Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 8 OCAK 2005 CUMARTESİ
OLAYLAR VE GORUŞLER
AÇI
MUMTAZ SOYSAL
Türkçeler ve Öğretmenler
İNGİLİZCENİN ve evladı Amerikancanın yeryü-
zü egemenliği biliniyor ve ister istemez kabul gö-
rüyor. Nedenleri de acık: Hâlâ kalıntıları üzerinde
bile güneş batmayan Ingiliz imparatorluğu, Ame-
rika'nın şimdiki ağırhğı, yazılış, okunuş ve söyleniş
açısından belalı olduğu halde dilin kolaylığı, es-
nekliği falan.
Çeşitli nedenlerle Ispanyolcanın yaygınlığını da
anlatmak zor değildir.
Almancabile.Avrupa'dakinüfusuyla, bilimvetek-
nolojideki rolüyle direnmeye devam ediyor. Fran-
sızca için de bunlara benzer şeyler söylenebilir.
Ama, bu sonuncusuyla ilgili olarak söylenebile-
cek bir şey daha var: Fransız halkının tükenmez ulu-
salcılığıyla dil konusunu da sahiplenmesi ve asıl
önemlisi, eğitim sisteminde öğretmenlerin dil titiz-
liğine verdikleri önem.
Acaba Türkiye ve Türkçe bakımından da böy-
lemi?
Dilin bugünkü sefilliği, yalnız çarşıların tabelala-
rında değil, FM'li radyolarla özel televizyon kanal-
larının çoğunda gözleri ve kulakları rahatsız eder-
cesine, gelecek bakımından endişe verircesine hep
var.
En kötüsü de, yeni yetişen kuşakların Türkçesin-
de var.
Kabul edelim ki kabahatin büyüğü, gençlerde
değil, ortaöğretimde bile "Ingilizce eğitim"e geçen,
Ingilizce ders verip Ingilizce yönetilir fakülteler ve
üniversiteler açan, iki laf arasına ille Ingilizce söz-
cük sokuşturan, Türkçeyi geliştirelim derken yazım
ve vurgu kurallarının canına okuyan büyüklerdedir.
Kulak tırmalayan okunuş ve söyleyişlerde, uzat-
ma ve inceltme işaretlerini kaldırışın da payı yok mu?
Dilde vurgu yanlışları yapanlar arasında medyada-
ki habercilere ve program sunucularına da rastlan-
mıyor mu?
Asıl düşündürücü olan, dil deki sefilliğin ortaöğ-
retim sıralarından üniversite düzeyine aktarı-
lan öğrencilerde de artmakta oluşudur. Işte asıl o
noktada, ilköğretim okullarından başlayıp liselerin
son sınıflarına kadarki zincirde öğretmenlere dü-
şen sorumluluğun vurgulanması gerekiyor.
Her şeyden önce ve en çok da onlara yardımcı
olmak üzere, yazım kurallarında inceltme işareti-
nin ve uzatmaya yarayacak kısa düz çizgi biçimin-
de yeni bir uzatma işaretinin devreye sokulması zo-
runlu galiba. En azından, "hala, adet, hakim" gibi
okunuşa göre değişik anlamı olan sözcükler için.
Doğru olan, elbet, Arapça ve Farsça sözcükler ye-
rineTürkçelerinin kullanılmasıdırama, dildeki arıt-
ma tamamlanmadıkça hiç değilse kulakların te-
miz, beyinlerin berrak ve sözcük dağarcıklarının
zengin tutulması gerekmez mi?
Sonra, her fırsatta kısa yazılmış seçenekli soru
sorma kolaylığına kaçmaktansa, biraz da "kompo-
zisyon" ya da "tahrir" denen düz yazılı sınav kâ-
ğıdı okuma zahmetine katlanılsın ki, öğrencilerin "ka-
ra cümlesi" doğru olsun.
Birde, yazı: Biliyormusunuzki, üniversite öğren-
cilerinin büyük bölümü hâlâ kitap harfleriyle yaz-
makta. Bitişik yazmayı beceren çok az!
Herhalde, üniversite bunun da öğretileceği yer
olmamalı, değil mi?
İtalyan Kültür Merkezi ve UNICEF
Istanbul Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü işbirliğiyle
gelirinin tamamı Güneydoğu Asya'da
meydana gelen doğal afetten etkilenen
halklara iletilmek üzere düzenlenen
KONSER'e
sizleri davet ederter
Bebekler bekleyemezler
Çaramba, 12 Ocak 2005 Saat 19.00
Tiyatro Salonu
Minumum bağış miktarı 20 YTL
R.S.V.P. / L.C.V.
İtalyan Kültür Merkezi
Meşrutiyet Cad. 161 Tepebaşı
Tel: 0 212 293 98 48, Faks: 0 212 251 07 48
e-mail: segreteria('< iicist.org.tr
17 Aralık ve Sonrası
Biz diplomat değiliz. Diplomasinin nasıl işlediğini de bilmeyiz, ama
dediğim gibi bir yalın yurttaş olarak ya da yalın yurttaşın sesi olarak
güncelde, diplomatlarımızın niçin böyle bir yanılgıyla diplomasi atağında
hazırlıksız yakalanmış olduklarını ve yazılı, görsel mcdyada ya da parti
başkan yardımcılığı görcvinde iş tutmuş olan emekli diplomatlarımızın
bugün önerdikleri çözüm yollarını niçin görevdeyken üretmedikleri ve bu
kadar akıl verir olamadıklarını sormak geliyor içimizden.
Prof. Necdet ADABAĞ DTCF Dekam
G
eçenlerde bu sütunlarda ya-
yımlanan yazımız (18 Aralık
2004) gerçekte AB'nin de-
ğil, bizim AB'den istedikleri-
miz ya da AB'ye girebilmek
için yapmamız gerekenleri özetleyen, ama
buaradayine AB'nin beklentilerinin bizim
açımızdan ne olduğu yönünde yorumlardı.
Yazıyı tersinden okumak gerckiyordu. Bi-
zim AB'den istemlerimiz bağlamında yoğıın-
laşan ve koşulsuz olarak bizi aralanna al-
malarını beklediğimiz yönünde bir yazıy-
dı. Ancak bu arada Avrupalıya uyum açı-
sından kendimize çekidüzen vermemiz ge-
rektiğine ilişkin üstümüze düşeni yapmamı-
zın da yerinde olacağı konusunda bir anım-
satmaydı. Çünkü Avrupalı bizi kendisi gi-
bi görmek istiyor ve kendisi gibi olalım is-
tiyor. 17 Aralık tartışmalannın salt Kıbrıs
sorununa dayalı olduğunun savunulamaya-
cağını; yalnızca Kıbrıs sorunıı açısından
baktığımızda, bakış açıları farklıhğından
doğan fikir ayrılığında da Avrupalının hak-
lı olduğunu düşünüyonım. Sanıyorum, Av-
rupalı bu konuda iki şeyde haklılık taşıyor:
îlki, niçin biz Türklerin bu sorunu otuz beş
yıl boyunca çözmediğimiz ya da çözmek için
yeterince çaba göstermediğimiz, haklıhğı-
mızı tüm dünya kamuoyuna sergileyemedi-
ğimiz ve tüm kozları Yunanlıların ve Kıb-
nslı Rumların eline verdikten sonra sorunu
çözmeye kalktığımız; ikincisi de aileden
biriyle olan anlaşmazlığımıza ve aramız-
daki tartışmaya karşın niçin müzakere tari-
hi almak için Brüksel'e gittiğimizdir. Kıb-
rıs konusu Avrupa'da o kadar çok işlenmiş-
tir ki -doğal olarak bunu işleyen de çoğun-
lukla Yunanlılar ve Rumlardır- sokaktaki
adam bile bu sorun çözümlenmeden Tür-
kiye'nin AB üyesi olma şansının olmadığı-
nı söyleyebilmektedir. Sanıyorum, Avru-
palının anlayamadığı bu yaklaşımımızdır
ve bu yaklaşım da anlayış farklıhğından
doğmaktadır.
17 Aralık'tan önce çeşitli Avrupalı yetki-
li ağızlardan Kıbns sorununun müzakere ta-
rihi için sorun yaratmayacağı yönünde de-
meçler okuduğumuzu dile getirenlerinizi
duyar gibiyim. Medya kanalıyla ulaşan bu
haberlere, biz yalın yurttaşlann inanması do-
ğal sayılabilir, ama bu işi orada müzakere
edecek ve kotaracak olan diplomatların
inanması kadar inanılmaz bir şey olamaz.
Diyelim ki onlar da inanmadı. O zaman ni-
çin haklı gerekçelerimizi içeren dosyalarla
Brüksel'e gidilmedi, uzun uzun tartışmala-
ra kapı açıldı ve ulus olarak sinir harbi ya-
şamımıza neden olundu. Avrupalının gör-
mek istediği, kendimizi her engel karşısın-
da elimizdeki en etkın gerekçelerle tüm
hakhhğımızı dile getırerek savunmaktır.
Çünkü Avrupalı öyledir. Hem günlük yaşa-
mında hem de ülkesel sorunlarında, özel-
likle haklı davalannda kendini savunacak ge-
rekçelerini bulmakta gecikmez. Kıvraktır ve
hazırlıkhdır. Bu da sanıyorum, eğitim ve
öğretim dizgesıne ve bılgi birikimine bağ-
lı olarak yetkin muhakeme becerisine da-
yalıdır. Oysa bizi savunan BM Genel Sek-
rcteri Annan oldu. Annan, "Busorununçö-
zülnıüş olıııasıııı beklcrdik. Kıbns'ın AB'ye
bir bütün olarak girmesini isterdik" demiş.
Burada dolaylı yoldan Kıbrıs Rumlarına bir
eleştiri olduğu açıktır. Bu eleştiriyle Rum-
ların bu konuda işi tavsattıklarını ve ileride
zorluk çıkarmada ısrarh olacağını bildıği-
ni anıştırmak istemiştir.
Biz diplomat değiliz. Diplmasinin nasıl
işlediğini de bilmeyiz, ama dediğim gibi
bir yalın yurttaş olarak ya da yalın yurtta-
şın sesi olarak güncelde, diplomatlarımızın
niçin böyle bir yanılgıyla diplomasi atağın-
da hazırlıksız yakalanmış olduklarını ve ya-
zılı, görsel medyada ya da parti başkan yar-
dımcılığı görevinde iş tutmuş olan emekli
diplomatlarımızın bugün önerdikleri çö-
züm yollarını niçin görevdeyken üretme-
dikleri ve bu kadar akıl verir olamadıkları-
nı sormak geliyor içimizden. Ömürlerini
Amerika'da ya da Avrupa'da görev yaparak
geçirmiş olan bu değerh diplomatlarımı-
zın, niçin ülkemizin temel sorunlarına ve Av-
rupalının, deyim yerindeyse, ağzında sakız
yaptığı, sözde Ermeni soykırımı ya da Kıb-
ns sorunu ya da başka başka sorunlarına iliş-
kin yeterince savaşım vermediği; iktidarla-
ra yol göstermediği sorusunu sormanın hak-
kımız olduğunu düşünüyorum. Ayrıca bu-
nun tersini söylemek ve savunmak gibi bir
lükslerinin olmadığını da söylemek istiyo-
rum. Atalarımız "Görünen köy kılavuz is-
temez" demişler. Eğer dedikleri gibi zama-
nında yeterince uğraş verilmiş olsa ve çö-
züm yolları aranmış olsa idi temel sorun-
lardan biri, Kıbrıs sorunu, örneğin, çözüm-
lenmiş olacak ve 17 Aralık'ta böyle bir so-
runla karşı karşıya kalınmayacaktı. Acaba
işleri sürüncemede bırakmak gibi bir alış-
kanhğımız mı var, yoksa biz nabız tutma-
sını mı bılmıyoruz!
Bıtmedı. 196O'lı yıllardan başlayarak Av-
rupa'ya aş ve iş için gönderdiğimiz yurttaş-
larımızın Avrupa'da bırakmış olduklan im-
ge de çok önem taşımaktadır. Avrupahyı
yanımıza çekebilmek açısından. Insanları-
mızın oralarda yaratmış olduklan hava, edin-
miş olduklan çevre ve insansal ilişkileri de
çok düşünmek gerek. Bu konuda da üstü-
müze düşeni yapamadık diyorum. Bugün Av-
rupa sokaklarında takkeli, sarıklı, entarili,
çarşaflı, türbanlı insanlarımız dolaşıyor ve
sabahtan akşama kadar Türkiye ile yatıyor
ve Türkiye ile kalkıyor, çevresine bakıp bir
şeyler edinmiyor, bilgıler toplayamıyor ve
yaşam biçimlerini, davranış biçimlerini uy-
garlaştırmaya dönük girişimlerle süsleyemi-
yor ve bir Avrupalı olmak sevdasını içlerin-
de taşıyamıyor ve çağdaş ınsan olma bilin-
cine erişemiyorsa, bunda, kendileri kadar,
insanlarımızı oralarda yalnız bırakmış olan
bizlerin ve onları yakından izlemeyen ve ya-
şam biçimlerini not etmeyen, çözüm arama-
yan diplomatlarımızın da günahı vardır, di-
yorum. Yarı ömrünü dışarıda geçirmiş olan
bir diplomat eşi, yeniden, eşine, yurtdışın-
da eşlik edebilmek için yetkili kişiden izin
istemeye gittiğinde, Batı'da Türk imgesi-
nin nasıl olduğunu biliyorsunuz, izin verin
de gideyim düzelteyim, demiş. Ben bunu
duyduğumda çok gülmüştüm.
Bir ülke düşünün kı yalnızca Almanya'da
iki üç milyon yurttaşı olsun, ama 17 Aralık
günü, sanki kendisiyle ilgili bir şey değil-
miş gibi, her zamanki nemelazımcıhğı için-
de, o zor saatlerde sesi çıkmamış olsun ve
meydanı bir avuç Ermenıye bırakmış ol-
sun... Bir başka toplum olsaydı kendi hak-
lıhğını öne çıkarmak için yeri göğü inletir-
di... Tarikat, loca, kulüp, klan, çete vd. bağ-
lamında kolayca örgütlenebilen toplumumuz,
böylesıne ulusal davalarda niçin bir araya
gelmesini bilemez ki!.. Aklımdan şeytanın
avukathğını yapmak geçıyor: Yoksa Avru-
palı Türkler, Türkiye'nin AB'ye girmesini
ıstemıyorlar mı? Bir kere olsun doğru ola-
nı onlar da düşünsün... Ancak onlara yön ve-
recck olan genç iktidarlardır, sivil ve demok-
ratik kitle örgütleridir. Kısacası devletin si-
yasasıdır. Bu siyasa Kıbrıs sorununu kesin-
İikle çözmek zorundadır. Çözmediğı takdir-
de asıl o zaman Kıbns gidecektir. Tüm Kıb-
rıslı gençler, bir yabancı diplomat arkada-
şımın dediği gibi, Rum pasaportu almak
için hazır bekliyorlar. Bunun somut örneği
var elimizde. Ancak sorunu otuz beş yılda
çözemeyen devletin siyasası, on ayda mı
çözecek diyenler var... Ama, ben de bizim-
kiler, masadan kalksalardı, altı ay sonra Av-
rupalılar bizi geri çağırırlardı ve sorun da
ödünsüz kendiliğinden çözümlenmiş olur-
du diye içimden geçirmiştim 17 Aralık'ı
televizyondan izlerken. Benimki yalnızca bir
duyguydu o zaman, şimdi de öyle...
Yazı Yazmak, Yılmamak...
Bkışlı olarak sıra-
dan bir kamu gö-
revlisiydi. Ancak onda
Atatürk-lnönü sevgisi öy-
lesine yerleşmişti ki,
CHP'li olması kaçınılmaz
bir sonuçtu. Bu bakımdan
eve arada sırada gazete
getirdiğinde, bunlar ya
Cumhuriyet ya da Ulus
olurdu. 2 Mayıs 1954 se-
çimlerinin ardından eve
Cumhuriyet geldiğini ve
gazetenin başlığında De-
mokrat Parti'nin büyük
kitap-lık yenilendi!
Mine Söfiiıt hayatınt ve
yazı dünyasını «nlattı
RÜiQ*r GÜIÜ
Todorpv ve Nançy
Huston'ta (stanbul'u
Glmlılk
HulKI Aktunç'un
Ayvalık Giinhiflu
Babll Kulesi
Alain Robbe-GrlHet'nİn
slhema
ÖykÜ Atölyeıl
kitap-lık 79, 1 U s.ıykı, 4 YTL
Aylık edebiyat dergisi kitap-lık, yenilenen kapağı ve içeriğiyle
yine kifaplığınızm vazgeçjlrnezleri arasında.
Kapağı, logosıı, kâğıdr vc sayfa düzeni değişen dergi, edebiyat
yelpazesini de genişletip daha zengin bir içerik
ve farklı itnzalarla giriyor 12. yılına.
Bu sayıda, dosya konusu: Edebiyatta Kara Mizah.
Mine Söğüt hayatım ve yazı dünyasını anlattı.
Todorov vc Nancy Huston'Ia îstanbul'u gezdik.
Hulki Aktunç'un Ayvalık Günlüğü ilk kez açıldı...
Yeni köşeler, konular, imzalar.
Bunlar ve daha fa/lası yenilenen kitap-lık'ta...
Ralmiİ KUMAŞ Eski Parlamenter
abam ilkokul çı- çoğunlukla seçimi kazan-
dığuıı yazdığını gün gibi
anımsıyorum. O zaman
10 yaşındaydım. Daha
sonra bu anımsayışımı,
TBMM'de ilgili Cumhu-
riyet gazetesine bakarak
doğrulama olanağını bul-
dum. Demek ki Cumhu-
riyet'i tanıyalı tam 50 yıl
oldu.
Ne zamanki 1960-1961
öğretim yılı için Ankara
Yüksek Oğretmen Okulu
Hazırlık Sınıfı'nda (lise
son sınıfa karşılık gelmek-
teydi) okumak üzere An-
kara'ya gittim, o zaman-
dan bu yana Cumhuriyet'i
sürekli okuroldum. Çün-
kü bu okulun öğrenci ofıır-
mayeri'ne (lokaline) her
gün iki gazete alınıyordu:
Cumhuriyet ve Ulus. Or-
da kazandığım her gün
gazete, daha doğrusu
Cumhuriyet okuma alış-
kanlığmı siirdürmek yaşa-
mım için doğal bir du-
rumdu. Bu arada Cumhu-
riyet 'in ikinci sayfasında
Tartışma adında bir köşe
açıldı. Burada birelin par-
mak sayısınca "tartış-
mam" yayımlandı. Yazma
isteğimi böyle karşılama-
ya başladım. 1965-1966
öğretim yılı için Trabzon
Lisesi'ne matematik-ast-
ronomi öğretmeni olarak
atanınca yeni bir kimli-
ğimoldu: Lise öğretmeni.
Buna güvenerek Cumhıı-
riyet'in ikinci sayfasında
basılması için bir yazı yaz-
dım. Yazının başlığını hıç
unutmadım: "Okullar Açı-
lırken: Öğrencilikten Öğ-
retmenliğe" Bu yazı Cum-
huriyet'te yayımlanmadı.
Bu arada Ulus, Demokrat
İzmir, Ege Ekspres, Banş,
Yeni Ortam ve Vatan ga-
zetelerinde yazılanmı çı-
kanyorken arada sırada
Cumhuriyet'i de yoklu-
yordum. Yine de bir tür-
lü ikinci sayfada yazı çı-
karamıyordum.
Baktım böyle olmaya-
cak, yeni bir durum yarat-
malıyım diye düşündüm:
Bunun için 1975 yılı seç-
men yazımı sırasında
Of ta muhtar Miktad Sa-
ral'm kızı Fatma Saral'ı
18 yaşını bitirmiş, 21 ya-
şını bitirmemiş olarak seç-
men yazdırdık. Sonra da
cumhuriyet savcılığına
hakkında suç duyurusu
yaptık. Bu genç kıza 298
sayılı Seçimlerin Temel
Hükümleri ve Seçmen Kü-
tükleri Hakkında Yasa'nııı
143. maddesine göre ka-
mu davası açıldı. Burada
sanık kızın savunuculu-
ğuııu üstlenip seçmen ya-
şının 21 olmasının 1961
Anayasasf na aykın oldu-
ğu yönünde sekiz sayfa-
lık gerekçe sundıım. Ka-
bul edildi. Sorun öncelik-
li olarak Anayasa Mah-
kemesi'ne taşındı. Bunu
başarmanın mutluluğuy-
la bu ceza dosyasından
bir yazı dizısi yapıp ts-
tanbul'a vardım. Gerçek-
te Tekin Yayuıevi'nde Yağ-
malar Ülkesi Türkiye baş-
lıklı kıtabımı çıkarmak
için Istanbul'a gidecek-
tim. Bu benim Istanbul'a
ikinci gıdişimdi. (İlk lstan-
bul'u görüşüm 1963 yılın-
daydı. Yüksek Oğretmen
Okulu bizlen, giderleri de
kendileri karşılamak üze-
re bir Batı Anadolu gezi-
sine çıkardı). Hemen
Cumhuriyet'e gittim. Ora-
da SamiKaraören'e gön-
derildim. Kendisini ilk kez
görüyordum. Beni sıcak
karşıladı. Ama elimdekı
kâğıtlara bakarak "Siz
bunlardan üç sayfalık ya-
zı çıkanp gönderin" dedi.
Ben de Trabzon'a dönün-
ce bunu yaptım ve kendi-
sine gönderdim. "18 Ya-
şın Kazandırmadığı'' baş-
hklı yazım 10 Eylül 1975
günü ikinci sayfada çıktı.
Ne denli sevindiğimi kes-
tirebilirsiniz. Çünkü 10
yıllık uğraş sonuç verdi
ve ben Cumhuriyet'in
ikinci sayfasına gırdim.
O sıralar bu çok önemliy-
di ki beni telefonla, telle,
mektupla kutlayanlar ol-
du. Işte şimdi 30 yıldırbu
sayfada yazı çıkarmaya
çalışıyorum. Çünkü bu
sayfada çıkan her yazı bir
ilktir sanki.
Bu arada Trabzon'dan
1973 yılında yaptığım
milletvekili adaylığı so-
nuç vermedi, ama 1977
yılında başanlı oldu. Açık-
çası 4 yıl çalışarak mil-
letvekili oldum, ama 10 yıl
çalışarak Cumhuriyet'in
ikinci sayfasına gırebil-
dim. Yeri gelmişken söy-
leyeyim; 14yıluğraşarak
da Türk Dil Kurunıu üye-
si olabildiın.
Bakanlann yargılanma-
ları konusu incelenme-
miş, belirsiz bir konu ol-
duğundan, milletvekili
iken bunu araştırdım. tk-
tidardan Yüce Divana
adında kıtap yaptım. Bu
ikinci kitabımdı.
Sonra 12 Eylül yıkımı
geldi. Kenan Evren'inya-
kışıksız bir dille parla-
mentere ve parlamento-
ya, daha doğrusu politika-
cılara saldınlan üzenne
12 Eylüle Reddiye diye bir
kitap çıkarmayı düşün-
düm. Ancak 12 Eylül ya-
salan ağır biçımde uygu-
landığından adını Parla-
mentonun Boyutları koy-
dum.
Bu kitabın Çağdaş Ya-
yınlan'ndan basılmasında,
yazılarımın basımında il-
gısini gördüğüm ve son-
radan kendisine Sami
Ağabey dediğim Sayın
Karaören'in özel desteği-
ni gördüm. Bu arada, özel-
likle, ağabey olarak ka-
bul ettiğim Sayın Oktay
Akbal'ın köşesinden, ara-
da bir yaptığı katkılarını
gönül borcuyla anmak is-
terim. Hele onun 1 Mayıs
1977 önseçimleri öncesi
"Listelere Bakarkcn..."
başlıklı yazısında örnek
olsun diye sıraladığı iki
elin parnıak sayısınca ad-
lar arasında Rahmi Ku-
maş'ın da geçmesinin,
Trabzon'da bana getirdi-
ği onuru hiç unutamam.
Turgut Ozal, iktidara
geldiğinde bir "değişim"
söylencesi tutlurunca,
"BenDeğişmedim" adın-
da Çağdaş Yayuılan'ndan,
ikinci yayınımı çıkardım.
Bu arada, ülkenin önem-
li devlet adamlarından
olan HasanSaka'yı ince-
lemeye aldım. Çünkü bu
kişi Karadeniz'den çıkan
ilkbaşbakandı. "Onuncu
Başbakan Hasan Saka"
adıyla beşinci kitabımı çı-
kardım.
Daha sonra CHP'ye
karşı gönül borcumu ye-
rine getirebilmek için bu
partiyi kurultaylar boyu-
tundabelgeselledim. Onu
da Çağdaş Yayuılan'ndan
"CHP'nin Söyağacı" adıy-
la çıkardım. Şimdi de "Ta-
rih Mahkemesi" adıyla
yedincı kitabımı çıkarma-
ya çalışıyorum. 30 yıl bo-
yunca Cumhuriyet'e sağ-
lam içerikli yazılar taşıma-
ya çalıştım. Tıpkı Yu-
nus'un Tapduk Emre'ye
40 yıl düzgün odun taşı-
ması gibi. Aydınhk Ata-
türk Türkiyesi'nin sön-
mez bir ışık kaynağı olan
Cumhuriyet'e bu katkıla-
nmı olanak bulduğumca
sürdürmek temel yakla-
şımım olacaktır.
PENCERE
Fethullahçılığın
Tam Zamanıdır..
Doğru dürüst bir Müslüman, Allah'la kendisi
arasında komisyoncu kabul etmez...
Komisyoncu kimdir?
Tarikat başıdır..
Cemaat reisidir..
Şeyhtir..
Oysa zavallı ülkemizin pek bereketli din piyasa-
sında komisyoncudan geçilmiyor, bunların en meş-
huru Fethullah Gülen, Amerika'yaserdiği postu-
nun üstünde politika yapıyor.
Nakşibendi tarikatının Said Nursi dalının dalla-
masında bir cemaat reisı...
Amerika'nın BOP'unda Türkiye için öngördüğü
"llımlı Islam Devleti" modelinin konu mankeni ola-
rak Anadolu'da yeniden piste çıkacağı günü bek-
liyor.
•
Peki, uçağı ne zaman kalkacak?..
Hazırlıklar başladı..
"Hoca Efendi"y\ medya neden birdenbire dili-
ne doladı, gazetelerden birı eline alıyor Hazreti, öte-
ki bırakıyor, her ne hikmetse "laikbasın"da birden-
bire Fethullah merakı başladı, AKP iktidarının yü-
züsuyu hürmetine Said Nursi'nin çırağı şişirildik-
çe şişiriliyor...
Atılan manşetlere bakarsan Fethullah Ameri-
ka'dan Türkiye'ye geldiği zaman havaalanında
kendisini yüz bin kişi karşılayacakmış...
Neyüz bini?..
Beş yüz bin azgelir...
Iran'dan uzakta, yıllarca Fransa'da yaşayan Hu-
meyni'yi, Paris'ten Tahran'a geldiğinde kaç kişi kar-
şılamıştı?..
Unuttum...
•
'llımlı Islam Devleti Modeli'nin ülkemizde 'ikti-
darı' kuruldu...
Şimdi 'devleti' kurulacak..
'Başkanlık sistemi' yoklaması bunun anayasal
ayağı..
Kütüğe kayıtlı seçmenin yüzde 25'inin, seçime
katılan seçmenlerin yüzde 34'ünün oylarıyla Mec-
lis'te yüzde 65 çoğunluk kazanan AKP anayasa-
ya uyacağına, anayasayı kendine uydurmak isti-
yor.
Medyada Fethullahçılığın tam zamanıdır..
Hazret, Papa'yla tokalaşıp Patrik'le kucaklaştık-
tan sonra Amerika'daki postuna yerleşmişti...
Şimdi Humeyni gibi dönüş zamanını bekliyor...
Ama, Humeyni radikaldi..
Bizimki ılımlı!..
•
Peki, Türkiye'de Islam neden tarikatçılığa, ce-
maatçiliğe, şeyhliğe, mollalığa sardı?..
Ne keramet var bu işte?..
Keramet yok..
Para var para!..
Yeni kuruşla, eski lirayla, yeşil dolarla, Avrupalı
öro ile ölçülemeyecek çapta çıkar yumaklannın kör-
düğümünde örgütlenen Fethullahçı cemaati için
din iman fasarya, gösteriş, pazarlama aracı, tez-
gâh!..
Hele ılımlı Islam iktidarı devletleşsin, tümünün
başı göğe erecek...
SIS ÇANI snııuı
DEMİRTAS CEYHUN IIII
ıııı dediği
EDEBIYATIMI GERİ
İSTİYORUM r
DÖRTYOL ASLİYE HUKUK
MAHKEMESİ'NDEN
2003/320 Esas
Davacı Nevın Satin taranndan, davalı Hamdi Satin
aleyhine açılan boşanma davasının mahkememizde
yapılan duruşmaları sonıında;
Mahkememızın 10.12.2004 tarıh ve 2004/777 sayı-
lı kararı ile davanın kabulü ile Hatay ıli Dörtyol ilçesi
Kuzuculu köyünde hane 123'te nüfusa kayıtlı Osnıaıı
ve Meryem'den olma 1973 doğumlu Nevın Satin ile
aynı yerde kayıtlı Şiikrü ve Ayşe'den olma 1970 do-
ğumlu Hamdı Satın'in boşanmalarına karar verilmiş-
tir. Dörtyol ılçesi Kuzuculu kasabası Cumhuriyet Ma-
hallesi'nde ıkamet ettiği bıldırilen davalı Hamdi Sa-
tin'e mahkememiz kararı ilanen tebliğ olunur.
Basın:419
TC
YILDIZELİ ASLİYE HLJKUK
MAHKEMESİ'NDEN
Esas No: 2003/212 Karar No: 2004/322
Davacı Suzan Candan tarafından davalı Metin Can-
daıı aleyhine açılan boşanma davasının yapılan açık
duruşması sonunda aşağıdakı şekilde karar verilmıştir.
1. Sıvas ilı Yıldızelı ilçesı Direklı köyü Cılt No: 47,
Hane No: 18 BSN: 119'da nüfusa kayıtlı Ömer ve
Kıymet kızı, 30.06 1975 doğumlu Suzan Candan ile
yine aynı yer aynı hanede BSN. 44'te nüfusa kayıtlı
Turan ve Şerıfe oğlu, 23.08.1968 doğumlu Metin
Candan'ın TMK'nuıı 166/1 maddesı uyannca boşan-
malanna,
2. Karar ve ılam harcı 10 100.000 TL'den aşağı ola-
mayacağından peşın alınan 8.000.000 TL'nın mahsu-
bu ile eksik olan 2.100.000 TL. harcın davacıdan alın-
masına,
3. Davacının maddı, manevi tazminat, nafaka ve
yarglama gıderi talebı bulunmadığından bu konuda
karar verilmesine yer olmadığına,
4. Karar kesınleştığınde 2 suret kararın ilgili nüfus
müdürlüğüne gönderılmesine,
dair davacının yüzünde, davalının yokluğunda tem-
yiz yolu açık olmak üzere verılen karar açıkça okundu
usulen anlatıldı. 27.10.2004.
Davalınuı Metin Candan'ın adresi tespit edilemedi-
ğınden davalı Metin Candan'a tebligat yerine geçerli
olmak üzere ilanen teblığine, tebliğ tarihinden ıtibaren
15 gün içerisinde yasal yola başvıırulmadığı takdirde
hükmün kesınleşeceği ilanen tebliğ olunur.
28.12.2004. Basın:434