22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 8 OCAK 2005 CUMARTESİ OLAYLAR VE GORUŞLER AÇI MUMTAZ SOYSAL Türkçeler ve Öğretmenler İNGİLİZCENİN ve evladı Amerikancanın yeryü- zü egemenliği biliniyor ve ister istemez kabul gö- rüyor. Nedenleri de acık: Hâlâ kalıntıları üzerinde bile güneş batmayan Ingiliz imparatorluğu, Ame- rika'nın şimdiki ağırhğı, yazılış, okunuş ve söyleniş açısından belalı olduğu halde dilin kolaylığı, es- nekliği falan. Çeşitli nedenlerle Ispanyolcanın yaygınlığını da anlatmak zor değildir. Almancabile.Avrupa'dakinüfusuyla, bilimvetek- nolojideki rolüyle direnmeye devam ediyor. Fran- sızca için de bunlara benzer şeyler söylenebilir. Ama, bu sonuncusuyla ilgili olarak söylenebile- cek bir şey daha var: Fransız halkının tükenmez ulu- salcılığıyla dil konusunu da sahiplenmesi ve asıl önemlisi, eğitim sisteminde öğretmenlerin dil titiz- liğine verdikleri önem. Acaba Türkiye ve Türkçe bakımından da böy- lemi? Dilin bugünkü sefilliği, yalnız çarşıların tabelala- rında değil, FM'li radyolarla özel televizyon kanal- larının çoğunda gözleri ve kulakları rahatsız eder- cesine, gelecek bakımından endişe verircesine hep var. En kötüsü de, yeni yetişen kuşakların Türkçesin- de var. Kabul edelim ki kabahatin büyüğü, gençlerde değil, ortaöğretimde bile "Ingilizce eğitim"e geçen, Ingilizce ders verip Ingilizce yönetilir fakülteler ve üniversiteler açan, iki laf arasına ille Ingilizce söz- cük sokuşturan, Türkçeyi geliştirelim derken yazım ve vurgu kurallarının canına okuyan büyüklerdedir. Kulak tırmalayan okunuş ve söyleyişlerde, uzat- ma ve inceltme işaretlerini kaldırışın da payı yok mu? Dilde vurgu yanlışları yapanlar arasında medyada- ki habercilere ve program sunucularına da rastlan- mıyor mu? Asıl düşündürücü olan, dil deki sefilliğin ortaöğ- retim sıralarından üniversite düzeyine aktarı- lan öğrencilerde de artmakta oluşudur. Işte asıl o noktada, ilköğretim okullarından başlayıp liselerin son sınıflarına kadarki zincirde öğretmenlere dü- şen sorumluluğun vurgulanması gerekiyor. Her şeyden önce ve en çok da onlara yardımcı olmak üzere, yazım kurallarında inceltme işareti- nin ve uzatmaya yarayacak kısa düz çizgi biçimin- de yeni bir uzatma işaretinin devreye sokulması zo- runlu galiba. En azından, "hala, adet, hakim" gibi okunuşa göre değişik anlamı olan sözcükler için. Doğru olan, elbet, Arapça ve Farsça sözcükler ye- rineTürkçelerinin kullanılmasıdırama, dildeki arıt- ma tamamlanmadıkça hiç değilse kulakların te- miz, beyinlerin berrak ve sözcük dağarcıklarının zengin tutulması gerekmez mi? Sonra, her fırsatta kısa yazılmış seçenekli soru sorma kolaylığına kaçmaktansa, biraz da "kompo- zisyon" ya da "tahrir" denen düz yazılı sınav kâ- ğıdı okuma zahmetine katlanılsın ki, öğrencilerin "ka- ra cümlesi" doğru olsun. Birde, yazı: Biliyormusunuzki, üniversite öğren- cilerinin büyük bölümü hâlâ kitap harfleriyle yaz- makta. Bitişik yazmayı beceren çok az! Herhalde, üniversite bunun da öğretileceği yer olmamalı, değil mi? İtalyan Kültür Merkezi ve UNICEF Istanbul Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü işbirliğiyle gelirinin tamamı Güneydoğu Asya'da meydana gelen doğal afetten etkilenen halklara iletilmek üzere düzenlenen KONSER'e sizleri davet ederter Bebekler bekleyemezler Çaramba, 12 Ocak 2005 Saat 19.00 Tiyatro Salonu Minumum bağış miktarı 20 YTL R.S.V.P. / L.C.V. İtalyan Kültür Merkezi Meşrutiyet Cad. 161 Tepebaşı Tel: 0 212 293 98 48, Faks: 0 212 251 07 48 e-mail: segreteria('< iicist.org.tr 17 Aralık ve Sonrası Biz diplomat değiliz. Diplomasinin nasıl işlediğini de bilmeyiz, ama dediğim gibi bir yalın yurttaş olarak ya da yalın yurttaşın sesi olarak güncelde, diplomatlarımızın niçin böyle bir yanılgıyla diplomasi atağında hazırlıksız yakalanmış olduklarını ve yazılı, görsel mcdyada ya da parti başkan yardımcılığı görcvinde iş tutmuş olan emekli diplomatlarımızın bugün önerdikleri çözüm yollarını niçin görevdeyken üretmedikleri ve bu kadar akıl verir olamadıklarını sormak geliyor içimizden. Prof. Necdet ADABAĞ DTCF Dekam G eçenlerde bu sütunlarda ya- yımlanan yazımız (18 Aralık 2004) gerçekte AB'nin de- ğil, bizim AB'den istedikleri- miz ya da AB'ye girebilmek için yapmamız gerekenleri özetleyen, ama buaradayine AB'nin beklentilerinin bizim açımızdan ne olduğu yönünde yorumlardı. Yazıyı tersinden okumak gerckiyordu. Bi- zim AB'den istemlerimiz bağlamında yoğıın- laşan ve koşulsuz olarak bizi aralanna al- malarını beklediğimiz yönünde bir yazıy- dı. Ancak bu arada Avrupalıya uyum açı- sından kendimize çekidüzen vermemiz ge- rektiğine ilişkin üstümüze düşeni yapmamı- zın da yerinde olacağı konusunda bir anım- satmaydı. Çünkü Avrupalı bizi kendisi gi- bi görmek istiyor ve kendisi gibi olalım is- tiyor. 17 Aralık tartışmalannın salt Kıbrıs sorununa dayalı olduğunun savunulamaya- cağını; yalnızca Kıbrıs sorunıı açısından baktığımızda, bakış açıları farklıhğından doğan fikir ayrılığında da Avrupalının hak- lı olduğunu düşünüyonım. Sanıyorum, Av- rupalı bu konuda iki şeyde haklılık taşıyor: îlki, niçin biz Türklerin bu sorunu otuz beş yıl boyunca çözmediğimiz ya da çözmek için yeterince çaba göstermediğimiz, haklıhğı- mızı tüm dünya kamuoyuna sergileyemedi- ğimiz ve tüm kozları Yunanlıların ve Kıb- nslı Rumların eline verdikten sonra sorunu çözmeye kalktığımız; ikincisi de aileden biriyle olan anlaşmazlığımıza ve aramız- daki tartışmaya karşın niçin müzakere tari- hi almak için Brüksel'e gittiğimizdir. Kıb- rıs konusu Avrupa'da o kadar çok işlenmiş- tir ki -doğal olarak bunu işleyen de çoğun- lukla Yunanlılar ve Rumlardır- sokaktaki adam bile bu sorun çözümlenmeden Tür- kiye'nin AB üyesi olma şansının olmadığı- nı söyleyebilmektedir. Sanıyorum, Avru- palının anlayamadığı bu yaklaşımımızdır ve bu yaklaşım da anlayış farklıhğından doğmaktadır. 17 Aralık'tan önce çeşitli Avrupalı yetki- li ağızlardan Kıbns sorununun müzakere ta- rihi için sorun yaratmayacağı yönünde de- meçler okuduğumuzu dile getirenlerinizi duyar gibiyim. Medya kanalıyla ulaşan bu haberlere, biz yalın yurttaşlann inanması do- ğal sayılabilir, ama bu işi orada müzakere edecek ve kotaracak olan diplomatların inanması kadar inanılmaz bir şey olamaz. Diyelim ki onlar da inanmadı. O zaman ni- çin haklı gerekçelerimizi içeren dosyalarla Brüksel'e gidilmedi, uzun uzun tartışmala- ra kapı açıldı ve ulus olarak sinir harbi ya- şamımıza neden olundu. Avrupalının gör- mek istediği, kendimizi her engel karşısın- da elimizdeki en etkın gerekçelerle tüm hakhhğımızı dile getırerek savunmaktır. Çünkü Avrupalı öyledir. Hem günlük yaşa- mında hem de ülkesel sorunlarında, özel- likle haklı davalannda kendini savunacak ge- rekçelerini bulmakta gecikmez. Kıvraktır ve hazırlıkhdır. Bu da sanıyorum, eğitim ve öğretim dizgesıne ve bılgi birikimine bağ- lı olarak yetkin muhakeme becerisine da- yalıdır. Oysa bizi savunan BM Genel Sek- rcteri Annan oldu. Annan, "Busorununçö- zülnıüş olıııasıııı beklcrdik. Kıbns'ın AB'ye bir bütün olarak girmesini isterdik" demiş. Burada dolaylı yoldan Kıbrıs Rumlarına bir eleştiri olduğu açıktır. Bu eleştiriyle Rum- ların bu konuda işi tavsattıklarını ve ileride zorluk çıkarmada ısrarh olacağını bildıği- ni anıştırmak istemiştir. Biz diplomat değiliz. Diplmasinin nasıl işlediğini de bilmeyiz, ama dediğim gibi bir yalın yurttaş olarak ya da yalın yurtta- şın sesi olarak güncelde, diplomatlarımızın niçin böyle bir yanılgıyla diplomasi atağın- da hazırlıksız yakalanmış olduklarını ve ya- zılı, görsel medyada ya da parti başkan yar- dımcılığı görevinde iş tutmuş olan emekli diplomatlarımızın bugün önerdikleri çö- züm yollarını niçin görevdeyken üretme- dikleri ve bu kadar akıl verir olamadıkları- nı sormak geliyor içimizden. Ömürlerini Amerika'da ya da Avrupa'da görev yaparak geçirmiş olan bu değerh diplomatlarımı- zın, niçin ülkemizin temel sorunlarına ve Av- rupalının, deyim yerindeyse, ağzında sakız yaptığı, sözde Ermeni soykırımı ya da Kıb- ns sorunu ya da başka başka sorunlarına iliş- kin yeterince savaşım vermediği; iktidarla- ra yol göstermediği sorusunu sormanın hak- kımız olduğunu düşünüyorum. Ayrıca bu- nun tersini söylemek ve savunmak gibi bir lükslerinin olmadığını da söylemek istiyo- rum. Atalarımız "Görünen köy kılavuz is- temez" demişler. Eğer dedikleri gibi zama- nında yeterince uğraş verilmiş olsa ve çö- züm yolları aranmış olsa idi temel sorun- lardan biri, Kıbrıs sorunu, örneğin, çözüm- lenmiş olacak ve 17 Aralık'ta böyle bir so- runla karşı karşıya kalınmayacaktı. Acaba işleri sürüncemede bırakmak gibi bir alış- kanhğımız mı var, yoksa biz nabız tutma- sını mı bılmıyoruz! Bıtmedı. 196O'lı yıllardan başlayarak Av- rupa'ya aş ve iş için gönderdiğimiz yurttaş- larımızın Avrupa'da bırakmış olduklan im- ge de çok önem taşımaktadır. Avrupahyı yanımıza çekebilmek açısından. Insanları- mızın oralarda yaratmış olduklan hava, edin- miş olduklan çevre ve insansal ilişkileri de çok düşünmek gerek. Bu konuda da üstü- müze düşeni yapamadık diyorum. Bugün Av- rupa sokaklarında takkeli, sarıklı, entarili, çarşaflı, türbanlı insanlarımız dolaşıyor ve sabahtan akşama kadar Türkiye ile yatıyor ve Türkiye ile kalkıyor, çevresine bakıp bir şeyler edinmiyor, bilgıler toplayamıyor ve yaşam biçimlerini, davranış biçimlerini uy- garlaştırmaya dönük girişimlerle süsleyemi- yor ve bir Avrupalı olmak sevdasını içlerin- de taşıyamıyor ve çağdaş ınsan olma bilin- cine erişemiyorsa, bunda, kendileri kadar, insanlarımızı oralarda yalnız bırakmış olan bizlerin ve onları yakından izlemeyen ve ya- şam biçimlerini not etmeyen, çözüm arama- yan diplomatlarımızın da günahı vardır, di- yorum. Yarı ömrünü dışarıda geçirmiş olan bir diplomat eşi, yeniden, eşine, yurtdışın- da eşlik edebilmek için yetkili kişiden izin istemeye gittiğinde, Batı'da Türk imgesi- nin nasıl olduğunu biliyorsunuz, izin verin de gideyim düzelteyim, demiş. Ben bunu duyduğumda çok gülmüştüm. Bir ülke düşünün kı yalnızca Almanya'da iki üç milyon yurttaşı olsun, ama 17 Aralık günü, sanki kendisiyle ilgili bir şey değil- miş gibi, her zamanki nemelazımcıhğı için- de, o zor saatlerde sesi çıkmamış olsun ve meydanı bir avuç Ermenıye bırakmış ol- sun... Bir başka toplum olsaydı kendi hak- lıhğını öne çıkarmak için yeri göğü inletir- di... Tarikat, loca, kulüp, klan, çete vd. bağ- lamında kolayca örgütlenebilen toplumumuz, böylesıne ulusal davalarda niçin bir araya gelmesini bilemez ki!.. Aklımdan şeytanın avukathğını yapmak geçıyor: Yoksa Avru- palı Türkler, Türkiye'nin AB'ye girmesini ıstemıyorlar mı? Bir kere olsun doğru ola- nı onlar da düşünsün... Ancak onlara yön ve- recck olan genç iktidarlardır, sivil ve demok- ratik kitle örgütleridir. Kısacası devletin si- yasasıdır. Bu siyasa Kıbrıs sorununu kesin- İikle çözmek zorundadır. Çözmediğı takdir- de asıl o zaman Kıbns gidecektir. Tüm Kıb- rıslı gençler, bir yabancı diplomat arkada- şımın dediği gibi, Rum pasaportu almak için hazır bekliyorlar. Bunun somut örneği var elimizde. Ancak sorunu otuz beş yılda çözemeyen devletin siyasası, on ayda mı çözecek diyenler var... Ama, ben de bizim- kiler, masadan kalksalardı, altı ay sonra Av- rupalılar bizi geri çağırırlardı ve sorun da ödünsüz kendiliğinden çözümlenmiş olur- du diye içimden geçirmiştim 17 Aralık'ı televizyondan izlerken. Benimki yalnızca bir duyguydu o zaman, şimdi de öyle... Yazı Yazmak, Yılmamak... Bkışlı olarak sıra- dan bir kamu gö- revlisiydi. Ancak onda Atatürk-lnönü sevgisi öy- lesine yerleşmişti ki, CHP'li olması kaçınılmaz bir sonuçtu. Bu bakımdan eve arada sırada gazete getirdiğinde, bunlar ya Cumhuriyet ya da Ulus olurdu. 2 Mayıs 1954 se- çimlerinin ardından eve Cumhuriyet geldiğini ve gazetenin başlığında De- mokrat Parti'nin büyük kitap-lık yenilendi! Mine Söfiiıt hayatınt ve yazı dünyasını «nlattı RÜiQ*r GÜIÜ Todorpv ve Nançy Huston'ta (stanbul'u Glmlılk HulKI Aktunç'un Ayvalık Giinhiflu Babll Kulesi Alain Robbe-GrlHet'nİn slhema ÖykÜ Atölyeıl kitap-lık 79, 1 U s.ıykı, 4 YTL Aylık edebiyat dergisi kitap-lık, yenilenen kapağı ve içeriğiyle yine kifaplığınızm vazgeçjlrnezleri arasında. Kapağı, logosıı, kâğıdr vc sayfa düzeni değişen dergi, edebiyat yelpazesini de genişletip daha zengin bir içerik ve farklı itnzalarla giriyor 12. yılına. Bu sayıda, dosya konusu: Edebiyatta Kara Mizah. Mine Söğüt hayatım ve yazı dünyasını anlattı. Todorov vc Nancy Huston'Ia îstanbul'u gezdik. Hulki Aktunç'un Ayvalık Günlüğü ilk kez açıldı... Yeni köşeler, konular, imzalar. Bunlar ve daha fa/lası yenilenen kitap-lık'ta... Ralmiİ KUMAŞ Eski Parlamenter abam ilkokul çı- çoğunlukla seçimi kazan- dığuıı yazdığını gün gibi anımsıyorum. O zaman 10 yaşındaydım. Daha sonra bu anımsayışımı, TBMM'de ilgili Cumhu- riyet gazetesine bakarak doğrulama olanağını bul- dum. Demek ki Cumhu- riyet'i tanıyalı tam 50 yıl oldu. Ne zamanki 1960-1961 öğretim yılı için Ankara Yüksek Oğretmen Okulu Hazırlık Sınıfı'nda (lise son sınıfa karşılık gelmek- teydi) okumak üzere An- kara'ya gittim, o zaman- dan bu yana Cumhuriyet'i sürekli okuroldum. Çün- kü bu okulun öğrenci ofıır- mayeri'ne (lokaline) her gün iki gazete alınıyordu: Cumhuriyet ve Ulus. Or- da kazandığım her gün gazete, daha doğrusu Cumhuriyet okuma alış- kanlığmı siirdürmek yaşa- mım için doğal bir du- rumdu. Bu arada Cumhu- riyet 'in ikinci sayfasında Tartışma adında bir köşe açıldı. Burada birelin par- mak sayısınca "tartış- mam" yayımlandı. Yazma isteğimi böyle karşılama- ya başladım. 1965-1966 öğretim yılı için Trabzon Lisesi'ne matematik-ast- ronomi öğretmeni olarak atanınca yeni bir kimli- ğimoldu: Lise öğretmeni. Buna güvenerek Cumhıı- riyet'in ikinci sayfasında basılması için bir yazı yaz- dım. Yazının başlığını hıç unutmadım: "Okullar Açı- lırken: Öğrencilikten Öğ- retmenliğe" Bu yazı Cum- huriyet'te yayımlanmadı. Bu arada Ulus, Demokrat İzmir, Ege Ekspres, Banş, Yeni Ortam ve Vatan ga- zetelerinde yazılanmı çı- kanyorken arada sırada Cumhuriyet'i de yoklu- yordum. Yine de bir tür- lü ikinci sayfada yazı çı- karamıyordum. Baktım böyle olmaya- cak, yeni bir durum yarat- malıyım diye düşündüm: Bunun için 1975 yılı seç- men yazımı sırasında Of ta muhtar Miktad Sa- ral'm kızı Fatma Saral'ı 18 yaşını bitirmiş, 21 ya- şını bitirmemiş olarak seç- men yazdırdık. Sonra da cumhuriyet savcılığına hakkında suç duyurusu yaptık. Bu genç kıza 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kü- tükleri Hakkında Yasa'nııı 143. maddesine göre ka- mu davası açıldı. Burada sanık kızın savunuculu- ğuııu üstlenip seçmen ya- şının 21 olmasının 1961 Anayasasf na aykın oldu- ğu yönünde sekiz sayfa- lık gerekçe sundıım. Ka- bul edildi. Sorun öncelik- li olarak Anayasa Mah- kemesi'ne taşındı. Bunu başarmanın mutluluğuy- la bu ceza dosyasından bir yazı dizısi yapıp ts- tanbul'a vardım. Gerçek- te Tekin Yayuıevi'nde Yağ- malar Ülkesi Türkiye baş- lıklı kıtabımı çıkarmak için Istanbul'a gidecek- tim. Bu benim Istanbul'a ikinci gıdişimdi. (İlk lstan- bul'u görüşüm 1963 yılın- daydı. Yüksek Oğretmen Okulu bizlen, giderleri de kendileri karşılamak üze- re bir Batı Anadolu gezi- sine çıkardı). Hemen Cumhuriyet'e gittim. Ora- da SamiKaraören'e gön- derildim. Kendisini ilk kez görüyordum. Beni sıcak karşıladı. Ama elimdekı kâğıtlara bakarak "Siz bunlardan üç sayfalık ya- zı çıkanp gönderin" dedi. Ben de Trabzon'a dönün- ce bunu yaptım ve kendi- sine gönderdim. "18 Ya- şın Kazandırmadığı'' baş- hklı yazım 10 Eylül 1975 günü ikinci sayfada çıktı. Ne denli sevindiğimi kes- tirebilirsiniz. Çünkü 10 yıllık uğraş sonuç verdi ve ben Cumhuriyet'in ikinci sayfasına gırdim. O sıralar bu çok önemliy- di ki beni telefonla, telle, mektupla kutlayanlar ol- du. Işte şimdi 30 yıldırbu sayfada yazı çıkarmaya çalışıyorum. Çünkü bu sayfada çıkan her yazı bir ilktir sanki. Bu arada Trabzon'dan 1973 yılında yaptığım milletvekili adaylığı so- nuç vermedi, ama 1977 yılında başanlı oldu. Açık- çası 4 yıl çalışarak mil- letvekili oldum, ama 10 yıl çalışarak Cumhuriyet'in ikinci sayfasına gırebil- dim. Yeri gelmişken söy- leyeyim; 14yıluğraşarak da Türk Dil Kurunıu üye- si olabildiın. Bakanlann yargılanma- ları konusu incelenme- miş, belirsiz bir konu ol- duğundan, milletvekili iken bunu araştırdım. tk- tidardan Yüce Divana adında kıtap yaptım. Bu ikinci kitabımdı. Sonra 12 Eylül yıkımı geldi. Kenan Evren'inya- kışıksız bir dille parla- mentere ve parlamento- ya, daha doğrusu politika- cılara saldınlan üzenne 12 Eylüle Reddiye diye bir kitap çıkarmayı düşün- düm. Ancak 12 Eylül ya- salan ağır biçımde uygu- landığından adını Parla- mentonun Boyutları koy- dum. Bu kitabın Çağdaş Ya- yınlan'ndan basılmasında, yazılarımın basımında il- gısini gördüğüm ve son- radan kendisine Sami Ağabey dediğim Sayın Karaören'in özel desteği- ni gördüm. Bu arada, özel- likle, ağabey olarak ka- bul ettiğim Sayın Oktay Akbal'ın köşesinden, ara- da bir yaptığı katkılarını gönül borcuyla anmak is- terim. Hele onun 1 Mayıs 1977 önseçimleri öncesi "Listelere Bakarkcn..." başlıklı yazısında örnek olsun diye sıraladığı iki elin parnıak sayısınca ad- lar arasında Rahmi Ku- maş'ın da geçmesinin, Trabzon'da bana getirdi- ği onuru hiç unutamam. Turgut Ozal, iktidara geldiğinde bir "değişim" söylencesi tutlurunca, "BenDeğişmedim" adın- da Çağdaş Yayuılan'ndan, ikinci yayınımı çıkardım. Bu arada, ülkenin önem- li devlet adamlarından olan HasanSaka'yı ince- lemeye aldım. Çünkü bu kişi Karadeniz'den çıkan ilkbaşbakandı. "Onuncu Başbakan Hasan Saka" adıyla beşinci kitabımı çı- kardım. Daha sonra CHP'ye karşı gönül borcumu ye- rine getirebilmek için bu partiyi kurultaylar boyu- tundabelgeselledim. Onu da Çağdaş Yayuılan'ndan "CHP'nin Söyağacı" adıy- la çıkardım. Şimdi de "Ta- rih Mahkemesi" adıyla yedincı kitabımı çıkarma- ya çalışıyorum. 30 yıl bo- yunca Cumhuriyet'e sağ- lam içerikli yazılar taşıma- ya çalıştım. Tıpkı Yu- nus'un Tapduk Emre'ye 40 yıl düzgün odun taşı- ması gibi. Aydınhk Ata- türk Türkiyesi'nin sön- mez bir ışık kaynağı olan Cumhuriyet'e bu katkıla- nmı olanak bulduğumca sürdürmek temel yakla- şımım olacaktır. PENCERE Fethullahçılığın Tam Zamanıdır.. Doğru dürüst bir Müslüman, Allah'la kendisi arasında komisyoncu kabul etmez... Komisyoncu kimdir? Tarikat başıdır.. Cemaat reisidir.. Şeyhtir.. Oysa zavallı ülkemizin pek bereketli din piyasa- sında komisyoncudan geçilmiyor, bunların en meş- huru Fethullah Gülen, Amerika'yaserdiği postu- nun üstünde politika yapıyor. Nakşibendi tarikatının Said Nursi dalının dalla- masında bir cemaat reisı... Amerika'nın BOP'unda Türkiye için öngördüğü "llımlı Islam Devleti" modelinin konu mankeni ola- rak Anadolu'da yeniden piste çıkacağı günü bek- liyor. • Peki, uçağı ne zaman kalkacak?.. Hazırlıklar başladı.. "Hoca Efendi"y\ medya neden birdenbire dili- ne doladı, gazetelerden birı eline alıyor Hazreti, öte- ki bırakıyor, her ne hikmetse "laikbasın"da birden- bire Fethullah merakı başladı, AKP iktidarının yü- züsuyu hürmetine Said Nursi'nin çırağı şişirildik- çe şişiriliyor... Atılan manşetlere bakarsan Fethullah Ameri- ka'dan Türkiye'ye geldiği zaman havaalanında kendisini yüz bin kişi karşılayacakmış... Neyüz bini?.. Beş yüz bin azgelir... Iran'dan uzakta, yıllarca Fransa'da yaşayan Hu- meyni'yi, Paris'ten Tahran'a geldiğinde kaç kişi kar- şılamıştı?.. Unuttum... • 'llımlı Islam Devleti Modeli'nin ülkemizde 'ikti- darı' kuruldu... Şimdi 'devleti' kurulacak.. 'Başkanlık sistemi' yoklaması bunun anayasal ayağı.. Kütüğe kayıtlı seçmenin yüzde 25'inin, seçime katılan seçmenlerin yüzde 34'ünün oylarıyla Mec- lis'te yüzde 65 çoğunluk kazanan AKP anayasa- ya uyacağına, anayasayı kendine uydurmak isti- yor. Medyada Fethullahçılığın tam zamanıdır.. Hazret, Papa'yla tokalaşıp Patrik'le kucaklaştık- tan sonra Amerika'daki postuna yerleşmişti... Şimdi Humeyni gibi dönüş zamanını bekliyor... Ama, Humeyni radikaldi.. Bizimki ılımlı!.. • Peki, Türkiye'de Islam neden tarikatçılığa, ce- maatçiliğe, şeyhliğe, mollalığa sardı?.. Ne keramet var bu işte?.. Keramet yok.. Para var para!.. Yeni kuruşla, eski lirayla, yeşil dolarla, Avrupalı öro ile ölçülemeyecek çapta çıkar yumaklannın kör- düğümünde örgütlenen Fethullahçı cemaati için din iman fasarya, gösteriş, pazarlama aracı, tez- gâh!.. Hele ılımlı Islam iktidarı devletleşsin, tümünün başı göğe erecek... SIS ÇANI snııuı DEMİRTAS CEYHUN IIII ıııı dediği EDEBIYATIMI GERİ İSTİYORUM r DÖRTYOL ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ'NDEN 2003/320 Esas Davacı Nevın Satin taranndan, davalı Hamdi Satin aleyhine açılan boşanma davasının mahkememizde yapılan duruşmaları sonıında; Mahkememızın 10.12.2004 tarıh ve 2004/777 sayı- lı kararı ile davanın kabulü ile Hatay ıli Dörtyol ilçesi Kuzuculu köyünde hane 123'te nüfusa kayıtlı Osnıaıı ve Meryem'den olma 1973 doğumlu Nevın Satin ile aynı yerde kayıtlı Şiikrü ve Ayşe'den olma 1970 do- ğumlu Hamdı Satın'in boşanmalarına karar verilmiş- tir. Dörtyol ılçesi Kuzuculu kasabası Cumhuriyet Ma- hallesi'nde ıkamet ettiği bıldırilen davalı Hamdi Sa- tin'e mahkememiz kararı ilanen tebliğ olunur. Basın:419 TC YILDIZELİ ASLİYE HLJKUK MAHKEMESİ'NDEN Esas No: 2003/212 Karar No: 2004/322 Davacı Suzan Candan tarafından davalı Metin Can- daıı aleyhine açılan boşanma davasının yapılan açık duruşması sonunda aşağıdakı şekilde karar verilmıştir. 1. Sıvas ilı Yıldızelı ilçesı Direklı köyü Cılt No: 47, Hane No: 18 BSN: 119'da nüfusa kayıtlı Ömer ve Kıymet kızı, 30.06 1975 doğumlu Suzan Candan ile yine aynı yer aynı hanede BSN. 44'te nüfusa kayıtlı Turan ve Şerıfe oğlu, 23.08.1968 doğumlu Metin Candan'ın TMK'nuıı 166/1 maddesı uyannca boşan- malanna, 2. Karar ve ılam harcı 10 100.000 TL'den aşağı ola- mayacağından peşın alınan 8.000.000 TL'nın mahsu- bu ile eksik olan 2.100.000 TL. harcın davacıdan alın- masına, 3. Davacının maddı, manevi tazminat, nafaka ve yarglama gıderi talebı bulunmadığından bu konuda karar verilmesine yer olmadığına, 4. Karar kesınleştığınde 2 suret kararın ilgili nüfus müdürlüğüne gönderılmesine, dair davacının yüzünde, davalının yokluğunda tem- yiz yolu açık olmak üzere verılen karar açıkça okundu usulen anlatıldı. 27.10.2004. Davalınuı Metin Candan'ın adresi tespit edilemedi- ğınden davalı Metin Candan'a tebligat yerine geçerli olmak üzere ilanen teblığine, tebliğ tarihinden ıtibaren 15 gün içerisinde yasal yola başvıırulmadığı takdirde hükmün kesınleşeceği ilanen tebliğ olunur. 28.12.2004. Basın:434
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle