25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 1ŞUBAT2004PAZAR 10 PAZAR Y 4 Z H A R I dishabisoumhuriyet.com.tr Anadan üryan IskoçyollanndaW Tzun zamandır hakkında herhangi bir C_/ habere rastlamayınca herhalde pes etti demiştim. ama yanılmışım. Meğer aslanlar gibı sürdürdüğü mücadelesınde(!), hedeflediği nokta olan tskoçya'ya çoktan ulaşmış bile. Stephen Gough'dan, hani şu, "ÎDe de çıplak dolaşacağım" deyip bunu eyleme döken tngilizden söz ediyorum. Üzerinde sadece çorap, bot, şapka ve bir sırt çantasıyla, alt kısmı çıplak olarak yürüyüp Iskoçya'ya varmış nihayet. Gazeteler Gough'un yürüyüşünün bir hayli sıkıntıh geçtiğinden, "çıplak olduğu" için güzergâhı boyunca karşılaştığı çok sayıda vatandaşın şikâyeti üzerine, yolculuğunun tam 5 ayını cezaevinde geçirdiğinden söz ediyorlar. Muhteremin, Ingiltere'nin güneybatısından îskoçya'ya, toplam 1363 kilometrelik yolu, hem de kış koşullannda, üzerine tek bir giysi bile giymeden katetmesinin nedeni biliniyor: Çıplaklık hakkına dikkat çekmek. Talep edenlerin sayısı ne kadardır bilinmez ama isteyenlere bu hakkın verilmesi için mücadele ediyor, genele açık yerlerde anadan üryan dolaşıyor. Nedense açık saçıklıkla, giderek _ çıplakhkla modernite arasında bir bağ olduğu sarulır. Modernleştikçe, bedene ilişkin yasaklarda bir yumuşama olması gerektiği düşünülür, çıplaklık da yadırgatıcı sayılmasın istenir. Oysa çıplaklığın günümüzden çok daha eski zamanlarda "itibar" gördüğünü bilenler için -çıplaklık hakkını savunuyor gerekçesini unutun bir an- Gough'un cıscıbıldak dolaşması, günümüze değil, Eski Yunan uygarlığına uygun bir davranıştır. LONDRA MUSTAFA ERDEMOL Dolayısıyla bu kahraman eylemci "modernite"den çok "antüdte"nin adamıdır. Günümüz dünyasından, çok belli ki, giyinik dolaşması istendiği için bir hayli sıkıntılı olan Gough, eğer Eski Yunan'da yaşamış olsaydı, Atina'da ailesi onu "çmlçıplak" anlamına gelen "gumnoi"den türetilmiş bir günyaznuma gönderecekti. Çünkü buralarda genç Atinalılara u nasıl çıplak olunacağT öğretilirdi. Richard Sennet, şimdi bize anlaşılması zor gelen ama o zamana göre doğal olan bu davranışı açıklarken "Antik dönem Atinahlanna göre kişinin kendini teşhir etmesi bir yurttaş olarak sahip olduğu vakann onaylanması demekti" diyor. Yani Gough bir eski zaman savaşçısı olarak aramızda dolaşıyor. Bugün çıplaklığa da bedene de yüklenen anlam, aradan geçen bunca yıl içinde Eski Yunan uygarlığında anlaşılandan çok daha farklı bir hale geldi. Toplum içinde çıplak dolaşanlar, normal karşılanmıyor. Bu nedenle Gough'unki gerçekten çok tuhaf bir iş. Sen kalk, neredeyse üç bin yıl sonra, "Çıptakhk diye bir hak var" deyip divaneler gibi yürü. Eğer Gough, çıplaklığı öven eski Yunan bilgelerinin yolunu takip ediyorsa bunu gerçekten kusursuz yapıyor. Öyle anlıyorum, çünkü yanında bu eyleminde kendisıyle yürüyecek bir kadın bulunmuyor. Biliyorsunuz, Eski Yunan'da makbul olan erkeğin çıplağıydı, kadmın değil. Çünkü kadın erkeğe göre daha soğuk bir varlık olarak değerlendiriliyordu. Yani adamın kendi halindeymiş gibi görünen yürüyüşünün arkasında belki de böylesi "felsefr bir duruş vardır diyorum. İnanmak güzel şey. Kendine bir ideal bulmak, yaşamı bir amaç üzerine kurmak, iyi bir insan da\Tanışı. Gough da bir ideal adamı belli ki. Gerçi artık hükmü kalmamış, çok "özel" bir fanteziyi yaşama geçirmek gibi, günümüz koşullannda gerçekçi olmayan bir ideale kapılmış gidiyor ama olsun. Küreselleşmenin yoksulluğa itip, zorla her şeylerinden soyundurup "çıplak" brraktığı ınsanlar arasında, kendi gönlüyle "çıplak" kalmayı isteyen Gough. sistemle kafa buluyor aslında. îyidir iyi. Kendisini unutan insanlık, ara sıra "çıplak gerçek"le de karşı karşıya kalsın. Kimler evlenmeli? NEW YORK A merika'da artık birçok / l yetişkin evlenmek istemiyor; evli olanlann önemli bir bölümü ise evliliklerini sürdüımek istemiyor. The New York Times'ta geçen hafta sonu yayımlanan bir makaleye göre. Amerikan toplumunda 30 yıl önce yüzde 75 olan evli yetişkin oranı, bugün yüzde 56'ya inmiş durumda. Bu düşüşün nedenleri arasında akla ilk gelen maddi sıkıntı ya da geçimsizlik sorunlannın yani sıra evlilik kurumunu tanımlayan yasayı protesto etme amacı da yatıyor. Yasal olarak evlenme hakkı olan çiftler, bu haklannı kullanmayarak, eşcinsel çiftlere olan desteklerini göstermek istıyorlar. "Eğer onlar evlenemiyorsa, biz de yasanın bize verdiği bu ayncakğı istemiyoruz" diyorlar. Bir süredir devam eden bu tartışmalan iyıce hızlandıran en önemli etkenlerden bın de ABD Başkanı George W. Bush'un geçen hafta başında ulusa seslendiği geleneksel Birliğin Durumu konuşması oldu. Amerikan ulusunun evliliğin kutsallığını koruması gerektiğini kesin(!) bir dille yineleyerek muhafazakârlann beklentilerini boşa çıkarmadı Bush. Aynca, geçen günlerde Massachusserts eyaletinde bir yargıcm eşcinseller arasındaki evliliği onaylayan karanna atıf yaparak yargıçlann ihtiyari kararlannda ısrarcı obnalan durumunda, geriye kalan tek seçeneğin gay ve lezbiyen çiftler arasmdaki evliliği engelleyecek anayasal süreci başlatmak olacağmı söyledi. Bush'un konuşmasında, 1996'da Kongre'den geçen Evlilik Akdini Savunma yasasından da söz ederek bir önceki Başkan Bin CBnton'ı ismen anması ise ahşılmadık bir durumdu. Bunu yaparak Demokrat kesimden gelebilecek eleştirileri engellemeyi planlıyordu belli ki. Çünkü bu yasa, evliliği bir erkek ve bir kadın arasında gerçekleştirilen ZULAL KALKANDELEN bir birlik olarak tanımlayarak, aynı cinsiyetten kişiler arasındaki evliliğe izin veren federal oluşumlan yasaklıyor. Ülkemiz için şu anda çok aşın görünen bu konu, Amerika'da gündemin en sıcak tartışma konulanndan biri. O kadar ki, Demokrat Parti'nin başkan aday adaylan konu ile ilgili soru sorulduğunda liberal kesimden alacaklan oylan düşünerek net bir açıklama yapmaktan çekiniyorlar. Aynı cinsiyetler arasındaki evliliğe karşılar fakat tek söyleyebildikleri, 1996'da çıkan yasanın evliliği yeterince koruduğu, aynca yeni bir anayasal düzenlemeye gerek olmadığı. Liberal kesimden birçok insan, evliliğin, cinsiyetleri ne olursa olsun birbirini seven ve sayan iki insan arasında kurulabileceğini, zaten birlikte yaşayan milyonlarca eşcinsel çiftin yasal evlenme hakkına sahip olması gerektiğini savunuyor. Pop şarkıcısı Britney Spears'ın bir geceliğine evlenip ertesi gün boşanabildiği bir toplumda, bu gibi örneklerin evlilik kurumuna çok daha büyük zarar verdiğını de ekliyorlar. Muhafazakârlar ise aynı cinsiyetten çiftler arasındaki evliliğin bir eyalette serbest kahnası durumunda, bunun diğer eyaletlere de ilham vermesi ve giderek tüm ülkede yayılmasından korkuyor. Evlenmek isteyen eşcinsel çiftlere "Kanada'ya gidin" diyenler bile var. Bu tartışma bitecek gibi değil. Bu durum, son aylarda hemen her konuda birbirine tamamen zıt iki kesime bölünmüş olan Amerika için çok da garip değil aslında. Ya ak var, ya kara. Ya A doğru ya da B. Ya Cumhuriyetçisiniz ya da Demokrat. Insanlar içinde bulunduklan grubun benimsediği görüşlerin tümünü hiç sorgulamadan, peşinen kabul etmiş durumda. Bu zıtlaşmanın galibi olan gnıp, kasım ayında ABD Başkanı'nı belirleyecek. Bir boks ringıne döndü Amerika. kzulal@yahoo.com \rnAnv Irftvfi Meksika'nmbaşkentiMeksiko'nungüneyindesejTekyaşanankaryağışıen KUClClr IvCllil çok çocuklan mutlu etti. Ormanhk ve dağhk La \larquesa bölgesinde na- « * i dirra$danankarfu*tinasırunardından,çatıdabirikenkaı1antoplayarakve uflYflflVI flflfllft bütün becerisinikullanarakbirkardanadamyapanMeksikabçocuk.ese- rVUIUUIl UUUIH rimhayraıılıklaizliyor^FotoğTafREUTERS) Kanada'da Ararat'ı izlemek... n uralar yine diz boyu kar ve Jj dondurucu soğuklann etkisi altında. Toronto'da bizler rüzgânn da etkisiyle eksi 35'leri yaşarken biraz kuzeyde Quebec şehrinde eksi 45 lerle mücadele var. Daha kışımız uzun, geceleri de... Daha önce kaçırdığınız fılmleri kiralayıp battaniye altında izlemenin tam zamanı. Ben de nihayet, Türkiye'de son günlerde tekrar günde me gelmesini de fırsat bilip Ararat filmini izledim. Yok, öyle kaçmaması gereken bir film olduğunu düşündüğümden değil de fılm gerçekten ne kadar samimi, yoksa sadece propagandaya mı yönelik, karar verebılmek için. Film, 2002 Eylül ayındaki Toronto Uluslararası Film Festivali'nde gösterildikten sonra sinemalarda da oynamaya başlad ı. Basından anlayabildiğim kadanyla ne eleştinnenlerce beğenildi ne de sinema salonlannda ticari bir başan 1*1BERNA DEMİRYOL Dünyayı boş ver ABD, haydî uzaya... JT'vet, ABD'nin sevgili başkanı Mli George W. Bush zavallı Irak halkını Saddam'ın korkunç ellerinden kurtarmak ve dünyayı terörden anndırmak için -sadece ve sadece bu sebeplerden dolayı- savaş ilan etti. Ulkesine söz verdiği gibi 1-2 ayda Saddam yakalandı, genç Amerikan askerleri Irakhlar tarafından sevgiyle kucaklandı ve ülkelerine kahraman olarak geri döndü. Bush, girişimleri sayesinde dünyadaki terör ~ ~ korkusunu azaltarak her milletin gönlüne su serpmiş oldu. Aynca ulkesine verdiği sözü tutarak ekonomiyi düzeltmeyi başardı, artan işsizlik oranı hızla azaldı. Eğer bu yukanda söylediklerimde gerçek payı olsaydı, Bush'un gönlünde birdenbire alevlenen Mars'a gitme aşkı anlaşılabilirdi. Ama "maalesef" durum böyle değil. Tam bir yıl önce dört lafından biri "Saddam'ın kitie iraha sflahlan!'' olan Bush, şimdi TEKSAS ADALETBARIŞ GÜNERSEL bu konuda yorum yapamıyor. Hollyvvood hayaline kapılıp Bush'un gerçekten dünyayı kurtarmak isteyen bir kahraman olduğuna inanan saf Amerikalılar şimdi Irak'taki durum karşısında hayret içinde. tki ay sonra yuvasına döneceğini, hem kendi, hem ülkesi hem de Iraklılar için kahraman —^—^—^— olacağım düşünen genç Amerikan askerleri şimdi eve ne zaman gideceklerini merak edip ölüm korkusuyla yaşıyor, Iraklılann tepkileri karşısında şaşınyor, fakat belki de gözleri bazı gerçekleri daha net görüyor. Ülkede ekonomi düzelmiyor ve işsizlik devam ediyor. Işte bu resim karşısmda Bush harika bir fikirle çıkıyor karşımıza: Mars'ı keşfedelim! Kırmızı gezegene ayak basan ilk onlar oldu, resim çekip yolluyorlar... Bunlar tabii heyecan verici ve bilim adına hoş adımlar. Ama ülke bu durumdayken ve günde milyarlarca dolar Irak'a, milyonlarca dolar ulusal güvenliğe harcanıyorken birkaç milyar dolan da Mars'a harcamak akıl kân gibi gelmiyor doğrusu. Amerika da liberaller arasında geçen konuşmada sık sık yapılan espriler, "Bush dünyadan umudu kesti... arük tek umudu Mars!", "Bush bomboş bir çölü (Irak'ı) işgal etti, şimdi diğer bir bomboş çölü işgale çalışıyor!'", "Bakahm Mars'ta petrolvarmı?" Mars operasyonunun hedeflerinden biri -çok az kişinin gördüğü hedef- Amerikan halkının zihnini çelmek; bunun için ideal. Özellikle seçimler yaklaşırken Bush halkrnın dikkatini dünyadaki durumdan -kendi yarattığı durumdan- çekip pozitif bir projeye, başannın o kadar da zor olmadığı bir projeye çekmek istiyor. Ve bunda gayet başanlı! bgunersel2@ hotmail.com sağladı. Aynı yıl, daha önce gösterildi ği Cannes Film Festivali'nde de filmin aldığı tepkiler yönetmeni hayal kınklığına uğratmıştı. Bunca yazılıp çizilenden sonra benim beklentim, filmin 10 üstünden 2 puanı ancak alması idi. Gerçekten de "geçer" puan dahi alabilecek "iyi" bir fibn olamamış. Tanıklann amlan üstüne kurulduğu söylenen tarihsel mizansenler, kurgusallıktan, yapaylıktan kurtulamamış. Izleyicinin burnuna sokula TORONTO sokula defalarca dile getirilen "soykmm", son derece özensiz şekilde filme enjekte edilmiş. Beyaz adam- siyah adam, masum Ermeni genç-şeytan Türk teması tüm filme öylesine hâkim ki artık ustalığa varmış olması beklenen bir yönetmenin, kişisel hırslanna kapılıp bu basit kuralı dahi unutmasına şaşıyorsunuz. tçerdiği sahneler nedeniyle son derece etkili olması beklenen film, gerçeklikten öylesine yoksundu ki neredeyse kılım kıpırdamadan izledim ve Atom Egoyan adına üzüldüm. Yönetmen, belki ikinci denemesinde propagandacı yaklaşımından vazgeçerse daha inandıncı olabilir. Fihnin tek tat aldığım kısmı, özlediğim Türkiye görüntüleri ve yöre müziği olabilir. Her neyse, filmi görmek neden önemli? Ve Türkiye'de kopan bu gürültü nedir? BahçeB'nin cevabı, 2004 yılında politikacımızın bulunduğu noktayı yurgulamak adma neden çok talihsiz? Öncelikle şu kadannı söyleyelim, Türkiye'de malum çevrelerce kopanlan yaygara sebebiyle, Ermeni lobisi şevkle çalışmaya ve film uzunca bir süreden sonra Kanada gazetelerinde tekrar yer bulmaya başladı. Toronto Star gazetesinde kaleme alman yazılarda ne yazık ki 1915-23 yıllan arasında 1.5 milyon kadar Ermeninin ölümü ile sonuçlanan bir "so>'kmm"dan, tüm tarihçilerce görüş birliğine vanlmış bir gerçekmişçesine bahsediliyor. Kanada Ermeni Ulusal Komitesi'nin sözcüsünün Türkiye hakkında ileri geri sözlerine yer verilirken aynı şehirde varlık gösteren Türk cemiyetlerine fikir sormak gereği dahi duyulmuyor. Aynı yazıda, Ulkü Ocaklan adlı tehlikeli radikal bir grubun terörist tarzı tehditleri yüzünden filmin gösterimden çekildiğini ve bu grubun Türk ordusu ve istihbarat teşkilatı ile yakın bağlan olduğunu okuyoruz. Bu taraflı ve soykınmı tarihsel bir gerçek imişcesine bir kesinlikle aktaran yazılara karşılık olarak, gazeteye kısa süre içinde Türk camiasından sert yanıtlar yağdınldı, henüz bunlann Editöre Mektuplar sayfasında yayımlandığını göremedim. Ancak şurası kesin ki Ermeni lobisinin, inanmak ve inandırmak istediği hikâyeyi "gerçek" haline getirmek için attığı adımlar cevapsız kaldıkça, bir gün tüm dünya ve hatta biz dahi, bir soykınm yaptığımıza inanmaya başlayacağız! Unutmayahm ki "söz"ün "gerçek"ten üstün olduğu bir çağda yaşıyoruz ve "Gerçek er geç ortaya çıkar" anlayışı uluslararası politikada geçerliliği olan bir anlayış değil. Sadece bu açıdan bakıldığında dahi, filmin Türkiye'de gösterilmesine engel olan "vatanmı çok seven" vatandaşlanmız, doğru bir şey yapmadılar. Filmin gösterilmesi ve birkaç bin koltukluk bilet satılması hiç kimseye ya da ülkemize zarar vermezdi, aksine "Bu film ne yapmaya çahşıyor", "Biziın için neler söykniyor" hakkında ulusça bir fikir sahibi olurduk ve merakla tepkimizi bekleyenlere hoşgörümüzü göstermiş olurduk. Asıl mühim olan. bu önemli konuda ulusal bir bılincin oluşması. Ortada bir sorun varsa gözlerimizi kapatıp yok farz ederek sorunu yok edemeyiz, sorun hâlâ oradadır. Böylesi bir tutum, soruna ve sorunu yaratanlara güç katar ve onu çözülemeyecek bir safhaya ertelemekten başka bir işe yaramaz. Bu soğuk kış günlerinde hepinize sıcak ve neşeli pazarlar dilerim. Babil Kulesi ve dünyanın en güzel dili Ç»tockholm Forumu adlı konferans i 3 dizisının dördüncüsünü ve (aman neyse) sonuncusunu geride bıraknk. Başbakan Göran Persson en sevdiği rolü, yani uluslararası bir politikacı rolünü bir kez daha oynayarak mutlu oldu. Bu arada. kendinden sonra Başbakanlık için kimi hazırladığını da Koordinasyon Bakanı Per Nuder'i bol bol ön plana çıkararak gösterdı. Bana kahrsa Persson, bundan sonraki kariyeri için de bir süredir yatırım yapmakta; başbakanlığı bıraktıktan sonra uluslararası camıada. tercihen Birleşmiş Milletler'de başlatacağı yeni kariyer için. Anna Lindh ın bir mağazada, birçok kişinin arasında güpegfindüz öldürülmesinden sonra epey tepki toplayan Isveç polisi ve koruma görevlileri, konferans sırasında bol bol güç gösterisi yaparak tatmin oldular. Kapatılan yollar, iptal edilen otobüs seferleri nedeniyle Stockholm halkı sefıl olurken onlar, biz gazetecileri handiyse külotumuza kadar aramayı bir marifet sanıyorlardı. Oysa bizler bu konferans için 3 hafta önceden başvurmuş ve her şeyimiz güvenlik polisi tarafından incelendikten sonra özel giriş kartı almıştık. Basın için aynlan STOCKHOLM GÜRHAN UÇKAN salondaki dev ekrandan konuşmalan izlerken kendimi Babil Kulesi'nde hissettim. Karşımda en çok 21-22 yaşında gözüken ama aslında temiz 40 yaşında olduğurivayetedilen sanşın afet Rus kadın meslektaş hanl hanl telefonla haber geçerken yanrmdaki telefondan bir Iranlı arkadaş ise aramadığı akraba bırakmıyordu (telefonlar bu 3 gün süreyle yurtdışında ücretsiz açılmıştı). Latin Amerikalı dostlar, yalnızca İspanyolca konuşan delegeleri dinliyorlar ve başkalan konuşurken aralannda büyük şamata yapıyorlardı. Az ileride Filistinli dostum, konferansa Israil'in davet edilip Füistinlilenn çağnlmamasına duyduğu hakh öfkeyi önüne gelen her Isveçli görevliye göstermeye devam ediyordu. Aslında bütün Stockholm bir Babil Kulesi. Özellikle metroda kulağa gelmedik dil kalmaz; bozuk Türkçe, içinde bol bol Arapça ve Türkçe sözcükler geçtiği için bozuk olduğunu tahmin ettiğim Kürtçe. Şiilerin işportacı tspanyolcası. şımank İsveçli gençlerin Amerikan - İngiliz îsveççesi, orta Afnkahlann birkaç dilden alınan sözcüklerden oluşan ve nedense hep bağıra bağıra konuştuklan diller. Göçmenlerin bol olduğu semtlerde oturan "yerli İsveçti" gençlerin, "yeni isveçK" arkadaşlarına ayak uydurabilmek için konuşmalannda sık sık "len, parra, gE, hadi" sözcükleri kullanmalan. Konferans günlerinde aklıma sık sık Danimarkalı şair ve yazar HenrikNorbrandt'ın şu sözü geldi: "Dünyanm en güzel dili Türkçedir, Fransızca diyenler halt ediyorİarr Türkçe benim anadilim olduğu için bu konuda bir değerlendirme yapacak nesnelliğe sahip değilim. Ancak Fransızcanın beni çok etkilediğini söyleyebilirim. Isveçh erkek şarkıcılann sesleri bana hep aynı gelir, ama Fransız beyler için aynı şey söylenemez. Hanımlar için de hiç kuşkusuz. Bir Edith Piaf ın dumanlı, boğuk sesi bir kez duyuldu mu bir daha unutulmaz. Ama yine de ben burada itiraf etmeden geçemeyeceğim: Ben dünyanın en güzel bir değil iki dili olduğu görüşündeyim: Ilki, bol dereotlu ve sirkeli dil haşlama, ikincisi ise sevdiğinizin kullandığı dil. Birini yemeye doyum olmaz, ikincisini dinlemeye. Aralannda bir seçim yapmanıza da gerek yok: tkisi birlikte pekâlâgider... »«
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle