17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 20 TEMMUZ 2004 SAL 14 • • •• LJJ\ [email protected] TİYATRO DÜNYASINDAN DİKMEN GÜRÜN KONFFRANSCILAR LJ TrYATROCULAR Kent,kentlivesanalItalo Calvino'nun 'Görünmez Kentler'de belirttiği gibi, kent, onu tanımlamak için kullanılan sözcüklerin ötesinde anlamlar taşır... Bu anlamları çokyönlü hlan da herşeyden önce kültürel, sanatsalaçılımlardır. Kentler, içinde yaşayanlann ortak alanlan. Bu alanı paylaşan bıreyler, kentin ve kendi kişisel tarihlerinin bilıncinde olduldan sürece yaşamlar zengınleşecek, ilişkiler karşılıkJı saygı sınırlan içinde gehştirilecektir. Sosyal değişimler, kültür ve sanat alanında yaşanan yıkımlar, çirkınlikler kentli olma bılincine sahip kişinin belleğini zorladığı, onu sorgulamaya yönlendirdiği sürece bunlar yapımlara, güzelliklere dönüşecektir kuşkusuz. Italo Calvino nun 'Görünmez Kentler'de belirttiği gibi, kent, onu tanımlamak için kullamlan sözcüklerin ötesinde anlamlar taşır... Bu anlamlan çok yönlü kılan da herşeyden önce kültürel, sanatsal açılımlardır. Yazann gözlemlerinde, sanatçının yorumlannda, izleyicınin algılarında biçimlenen güçlü açılımlar. Kentli olma bilincıyle örtüşen buluşmalar. Bugün bu buluşmalar yön mü değiştiriyor, yönler kayıp mı oluyor? Ya da bana mı öyle geliyor? Bugünün penceresinden düne bakmak bir özlemi dile getirmek mi? Hayır... Sadece, dün ile bugün arasındaki inanılmaz uçunımun ne büyük bir hızla dennleştığini bir kez daha saptamak. Tlyatro İle bütünleşme 1 Kisan 1948 tarihli 'Tiirk Tfyatrosu' dergisinde Cevat Fehmi Başkut, "îçtimai Dertler ve Tiyatro Muharrirnği'' başlıklı yazısında Istanbul izleyicisinin tiyatroya verdiği öneme. insanlann tiyatro ile nasıl bütünleştiğine şu sözlerle değiniyor: "Hiçgeceleri Tepebaşı tryatrolanndan boşalan halkı takip ettiğiniz oldu mu? Bunlardan bir kısmı ağızlanna kadar dolu tramvaylann basamaklannda bir ayak koyacak ver bulabilnıek için te\ akkuf mahallerinde uzun müddet beklerken diğer kısmı Tozkoparan'dan aşağı doğru ineıier, Unkapanı Köprüsü'nden yaya geçerier ve FatilTe, Bayezid' > e, Aksaray'a. hatta daha ötefcre dağılıriar... Düşünelim bakahm~. Hangi kuvvettir ki, Aksaray'da oruran adamı evine kavuşturmak için, Allah'ın ayazında 45 dakika yol yürütüyor: Tiyarronun hangi sihridir ki Fatihliye evine dönerken bir ikinci mevki tram\ ı ay basamağmda yannı saat buz tutmuş demiriere asıhnağı göze akünyor?" Ve yine Cevat Fehmi Başkut'un sözleriyle: "İnsanhk birbiri ardına cihan harpleri geçimordu... Medeniyet yeni bir istikamet almışa ve insan bambaşka bir insan olmuştu. Hisleri, düşünceleri, görüşleıi yaşayışı, zevkleri, telakkikri bambaşka bir insan.» Namus, şeref, uhde, vefa mefhumlan başka manalara bürünmüştü. Âdetlerde. din telakkilerinde, zevklerde, görüşlerde muazzam bir kaynaşma vardı ve ka>Tiaşan, kanşan, eriyip değişen mefhumlar potalara yeni bir insan dökmüşlerdi... Düşman yalnız bir tane değUdi. Bir tarafta an'anelere sunsıkı bağh muhafazakârhk, öbür tarafta akülara hayret verici bir süratie mütemadiyen yeni ufuklara açılan sinema..." Ama bu değişimler karşısında tiyatro da devrim yapacak ve "daha genç, müstakü, daha geniş düşünceh" bir oluşum, kent yaşamında kaçınılmaz yerini alacaktı... KarşılıkJı etkileşime, kentli olma bılincine tartışmasız her anlamda bugünden daha sahip toplum, tiyatrosuna da gerekirse Tepebaşı'ndan Aksaray'a yürüyerek sahip çıkacaktır... şenllk katarları Hazıran 1943 tarihli 'Perde ve Sahne' dergisinde "Yeni Çağın Şenlik Katarlan" başlıklı yazısında ise Muhsin ErnığruL tiyatronun yurt çapında yaygınlaştınlması üzerine görüşlerini aktanrken şöyle der: "Günün birinde Yahşihan'da bir tiyatrocularla doludur, bir vagonunda kitaplar, sinema gösterme makineleri ve kültür fılmleri vanür, bunJann arasında bir doktor ve küçük bir eczahane, bir konferansçı bulunur. Ama sakm bu konferansçı yalnız salçasız,koyu "Vatan Edebıyatı" yapan ükız sözlü ohnamah». Trvatrocular kasabada uygun bir yer varsa orada... hemen bir yer (sahne) kuracaklar ve o kasabada iki iiç gece kalarak oyunlar verecekler, bu arada konferansçı (halkı) uyandıracak sözler söyleyecek... bö\leükle bu yeniçağın şenlik ve aydınlık katan o kasabada işini gördükten sonra kalkıp başka şehre veya kasabaya doğru yola düzülecek. Oynanacak şeyler nasıl olmalı? Partinin kohuğunun altına sığınınca bu işi hemen koyu propaganda piyesleri ile ükızlaşdrmak, venmesi vurulnıasj angarya gibi ağır eserierle doldurnıak düşüncesi Öne sürülür. Biz propagandayı bu anlamda aJmıyoruz. Biz tryatronun kendisini bir ûıce sanat ve kültür işi ve toplu yaşayışuı alfabesi oiarak alrvoruz-.. ._ Eğer Helenlerin bundan 2500 yıl önce Thespis arabalanyla yapaidan bu iş, bugün yeni çağa göre düzene sokulursa, çok geçmez bu kültür katarlan yurdun her köşesüıde sabırsızhkla beklenen biricik hava değiştirici, neşe ve şenlik geörici kuvvet kaynağı olur. Bu iş nasıl başanhr? Herhalde komisvonla, encümenle, heyede değiL" Sanatsal zenginliklerden yoksun bir kent düşünülebilır mi? Tabiı ki bir kente söz konusu sanatsal soluğu kazandıranlar o kentte yaşayanlar olacak. Bilinçli sivil toplum örgütlen bu alandaki oluşumlan. gelişımleri destekleyecek, engellemelere set çekecek. Aslında 1450'ler Floransa'sında sanatsal örgütlenme anlamında atılan tohumlar bugün hâlâ çağdaş ortamlarda meyvelerini venyor. Kent yaşamında sanatısanatlan o kentin dinamıği haline getirebilmenin bireylerin itici gücüyle orantılı olduğu gözlemleniyor. ARIYNSKYTIYATROSUKİROVBALESÎDANSLARININESTETÎĞÎYLEÎZLEYÎCÎYİBÜYÜLEDÎ Aspendos'takuğu firttnası HAYATÎASILY4ZICI Pyotr İhç Çaykovskiy (1840- 1893) "Kuğu Ğölü" müziğini 1876'da besteledi. JuBus Reisin- ger koreografiledi, 4 Mart 1877'de oynandı ama beklenen başanyı sağlayamadı. 188O'de Hansen'in koreogrofisi de rut- madı. Marius Petipa (1822- 1910) ile Lev İvanov (1834- 1901) birlıkte ko- reografilediler. Pe- tipa 1. ve 3.. İvanov 2. ve4. perdelenha- zırladılar. Dekor ve giysileri MihailBoça- rov ve Heinrich Le- vogt tasarladılar: 27 Ocak 1895'teSt. Pe- tersburg'daki Manyns- kiy Tiyatrosu'nda sahneledüer. Dıaghi- lev (1872-1929 )Bale- si'nin büyük koreog- raflanndan biriydi Pe- tipa. Mariynskiy Ti- yatrosu Kirov Ba- lesi, XI. Aspendos Uluslararası Opera ve Bale Festiva- li'nde Çaykovs- kiy'nin "Kuğu Gö- lü"nü tam kadro ile oynadı. 4 perdelik öz- gün bale, kısaltıl- madan 3 perdeyle oynandı. Bale. Aspendos'ta Petipa- îva- novkoreogra- fisiniyeniyo- nımuyla 195O'de aynı tiyat- •• roda sah- neye koyan KonstantinSerge- yev'in daha sonraki yorumuyla Aspendos'ta sahnelendi. Serge- yev; Kirov'da dansçı, koreograf ve yönetmen olaraİc uzun yıllar çalıştı; 1951-1955,1960-1970 yıllan arasında Kirov Balesi baş- koreograflığını yaptı. Çaykovslcl'nln müziği Çaykovski müziğiyle koreog- raflar arasında, estetik durum içinde oluşan, görselliğiyle bü- yüselliğini kesimlemesi, "Kuğu Gölü" balesini mılenyuma ta- şımıştır. Ister "Kuğu Gölü" ya da "Uyuyan Güzel", isterse de "Giselle"" ya da "Romeo ve Ju- • Kirov Balesi'nde bütün dansçılar, alışılagelmiş insan duyarhğını zorlayarak, yeni bir duyarhk ve beğeni getirdiler. Dönüşüm niteliğine varan bu yeni estetik anlayış izleyenleri sarsarak etkisine aldı. Sahneye geliş ve gidişlerdeki bütünleyicilik estetik bir kuğu fırtınası gibiydi. liet", hangi bale olursa olsun, estetik yaracıhğı hep korumuş- tur Kirov Balesi. Rus balesinin dizgesi (sistemi ya da bıçemi-üs- lubu) olmasaydı yaratıcılığında bu denli görsel olabilir miydi? Sanat ve güzellik sorunu- nun, Rus-Sovyet balesin- de 19. yüzyılda başlayarak mi- lenyuma dek sistemli bir biçim- de yükseliş (geçiş dönemleri dı- şında), koreograflar güzel ko- nusundaki düşüncelerine yarar- cılık ve hazcılık anlayışını kata- rak baleyi geniş toplum katlan- na taşımışlardır. Bu, bir sanat anlayışı olan bir toplumun yön- temiydi. Bu anlayışın düşün- ceden yönteme dönüşmesı Kirov Balesi 'ni dünyaca ünlü yapmış. salt ünlü ol- makla kalmamış '1 numa- ra' olmayı bilmiştir. Takvim klimatolojisine göre nisan ayı içinde mey- dana gelen sayılı firtına olayı vardır. Kuğu Fırtınası, denizcılere ve istatistik- lere göre yüzde 25 ora- nında gerçekleşebi- lıyor. Biz bu "Kuğu Kirov Balesi Aspendos'ta 'Kuğu Gölü'nü tam kadro oynadL Fu-önası''nı, 3 Temmuz 2004 Cumartesi günü Aspendos Ti- yatrosu'nda gördük. Mariyns- kiy Kirov Balesi olağanüstü güzellikte. estetik anlayışla biz- leri. izleyenlen sarsarak büyü- ledi. Çaykovskiy-Petipa-Ivanov üçlüsünün büyüle\ici güzelliği, Kirov Balesi dansçılan tarafın- dan ülkemize- Aspendos'a ta- şındı. Estetler nasıl değerlen- dirirler bilemem ama.. "Kuğu GöJü w nün estetik coşkusallığı- nı görerek yaşadık. Bir peri masalı... Bu kez bütünüyle baktım "Ku- ğuGöMi" Balesi'ne. Bir peri ma- salı (buna çocuk masalı da de- nebilır) "Kuğu Gölü" Balesi, izlediğimız yorumuyla olağa- nüstü güzelliğini güçlü tekni- ğinden alıyor. 'Adage', 'pas de deux', 'Odette'ı ve "OdiDe'i oy- nayan AJina Somovanuı soluk- lu dansı inanılmaz boyuttaydı; dansın estetik anlatımı örnek düzeydeydi. "PrensSiegfried''de Yevgeni Ivançenko. Prens "in ar- kadaşlan, İrinaKhelonkina-tri- na Goiub-Anton Korsako\ F ; Ya- na Kaldina-trtna Golub- Elena Androsno\a-AnnaS\'soeva; "Bü- yük Kuğular" Elena Vostrotina- KseniaDubrovina-EJenaAndro- sova-Anna Sysoevanın etkili danslanyla bağdaşan başanlan dikkati çekti. îki Kuğu Irina Golub-Yiıl- laKasen- kova duy- gula- rımı- za us ötesi düşsel- liği yaşattılar. Bütün dansçılar, alışılagelmiş insan duyarhğını zorlayarak, yeni bir duyarlık ve beğeni getirdiler. Dönüşüm niteliğine varan bu yeni estetik anlayış, "Kor dö bak"nin danslannda bulduğu- muz plastik anlatımlı beden di- li, şiirsel, somut ve görsel an- latımlıydılar. Sahneye gelişle- rindeki ve gidişlerindeki bütün- leyicilik estetik bir kuğu fırtı- nası gibiydi. Küçük Kuğulann (ikinci perdedeki) dansı ayn an- latım gerektirir. Çaykovski'nin müziği, or- kestranın Mikhail Sinkeviç'in yönetiminde gecenin görkem- li dansçılarına büyük başany- la eşlikçiliği, "Kuğu Gölü" Balesi'nin Aspendos'ta uzun yıllar yankılanmasım sağlayacak düzeydeydi. YAZIODASI SELÎM İLERİ Unutamadığım Akşam Güneşid) Galatasaray üsesi'nın hazırlık sınıfına başladı- ğımda, dedemın Altıyol'daki, hep anlatageldiğirr kitapçı dükkânından kopmuş, Beyoğlu'ndaki Ki- tap Sarayı'na devam etmeye başlamıştım. Fakat o küçük kıtabevının gelincik kırmızısı çer- çeveli camekânı aklımdan çıkmazdı. Çünkü biz ço- cukların okuyamayacağı... okumaması 'gereken', büyüklerin okuyabileceği ve yazık ki çoğu kez oku- madıkian romanları ilk orada görmüştüm. Okumayı soker sökmez, Handan ısmini ilk ora- da okumuştum, Meyhanede Hanımlar'ı da. Daha önce kapaklanndan tanıdığım bu kitaplar, şimdi be- nim için başka bir anfam edinmişlerdi: Adları san- ları vardı; daha yakın dost olmuştuk. Gelgelelim Kadıköyü'ne eskisi gibi sık gitmedi- ğımızden, bu dostlukları bir süre hayalimde yaşa- yacak, yaşatacaktım... Cumartesi günlerıni ıple çekerdim; hem yatılı ha- yatından kurtulduğum için hem de roman okuya- bileceğimden. Yalnızca cumartesi günleri roman okuma ıznim vardı; ertesı gün -nefretettiğim- ders- lere çalışacaktım. Hemen her cumartesi Kitap Sarayı'ndan yeni bir kitap alıyorduk, daıma romanlar! Işte Akşam Güneşi bu romanlardan biridir. Uzun süre okunmadan kafdı. Sonra yaz geldi. Akşam Gü- neşi'ra on bir yaşımın içindeyken tek bir günde, ye- meden içmeden kesilerek, ruh sıkışmalanna gö- ğüs gererek soluk soluğa okudum. Hıçkıra hıçkı- ra ağladığımı hatırlıyorum. Neydi bu kadar üzen? örtülmeye, içe atılmaya mahkûm aşk hikâyesi mi; Nazan'dan sonra, Naz- mi'nin Jülide'yi de yıtirmek zorunda oluşu mu; yoksa, Galatasaray'da okumuş Nazmi'yi kendime mi benzetmiştim?.. Bütün romandan gözyaşlan fışkırıyordu. Mese- la 'M...' adasındaki balo gecesi! O geceye büyü- lenmemek elde değildı. Fransız Konsolosluğu'nda- ki baloda Nazmi'yte Jülide vals 'yapariardı'. Vals yapmak! Bu da beni büyülemişti. Ikisinin valsini adeta kıskanmıştım. Istediğim kadar Galatasaray'da okuyayım, gü- nün birinde vals yapamayacaktım. Dansa hay- randım ama, dans etmekten korkuyordum. His- sediyordum ki bu korku geçmeyecekti. Evet evet, dans edemeyeceğim için üzülüyor- dum. Fotoğraflarda gördüğüm danslarda kadın- lar hep tuvaletli, erkekler hep ince uzundu. Bir görkemde yüzercesıne dans ediyortardı. Bana ge- lince, alnımda ergenlik sivilceleri, bodur ve han- taldım. Tuvaletler, şık kıyafetler hayatımızdan uzak- tı. Besbelli, sonsuza kadar öyle kalacaktı: Darya- şamaların eciş bücüş giysileri. Ben hep hantal ka- lacaktım, alnımdaki, suratımdakı sivilceler geç- meyecekti... Oysa konsoloshanenin üst katındaki, gözler- den ırak odada duvartar maviydi ve mavi, sarı yal- dızla bezenmişti. Derken san yaldızlı mavi duvar- lar, gökyüzü gibi açıldıkça açılıyor, ağıyor, geniş- ledikçe genişliyor; Jülide'yle Nazmi'nin aşkı baş- Iryordu. Nazmi o geceyi hatırlarken, Jülide'yle "adeta son- suz birboşluğun ortasında" kaldıklannı söylüyor- du. Ben de sonsuz bir boşluğun ortasında kalı- yordum ama, tek başıma. Daha doğrusu, sonsuz birboşluğatek başıma yuvarlanıyordum. Üstelik, kalbimdeki sancıyı kımselere sezdirmeyerek. Jülide'nin başı, Nazmi'nin göğsüne düşüyordu. Içimtitrerdi. Düşsel bir Jülide'yi yanıbaşımdagö- rüyordum; birazdan vals yapacaktık. Aşağıda, Fransız Konsolosluğu'nun büyük salonunda ba- lo devam edıyordu. Öneriler ÇD / 20 Golden Greats, Nat King Cole, EMI. (Ünlü şarkıcının tutkunları için birşölen...) Kitap / Ay Kokuyor, Muzaffer Buyrukçu, Dünya Kitaplan, 2004. (Aralarında çok sevdiğim "Yüzün Yansı Gece" de olmak üzere Buyrukçu'dan seç- me öyküler.) Yönetmen Feyturiye Esen öldii • Kültür Senisi - Türkıye"nın üçüncü kadın fılm yönetmeni Feytunye Esen (76), pazar günü Milas Devlet Hastanesı'nde yaşamuu yitirdi. 1928 yılında doğan ve Istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ni bitiren Feytunye Esen, 1957 de Hilal Füm'i kurdu. Kızı Hılal Esen. o dönemin çocuk vnldızlanndan biriydi. Iki kızı olan Esen, Milas'ta diğer kızı İclal Esen'le birliktt yaşıyordu. Esen, sınemada kadınların görünür kılınmasını amaçlamış olan uluslararası "Uçan Süpürge Kadın Fılmleri Festivali'nin ikinci yılında bir belgeselle tekrar gündeme gelmiş ve 2001 yılında 'Uçan Süpürge" tarafindan kendisint plaket verilmişti. Esen, Uçan Süpürge'nin yapımcılığında Ruken Öztürk ve Sabri Büyükdüvenci tarafindan yazılan ve Nuran Bayer'in yönettiği 'Ötekinin Sesi: Yeşilçamın Görünmeyen Kadınlan' adlı belgeselde gündeme geldikten sonra ve 'Sinemanın Dişil Yüzü: Türkiye'de Kadın Yönetmenler" adlı kitap için de araştırma konusu olmuştu. Agora'da antik duvar yazılan • ÎZMTR (AA) - tzmir Agorası'nın bodruriı katında bulunan çarşının duvarlannda IS 1. yüzyıldan kalma ilginç yazılar ortaya çıkanldı. Izmır Arkeoloji Müzesi Müdürü Mehnıet Taşlıalan, 2002 >ılında başladıklan kazı ve restorasyon çalışmalannda ortaya çıkan yazı ve grafiklerin o dönemde yaşamış kişilerin aşklannı sevgilerini, dualannı, beddualanru ve ticari yaşamlannı yansıttığını belırtirken duvarlarda ço sayıda gemi betimlemelerinin bulunduğunu, bunun da deniz tıcaretinin güçlü olduğunu gösterdiğini dıle getirdi. Fransız Anadolu Araştırma Enstitüsü Görevlisi Prof. Dr. Thomaî Drew Bear, alt katta bulunan çarşıdan yoksul Romalıların alışveriş yaptıklarını, üst kısmın ise zengin Romalılara seslendiğüıi söyledi. BUCUN • AKBANK KÜLTÜR SANAT MERKEZİ'nde 19.30da 'NaylonDüşler', 'Cihan Burada", 'Muzaffer Muzaffer', 'Bezdeı Pabuç' adlı kısa metrajh filmlerin gösterimi. (0 212 252 35 00)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle