Ama sanınm melez. 3O'lu yaşlannda. Elinde bir firça ile büyük bir vitrinin camlannı siliyor. Irili ufaklı göz alıcı renklerde ve son derece pahalı çanta ve valizlerin durduğu vitrinin neon ışıklan kadının yüzünü daha da soluklaştınyor. Yanı başında kocaman MİLANO ÖZLEMYÜZAK tekerlekli ve raflı çalışma tezgâhı duruyor. Bir merdiven, birkaç büyük siyah çöp torbası, temizlik tozlan ve sıvılan, bezler... Kadın temizliğini yaparken dükkândan içeri insanlar girip çıkıyor, çantalan inceliyor, fiyat soruyor, kimi yalnızca bakıp çıkıyor, kimisi beğendiği bir tanesini seçip sardınyor. Kadın temizliğini yaparken boş gözlerle de onlan izliyor. Vitrinin ardındaki zengin dünya ile arasındaki camı temizlemek kirden pislikten anndırmak onun görevi. Işini uzun uzun ve sabırla yapıyor... Neyse uzatmayalım, sonunda temizlendi bütün camlar, aletlerini bezlerini topladı ve uzaklaştı. Ben de yeniden kitabıma gömüldüm. Aradan biraz zaman geçti. Yeniden başımı kaldırdığımda onu gördüm. Koyu mavi çalışma kıyafetini üzerinden çıkarmış, siyah uzunca bir etek ve bordo renkli bir bluz giymiş, elinde büyük bir çanta yolcu koltuklannda oturuyordu bu kez. Ve yine dalgm gözlerle... Gözlerini uçağa biniş kapısına dikmiş, öylece sessiz uzun süre oturdu. Kimi zaman derin bir hüzün kapladı yüzünü, kimi zaman keyifli bir hayalin aksi. Yaşanmış amlarla yaşanmamışlıklar arasındaki derin çizgide salımyordu belli ki iç dünyası. Bilmem, belki de ben öyle olduğunu düşündüm. 3O'lu yaşlarmdaki bu melez genç kadının dünyasını öğrenmek istedim. Asla gelmeyecek birini mi bekliyordu usanmadan? Ya da bir daha asla dönemeyeceği bir yere, belki doğduğu topraklara, belki insanlan göçe zorlandığı için boşaltılan köyüne sanki birkaç dakika sonra karşısında duran kapıdan geçip uçağa binerek ulaşmayı mı hayal ediyordu? Kim bilir belki de hiçbiri değildi ve ben uzun saatlerden beri havaalarunda beklemenin yarattığı duygusallıkla tüm bunlan kurup kadını izliyordum. Bir noktadan sonra bakışlan gerçeğe geri döndü.. Yolculan seyrerti bir süre. Sonra, kalktı, personel kapısından çıktı ve yoluna gitti. Kadımn aynlması ile ben de irkildim. Ardından cep telefonum çaldı. Işte sonunda aramışh... Kıraathanelerin düşünceye katkılan...'Tf ıraathaneler yüzyıla §C yakın bir süre A. JL. îstanbul ayduılan için kaçuıılmaz buluşma yeriydi. Edebiyatçılar, düşünürler, gazeteciler, yayıncılar ve onlara yalun olmak isteyen gençler, günün belli saatlerini Beyoğlu'nun, Tepebaşı'run, Babıâli'nin ve Divanyolu'nun kıraathanelerinde geçirirlerdi. Tepebaşı'na damgasuıı vuran KanuniesasiKıraathanesi ile özellikle 1930'lu, 19401ı yıllarda Istanbul'un tüm yazar ve kitapçüannın her gün bir araya geldiği, Ankara Caddesi'ndeki Meserret Kıraathanesi 20-25 yıl öncesine kadar ayakta kalmayı başarrruşlardı. Buralarda buluşan aydın kişiler, gazeteciler, yayıncılar, gazeteleri ve edebiyat dergilerini okur, birbirleriyle sohbet eder, tartışır, düşünce değiş tokuşu yaparlardı. Peyami Safa, Reşat Nuri, Saİâh Birsel, Sait Faik, Orhan Kemal, Fikret Otyam, Yaşar KemaL Meserret'in sürekli müşterilerindendi. Çağdaş bilginin üretildiği, düşüncenın geliştiği, düşünürün yetiştiği kıraathanelerin sosyokültürel işlevi kaçınılmazdı. Şimdi hiçbiri kalmadı. Ellili yıllardan başlayarak, insanlann iskambil oynayıp dedikodu yaptığı, vakit öldürdüğü, bağıra çağıra futbol maçı seyrettiği mahalle kahvelerinin sayısı artarken kıraathane kültürü giderek yok edildi! Kahvenin ne olduğunu bizden öğrenen Avrupa'da ise kıraathaneler giderek geliştirildi, korundu, acı dolu savaş yıllanndan sonra tekrar canlandınldı. Üç Orta Avrupa kenti Budapeşte, Viyana ve Prag'a uğrayanlar, eski monarşinin bu merkezlerinde kıraathanelerin eskisi gibi hâlâ yaşadığını görecektir. Keyfine düşkün insanlar, yazarlar, sanatçılar, işadamlan yine sabah kahvaltılannı, öğle yemeklerini, piyano müziği eşliğinde akşamüstü çaylannı burada alıyor. Yüksek tavanlı geniş salonlann rahat koltuklarına kurulup, iş görüşmeleri yapıyorlar, kitap okuyorlar, mektup yazıyorlar. Yan salonlarda bilardo oynanıyor. Budapeşte'de Gerbaud, Cafe Centrel, Viyana'da Cafe Mozart, Dehmel, Schwarzenberg, Central ne ise, Prag'da da Arco, Louvre, Slavia odur. Viyana'da Arthur Schnitzkr, Stefan Zvreig, Franz VV'erfel günlerinin önemli bölümünü kahvelerde geçirirdi. Stefan Zweig için gençliğinde saatler geçirdiğı, dostlan ile PRAC AHMETARPAD söyleştiği kent kahvehaneleri, bir "okuT olmuştu. Komünizmden kurtulduktan sonra yeniden açılan Prag kahvehanelerinde yaptığınız bir gezintide bu Moldau kentinde de bir Cafe Arco'nun, bir Cafe Louvre'un düşünce ve edebiyat dünyasını ne kadar etkilemiş olduğunu hissediyorsunuz. Hele Arco'nun melankolik loşlugunda hâlâ 1910'lu, 1920'li yıllan yaşıyorsunuz. Gözleriniz Franz Kafka'yı, Max Brod'u, Egon Kisch'ı, Franz VVerfel'i anyor. Orta Avrupa'nuı iki savaş arasuıdaki bu ünlü edebiyatçılan, sanki o anda kapıdan içeri girecekler... Kent merkezindeki geniş Narodnı Caddesi'nde yürüyüp, Moldau kıyısındaki Devlet Tiyatrosu'na doğru uzanırken Cafe Louvre'a uğramamak olmaz. Tarihi bir yapının birinci katındaki kahvehaneye çıkan geniş merdivenin yüksek duvarlan renkli mermer kaplı. Önce bir bilardo salonu, yanında bir lokanta, ön tarafta da dar ve uzun kahvehane. Tavan yüksek, pencereler de. Yer şarap kırmızısı. Sağ tarafta uzun büfe, solda, pencere kenannda beyaz örtülü masalar. Her şey eskisi gibi. 19O2'de kapılannı açan, özellikle iki savaş arasında üst sınıf Praglılann, filozoflann, akademisyenlerin, ünlü sanatçılann ve hali-vakti yerinde hanımlann da uğradığı Cafe Lou\Te, günümüzde geçmişi anımsahyor. Brod-Kafka ikilisinin de sık sık düzenlenen edebiyat toplantılanna katıldığı kahve, 1992'den bu yana yine eski şıklığına dönmüş. Narodni Caddesi'nde yolunuza devam edip, nehir kıyısına vardığınızda sağ köşede Cafe Slavia'nın geniş salonlan sizi davet ediyor. Nazik ve dikkatli garsonlann getirdiği içkinizi yudumlarken kocaman pencerelerden ağır ağır akan Moldau'yu, üzerinde dolaşan gezinti gemilerini, Karl Köprüsü'nü, karşı kıyının yemyeşil yamaçlannı ve kente hâkim kaleyi, dev St. Veit Katedrali'ni seyrediyorsunuz. Karşınızdaki tarihi tiyatronun küf yeşili çatısı renk değiştiriyor. Her yönden gelen kırmızı tramvaylar yine her yöne uzaklaşıyor, otomobiller Lejyonlar Köprüsü'nü dolduruyor. Barmaya hazırlanan güneş, Prag'ı altın rengine büründürüyor. www.ahmet-arpad.de Mayınlara hayırl Uluslararası Engeüiler örgütü. dün Paris'te kara mayınlannı protes- to etti. BastiDe Meydanı'nda düzenlenen eyleme kaüLan yüzlerce kişi, fiıiatüklan ayakkabdaria bir piramit oluşturdu. Binlerce ayakkabıdan oluşan piramit, kara mavınlan yüzünden ölen ya da sakat kalan insanlan simgeliyor. Uluslararası Engelliler ör- gütü, kara mayuüanuın bütün dünyada yasaklanması için yıllardır büyük çaba harcıyor. (Fotoğraf: REUTERS) Bizim okulda Rita oldu Meltem / ^ Ç\ Eylül Çarşamba gecesi saat J Ak 21.30'da ahşveriş için ^ \J markete giderken tenha olacağını düşünerek seviniyordum ama bir sürprizle karşılaştım. Market ahşılmadık şekilde doluydu; beni şaşırtan bir başka şey de suyun tamamen bitmiş olmasıydı. (Market dediğim 3 M'li Migros büyüklüğünde.) Perşembe günü durumu anladım. Rita kasurgası 5 şiddetindeydi ve yazuı yüzmeye gittiğimiz Galveston'a geliyordu. Teksas'ın en büyük şehri olan Houston'ı da vuracak olan Rita'nm etkisinin bizim okulda da görülmesi bekleniyordu. (Okulun bulunduğu College Station Houston'uı 150km. kuzeybatısında). Bu yüzden herkes hafta sonu için su ve yiyecek stoklamaya başlamıştı. Hatta iş arkadaşlanmın anlattıklanna göre insanlar, su ve konserve alabilmek için bayağı saldırgan olmuştu. Böyle bir durumda kalacağuıız asla aklınıza gelmiyor ve olanlan tam olarak ka\Tayabilmek için biraz zaman gerekiyor. Katrina'nın yarattığı felaket ve yol açtığı maddi zarar (ironik bir biçimde Irak savaşına giden paraya eşit!) daha belleklerde taze. Rita'nın vuracağı Te ksas'ın güneyinden ve hatta TEKSAS ADALET BARIŞGÜNERSEL Houston'dan insanlar kaçmaya başlamıştı bile. Bize Rita'nın etkisi olarak sadece (!) 1 şiddetinde bir fırtı na gelecekti. Bu da yoğun firtına, sel ve 120 km. hızla esen rüzgâr demek. 1 şiddetindeki fırtınalar ortalama 9 yıl da bir oluşabiliyor. Kategori 4, 77 yılda bir olabiliyor; Kategori 5 için ise bir ortalama yok. Bu da büyük ihtimalle üç-dört gün evde kapalı kahnak demek. Peki ya kalınan ev? Hele benim oturduğum ev gibi eski, ahşap evler ki zıplasan sallanıyor. Ya arabalar? Acaba üniversitede kütüphaneye mi sığınsak? Bu arada, haberlerde Houston'dan 2 milyona yakm insanın akın ettiğini görüyorum. Yüz binlerce kişi yollarda perişan. Yoğun benzin alınundan benzin tükendi... İnsanlar, arabalanna yükledikleri en değerli eşyalanyla yollarda kalıyor. Saatte 1 kilometre ilerleyebiliyorlar. Sonuçta arabayla 1 saat 15 dakikada gelinen yol 12 saatte kat edildi. Sadece üniversitemize sığınan kişi sayısı 8 binden fazlaydı. Bölgedeki tüm okul ve üniversiteler cuma günü tatil edildi. Çoğu öğrenci, ailesinin yanına kaçtı, yakınlarda oturanlar ailesinin kaçmasına yardımcı olmaya gitti. Arabalar korunsun diye üniversıtemizin pahalı otoparklan bedava açıldı, herkes arabasını oraya bıraktı. Cuma tekrar bir kaç markete gittim -hiçbir yerde suyok! O kadar tuhaftı ki boş raflann resimlerini çekenler vardı. Fakat neyse ki cuma günü Rita kategori 5'ten 4'e düştü. Cumartesi sabahına kadar kategori 1 'e inmiş ve rotası doğuya yönelmişti, yani bizden daha da uzaklaşmıştı. Galveston'un kuzeydoğusuna, New Orleans'ın batısına, ve Louisiana'nuı bazı bölgelerine yöneldi. Sonuçta College Station'da kalanlann korkusu boşunaydı... Cumartesi hava parçalı bulutlu ve sert rüzgârlıydı, sadece o kadar. Tabii her yer boştu, dükkânlar kapalı, herkes evde. Ne pazar ne de pazartesi bir damla yağmur yağdı, hatta aşın sıcak bir ha\a dalgası geldi ve ısıyı 43 dereceye çıkardı. Böyle bir maceradan sonra akılda kalan şey, Houston'dan kaçmaya çalışanlann hali. Trafığin yoğunluğuna rağmen bazı şeritlerin kapalı oluşu, doğru dürüst bir boşaltma planı olmayışı... Bütün bunlar nedeniyle hükümete eleştiri yağıyor. 11 Eylül'ün üzerinden tam 4 sene geçmiş ve korunma için binlerce dolar harcanmış olmasuıa rağmen önceden bilinen bir felaket karşısında Houston gibi bir metropolün durumu içler acısıydı. Demek ki bir şehirde ani bir terör saldınsı olsa, kim bilir "kurtulan" insanlann hali ne olur?! gunersel a hotmaiLcom Soros, Çin'in hangi kapısından sığar? 7 az ayına henüz girmeden medya köşelerinde gözüme çarpmıştı. Pekin'de "Gay ve Lezbiyen Film Festivali" varmış... Bildiğiniz üzere Çin hâlâ pek tanınmadığı için, buralarda acayip baskıcı bir rejim var sanılıyor. Bizim memleket ya da Almanya ya da ABD neyse, burası da öyle; farkı fark etmek zor! Ama, her ülkenin de kendi kurallan var. Mesela, ölüm cezası ABD de var Çin'de de!.. Beri yandan bu yazının içeriği Çin, ABD ya da gay ve lezbiyen de değil nitekim. Ama bir yerde "gay" ve "kzbiyen" varsa (sözüm meclisten dışan) "oralarda bir yerlerde Ban'nın parmağı vanhr" diye düşünmekte haksız mıydun? Şimdi bunu görelim: Bu fihn festivalini düzenleyenlerden biri olan bir "metroseksüel" hanımla buluştum. Bana festival hakkmda ve Çinli gay ve lezbiyenler hakkmda bilgi aktardı. Beni diğer bir organizatörle tanıştu-dı. O bir "gay" ıdi. Sorduğum sorular onu gerdi. Batı'dan (!) gelen bir gazeteciye ters davranamıyordu ama konumu itibanyla yiğitliğe de pek bir "şey" süremiyordu. Çünkü o artık "aşmış" biriydi ve "gay"lüc falan gibi konulan sonradan görmüş biri gibi görünen "ben" ile konuşmaktan haz almıyordu. Halbuki ben ona son derece insani davTamyordum. Nihayetinde stresli bir ruh haliyle beni yamtladı; yok hükümete (Çin hükümeti) karşıymış, yok toplum içerisinde baskı görmüşmüş ama şimdi kendisini kabul ettirmiş, falanlar filanlar. Söyledikleri bildik şeylerdi. Daha önce iki yıl yaptığım film festival organizasyonluğu deneyimimin bana öğrettiğı bir şey varsa, o da bu işlerin parasız olamayacağıydı ve bu karşımdaki bu tiplerde paranın "p"si bile yoktu. "Parayı nereden buldunuz" diye soruverdim. Parayı kendilerine veren kışiyle beni görüştürebileceğini, beni yakında arayabileceğini söyledi metroseksüel hanım. "Aman" dedim içimden "Soros çıkarburadan"... Telefonlar açıldı, randevular alındı vs. Sonunda son derece "insan" bir kişiyle buluştum. Gerçekten çok içten ve beyefendi biri. Yaşı 40'larda ama en fazla 32-33 gösteriyor. Kendisini anlattı: Babası ile zamanında kavga edermiş, babası komünistmiş ama o özgürlük düşkünüymüş. Söyledi, anlattı, sordum yamtladı. Nitekim gencin elinde bir de koz var, o da "Kültür Devrimi". Onu anlattı bana birkaç kere. Beri yandan şimdiki hükümet bile Kültür De\Tİmi'ni eleştü-diğinden ötürii, onun bana karşı sunduğu koltuğunun altuıdaki "Kültür Devrimi" ister istemez havada kalıyor. ABD'de (haliyle) okumuş. Burslar almış, gitmiş gelmiş, aynca hâlâ gidip geliyormuş. tngiltere, ABD onun için komşu kapısı... Kendi kurduğu sivil toplum kuruluşu, AIDS'ten giriş yapıyor olaya. AIDS'in gay ve lezbiyenlerle bağlantısı var (yani bana anlattığını özetleyerek veriyorum, yanlış anlamalara mahal ohnayalım). O nedenle başında olduğu sivil toplum kuruluşunun özel ilgi alanı; AIDS, gay ve lezbiyenler. Toplantılar, etkinlikler, vesaireler. "Ne yapsam da parayı nerden bulduğunu sorsam" diye düşünürken, daha henüz konuşmanm başmda bana kendiliğinden yumurtlayıverdi: Parayı George Soros'un vakfından alıyormuş. "Eh" dedim içimden. "bundan sonraki konuşnıalanmız geyiğe doğru gider artik." Siz de yazımın bundan sonrasını okumasanız da olur... Soros, bundan yıllar önce Çin'deydi. Tiananmen olaylanmn görühneyen baş kahramanı! Soros bakıyor ve o ara Çin'in gidişatını beğenmiyor. Kollan sıvayıp, dernegini Pekin'de kuruyor ve bir de hükümet karşıtı kişiyi başa geçiriyor. Neyse ki Çin Komünist Partisi farkma vanyor da Soros'u avenesi ile birlikte dehleyiveriyor Çin'den. Ama birkaç hafta sonra da bildik Tiananmen olaylan pathyor; tanklar vesaireler, ölenler kalanlar. -Tiananmen olaylan hâlâ dünya medyasının ana konulanndan biridir ve AB bu nedenle Çin'e silah ambargosu uygulamaktadır. Çin onca görüşmelere rağmen AB'nin koyduğu silah ambargosunu kaldıramadı. Nihayetinde Soros, tam teşekküllü olmasa da Çin'de bir nebze de olsa başanya ulaşmış oldu. Zaten Tiananmen olaylan Soros'un acemilik devrine denk gehnişti. Ustalık döneminde neler yaphklanm yakm dünya tarihinde gördünüz; Gürcistan, Ukrayna vs... Şimdi, gördüğünüz üzere Soros yıllar sonra yine Çin'de ve parmağını da sokmuş durumda, "gay"e "lezbiyen"e yardım ederek işinin başma tekrar geçmiş. Şimdi size "George Soros'un Çin'e tekrar döndüğünü dünya medyasında ilk olarak ben bu saürlaria söylemiş otdum" dersem bana inanır mısuıız? Inanmazsuuz! Ister üıanm ister inanmayın valla, Cumhuriyet gazetesinin şu pazar yazısının, şu Pekin makalesinin, şu son paragrafından dünyaya ilan edilir: George Soros Çin'de! "Orada koca AP'si, Reuters'i AFP'si varken bu bilgrye ulaşm bunu dünyaya geçmek sana mı düştü?" de diyebilirsiniz... "E, zaten onlar bunu neden geçsin ki" derim ben de, hatta biraz da ukalaca bır tarzda... Benimle kafa bulup "Aman da aman, Çin hükümetini de geçtin yani" demeyin; Çin hükümeti yoğun, kapılan pencereleri açmakla meşguller. Reuters'i falan da o kapı ve pencerelerin boyutuna bakıyor; "Büyük mü, küçük mü? Sağiam mı? tçeri girflmeye kaDalsa kaç kişi girer?" vs. vs... leventuhıcer(a hotmaiLcom PEKİN LEVENTULUÇER
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle